
Yol Arkadaşım
15 dk
2018, ülke basketbolu için kara bir yıl olmaya devam ediyor. Geçtiğimiz ay kaybettiğimiz, basketbolun geniş çevrelere yayılmasında büyük emeği olan İsmet Badem’i, yol arkadaşı Murat Murathanoğlu anlattı.
Doğan Hakyemez, Mehmet Baturalp, Cavit Altunay, Battal Durusel, Ünal Büyükaycan... 2018’de aramızdan ayrılan basketbol efsanelerine İsmet Badem de eklendi. Basketbol severlerin ‘İsmet Abi’sini ekranda, radyoda ve gazetede uzun yıllar Badem’le mesai yapan Murat Murathanoğlu’na sorduk. Şafak saatinde ziyaret edilen bir şatodan canlı yayında hakem masasına yapılan koşuya, Türkiye’nin dört bir yerindeki panellerden rotası değiştirilen uçaklara...
Doğan Hakyemez, Mehmet Baturalp, Cavit Altunay, Battal Durusel, Ünal Büyükaycan... 2018’de aramızdan ayrılan basketbol efsanelerine İsmet Badem de eklendi. Basketbol severlerin ‘İsmet Abi’sini ekranda, radyoda ve gazetede uzun yıllar Badem’le mesai yapan Murat Murathanoğlu’na sorduk. Şafak saatinde ziyaret edilen bir şatodan canlı yayında hakem masasına yapılan koşuya, Türkiye’nin dört bir yerindeki panellerden rotası değiştirilen uçaklara...
Cine5’in ilk yıllarıydı. Erol (Aksoy) Bey zaten basketbolda bir potansiyel görüyordu. Beni Cine5’e alan da genel yayın yönetmeni Faruk Bayhan’dı. Onlar potansiyeli iyice sezdiler ve doğru hatırlıyorsam oradaki ikinci senemizde Avrupa kupalarını anlatmaya başladık. İlk başta İsmet Abi yoktu. Ben tek anlatıyordum. Deplasmanda ise yanıma birilerini veriyorlardı çünkü Erol Bey her deplasmanda maç önü ve maç sonu yayını istiyordu.
Yunanistan’daki bir maçta bana gelip “Her yerde sen varsın, kimden torpillisin? Bana Baba İsmet derler...” dedi ve orada tanışmış olduk. Sonra hep bana takılmaya başladı. İspanya’da bir maçta yanıma birini verememişlerdi. On dakikalık maç önü programı saha kenarına alınmıştı. Anlatım yeri de tepedeydi. Bir dakikalık ara var programdan sonra, reklam girecek. Depar atsam bile yetişemem. İsmet Abi “Ben yaparım” dedi. Yayınlar Show TV’deydi galiba. Benim izin alacak vaktim de yoktu. “Tamam” dedim, “ama sade yap.” Sonra yukarı çıktım. İstanbul’daki yönetmen de efsane Musa Çözen’di, kulaklığa “İlker Yasin seni bitirecek, kim lan bu herif, nereden buldun?” dedi. Öyle maç anlatacaksın, düşün. “Yandın oğlum sen, bittin” falan diyor.
Faruk Bayhan’ın odasında bir gün toplantı yaparken İlker Yasin ateş püskürüyordu. İsmet Abi içeri girdi, duty free’den bir şeyler almış, “Para istemiyorum, gönüllü olarak bu işi yapacağım” diye Bayhan’ı ikna etti. Ama beraber çalıştığımız yıllarda İlker Yasin ile aram o olaydan dolayı hep limoniydi. Rahmetli çok zor insandı. Cine5 kapanana kadar arada İsmet Abi’yle kavgalarımız oldu, ben bir ara Aydan Siyavuş ve Haşim Tündoğan ile maç anlattım bu yüzden.

İsmet Abi ile birlikte her deplasmana gidiyorduk. Yorumcu olduktan sonra maç önü ve maç sonu röportajlarını da kendi yapmaya başladı. Bir süre sonra kanal yönetimi yanımıza bir de kameraman verdi. Gelip soruyorlardı: “Nasıl geçti, ne yaptınız?” falan diye. Buradan çok iyi bir program çıkar fikri doğdu ve Asist’i yapmaya başladık. Esasında Asist programının enerji kaynağı İsmet Abi’ydi. Aort ameliyatı oldu, birkaç gün sonra hastaneye gittim, koridorda ayağında terlikle milleti karşılıyordu. Etrafını da olumlu etkileyen bir enerjisi vardı. Deplasmanda o kadar yorgunsun, basit bir şey yapmak istiyorsun ama nerede bir olay varsa, gittiğimiz şehirde mutlaka görülmesi gereken bir kilise, bir şato varsa mutlaka “Haydi gel gidiyoruz” derdi. Basketbol yorumcusundan ziyade bir şov insanıydı. Zıt karakterler olmamıza rağmen özellikle ekranda birbirimize çok uyduk. Asist’in son bölümünde de canlı yayında bir kavgamız oldu mesela... Ondan sonra bir dönem ben başkalarıyla maç anlatmaya başladım. O da Melih Gümüşbıçak ile anlattı.
Sonra ben NTV’ye gittim, İsmet Abi oraya gelemedi. Sonra tekrar Lig TV’de başladık ama o dönem içinde sekiz-dokuz sene Radyospor vardı. Önce haftada iki gündü, sonra bire indirdiler. Onun da adı Asist’ti. İsmet Abi’nin benimle en güzel anlarının içinde mutlaka bir ‘Asist’ vardı. Programda birine takıyordum, o da “Yüzde yüz haklısın” demeyi sevmezdi. Hemen öbür köşeye geçerdi. Ben de anlayınca onu iyice kızdırmak için her şeyi abartırdım. O da özellikle radyoda ortaya güzel bir şov çıkartıyordu. Aramızdaki “Birbirimizi tamamlıyoruz” lafı o uyumdan geliyor.Radyo programını ben bitirdim. Lig TV’de basketbol yöneticisi olarak başlamıştım.
Radyo programı da günün ortasındaydı, günümü çok bölüyordu. Bir saatlik program için dört saatim gidiyordu. “Ben yokum ama sen istiyorsan tek başına devam et” dedim. “Sen yoksan ben de yokum” dedi. Mesela o tarafı çok çok iyidir. Onu birkaç kere daha yaptı. Radyospor’u öyle bitirdik. İnanılmaz bir veda programı oldu, ağlattım ben onu. Rolling Stones’un bir şarkısı vardır, Till the Next Goodbye diye… Onun arasına bir sürü telefon aldık, mesaj okuduk. Çok güzeldi.
Ondan sonra Lig TV’de üç yıl hem maç anlatımını hem “Euroleague’de Bu Hafta”yı o, ben, Yiğiter (Uluğ) ve Merve Toy birlikte yaptık. ‘EuroCup’ta Bu Hafta’ diye de bir program yapıyorduk. Akşamlarımız mutlaka basketbol programı oluyordu. Cumartesi, pazar ve pazartesi de lig maçlarını anlatıyorduk.

Cine5’in ilk yıllarındaki seyahatlerden dolayı hakikaten abi-kardeş gibi olmuştuk, ismini de tam koyamıyorum ama… Cenazeye gittiğimde ailesi en çok beni görünce etkilendi, bir de Ümit Avcı’yı görünce… O da Fanatik Basket’ten… Ben önce Ahmet Kurt’un Basket dergisinde çalışıyordum; ben ayrıldım, İsmet Abi geldi. Fast Break’ten ayrıldım, o genel yayın yönetmeni oldu. Basılı yayın olarak birlikte çalıştığımız tek yer Fanatik Basket’ti.
Vefatını duyduğumda o gün hiç kimsenin telefonunu açamadım. Sonra bir baktım Baskent Kulübü’nün asbaşkanı Şinasi Parlak arıyor. “Cenaze Çanakkale’deyse ben seni götüreceğim başkan” dedi. O kadar etki altında kalmıştı. İsmet Abi çocuklara idman yaptırmıyordu ama moral vermek için maçlara, antrenmanlara geliyordu. Oyuncudan çok iyi anlardı. Esasında vakit ayırsaydı samimi söylüyorum çok iyi bir uzun oyuncu çalıştırıcısı olurdu. İki hareket gösteriyordu, etkisi hissediliyordu. Ama o işe hiç girmedi. Onun için önemli olan şovdu. Ekranda, gazetede, radyoda olmak…
Şunu gördüm ben: Basketbol camiası içinde hiçbir zaman hak ettiği yere konulmadı. Tabii ki sevenleri vardı. Fakat genelde bizim camianın İsmet Badem’e bakış açısı biraz mesafeliydi. Ama kendine has tarzından dolayı halk onu çok sevdi. Vefatından bu yana kaç gün oldu, hâlâ yolda gelip “Başınız sağ olsun” diyenler var.
Aileden biri olarak görüyordu halk onu. Maçları, halktan biri izliyormuş, yanında da İsmet Badem oturuyormuş gibi yorumluyordu. Basketbol camiasında bazı kişilerin onu ciddiye almamasının, hak ettiği yere koymamasının da nedeni budur bence. Bu özellik bence çok önemli. İnşallah unutulmaz. Unutulmaması lazım. Basketbolun o yıllarda -tabii Efes’in başarısı, 2001 Avrupa Şampiyonası gibi etkenler de var ama- daha önce basketbolla pek alakası olmayanlar tarafından benimsenmesi, zaman içinde sevilmesi ve takip edilmesinde bence bir numaralı isim İsmet Badem’dir.
“Hayır”ı hiç kabul etmezdi. Zaten zor olmasının nedeni de oydu. Mesela Atina’ya maç anlatmaya gidecektik. Sis vardı, uçak kalkmadı. Havaalanında uyuyakaldık. Bir baktık uçak kalkmış. Ben de dedim “Erol Aksoy’u arayayım, buradan off-tube anlatırız.” “Olmaz öyle şey” dedi, kuleye çıktı. İzmir’e giden bir uçağa bindik. O arada bir tane charter da Antalya’dan Atina’ya gidiyormuş. İzmir’e de uğruyormuş galiba. İzmir’de öbür uçağa bindik ve Atina’ya yetiştirdi bizi. Bunu başka kimse yapamaz. Mümkün değil.
Ljubljana’dan maç için sabahın köründe Novo Mesto’ya gidecektik. Çok önemli bir müze mi ne, bir şey varmış. “Oraya gidip mutlaka bir şeyler çekmemiz lazım” dedi. Müze kapalı, hava daha karanlık. Bekçiyi uyandırdı. “I am Turkish television” dedi, meşhur lafıdır. Bekçi şaşırdı, dedi ki “Açamam.” Bir avlusu vardı kocaman, orada da bir kuyu vardı. O avluda çekim yaptık, kuyuyla ilgili bir hikâyeler uydurduk. Orayı da es geçmedik yani sayesinde.
Basketbol kültürünü tanıtmak açısından, Asist şimdiye kadar Türkiye’de yapılan herhangi bir işten çok daha etkiliydi. Dışarıdan yeni insanları çekmesinin nedeni, ‘Acun Firarda’ gibi bir program olmasıydı esasında. Değişik yerlere gidiyorduk. Hırvatistan, Sırbistan, Litvanya, Rusya, Almanya, Polonya’ya bile gittik. Oraya gidecek maddi durumu olmayan insanlar, parası olup karar veremeyenleri de çekecek bir gezi programı gibiydi.
İsmet Abi, şapkasından dolayı bir figür olmuştu. Avrupa’da ismi bilinmese de “şapkalı, at kuyruklu yorumcu” olarak bayağı tanınıyordu. Hatta, 2000'deki Barcelona maçında biraz fazla tanındı. Musa’ydı yine yönetmen. Pozisyonu tekrar ekrana getirdi. Ben “Ya süre dolmuş” dedim. Bir baktım, bu fırlamış. Fırladığını da şöyle anladım; kulaklığı öyle bir çıkardı ki “tak” diye ses geldi. Masaya gitti. O sırada canlı yayın devam ediyor. Litvanyalı hakem o esnada kafasını çevirdi, İsmet Abi “No basket, no basket!” diyor. O da şaşırdı. Geldi, iptal etti. Biz rövanşa gideceğiz, gidemedik tabii. Akreditasyon vermediler. Barcelona taraftarı kocaman bir pankart asmıştı hakemlerle ilgili.
Yiğiter Uluğ, beni yıllar sonra Barcelona’nın basketbol başkanıyla tanıştırmıştı. Sanırım Yunanistan’daki Final Four’dayız. Başkan, açık havada bir davet veriyor. Biz de İsmet Abi ile orada geziyoruz, göz göze geldik. Selamlaştık. “Bu kim?” dedi, “Barcelona’nın basketbol başkanı” dedim. “Beni barıştırsana, beni barıştırsana” demeye başladı. Mesela orada “Hayır”ı kabul etmiyor. “Sonra barıştırırım, nasıl olsa daha dört gün buradayız” falan diyorum ama yok. Orada illa barıştıracağım. Adam biraz bozuk baktı ama çok düzgün biriydi. Hatta “Buyurun oturun” dedi sonra ama biz yola devam ettik. Bir daha öyle bir olayın yaşanabileceğini düşünmüyorum.
İtalya’da yanılmıyorsam TeamSystem Bologna maçıydı. Ülker ilk yarıda farklı şekilde öndeydi, ikinci yarı tam bir hakem faciası yaşandı. Maç bitti. Şimdi maç sonu için senin yerin var, yayını istediğin yerden yapamıyorsun. Maç bitti, Doğan Hakyemez sinirli bir şekilde koşarak bizim maçı anlattığımız yere geldi. “Gördünüz mü bu rezaleti? Beni yayına çıkarın” falan diyor. Bizde kamera yok. Orada da bir kameraman maç sonrası genel görüntüleri çekiyor. İsmet Abi tuttu herifi bizim karşımıza getirmeye çalıştı. Adam İtalyan. Öyle “Please” falan yok, tutup direkt getiriyor ve sonra “I am Turkish television…” Adam geldi, küfretti ve geri gitti görevine. İsmet Abi bu arada mikrofonun açık olduğunu unutup İtalyanlara küfrediyor. Bütün Türkiye duydu tabii.
Eski hakem Lubomir Kotleba onun belalısıydı. 20 kere falan uyarmıştı. Zaragoza’da Saporta Kupası finali anlatıyoruz. Valencia’nın pivotu da bir sene önce Efes’te oynayan Rod Sellers. İsmet Abi, “Ya ben bu herifi tanıyorum” dedi. “Rod Sellers o” dedim. “Ya geçen sene Efes’te oynayan değil mi?” dedi. Salonda da basın girişinden giriyorsun ama anlatım yapacağımız yere saha kenarından geçiyorsun böyle. Sellers’ın yanına gidip muhabbet etmeye başladı. Herifler ısınıyor bu arada. Baktı ki ısınıyorlar turnike rutininde, pota altında topu alıp oyunculara pas vermeye başladı. Biz yayına gireceğiz, Kotleba bunu bir gördü, “This is it, this is final, he is not anymore!” diye bağırmaya başladı. İngilizcesi de çok ahım şahım değildi. Onunla da bayağı uğraşmıştı. Kotleba yasak dahi getirmişti İsmet Abi'ye, maçlara gelemez diye... Ömrüne ömür katar, ömründen ömür götürür. Öyle bir adamdı, Allah rahmet eylesin.
Verdiği en çetin mücadele, Fanatik Basket’i çıkarttırmak, sonra da yaşatmaktı. Haftalık basketbol gazetesi kimin aklına gelirdi? NBA’de anonsçusundan tut maskotuna, başkanından tut oyuncusuna kadar herkes ürünü düşünür. Bizde ise istediği şeyler yazılmadığı veya söylenmediği takdirde kimse destek vermez. Fanatik Basket’i yaşatmak için cidden çok uğraştı. Çok insan katkı verdi. Hakikaten de dolu dolu bir gazeteydi. Fanatik Basket, onun bebeğiydi. Cihangir ve Burçin’den sonra üçüncü çocuğuydu diyebilirim.
Sahneyi çok seviyordu. İlla bir ekran olması gerekmiyor. Yeter ki birileri ona bir mikrofon versin. Çocuklarla, gençlerle arası hep iyi olmuştu. Yaptığı paneller de ondan. Herhâlde üç bin tane panel yapmıştır. Hakkâri’ye kadar her yere gitmişti. Özellikle Anadolu’da sevildiğini görmesi, panellerin arkasının gelmesini çok daha kolaylaştırdı. Her yere gidiyordu. Çok şey anlatacağı düşüncesindeydi. Zaten açılışı kendi yapardı. Normalde 25-30 dakika o sürerdi. Panellerin içinde mutlaka Atatürk ile ilgili bir bölüm olurdu. Çok sayıda insan da hiçbir maddiyat beklemeden ona o konularda destek verdi: Aydın Örs, Doğan Hakyemez, oyuncular… O açıdan da şanslıydı. Ama dediğim gibi o iş hem inanılmaz bir enerji gerektiriyor hem de inanılmaz zaman alıyor. Uçağa biniyorsun, otobüsle gidiyorsun. Ama bence rahmetlinin motosiklet aşkı da orada sağlamlaştı. Seyahati çok seviyordu. Benden 14 yaş büyüktür ama bir gün bile o seyahat temposundan şikâyet etmedi. Tren istasyonunda, havaalanında yattığımız bile oldu. Bir gün insan der ki “Amma yorulduk!” Genelde “Biraz dinlenelim” diyen hep bendim.
Son yıllarda ana akımın dışında kaldığı için bir kırgınlığı vardı. Hatta bana da çok büyük bir kırgınlığı vardı. Lig TV’de ona sahip çıkmadığımı düşündü. Ama tamamen kanal politikasına karşıydı. Kanaldaki yöneticiler onu uyardılar. Devam edince yolları ayırmaya karar verdiler. Ama koskoca İsmet Badem ondan sonra başka bir kanalda kendine yer bulamaz mıydı? Kesin bulabilirdi. Ona da haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Ama o bölümde “Ben ne yaparsam yapayım, Murat beni koruyabilir” diye bana çok güvendi. Öyle bir gücüm yoktu orada. Sonrasında medyada dışlandığı doğru.
Bugüne kadar onun adına yapılan tek şey, Banvit’in inşa ettiği bir tane açık hava sahası. Ben mutlaka İsmet Badem isminin yaşatılması gerektiğini düşünüyorum. Zaten Türk basketbolunun en büyük eksikliklerinden biri, bunu biraz Fenerbahçe gidermeye çalıştı bir ara, müze olmaması. Abdi İpekçi yıkıldı, oraya bir sürü tesis yapılacak. Bir tane müze yap yani… Amerika’daki herhangi bir Şöhretler Müzesi’ne gittiğinde orada sadece oyuncuları, koçları değil, çorbaya biraz tuz atmış herkesi görebilirsin. Bugün bir salona ismi verilse bile yirmi sene sonra orada olmayabilir. Fakat Şöhretler Müzesi gibi bir şey yapılırsa orada en önemli köşelerden biri de İsmet Abi’nin olmalı. Aynı sene Doğan Hakyemez’i, Mehmet Baturalp’i, Cavit Altunay’ı, Battal Durusel’i, Ünal Büyükaycan’ı kaybetmişsin; bu insanların hatırlanması lazım. Sadece bir fotoğraf koyup altına ismini yazarak da değil. Bir yerden bulup 15 saniyelik bir görüntüsünü koyarak, onlarla oynamış kişilerden yorumlar alarak bu kişileri unutulmaz kılmak gerek. İsmet Badem Türkiye Kupası olabilir, federasyon onun adına ödül verebilir, basketbolu Anadolu’da sevdirmek için en çok çalışan medya unsuruna mesela... Önemli olan o ismi yaşatmak istemek ve o kişinin bunu hak ettiğini düşünmek. Gerisi kolay.