
Yol Yorgunu
14 dk
Afrika'yı bisikletle dolaşan Hasan Söylemez'i Burkina Faso'da yakaladık, karşısına da Kolombiya yolcusu Kerimcan Akduman'ı oturttuk. İki gezginden Kerimcan sordu, Hasan anlattı.
Jules Verne kitaplarında karşılaştığımız 80 günde dünyayı dolaşmaya çalışan Bay Fogg, balonla beş haftada Afrika’yı geçmek isteyen Doktor Fergusson veya Nautilius ile okyanusları keşfeden Kaptan Nemo gibi kahramanların pek olmadığı bir çağda yaşıyoruz. Yaptığımız çoğu seyahat, yıllık izinlerin müsaade ettiği ölçüde gerçekleşip genelde keşif dürtümüzü tatmin etmekten ziyade başkalarının tavsiye ettiği yerleri ziyaret ederek geçiyor. Belki de zamanın ruhuna uyarak ekonomik koşulları da dikkate alarak risklerden uzak durmayı tercih ediyoruz. Ama bu topraklardan Verne’in yarattığı o maceracılar gibi insanlar hâlâ çıkabiliyor. Hasan Söylemez gibi. 1,5 senedir bisikletinin tepesinde Afrika’nın “Hayal Arşivi”ni toparlamak için Fas, Batı Sahra, Moritanya, Senegal, Yeşil Burun Adaları, Gambiya, Gine Bissau, Gine, Sierra Leone, Liberya, Mali, Fildişi Sahili'ni geçen Hasan'ı Burkina Faso’da yakaladım.
Biyografinin başında şu var: “Hakiki yolculuk, gittiğin yerlere harita üzerinde çarpı atmak değil, o çarpı işaretlerini ruhundaki yaralara yara bandı yapmaktır.” Afrika’ya gitmeye nasıl karar verdin?
Türkiye’yi bisikletle gezerken cebimde beş kuruş para yoktu. Fakat bu yolculukta fark ettim ki ben, param varken bu kadar mutlu değildim. Parasız yolculuk beni dünyanın en mutlu insanı yapmıştı çünkü yaşadığım her şey çok doğal ve gerçekti. O doğallığın ve gerçekliğin tadını aldıktan sonra da başka yerlere bu şekilde yolculuk yapmak istedim. Beni Afrika’ya götüren de aynı şeydi diyebilirim. Haberlere baktığınızda hasta, iç savaşlarla dolu, vahşi bir Afrika anlatılıyor sürekli. Ben bu perdenin arkasında Afrika’nın bize tanıtılmayan, başka bir yüzü olduğuna inanıyordum. Afrika toprağının kırmızılığı bile beni kendine çekiyordu. Orayı gerçekten keşfetmek istedim. Bu istek de içimde gün geçtikçe büyümeye başladı.
Hazırlıklarıma 2011'de başladım. O sırada TRT’de çalışan bir yapımcı arkadaşım aradı ve yaptığım yolculuğu tekrarlarsam bir belgesel hazırlamak istediklerini aktardı. O dönem hem televizyona iş yapmak istemiyordum hem de Afrika’ya gitmeyi kafama koymuştum, dolayısıyla teklifi reddettim. Ancak arkadaşım, bu belgeseli çekersek Afrika’ya da beraber gidebileceğimizi söyleyince ikna oldum. Böylece ‘Yoldaki Haber’ programına başlamış olduk. İlk bölümünü Artvin’de çektik. Biz dönüş yolundayken Van depremi yaşandı. Hemen ertesi gün o bölgeye gittim ben. Hazır yakındayken Muş’a gidip babamı görmek istedim çünkü bisiklet turuna başladığımdan beri görüşememiştik. Bir hafta orada kaldım. Çekimler için İstanbul’a döndükten bir gün sonra telefon geldi. Babam hayatını kaybetmişti. O süreçte projeyi ertelemek durumunda kaldık. Aradan 3-4 yıl geçti ve aynı arkadaşımdan bir telefon daha aldım. Buluştuk ve önüme bir sözleşme koydu. Otuz bölüm yayınlandı fakat ben bu sefer hiç mutlu değildim. Çünkü format istediğim gibi değildi.

Zaten hayatta istemeden yapmak zorunda kaldığımız işler, bizi gerçekten istediğimiz hatta bazen hayalini bile kuramadığımız yerlere götürmüyor mu?
Öyle denebilir. Sonuçta bir sözleşmem vardı, yoksa bırakıp giderdim zaten. Bittiğinde, beni Afrika’ya çağıran ses artık bir canavara dönüşmüştü. En sonunda biraz da o sesi bastırmak için iki-üç ülke gezip dönmeye karar verdim. Döndüğümde o canavar susar zannediyordum fakat öyle olmadı. Bir gün ofiste otururken Afrika haritasını açtım önüme. Abartmıyorum, günlerce o haritayı inceledim. Afrika’yı bisikletle dolaşmak, en büyük hayalim olmuştu. Gazetecilik, televizyonculuk ve yolculuk geçmişim vardı. Yolculuğun belgeselini tek başıma da yaratabileceğimi düşündüm. Afrika’yı da oradaki insanların hayalleriyle tanımak ve tanıtmak istedim. İnsanlarla dillerinde röportaj yapacaktım. Sonrasında da bunları altyazılar ekleyerek internette paylaşabilecektim. Hâlâ da pek çok televizyon kanalından teklif alıyorum fakat kabul etmiyorum. Bu şekilde yolculuk yapıyorum ve son derece keyifliyim. Dokuz bölüm yayınladım, daha da 44-45 bölümüm var yayınlayacak. Gelirken yaklaşık üç yılda bitirebileceğimi düşünüyordum fakat neredeyse iki yıl oldu ve henüz 12 ülke gezebildim.
Kanlı Elmas filminde bir replik vardı: “Afrika’nın kırmızı toprağının tozunu bir kere soluyan oraya mutlaka geri dönecektir.” Senin hikâyen de bununla örtüşüyor. Afrika’yı dolaşıp kültürünü anlatabilir veya vahşi doğasından bahsedebilirsin. Ama Afrika’yı hayaller üzerinden anlatmak cüretkâr ve renkli bir iş. Peki, bu hayal avcılığı nasıl ortaya çıktı?
Sonuçta Afrika’yı dolaşmak hayalimdi. Bu hayal de hayatımı şekillendiriyor. Biri benim hayallerimin kaynağını inceleyecek olursa, geçmişimle ve toplumla ne kadar bağlantılı olduklarını sosyolojik olarak ortaya koyabilir. Afrika’da bir dünya belgesel çekildi fakat kimse orada yaşayan insanlara hayallerini sormadı. Oysa bir ülkeyle ilgili fikir sahibi olmak istiyorsanız, orada yaşayan insanlara hayallerini sormalısınız. Çünkü insanların geçmişini öğrenme; ülkenin sosyal, ekonomik, eğitimsel ve kültürel yapısı hakkında bilgi edinme şansı doğuyor. Bunun yanı sıra insanların güncel hayatını, geleceğe dair kaygılarını ve beklentilerini de buradan okumak mümkün. Ben de bu sebeplerle hayaller üzerinden gitmeye çalışıyorum. Fakat sadece hayalleri de anlatmıyorum. Gezdiğim ülkedeki hayatın doğrudan içine girmeye çalışıyorum. Benim belgeselimin merkezinde insan var; ne yenir, ne içilir, nereler gezilmeli tarzı şeyler anlatmıyorum.

Farklı coğrafyalarda bulunup insanlarla iletişim kurmuş biri olarak aslında herkesin dertlerinin benzer olduğunu gördüm. Adaletsizlik, eşitsizlik, sağlık, eğitim, gelecek kaygısı… Şu ana kadar Afrika’da insanların hayallerini öğrenme şansı buldun. O noktada nasıl benzerlikler var?
Dünyanın neresine giderseniz gidin, insanlara en büyük hayallerini sorduğunuzda alacağınız en popüler cevap zengin olma isteğidir. Bunun yanında yaşanılan toplum da bireylerin hayallerini şekillendiriyor. Örneğin Batı Sahra’da insanların en büyük hayali ülkenin bağımsızlığı ya da barış oluyordu. Sierra Leone'de pek çok insan avukat olmak istediğini söyledi. Çünkü ülke geçmişte 13 yıl süren bir iç savaş yaşadı ve yanılmıyorsam 250 bin insan öldürüldü. Yani insanlar, hayallerini anlatırken bir yandan da ülkedeki problemleri dile getiriyorlardı. Moritanya’daki çocukların biri "En büyük hayalim cennete girmek" derken diğeri hacca gitmek istiyordu. Bunun sebebi de o çocukların medrese eğitimi görüyor olması.
Bu arada 12 ülkeden bahsediyoruz ama bu otobüsle Avrupa’da gezmek gibi bir seyahat değil tabii…
Ben 54 ülke dolaşıyorum bisikletle fakat bunları "Bakın pasaportumda bu kadar ülke var" demek için yapmıyorum. Afrika’yı tek bir ülke zanneden insanlar var. Hâlbuki Afrika, dünyanın en büyük ikinci kıtası ve 54 ülke barındırıyor.

Bu durum aslında hem toplumumuzun hem de yeni dünyanın seyahat etmeye bakışıyla alakalı. Biz bir yarışmışçasına her şeyi sayısal değerler üzerinden konuşuyoruz. Bunun yanında dediğin gibi Afrika’ya karşı küresel bir cehalet de söz konusu. Zamanın ruhu da bu cehaletle birleşince herkes skor peşinde koşuyor.
Artık o kadar sıradan yaşamaya başladık ki hiçbir şeyden etkilenmiyoruz. Hayret etmeyi unuttuk. Benim yolculuğumda her on kilometrede bir dil değişiyor, kültür değişiyor. Sürekli farklı insanlarla tanışıyorum ve zenginlikler görüyorum. Mesela çekim hazırlığı yapmak için şehir merkezlerinde 20 güne varan molalar vermek durumunda kalabiliyorum ve inanılmaz bunalıyorum bu molalarda. Bir an önce bu işlerden kurtulmak ve kendimi yollara atmak istiyorum. Çünkü mutlu olduğum yer orası. Yolda giderken karşılaştığın insanların bir gülümsemesi ya da hayret dolu bakışı bütün yorgunluğumu alıp beni mutlu ediyor.
Ben, her şeyin çaresinin yolda olduğuna inanıyorum. Belki bizim çaremiz de...
Yol gerçekten iyileştiriyor. Yolda yalnız kalmak iyi hissettirir fakat çok yalnız kalmak da tehlikeli bir şeydir. Çünkü yalnız kaldığında kendi içine doğru da bir yolculuk yapıyorsun. Bazen öyle derinlere iniyorsun ki hiç beklemediğin şeylerle karşılaşabiliyorsun. Bazı zamanlar da kendine çok acımasız davranıyorsun. Sert darbeler vurarak canını acıtmak, kanatmak istiyorsun. Öte yandan da zaman geliyor, o yaraları yine yolda kendi başına tedavi ediyorsun. Bu da seni olgunlaştırmaya başlıyor. Ben diyorum ki: “Yol yorgunluğu bir bakıma da ol yorgunluğudur.” Çünkü yoldayken olgunlaşmaya başlıyor insan.

Bence yol, güzel bir pişme yöntemi. Eski Anadolu erenlerinde ‘Hamdım, piştim, yandım’ anlayışı vardır ya. Ben şahsen olduğumu düşünmüyorum. Fakat yalnız seyahat etmek, bana pişmek ve yanmanın bir etabı gibiymiş geliyor.
Yalnız seyahat, grupla yapılandan daha farklıdır. Tek başınayken daha fazla şey öğreniyorsun. Kendini daha fazla tanıyıp sorgulama şansın oluyor. Ben belgesel çekiyor olmasaydım aslında seyahat etmekle ilgili daha farklı bir hayalim vardı. Yürüyerek dolaşmak ve yanımda telefon, bilgisayar veya internet bulundurmamak. Hiç kimseye haber vermeden alıp başını gitmek yani. Bunu yaptığın an, dünyanın en zengin insanı olursun aslında. Kolay bir şey değil o yüzden.
Peki bu işe seyahat bağlamında nasıl hazırlandın? Bu konularda tecrübelisin fakat Afrika hiç kolay bir coğrafya değil.
Çok fazla fiziksel bir hazırlığım olmadı açıkçası. Benim için önemli olan zihinsel hazırlıktı. Onlar yolda da halledebileceğim şeyler. Ekipman açısındansa büyük bir hazırlığım oldu hâliyle. Çünkü bir belgesel çekecektim ve bunun yanında bisiklette ihtiyacım olan her şey kolaylıkla erişebileceğim hâlde bulunmalıydı.
Sen bisikletçi değilim desen de birçok bisiklet sever senden esinlenerek önce Türkiye’de sonra başka coğrafyalarda seyahat etmek istiyordur. Bu insanlara verebileceğin bir tavsiye var mı?
Öncelikle yapacakları yolculuğa uygun bir bisiklet seçmeleri gerekiyor. Ayrıca bisikletin bütün parçalarına hâkim olup, çıkabilecek sıkıntıları çözebilecek seviyede olmaları şart. Benim hayatımda hiç bisikletim olmamıştı. Bir bisikletçinin yanında çalışmaya başladım. Orada verilen bir bisikletle iki hafta sonra yola çıktım.

Bence de herkesin kendi yolunu çizmesi elzem fakat bizim memleket olarak psikolojimiz genelde cesaret almak üzerine kuruludur.
Seneler önce bisikletle Afrika’yı dolaşan insanlar var mı diye araştırdım. Baktım bir adam Afrika’nın çevresini bisikletle dolaşmış. Bir de Peter Gostelow diye bir İngiliz, yaklaşık otuz ülkeyi gezmiş. Sürekli onun yazılarını okuyor, fotoğraflarına bakıyordum. Benim için bir gezgin blog yazıyorsa, bir şeyler anlatmaya çalışıyorsa ya yazı dilinin kuvvetli olması ya da fotoğraflarının güçlü olması gerekiyor. Gostelow, müthiş fotoğraflar çekiyordu. Bir gün mail attım. Dedim ki: “Peter, senin Afrika’ya baktığın pencereden ben de bakıp hayallere dalıyorum. Umarım yollarda karşılaşırız çünkü bir gün bu yolculuğu yapacağım.” Adamdan hiçbir cevap da beklemedim. İçimden geçenleri yazıp gönderdim.
Herkes kendi yolculuğunu yapıyor çünkü. Ondan sonra da arkadaş olduk ve hâlâ görüşüyoruz. Bana şunları söylüyorlar: “Hasan hayalimizi gerçekleştiriyor, keşke senin yerinde olabilsek, hayat sana güzel…” Muhtemelen bu şeyler sana da çok geliyordur. Ben de şöyle düşünüyorum: “Gerçekten benim yerimde olmak isteyen bir insan olsaydı onunla yolda karşılaşırdık.”
Dünyada insanlara piyango çıktığında ne yapacaklarını sorsak yüzde doksanının cevabı “Dünyayı dolaşacağım” olur. Eğer bunu yapmak için piyango çıkmasını bekliyorsanız, zaten piyango çıktığında da muhtemelen dünyayı dolaşmayacaksınız. Çünkü bunun parayla bir ilgisi yok. Evet maddi şartlar gerekiyor. Ama buradaki temel değişken paradan önce fedâkarlık
Ne kadar istediğinle ilgili. İlk adımı attıktan sonra zaten hayalinin yüzde ellisini başarmış oluyorsun. Yolcu, güzergâhını yolda çizer, kervan da yolda düzülür. Ben, nereye gideceğim, ne kadar kalacağım yönünde bir plan yapmıyorum. Yarın yola çıkarsam tahmini ne kadar yol yapabilirim ve yolumun üstünde kalacak bir yer var mı, sadece onlara bakıyorum.
Şu ana kadar en zorlandığın ve “Yeter artık” dediğin parkur neresi oldu?
Sahra Çölü’nü 42 günde geçtim. Kum fırtınaları, sıcaklık, bunun yanı sıra yalnızlık… Batı Sahra dünyanın en seyrek insan görülen bölgelerinden biri. Günlerce bisiklet üzerindesin, araba da tek tük geçiyor. Bir bölgeye geldim, günde üç tane araba görüyorsun. Yol dümdüz, hiçbir şey görülmüyor. Bomboş yerde bağırdığında zaten sesin yankı yapmaz ama orada bırak yankı yapmasını, bağırdığımda sesimi bile duyamıyorum çünkü rüzgâr alıp götürüyor. Öyle bir yalnızlık… Bunun yanı sıra, yol kenarlarında otururken bir bakıyorum koca örümcekler, akrepler var. Bir an önce bu yoldan çıkmak istiyorum. Artık bitsin ve yeşillik görebileyim. Çölden çıktıktan sonra dedim ki: “Daha da çöl yolculuğu yapacağım dersem dövün beni.” 1-2 ay sonra çölü özledim. Hâlâ da özlüyorum.
Benim de çöllere karşı acayip bir ilgim var. Bunun sanırım temel sebebi varoluşsal hissiyatlarla alakalı çünkü çöl, insana ne kadar küçük, ne kadar yetersiz olduğunu anlatan bir yer. Sen zavallısın orada.
Zavallısın ve mücadele ediyorsun. Kendini sınıyorsun.
Ve ne kadar mücadele edersen et, çölü yenemezsin.
Yenemezsin ve çölün hiç şakası yok. Herkesten çok daha güçlü. Çölde ayakta durabilen tek ağaç ılgın ağacıdır. Onun da kökleri yerin dibine öyle sağlam girmiş ki, çok güçlü bir ağaç. Bu çöl yolculuğu beni çok zorladı. Çöl dışında; yağmur ormanlarına da girdim. Aylarca oradaydım. Yağmur günlerce sürüyor, kurtuluş yok. Bir de bildiğimiz yağmur gibi değil, gökyüzünden dere yağıyor sanki. Yol diye bir şey zaten gözükmüyor. Günlerce bisikleti bataklıklarda itmek zorunda kaldım. Yolumun üzerindeki köylerde kalıyordum. Gine’ye geçerken dediler ki, “Gine’nin yolları kötü.” Dedim bir yol ne kadar kötü olabilir ki? Yani ya yolun ortasında bataklık vardır ya da çukur vardır. Ben de bisikletle dolaşıyorum, bisikleti köşeden, yolun kenarından iter götürürüm diye düşünüyordum. Ülkeye girdim, yol yok. Her taraf bataklık. Bir köye vardım ve dediler ki, “Sen buraya nasıl geldin? En son buradan beş yıl önce araba geçti.”
Bu da çok güzel bir şeydi. Düşünsene kimsenin kolay kolay gidemediği yerlere gidiyorsun
Afrika, kavganın ve savaşın bol olduğu bir coğrafya. Mali’de başına gelen olayları belki biraz anlatmak istersin…
Aslında terör örgütlerini dışarıda tutarsak kavganın çok bol olduğu bir yer değil. İnsanlar birbirlerine bağırırlar ama hiç yumruk sallayarak kavga etmezler. Çok yüksek sesle konuştukları için bazen kavga ediyorlar sanıyorsun, bir bakıyorsun kahkahalarla gülmeye başlıyorlar. O yüzden bugüne kadar kavgaya denk gelmedim. Afrika’da gerçekten komünler birbirleriyle kolay kolay kavga etmezler. Ama Mali tarafında, özellikle kuzeyde kavga ettikleri zaman da kimse ayıramaz. Onlar kavga esnasında insanlıktan çıkıp canavara dönüşüyorlar. Gözlerine bir perde iniyor. Direkt kesiyor, öldürüyorlar. Geçenlerde Mali’de gitmiş olduğum köyde benden bir hafta önce 32 kişiyi keserek öldürmüşler. Jandarma geliyor ama jandarma gittikten sonra adamlar hızlarını alamayıp köye bir daha geliyorlar. Tekrar dört kişiyi öldürüp on kişiyi de kaçırıyorlar. Bu, iki kabile arasında olan bir savaş ve sebepleri Türkiye’de yabancı olmadığımız, “Hayvanların bahçeme girdi, suyumu içti” gibi tarla meseleleri.
Peki yoldayken aldığın bir güvenlik önlemi var mı?
Açıkça söyleyeyim dünyanın en savunmasız aracıyla, Allah’a emanet gidiyorum. Bir önlem almaya çalışırsam zırhlı bir araç ve korumalarla gezmem gerekiyor. Benim yanımda meyvemi soymak için çakı, bir de biber gazı var.
Türkiye’de yaptığın yolculuğu anlattığın Hayata Yolculuk harikaydı. Bunun Afrika versiyonunu yazacak mısın?
Belgesel o kadar çok vaktimi alıyor ki kitap için çalışabilecek vaktim olmadı. Yazdığım her tweet, paylaştığım her fotoğraf, belgeseldeki her kare benim için birer not. Bunları bir araya getirip çalışmam gerekiyor. Türkiye yolculuğumu anlattığım kitabı dört-beş senede yazdım. Değsin istiyorum. Cape Town’a vardığımda bir ev tutar ve bir kitap çıkarırım diye düşünüyorum.