
Yüreğinin Götürdüğü Yere Git
16 dk
Achille Polonara kariyeri boyunca hep kalbinin sesini dinledi. Fakat bir Susanna Tamaro romanında olduğu gibi değil; gayet ihtiyatlı davranıp karar anları geldiğinde iyi seçimler yaparak...
Achille Polonara nasıl EuroLeague'in en iyi uzunlarından biri oldu? Baskonia'daki bir buçuk sezon mu, Reggio Emilia üzeri Sassari'de yakaladığı çıkış mı yoksa İtalyan Milli Takımı'nda bulduğu şans mıydı ona statü atlatan? Çoğu kişiye göre aslında bu sorunun cevabı basit. Baskonia, uzun yıllar İtalya Ligi'nde başaltı takımlarda forma giyen 1991 doğumlu oyuncuya güvenmiş ve üst seviyede başarabileceğine inanmıştı. Fakat işin gerçeği; 18 yaşından itibaren İtalya'da düzenli olarak süre bulan Polonara, Vitoria'daki ilk sezonunda rotasyonda ortalama 13 dakika bile alamadı. Mutsuzdu, bırakmaya hazırdı; ta ki ışıkların arasından bir at kuyruğu ona yaklaşmaya başlayana kadar...
2021 yazından bir Facebook gönderisiyle başlamak istiyorum. Çocukluk arkadaşınız Edoardo Vitali, Belgrad'da olimpiyat vizesini getiren unutulmaz Sırbistan galibiyetinin ardından yazmış: "Porto San Giorgio'daki tek potalardan, olimpiyat oyunlarına... Yakıcı güneş altında, Kobe Bryant formasıyla sokakta bizimle basketbol oynamaya gelen cılız çocuk, bugün ülkemin milli takımında 22 sayı, 12 ribaund üretti. Bizi oyunlara taşıdı. Olimpiyata son katıldığımız yıl olan 2004'te Arjantin maçlarını birlikte izlemiş; birlikte sevinip birlikte üzülmüştük. 17 yıl sonra tekrar gidiyoruz. MVP Achille!"
Çok duygusal bir metindi. Porto San Giorgio, çocukluğum, arkadaşlarım... Bana hep mutluluğu hatırlatıyor. Adriyatik Kıyısı'nda büyüyen ve otuz yıldır hep o çevrede vakit geçiren biri olarak, daha fazlasını isteyemezdim. Deniz, kum, güneş birçok insan için sadece yaz dönemini kapsayan bir üçlü olabilir ama benim hayatım plajlarda geçti; zira bölgenin en büyük liman şehirlerinden Ancona'da doğdum ve Porto San Giorgio da aynı sahil şeridinde bulunan, 45 dakika uzaklıktaki, yazları gittiğimiz bir yerdi. Tek pota maçlarımız efsaneydi. 30-35 derece sıcakta, 100'e ulaşanın kazandığı maçlar yapardık. Edoardo da bizim ekibin bir parçasıydı. Bugün geri dönüp baktığımda çok sağlıklı bir karar verdiğimizi söyleyemeyeceğim; yani oğlum olsa o sıcakta basketbol oynamasını herhalde istemem ama biz gerçekten neredeyse bayılana kadar devam ederdik. Anneleri tarafından öğle saatlerinde yemek yemeye zorlanmış çocuklar akşam sahada kalmakta güçlük çekerdi... Ben de cılız bir çocuk olduğum ve annemin isteklerine pek karşı gelemediğim için bunlardan biriydim. Öğle yemeğinden sonra biraz şekerleme yapıp akşam 18.00 gibi dışarı çıkmak, en iyi seçenekti.
Nasıl bir aileydiniz? Ebeveynleriniz ne işle meşgullerdi?
Yakın bir aileydik. Babam müteahhit, annem de öğretmendi. Benden yedi yaş büyük bir abim var: Valerio. Onun sayesinde basketbola ilgi duymaya başladım. Ailecek abimin maçlarını izlemeye giderdik; annemin söylediği gibi, bir açıdan o maçları izleme uğruna ben de basketbol sahalarında dünyaya gözümü açtım. Bugünlerde elli yaşına basan bir de ablam var... Annem daha 19 yaşındayken ona hamile kaldığı için bizden epey büyük. Sporla hiç uğraşmamış; annem, babam da gençliklerinde hiç ilgilenmemişler. Kendi halinde, durumu ne çok iyi ne çok kötü, birbirine bağlı bir aileydi bizimki. Benim ismim Achille de annemin babasından geliyor... İtalya'da eskiden daha popüler bir isimmiş.

"Sporla hiç uğraşmamış; annem, babam da gençliklerinde hiç ilgilenmemişler. Kendi halinde, durumu ne çok iyi ne çok kötü, birbirine bağlı bir aileydi bizimki."
Çocukluktan itibaren hedefleriniz, planlarınız neydi?
Ailemden bana doktor ya da avukat olmakla alakalı bir baskı yoktu. Baba mesleğini takip etmem de şart değildi. 15 yaşında kıyı şeridinden biraz içeride, Ancona'ya arabayla yaklaşık bir buçuk saat uzaklıkta Teramo'da basketbol kulübüne girme imkânı yakalayınca işler değişti. Teramo, o zamanlar İtalya'da birinci lig takımıydı ve ben gitmek istiyordum. Annem kendi başıma yapabileceğimden emin olmadığı ve okulumu değiştirmemi istemediği için gidişime sıcak bakmamıştı. "NBA'e gideceğim anne" diyerek ikna ettim onu. Gerçi oraya da gidemedik ama...
Peki Teramo'da nasıl bir ortam vardı? Bugünlerde kadın basketbolunda görev yapan ve İtalya 3x3 Milli Takımı'nı çalıştıran Andrea Capobianco, uzun yıllar farklı kademelerde çalışmış Alessandro Ramagli gibi antrenörler size ne kattı?
Özgüven. 18 yaşında birinci ligde süre aldım. Yirmi yaşıma geldiğimde ortalama 16-17 dakika sahada kalan bir oyuncuydum; ki hep ligde kalmak için mücadele eden, tansiyonun yüksek olduğu bir ortamda bu şansı buluyordum. Teramo ekonomik problemler sebebiyle ligden çekildiğinde Varese'ye geçtim, ardından Max Menetti'yle Reggio Emilia macerası başladı... Bugün pek hatırlanmıyor ama Reggio'da İtalya Ligi'nde iki kez arka arkaya final oynadık; birinde yedi maçta, diğerinde beş maçta kaybettik.
Varese'deki son sezonumdan itibaren hep iyi süreler aldım, yirmili yaşlarımın ilk yarısında maç başına otuz dakika civarı sahada kalıp hep çift haneli sayı ortalamaları tutturdum. Düşünün, bu iki takımın ardından Sassari'ye imza atmışım ve 2017 yazında oraya gidiyorum. 20-26 yaş aralığında hep süre bulmuş, hep oynamışım. Yirmili yaşlarında bir oyuncunun İtalya Ligi'nde maç başına otuz dakika süre alıp aşama kaydetmemesi mümkün değil. Bu yaşlarda teklifler geldiğinde de bana göre gözetilmesi gereken bir numaralı konu budur. Oynayabileceğini düşünmediğin yere neden gidesin ki? Basketbol oynamanın keyfine varmadığın sürece ne anlamı var?

"Oynayabileceğini düşünmediğin yere neden gidesin ki? Basketbol oynamanın keyfine varmadığın sürece ne anlamı var?"
Aslında tam bu periyotta uzun sürelerde sahada kalmanızı sağlayan kararları da belki biraz konuşmak gerek. Koç Ramagli size daha çok süre verebilmek için kariyeri inişte de olsa çok tecrübeli, Yaniv Green'i kesmiş, Emilia'da Max Menetti dördüncü uzunu kadroya dahil etmemiş, yıllar sonra Sassari'de kenardan gelirken bile Gianmarco Pozzecco'dan 20-25 dakika arasında süre almayı hep başarmıştınız. Vitoria'da Tornike Shengelia'dan kalan 8-10 dakikaya talip olmak, zor bir karar değil miydi?
EuroLeague'in parçası olmalıydım. Bir şekilde... Oynayacağımı düşünüyordum; çünkü artık pozisyonlar arasındaki geçişler eskisi kadar katı değil. "Dört oynayamazsam beş numarada süre alırım" diyerek ikna etmiştim kendimi. İlk sezonda da haksız çıktım açıkçası. Menajerime defalarca, "Ben burada oynayamayacağım. Farklı takıma gitmem lazım. Yapamıyorum" demişliğim vardır. Perasovic'in yerine Ivanovic gelince benim için işler değişti ama o konuya birazdan geliriz...
Kariyerimde farklı bir aşama için hazır olduğumu bana Gianmarco Pozzecco ve Sassari gösterdi. Rahattım açıkçası; kazanıyorduk, takımın önemli bir parçasıydım, deniz, kum, güneş... Güzel bir hayatım vardı. Baskonia'nın teklifi beni çok mutlu etmişti ama başkan Stefano Sardara ve koç Pozzecco yanıma gelip "Artık 18 yaşında değilsin. Bu şansı kullanman lazım" derken aslında Sassari'yle yeni kontrat uzatmış bir oyuncuydum. Beni bırakmaları için hiçbir sebepleri yoktu ama büyük bir nezaket örneği gösterip çıkarımı gözettiklerini hissettirdiler. Sardunya'da üst üste 23 maç kazanıp İtalya'da final serisi oynadığımız, Avrupa'da kupa kazandığımız harika sezonun ardından Baskonia'ya geçtim.
Poz
Pozzecco normal bir insan değil. Bunu herkes biliyor. Ama az kişinin bildiği, gerçekten çok iyi kalpli biri olduğu. Sassari'de gerçekten çok büyük iş başardı; bitmiş gibi gözüken, herkesin suratının asık olduğu bir takıma sezon içinde üst üste 23 maç kazandırdı, kupalar aldı. Takımın duygu durumunu yükseltmeyi çok iyi bilirdi. Bir hikâye anlatayım... Her takımda en az bir tane "Hadi PlayStation oynayalım..." diyen biri vardır ya, Sassari'de o kişi Marco Spissu'ydu. Biz oyuncular aramızda oynarken Poz da sürekli kendini dahil ederdi. Stefano Gentile ile Marco bir takım olurdu, Poz ile de ben eşleşirdim. Felakettik. Her maçı en az 4-0 kaybediyorduk. Poz hepsini IG'de paylaşıyordu. "Achille berbat FIFA oynuyor. Bu yüzden kaybettik" derdi ama kendisinin de pek aşağı kalır yanı yoktu.
Baskonia'da Velimir Perasovic döneminde beklediğiniz süreleri bulamayışınızdan bahsettiniz. Peki Dusko Ivanovic'le çalışmak nasıl bir deneyimdi? Sizi farklı pozisyonlarda denemesi, 5 numarada kullanışı; hatta bir maç hatırlıyorum, Alexey Shved'i savunmanızı talep etmişti...
Evet. Koçun Vitoria'ya dönüş maçı. Beni çok beğendiğini ama Toko'dan ötürü dört numarada fazla kullanamayacağını biliyordum, bunun üzerine biraz konuşmuştuk. Takımda üç tane de 5 numara vardı; Michael Eric, Youssoupha Fall ve Ilimane Diop. Kafasında belli ki bazı düşünceler vardı ve mola çıkışında bana bakıp "Shved'i savunacaksın" dedi. Şaşırmıştım; zira bana göre ters eşleşme çok netti, "Niye bunu yapıyoruz şimdi?" diye düşünmüştüm. Yine de sorumluluğumu yerine getirdim ve bu tür anların sayısının artışıyla ilişkimiz gelişti. Bana gerçekten inandığını, güvendiğini hissetmiştim. Sahada olabilmem için yollar arıyordu. En sonunda birlikte başarılı olduk, sürpriz bir şampiyonluk kazandık.
Maç bittiği anda Forrest Gump'taki meşhur sahneyi anımsatır şekilde; bir anda, depara kalktınız...
Çok saçma bir an. Benimki biraz sinir boşalması; çünkü Reggio Emilia'yla iki, Sassari'yle bir tane, toplamda üç play-off finali kaybetmiştim. İtalya'da insanlar sokakta durdurduğunda "Achille, evet her şey güzel ama ya finaller?" dediğinde o baskıyı hissediyordum. Cory Higgins sağ köşeden şutu kaçırdığında o rahatlamayı hissettim ve karşı potaya doğru deliler gibi koşmaya başladım. Ilimane Diop niye peşimden geldi, beni neden takip etti, hiç bilmiyorum. Refleks herhalde.
Bir de sanki son molada koç Ivanovic sizin dahil olduğunuz bir aksiyonu işaret etmemişti. Higgins'in kaçan basketinden önce skor dengede; kenardan oyuna başlıyorsunuz, Shengelia dripling halindeyken sıkışıyor. Gelen topu bir anda kat eden Luca Vildoza'ya indiriyorsunuz ve...
Basket oluyor. Luca değil de Pozzecco o pası almış olsaydı bana 100 bira ısmarlardı. Ne yazık ki Luca böyle duygusal bir insan değil, bu da benim şanssızlığım. Dediğin doğru; hatta şunu da eklemek lazım, Matt Janning'i oyuna almak istiyordu Ivanovic. Matt'in elinde bir kanama vardı, hakemler izin vermedi ve öyle olunca ben oyunda kaldım. Shengelia istediği şekilde boşa çıkamadı, oyunda olmamam gerekirken top bana geldi, ben de kilit pası verdim... Hayat işte.
Peki hayat yolunuzu nasıl Fenerbahçe Beko'ya düşürdü?
Fenerbahçe günümüzde Avrupa basketbolunda bir marka. Benimle ilgilendiklerini öğrendiğim andan itibaren önceliğimi burası olarak belirledim. Başka opsiyonlar da çıkabilirdi ama menajerimle birlikte Fenerbahçe ihtimalinin güçlü olduğunu görünce diğer ihtimallerle ilgilenmedik. Geçmişte burada oynamış Gigi Datome ve Nicolo Melli'yle konuştum, ikisi de çok olumlu şeyler söylediler, çok kısa sürede Fenerbahçe'nin en doğru yer olduğu konusunda fikrim netleşti. Diğer teklifler, ihtimaller önemsizdi benim için.

"Fenerbahçe günümüzde Avrupa basketbolunda bir marka. Benimle ilgilendiklerini öğrendiğim andan itibaren önceliğimi burası olarak belirledim."
Kadro kurulurken takımın başında olan Igor Kokoskov'la iletişiminiz ne sıklıktaydı? Bilhassa Belgrad'daki Sırbistan-İtalya maçından sonra aranızda bazı konuşmalar geçmiş olabileceğini tahmin ediyorum...
İnanır mısınız konuşmadık. Transfer sürecinde doğal olarak vatandaşım Maurizio Gherardini'yle daha çok iletişim halindeydim. Igor'la hiç telefonda konuşmadık, biraz mesajlaştık. Dallas Mavericks'le anlaştıktan sonra da bana üzgün olduğunu belirten; ailesi ve kendisi için oraya gitmesi gerektiğini söylediği bir şeyler yazmış, "Umarım gelecekte bir gün birlikte çalışabiliriz" diye de mesajı bitirmişti. Çok nazik bir davranış olarak görüyorum bunu.
Vitoria
2020 yılında doğan bebeğimizin adını Vitoria koyduk. Vittoria zaten İtalya'da sık kullanılan bir kadın ismi ama benim kızım, adını Baskonia şampiyonluğundan alıyor. Eşim kesinlikle Daphne, Anastasia ve Isabel gibi isimlerden yanaydı ama biz Valencia'da şampiyon olduktan sonra onu ikna edebildik. Ben zaten sürekli "Canım ona Vitoria demeliyiz çünkü burada şampionluğu kazandık; Vitoria'da doğacak, bu bir mucize!" diyordum ama babam devreye girince iş bitti. "Bu isimde tek T olması çok özel kılacak, elli sene sonra da değeri olacak" gibi bir şey söylemişti. Erika'yı ben ikna edemedim, bundan eminim ama umarım babam etmiştir. Çünkü nüfusta Vitoria diye kaydettik artık. Buradan geri dönüş yok.
Yeni başantrenör Sasha Djordjevic'in sizden beklentileri neler?
Koçun ilk isteği agresif bir savunma takımı olmamız yönünde. Hücumda belki kolaylıkla doksan sayı atabilecek bir takımız; koç da bunun farkında ama her şeyin savunmadan ve hatta ribaundlardan başlaması gerektiğini biliyoruz. Agresif olmamız, bunu geniş kadromuzun da avantajlarını kullanarak sahaya yansıtmamız gerektiğinin farkındayız. Hazırlık dönemiyle bizi değerlendirenler; Marko Guduric'in aramızda olmadığını, Pierria Henry'nin takıma çok geç katıldığını, Nando de Colo'nun idmanlara yeni yeni başladığını unutmamalı.
Gigi Datome ve Nicolo Melli'yle konuştuğunuzdan bahsetmiştiniz; onların söylediklerini de düşününce, Fenerbahçe'ye dair ilk intibalarınız neler?
Şimdi bir itirafta bulunmam lazım... Gigi'yle milli takım kampında bir arada olmadığımız için onu bu konuda dışarıda bırakıyorum ama Nicolo'yla küçük de bir oyun oynadık. Bir Instagram oyunu... Onun yazıp onun yönettiği bir oyun. Tokyo'da birlikte kalıyoruz, her sabah uyandığımızda şu sesi duyuyordum, "Hey! Achi, buraya bak. Bugün IG'da takipçi sayın 700 artmış. Hadi iyisin..." Yemin ederim her gün böyle geçti. "Fenerbahçe taraftarı en iyisidir" derken abartmıyormuş Nicolo.
Ligdeki en büyük rakibiniz Anadolu Efes'i nasıl değerlendirirsiniz? Ergin Ataman'ın söylediği gibi bir-iki takviyeyle NBA'de play-off oynayabilecek bir takım mı sizce de?
Koç Ataman'ı ve açıklamalarını uzun yıllardır takip ediyorum. Montepaschi Siena'da çalıştığı dönemden itibaren kariyerine ve yaptığı tartışmalı açıklamaların bir bölümüne hâkimim diyebilirim. Bu da onlardan biri... Peki mantıksız mı? Değil bence. CSKA, biz, Efes gibi takımlar birkaç eklemeyle NBA'de play-off oynayabilir, neden olmasın? Efes'e dair ise elbette uzun süredir birlikte oynadıklarının altını çizmek gerek. Gözü kapalı birbirini bulabilecek oyuncular haline geldiler. Sürekli bozup tekrar yapmaya çalışmadan, hep aynı seviyede kalabilmek Avrupa basketbolunda büyük lüks. Bunun keyfini çıkarıyorlar. Biz de onlarla rekabet etmek için her şeyimizi ortaya koyacağız.
Peki 'PolonAir' ile 'Vesely Airlines' rekabet edecek mi?
Şu anda mümkün değil. Cevap tartışmasız Vesely Airlines. Daha güvenilir, daha yüksekten uçan bir havayolu. Ben mütevazı bir insan olmaya çalışıyorum. En iyileri görmek, onların peşinden gitmek elbette bana güç veriyor; mesela çocukken Michael Jordan'ın ya da Kobe Bryant'ın formasını giyince yenilmez hissederdim ama o kadar...
Bugünlerde 33 numarayı Scottie Pippen'ın onuruna giyiyorum. Reggio'da o formayı alamadığım için kendimce akıllılık edip 3+3=6 diyerek altı numarayı seçmiştim. Çarpıcı bir hamleydi. Her neyse... Diyeceğim o ki dünyada çok fazla Michael Jordan olmaya çalışan, pusulasını MJ belirlemiş insan var. Bu durum garip değil, nedenini anlayabiliyorum da.
Ama Scottie Pippen'lar olmadan bu dünyanın keyfi çıkar mı?
Yamalı Dövmeler
En yeni dövmem ailemi temsil ediyor. Ben, eşim, kızım, köpeklerim. Bir önceki olan, eşimle düğün günümüzü anımsatan bir dövme. Annemin, babamın isimlerinin olduğu dövmelerim var. Etti dört. Michael Jordan'ın "Yetenek maçı kazandırır ama zekâ ve takım oyunu şampiyonluğu getirir" sözü, beşincisi. @IlPupazzo33 benim IG kullanıcı adım ve lakabım. 2020 Tokyo dövmem, umarım 2024 Paris'i de yanına eklerim. Etti yedi. İlk yaptırdığım dövme ise bundan 14-15 yıl öncesine dayanıyor... A-S-V yani üç yakın arkadaşın isimlerinin baş harfleri; Achille, Sylvio ve Vanni... Teramo'daki en yakın arkadaşlarımdı onlar. Bende yerleri ayrı.