Yüzleşme

30 dk

Dokuz sene önce “Koş Aslı Abla, arkandayım” demişti Gamze Bulut. Birkaç saniye sonra o 1500 metre yarışının Türkiye spor tarihinde dönüm noktası olacağını düşündük. Oldu da... Sadece, biraz farklı bir şekilde...

‘Tarihin En Kirli Yarışı’... Britanyalı gazeteci Richard Moore, 1988 Olimpiyat Oyunları 100 metre finalini anlattığı kitabına bu başlığı uygun görmüştü. Sadece o da değil, birçokları Kanadalı Ben Johnson’ın Carl Lewis’in önünde dünya rekoru kırarak kazandığı yarışı bu şekilde anıyor. Zira yarıştan iki gün sonra dopingli olduğu anlaşılan Johnson, dünyanın uykudan uyanmasına ve belki de ilk kez sporda dönen kirli dolapları öğrenmesine neden olmuştu. Aynı şekilde, o akşam ikinci olan Lewis’in de temiz olmadığı ama ülkesi ABD’nin etkisiyle korunduğu yazılıp çizilmişti. Lewis’in dopingli olduğu asla kanıtlanmadı ama o finalde koşan sekiz sporcudan altısının adı doping vakalarıyla anıldı.

Spor gazetecisi Mert Aydın, o yarış koşulduğunda henüz lisedeydi. Yan sınıfında Kanada’dan değişim programıyla Türkiye’ye gelen Kanadalı bir öğrenci vardı. Ben Johnson’ın lekeli şöhreti herkesin ilgisini çekiyordu. Sınıf arkadaşları vakit kaybetmeden Kanadalıya ünlü vatandaşı hakkında ne düşündüklerini sordu. Aldıkları cevap, “Kimse mükemmel değil” oldu. Türkiye daha sonra, kimsenin mükemmel olmadığını spordaki acı tecrübeleriyle anlayacaktı. 1988’de Naim Süleymanoğlu, Seul’de üç altın madalya elde etmiş, ülke tarihinin en büyük olimpiyat efsanesine dönüşmüştü. Peşinden Halil Mutlu geldi. Akabinde Süreyya Ayhan, Nurcan Taylan gibi isimler 2000’li yıllarda bu çizgiyi sürdürecek, büyük organizasyonlara damgalarını vuracaktı. Ve Naim dışında hepsi, kariyerleri bitmeden mahkemelerle, soruşturmalarla ve doping cezalarıyla boğuşacaktı. Yalnızca bu isimler değil, elit sporcularımızın çoğu yasak kimyasallarla yan yana gelecek ve birçok başarı öyküsü hayal kırıklığıyla noktalanacaktı.

2012 Londra ise bütün bu yükseliş ve düşüşlerin tam merkezine oturdu. Aslında bundan dört yıl önce, 1500 metre finalinde, Aslı Çakır Alptekin ile Gamze Bulut pek kimselerin beklemediği bir şeyi gerçekleştirmiş; belki de Türkiye tarihinin en büyük olimpiyat başarısına imza atarak altın ve gümüş madalya elde etmişlerdi. İki atletin birlikte geldiği finiş, milyonlarca insan için unutulmayacak bir hatıraydı. Gamze Bulut, yarışın sonlarında “Aslı Abla koş, arkandayım” diye bağırdığını söylüyordu uzatılan mikrofonlara.

Bu sözcükler daha sonra, talihsiz bir tarihi tesadüfe kaynaklık edecekti. Önce, 2013’te biyolojik pasaport verilerinde anomaliye rastlanan Alptekin ceza aldı ve madalyasını kaybetti. Sonra Bulut da ‘ablası’ ile aynı kaderi paylaştı ve 2016 başında biyolojik pasaportunda anomali olduğu ortaya çıktı. O da şimdilerde bir soruşturma altında ve madalyasını kaybetme ihtimaliyle karşı karşıya... Bir zamanlar şaşkınlığın, gözyaşının ve gururun karşılığı olan o 1500 metre yarışı, yavaş yavaş büyük bir utanç vesikasına dönüştü. İkiliyle birlikte atletizm ve Türkiye sporu da yere çakıldı. Şantajlar, tehditler, farklı iddialar dört senedir birbirini kovaladı. Ve şimdi, 2016 Rio öncesi kafalarda aynı soru var: Gördüklerimize nasıl inanacağız?

Yeniden tarihi bir başarı ile karşılaştığımızda, bunun gerçek olup olmadığını nasıl anlayacağız? Bu soruları yanıtlamadan önce yapmamız gereken bir şey var. Önce dört, sonra otuz, belki de elli sene öncesine dönmek ve her şeyin nasıl başladığını anlamak gerekiyor. Belki geçmişi unutabiliriz ama geçmiş bizi unutmaz. Orada bir yerlerde, tekerrür etmeyi bekler durur.

*Aslı Çakır Alptekin ve İhsan Alptekin ısrarlı çağrılarımıza rağmen bu dosyada cevap haklarını kullanmayı tercih etmediler.

Gamze Bulut: Orada Aslı Abla ya da ben hiç fark etmez, ikimizden birinin madalya alması bana yeterdi çünkü önemli olan Türkiye bayrağını dalgalandırmaktı. İkimizin madalya alması ise beni çok mutlu etti.

Murat Ağca (Gazeteci): Yarış anında tribündeydim… Çok heyecanlandığımı, sonunda koşarak aşağı indiğimi hatırlıyorum onlarla konuşabilmek için. Çok duygulanmıştım, ağladım ağlayacağım…

Tayfun Bayındır (Gazeteci): Çok mutlu oldum, keyif aldım ama bana çok sürpriz gelmişti. Şimdi “Araba devrilince yol gösteren çok olur” denebilir ama o sırada çevremdekilerle paylaşmıştım bunu. Aslı’nın daha önceki sabıkası tedirgin etmişti.

Jason Henderson (Gazeteci): Her şeyden çok o finali hatırlama sebeplerimden biri, o gün yarıştan sonra düzenlenen basın toplantılarıydı. Olimpiyat Stadyumu’ndaki basın odasında yerimi almıştım ve birkaç ufak tefek şey yazıyordum. Fakat bir anda, o akşamki 1500 metre yarışı üzerine bir şeyler kaleme almak zorunda olduğumu hissettim. Çünkü her şey çok tartışmalı görünüyordu.

1 | Türbülans

Mert Aydın (Gazeteci): 2012 Londra öncesi, Türkiye açısından her şey Mart ayındaki Dünya Salon Atletizm Şampiyonası’nda değişti. Orada Aslı bronz, İlham Tanui Özbilen gümüş madalya kazandı. Sonra Avrupa Şampiyonası'nda da madalyalar geldi, kamuoyu heyecanlandı.

Şevket Furkan Erbay (Gazeteci): 1500 metre tam bir türbülans kategorisidir kadınlarda. O yıl da sağı solu belli olmayan bir yarışma olacağı açıktı. Ama Aslı ile Gamze Avrupa Şampiyonası’nda madalya alsa da bu dalda Afrikalılar öndeydi. Bu yüzden, olimpiyatta final koşabilirler diyordum ama altın, daha doğrusu madalya alabileceklerini sanmıyordum.

Mehmet Terzi (Eski Atletizm Federasyon Başkanı): Yedi madalya alındı Helsinki’de, Aslı ile Gamze ilk iki sıradaydı. Daha önceki yarışmalarda da iyi koştular. Aslı’nın 3:55 ya da 3:56 civarında koşması, Gamze’nin 4:01’lerde olması umut veriyordu

Mert Aydın: Artı şu da var; Süreyya Ayhan ile Yücel Kop’tan sonra Aslı Çakır Alptekin-İhsan Alptekin çifti çok daha sempatik geliyordu herkese. Medya ile ilişkileri, Süreyya ile Yücel’e göre çok daha iyiydi. Çünkü onlar burunlarından kıl aldırmıyordu, bu çift ise her zaman iletişime açıktı. Gamze ise daha bilinmeyen taraftı.

Gamze Bulut: Ben çocukluğumu doya doya yaşadım, çok güzel bir yerde, Eskişehir Emek Mahallesi’nde büyüdüm. Atletizme ortaokul ikinci sınıfta beden eğitimi öğretmeninim keşfetmesiyle başladım. Başlangıçtaki hedefim Türkiye Şampiyonaları’nda derece yapmak, milli takıma girmekti. Ama olimpik bir atlet de olmak istiyordum, sırf bu ruhu tatmak için olimpik sporcu olmak isteyenlerdendim. Ve Gabriela Szabo hayranıydım, her zaman onu kendime örnek almıştım.

Mert Aydın: Genel düşünce şuydu: “Aslı madalya için mücadele eder, Gamze de ablasına yardım eder.” Olimpiyat başlayınca bu değişti. Seçmelerde ve yarı finalde Aslı ile birlikte Gamze de çok iyi performans gösterdi.

Gamze Bulut: Piste ilk girdiğimizde kendime “Haydi şov başlasın artık!” demiştim. Aslında istediğimiz gibi bir yarış olmamıştı. Seçmeler ve yarı finallerde hep hızlı tempoda koşulmuştu. Finalden önce antrenörüm Süleyman Altınok “İlk 100 metreyi hızlı çık, kim önde giderse sen de onun arkasından git” demişti. Ben de öyle yaptım.

Şevket Furkan Erbay: Final başladıktan sonra fikrim değişti. İlk tur koşulurken yarış içindeki pozisyonlarıyla her şeyin olabileceğini tahmin ettim. Bir de son tura girerken biri düştü ve Aslı ile Gamze önde çok iyi pozisyon aldı. İkinci tur dönülürken yine ikisi birden bir şey yapabilir dedim ama hâlâ altını kapabileceklerini düşünmüyordum.

Gamze Bulut: Bütün sporcular arkamda sıra olunca daha da stres oldum. 300 metre geride kaldıktan sonra antrenörümle göz göze geldik; el işaretiyle bana git dediğini sandım, ben de gittim. Son tura girdiğimizde finişe 300 metre kala yerimi kaptırmıştım, son 200’de Meryem Yusuf Jemal’le itişmeye girdik, son 100’de de oradan çıkıp ikinci oldum.

Mehmet Terzi: Yavaş ve taktik bir yarıştı. Son 200 metre süratleri de iyiydi, bizim lehimize gelişti her şey. Bu sayede 4:10’la kazandılar.

Gamze Bulut: Bunun taktik bir yarış olmasına bağlayabiliriz bu dereceyi. Ben de bu kadar yavaş bir yarış beklemiyordum.

Murat Ağca: Yarıştan sonra basın toplantısına gidildi. Rahmetli Nuyan Abi (Yiğit) toplantının en aktif gazetecisiydi. “Türk gazeteci olarak soruyorum” ifadelerini ve gururunu hatırlıyorum. İmalı sorular soran yabancı gazeteciler de vardı; “Bunu bekliyor muydunuz?” “Nasıl hazırlandınız?” “Derecenizdeki gelişimi neye bağlıyorsunuz?”... Aslı her seferinde, çok istediklerini, çok çalıştıklarını ve kendilerine kara leke sürülmesine izin vermeyeceklerini söyledi…

Şevket Furkan Erbay: Yarış sonunda uzun süre unutulmayacak bir şey olduğunu düşündüm ama bir yandan da soru işaretleri vardı.

2 | Mit

Zeki Çol (Gazeteci): Doping Türkiye’ye hangi tarihte girdi? Kesin bir şey söylemek mümkün değil. Bunu özellikle bireysel sporlarda tetikleyen nedir? Özellikle Turgut Özal döneminde konulan ödül sistemi. İnanılmaz ödüller verilmeye başlandı; ev alınacak, para verilecek, olimpiyat ile Avrupa ve Dünya Şampiyonaları’nda dereceye girenler bakanlık müşaviri olacak gibi… Mesela gecekonduda büyümüş, haltere başlamış çocuklar, bir an önce çok şey kazanmak istedi. Antrenörler de buna teşvik etti.

Dağhan Irak (Sosyolog): İlaç kullanımı daha eski bir şey. Ama dopingin illegal bir şeye dönüşmesi 1980’lere dayanıyor. Yoksa dopingin tarihi hem Türkiye’de hem de yurt dışında çok daha eski; 1950’lerde futbolda çok fazla ilaç kullanımı var mesela...

Zeki Çol: O dönemler, atlara vurulan iğneleri futbolcuların kullandığı bilinirdi. Bu iğnenin adı Pervitin’di ve birçok kulüpte de bulunurdu.

Tayfun Bayındır: Türkiye’de dopingin patlaması, devşirme statüsünün hayata geçirilmesiyle başladı. Daha önceden bilseler de ellerine yüzlerine bulaştırırlardı. Sonra, başta halter olmak üzere Doğu Bloku’ndan gelen sporcular ve antrenörlerle birlikte hem doping ilaçları hem de yöntemleri geldi ve bu, Türkiye’de bir bakıma sektör oldu.

Dağhan Irak: Naim, başlangıç mitidir. O dönemi yaşayanlar çok net bilecektir. Naim’den önce Türkiye sporu diye bir şey yok. Elbette yok derken şunu diyorum; güreşte Gazanfer Bilge, Yaşar Doğu gibi isimlerin imza attığı başarılar var ama 1960’lardan sonra bıçak gibi kesiliyor bunlar. 1970’lerde Türkiye, hiçbir spor dalında başarılı değil. 12 Eylül sonrası Özal döneminde yeni baştan bir spor teşkilatı oluşturuluyor. Bu teşkilatın tek gayesi, kazanabildiği kadar hızlı ve kolay yoldan kazanmak. Yani bu doping mi olur, yabancı oyuncu getirmek mi olur, hiç fark etmiyor. Önemli olan tek şey var; madalya geliyor mu, gelmiyor mu? Sonuçta Türkiye'de bu işin yapılma amacı milli gurur ve politik sermaye üretmek. Bunu dopingle yapsan da çok önemli değil. Sonuçta ülkenin "İstiklal Marşı'nı bütün dünyaya dinlettik" takıntısı tatmin ediliyor. Dört ay sonra o madalya geri alınsa da kimse için çok problem değil. Marş çalındı mı, çalındı. Bitti gitti. Varsın dopingle olsun, Olimpiyat'tan kaç ay sonra zaten kimse çok da ilgilenmiyor.

"Naim, başlangıç mitidir. O dönemi yaşayanlar çok net bilecektir. Naim’den önce Türkiye sporu diye bir şey yok." -Dağhan Irak

"Naim, başlangıç mitidir. O dönemi yaşayanlar çok net bilecektir. Naim’den önce Türkiye sporu diye bir şey yok." -Dağhan Irak

Tayfun Bayındır: O dönem Doğu Bloku sporcuları bize bile anlatıyorlardı. Haltercilerin kendilerine ait odaları vardı, perdelerle kapalı. Mesela koparmada yarışıyor sporcu, hemen odasına geliyor, vücudundaki tüm idrarı boşaltıyor, sonra da daha evvelden alınan temiz idrar penisinin içinden hortumla veriliyor. Ardından çıkıp silkme yarışmasını sürdürüyor, bittikten sonra doping kontrolüne giriyor ve temiz çıkıyor. Sonra bu ortaya çıktı ve perdeler kaldırıldı, ayrı oda verilmedi falan...

Dağhan Irak: Bulgar halterci Galabin Boevski’nin hayatına dair bir kitap okudum. Oraya göre Naim için ödenen para 1 milyon 250 bin dolar. Hatta bunun 100 bin doları sahte çıkıyor ama “Çok para geldiği için sahte olan kısmı takmadılar” deniyor. Esas bizim Bulgaristan’dan Naim ile birlikte aldığımız bir sistem var, o sistemin içi çok temiz değil. Naim’in meşhur bir antrenörü vardı, Ivan Abaciev. Bu adamın çok ciddi bir doping teşkilatı olduğu, Bulgaristan’da biliniyor. 2000 Sidney’de üçten fazla doping vakası çıkınca Abaciev’in başında olduğu Bulgar halter takımı topluca diskalifiye edilmişti. Bu adam Naim’le birlikte Türkiye’ye gelip doksanların ortasında çalıştı. Naim’den sonra gelenlere baktığında, Halil Mutlu da dahil olmak üzere Türkiye’nin bütün spor teşkilatında doping var.

3 | Christiana

Mert Aydın: Londra 2012 Olimpiyat Oyunları öncesi Suat Kılıç, spor bakanıydı. Bakanın “Ne olursa olsun, olimpiyata mümkün olduğunca çok sporcuyla katılalım” direktifi üzerine federasyon başkanının her şeyi serbest bıraktığı iddiası konuşulmaya başlanmıştı. Çünkü olimpiyat oyunlarından bir yıl sonra Mersin’de Akdeniz Oyunları yapılacaktı.

Murat Ağca: Siyasiler, olimpiyatı önemli bir şov olarak görürler ve ne kadar çok sporcuyla katılım olursa Türkiye sporda o kadar başarılıdır gibi, pek de doğruluğu bulunmayan bir paralellik kurmaya çalışırlar. O zaman da bu baskı vardı. Suat Kılıç hırslı bir bakandı. Federasyonlara “Ne yapın edin, buraya gidin!” talimatını verdiler.

Dağhan Irak: Bu ‘çok sporcuyla katılma’ takıntısı Doğu Bloku’ndan mirastır bize. Bulgaristan ve Romanya, bu anlamda Türk spor teşkilatını etkilemiştir. Bu iki ülke de Stalinist kültürden geliyor. Oralardaki spor kültürü çok otoriter. Spordaki varlıkları da bizim “Dünya gücümüzü görsün” takıntısına çok benziyor.

Mehmet Terzi: O baskı ister istemez oluyor. Bütün federasyonlara “Kaç sporcuyla gideceksiniz? Şu kadar sporcu olsun” diye iyi niyetle de olsa söyleniyor. Ama istediğiniz kadar baskı olsun, siz olimpiyat barajını aşacak sporcu yetiştiremediğiniz sürece hiçbir şey yapamazsınız. Biz o baskıya falan bakmadık, sporcuları en iyi şekilde nasıl hazırlarız diye düşündük; onları Kenya ve Etiyopya gibi yerlere yolladık...

Mert Aydın: Hani Kopenhag’da uyuşturucunun serbest olduğu, polisin giremediği Christiania bölgesi var ya, öyle bir ortam oluştu o dönem. Olimpiyata giderken, camiadaki herkes bir şeyler yapıldığını biliyordu ama kimse, işlerin bu kadar salakça gittiğini tahmin etmiyordu. İşin etik kısmı bir yana, yaptıkları öbür işin de çok zekice uygulanmadığı ortaya çıktı. Hatta bazı sporcularımızın sayıyı çok göstermek adına oraya gittiği ama resmi olarak yarışları bitirmeyerek doping testlerinden kaçtığı iddiaları uçuştu.

4 | Kaçış

Murat Ağca: O dönemde Türkiye AntiDoping Ajansı (TADA) yoktu. Kurulma aşamasındaydı, yasası geçemedi ve kurulamadı. Kurulamayınca Olimpiyat Komitesi, her ülkede bu görevi yapacak bir kurumun olması gerektiğine dair bir uyarıda bulundu. Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK) de devletle koordine olarak bir komisyon oluşturdu ve TADA yerine geçti.

Mert Yaşar (Spor hukukçusu): O komisyon bağımsız değil, tüzel bir kişiliği yok. Federasyonlardan, TMOK’tan ayrı bir organizma olması lazım aslında.

Mert Aydın: Biz o dönemler bazı şeyler duyuyorduk. Bu duyduğumuz şeylerin başında da şu vardı; Türkiye Şampiyonası’na Türkiye Dopingle Mücadele Komisyonu’ndan yetkililer rastgele test için gelmiş ve milli takım antrenörü Muharrem Or da onlara saldırıp önlerine engel koymuş... Bu büyük olay olmuştu. “Nevin Yanıt’tan numune alınmasını engellediler” diye yansıdı önce. Aynı şekilde, orada bulunan atletler, menajerler, antrenörler de “Bu örnekler hijyenik olmayan şekilde alındı. Böyle iş mi olur?” diye kamuoyu oluşturuyorlardı.

Mehmet Terzi: Öyle bir büyütüldü ki o olay... Tabii şöyle bir şey de var; Dopingle Mücadele Komisyonu her gittiği yere giremez, akredite olmaları, isimlerinin yazılması lazım. Bir sürü prosedürü var bu işin. Daha sonra onlar da gazetelere “Yahu biz haber vererek mi geleceğiz?” diye açıklamalar yaptılar. Ya, hiçbir yerde haber verilerek gelinmez zaten. Ama yarışma olunca federasyon bilgilendirilir.

Mert Yaşar: Haber verilmesi gerekmiyor. WADA’nın tanıdığı bir komisyonun federasyona akredite olması gerekmez.

Mert Aydın: O dönem ilginç bir başka şey yaşandı. Olimpiyata katılmayacak atletlerden birinin elinde dönemin federasyon başkanı Mehmet Terzi’ye dair bir kayıt olduğunu duyduk. İddiaya göre, o atlet baskın sırasında başkanı arıyor, Terzi de “Numuneyi verin, biz arkanızdayız, sorun olmaz” diye cevaplıyor. O sporcu yakalandı, orada verdiği numune sorun oldu. Başkana şantaj uygulayabileceği söylendi, kendisini kurtarmak adına.

Mehmet Terzi: İzmir’deki olay öyle bir şey değil. Kulüpler bizi arayıp “Yahu bizden çok numune alıyorlar” dediklerinde “Siz şey yapmayın, ben gidip konuşurum, onlar istediklerini alabilirler ama şundan çok alıyorlar diye bir durum yok” dedim. Biz zaten Dopingle Mücadele Komisyonu’na karışamayız, kimden alacaklarını belirleyemeyiz.

Şevket Furkan Erbay: 2012’deki o olay ve dopingli çıkmaya başlayan sporcular arka arkaya skandalların yolda olduğunu düşündürdü bana ama bu kadarını beklemiyordum.

5 | Londra

Murat Ağca: Yarış sonrası ilk basın toplantısından itibaren uluslararası medya, Aslı ile Gamze’nin temiz olmadıkları kararını vermişti. Evet, ellerinde veriler yoktu ama şöyle argümanlar vardı: İkisi de birkaç yıl öncesine kadar uluslararası başarıları olmayan atletlerdi ve Aslı’nın bir doping geçmişi vardı. Bunlar bir araya gelince “Acaba?” sorusu düştü akıllara.

Jason Henderson: Athletics Weekly'de 15 yıldır editörlük yapıyorum ve bu dönemin çoğunda naif bir duruşum vardı. Yarışları izlerken ya da izledikten hemen sonra “Bu dopingli!” diyen sinik insanlardan değilimdir. Ancak o akşam, Türkiyeli atletlerin ilk ikiyi aldığı yarışta bir şeylerin doğru olmadığına inandım. Gece yarısıydı ve o his sonrasında bir Word sayfası açıp yazmaya başladım.

Mert Aydın: Bu en başta İngilizlerin tepkisiydi. Eurosport spikeri Steve Cram’in imalı anlatımı olay oldu. Ama Cram’in o yarışta 10. olan Lisa Dobriskey’yi çalıştırdığı için o an kıskançlık krizine girebileceğini düşündük. Benim orada adamlarla kavga etme sebebim, ellerinde kanıt olmadan kesin yorumlarda bulunmalarıydı. Daha kanıtlanmadan, İngilizler medyada doping iması yapmaya başladılar. Bu konuda Athletics Weekly’de bir yazı çıktı. Ben o yazının sahibiyle tartıştım. Hatta o yazı yüzünden aboneliğimi kestim, sonra yeniden almaya başlasam da...

"Yarış sonrası ilk basın toplantısından itibaren uluslararası medya, Aslı ile Gamze’nin temiz olmadıkları kararını vermişti." -Murat Ağca

"Yarış sonrası ilk basın toplantısından itibaren uluslararası medya, Aslı ile Gamze’nin temiz olmadıkları kararını vermişti." -Murat Ağca

Jason Henderson: İnsanlar Lisa Dobriskey’nin nazik ve sevecen biri olduğu konusunda hemfikirdir. Genelde yarışlar sonrasında kıskanç yorumlar yapan birisi değildir. O yüzden 1500 metre finalinden sonra BBC’ye “Yarış adil değildi ve adil bir seviyede koşulmadı” dediğinde, bu yorumlar birçok insanın dikkatini çekti. Çünkü genelde sessiz, arkadaş canlısı, kendi halinde biridir fakat o gece bir şeyler söylemek zorunda olduğunu hissetti.

Gamze Bulut: Açıkçası bu tepkileri hiç takmamıştık. Ben hâlâ takmıyorum, umursamıyorum bile diyebilirim. Orada bize kesinlikle yargısız infaz yapıldı.

Murat Ağca: Türkiye atletizmini bilen insanlar olarak içimizde bir şüphe vardı ama toz kondurmak istemiyorduk. Ortada bir zafer vardı ve bu zaferin tadını çıkartmak gerekiyordu. İlk dakikadan buna girmek istemedik.

Jason Henderson: O akşam kaleme aldığım yazıda sözcüklerimi dikkatli seçmeye çalıştığımı hatırlıyorum. Lisa’nın yanı sıra, diğer sporcuların sosyal medyada yaptığı değerlendirmeler de etkili olmuştu. Aklıma kazınan tepkilerden biri, Mo Farah’ın 5000 metredeki meslektaşlarından biri olan Nick McCormick’in “1500 metre, huzur içinde uyu” diye tweet atmasıydı.

Şevket Furkan Erbay: Britanyalıların yazdıklarıyla o zaman da ilgili değildim, şimdi de. Orada bir atletin sözü üzerinden gidildi. Aslı daha önce ceza almış bir sporcuydu ama şu an atletizmdekilerin yüzde 40’ı -Veronica Campbell-Brown da dahil olmak üzere- daha önce ceza alıp da geri dönmüş isimler. Bunun üzerine bir şey inşa etmek saçmalık. Yarıştaki herkesin geçmişine baksan, mutlaka elit seviyede bir tane ceza var. Ama altı ay, ama sekteye uğramış bir ceza, ama iki, ama dört yıl…

Jason Henderson: Yazıma gelen tepkileri hatırlıyorum. Seyircilerden de gelmişti, yorumculardan da, yazarlardan da... O gece yazdıklarım hâlâ sitede duruyor ve altında bir sürü yorum var. Ve son dönemlerde “Haklıymışsın” diye yorumlar alıyorum Türkiye’den. Özür dileyenler de var, “Sporcular bizi kandırmış” diyenler de...

Murat Ağca: Bazı yarışların ödül töreni aynı gün içerisinde yapılıyor, bazılarınınki de ertesi güne sarkıyordu. 1500 de günün son yarışlarından biri olduğu için ödül töreni ertesi gün yapılacaktı. Dolayısıyla İngiliz uzmanların ve atletlerin görüşleri, medyaya geniş biçimde yansıdı. Bu da kafasında soru işareti olan insanları çok olumsuz etkiledi. Madalya töreni yapılırken Aslı ve Gamze’nin yuhalandığını duydum. Bu tepki beni çok üzmüştü.

Gamze Bulut: Islıklandığımızı ilk defa duyuyorum, o mutlulukla böyle şeyleri fark edemiyorsunuz bile. O kadar mutluyduk ki...

6 | Manşet

Mert Aydın: Daha büyük bomba, Uluslararası Olimpiyat Komitesi 2013 yılında İstanbul’un 2020 adaylığını konuşmak için geldiğinde oldu. Görevlilerin geldiği gün, Posta gazetesi hepimizin bildiği bir gerçeği yüzümüze vurdu, Aslı Çakır Alptekin’de bir biyolojik pasaport sorunu olduğunu yazdı. Halbuki bir aydır bu biliniyordu, haberi herkese gelmişti ama resmi bir açıklama yoktu henüz. Haberi yapan Can Uyguç’a çok kızdılar o dönemde, “Niye adamlar İstanbul’a geldiğinde yazıyorsun?” diye çıkıştılar.

Tayfun Byaındır: Aslı’nın dopingle yakalandığı haberi, Posta’da çıkmadan üç ay önce birçok medya grubu tarafından biliniyordu. Yazamadılar, yazılamadı… Londra’dan önce ve sonra temiz çıktığı için herkes tedirgindi.

Can Uyguç (Gazeteci): Haberi kesinleştirmem, Türkiye Olimpiyat Komitesi’ndeki bir kaynaktan aldığım duyumla oldu. Birkaç yerle ve gazeteci arkadaşlarımla da konuştum. Haberleri vardı ama bu riskli bir haber, vatan hainliğiyle suçlanabilirsiniz. Türkiye’deki birkaç kaynaktan, hocalardan tüyolar aldım ve netleştirerek haber yaptım.

Gamze Bulut: Aslı Abla’nın yeri, bende her zaman ayrıdır. Haberi ilk duyduğumda yalandır diye geçirdim içimden, sonra doğru olduğunu öğrenince çok üzüldüm. Aslı Abla’yı arayamadım bile, çok zor bir süreçti. Hiçbir zaman madalya bana gelecek diye de umut etmedim, ceza aldığını öğrenince kendimi bomboş hissettim, çok üzüldüm. Ben hiçbir zaman insanların mutsuzluğuyla mutlu olmadım, hele ki böyle bir durumda asla olmam.

"Aslı Abla’nın yeri, bende her zaman ayrıdır. Haberi ilk duyduğumda yalandır diye geçirdim içimden, sonra doğru olduğunu öğrenince çok üzüldüm." -Gamze Bulut

"Aslı Abla’nın yeri, bende her zaman ayrıdır. Haberi ilk duyduğumda yalandır diye geçirdim içimden, sonra doğru olduğunu öğrenince çok üzüldüm." -Gamze Bulut

Murat Ağca: Korku ve çekincelerimiz gerçekleştiği için, bir Türk gazeteci olarak üzüntü duydum. Ama biraz da öfkelendim. Çünkü biraz göz göre göre olmuş gibiydi...

Can Uyguç: Bazı İngiliz gazeteciler yarış sonrasında bu haberleri yapmıştı. İhsan Hoca beni aradı, “Sen İngiliz basınının uşağısın. Yabancı basının tetikçiliğini yapıyorsun ve onlar kanalıyla bu haberi yaptın. Bu madalyaların gitmesini, yabancıların madalya almasını istiyorsun” dedi. Ben de “Kimsenin uşağı ya da kalemi değilim. Gelen haberi yazdım, gerçekleri de göreceğiz” cevabını verdim.

Mert Aydın: Bir kişi de çıkıp şunu demedi: “Ya kardeşim Can Uyguç bunu biliyorsa, Mert Aydın bunu biliyorsa, IAAF’ın içindeki Frankie Fredericks’in bunu bilmeme şansı var mı?” Zaten adamlar biliyorlar, neyi kimden saklıyoruz ki biz? Kendimizden saklıyorduk. Orada iş patladı ve Mersin ile birlikte de patır patır döküldü millet.

7 | Mersin

Dağhan Irak: 2013 Akdeniz Oyunları’nın şöyle bir farkı var; Türkiye’de ve ‘AKP Oyunları’ şeklinde düzenlendi. Protesto olur diye açılış töreninde normal seyirciye bilet satılmadı, hepsi AKP teşkilatlarına dağıldı.

Mert Aydın: Akdeniz Oyunları olmasaydı bu kadar skandal patlak vermezdi. Orası olmasa birçok sporcu uykuya yatacaktı, yapanlar eski sistemle devam edecekti, yapmayanlar da yapmamayı sürdürecekti. Ama orada devlet tarafından öyle büyük ödüller vaat edildi ki! Bu ne demek birçok sporcu için? “Yapacağız abi, hayatımız değişecek" diyorlar.

Mehmet Terzi: Orada birinci olan sporculara 350 bin lira, ikinci olanlara da onun biraz altında bir para ödülü verileceği açıklandı. Bu, Avrupa Şampiyonası’nda birinci olanlara verilen ödüllerle aynı seviyede bir paraya denk geliyor. Ödül yüksek olunca etkisi de oldu tabii. Öyle sporcularımız vardı ki hani ilaca falan gerek yok, normal derecesini koşsa kazanabilecek seviyede. Maalesef onlar bile böyle bir hataya düştüler.

Murat Ağca: Bir futbolcu, kariyeri boyunca zenginleşebileceği kadar para kazanabilir. Her sene transfer ücreti alabilir. Basketbol da futbol ve diğerleri arasında araf gibi… Ama diğer sporcular, dar gelirli ailelerin çocukları. Taşradan geliyorlar ve eğitim konusunda çok da donanımlı değiller. Dolayısıyla, yaptıkları sporlarda tutundukları tek nokta var; madalya kazanıp malum ödül yönetmeliğinden pay kapabilmek. Antrenörleri hep şunu aşıladı: “Sen bir başarılı ol, sonra göreceksin neler olacak!” Bir kere voleyi vurup zengin olacaklardı ve başka başka yollara girdiler. Bu yolların başında da doping vardı.

"Akdeniz Oyunları olmasaydı bu kadar skandal patlak vermezdi. Orası olmasa birçok sporcu uykuya yatacaktı, yapanlar eski sistemle devam edecekti. -Mert Aydın

"Akdeniz Oyunları olmasaydı bu kadar skandal patlak vermezdi. Orası olmasa birçok sporcu uykuya yatacaktı, yapanlar eski sistemle devam edecekti. -Mert Aydın

Mehmet Terzi: Akdeniz Oyunları’nda 19 madalya kazandık, tarihimizin en başarılı sonucuydu bu. İçlerinden hiçbir sporcu dopingli çıkmadı. Yasaklı madde çıkanlar da 8-9 kişiydi, onları hem Süper Lig’de hem Akdeniz Oyunları’nda yarıştırmadık, cezalarını aldılar.

Şevket Furkan Erbay: Dönemin Spor Bakanı Suat Kılıç ısrarla bunun üzerinde duruyordu: “Sporcularımıza emeklerinin karşılığını vereceğiz.” Çünkü Akdeniz Oyunları İstanbul’un adaylık süreci için bir prova olarak gösteriliyordu. Oysa zerre alakası yoktu.

Mehmet Terzi: O dönem biliyorsunuz, 2020 Olimpiyat Oyunları’nda adaydık İstanbul olarak. Bu kadar üzerimize gelmelerinin sebebi bir oyun mudur merak ediyorum ben. O dönemde bütün numuneleri kendimiz inceledik, doping yapanları Türkiye’de yakaladık. Bir tek Nevin, Düsseldorf’ta yakalandı. Bir de Aslı ile Gamze’nin biyolojik pasaport soruşturmalarındaki numuneler yurt dışı kaynaklı, diğer 44 sporcuyu biz yakaladık.

8 | Şantaj

Mert Yaşar: Normal şartlarda Aslı Çakır Alptekin’in zaten 2012 Londra’ya katılmaması gerekiyor. Ama orada devreye, dönemin IAAF Başkanı Lamine Diack giriyor.

Mert Aydın: En son WADA raporunda ortaya çıktı; Aslı’nın biyolojik pasaportunda bir sorun olduğu 2012 Londra öncesi biliniyormuş ama bu ortaya çıkarılmamış.

Murat Ağca: Raporda aslında çok detay var. Bunlardan en bilineni, Lamine Diack ve iki oğlunun çete kurarak insanları sömürdüğü. Özellikle Rusya’daki önemli atletleri bu doping olaylarından kurtarmak için rüşvet istediklerini ve buna karşılık anti-doping komisyonu içerisindeki insanları da ayarlayarak organize bir şekilde mekanizma yarattıklarını biliyoruz. Bunlardan birinin de Aslı olduğu ortaya çıktı. 650 bin dolardı sanırım istedikleri miktar.

Jason Henderson: Atletizmin sadece bir doping problemi değil, yolsuzluk sorunları da olduğu açık. O dönemki başkan Lamine Diack ve oğlu Papa Diack’in yaptıkları ortada.

Murat Ağca: Ben, ilk WADA raporu açıklandıktan sonra bir haber yaptım; Papa Diack’ın Türkiye’ye geldiğini, Üsküdar Belediyesi’nden yetkililer, Aslı Çakır Alptekin, eşi ve federasyon başkanının Diack’la toplantı yaptığını yazdım. ‘Rüşvetçi İstanbul’da’ başlığıyla verdim haberi ve hiç yorum yapmadım. Sadece şunu yazdım: “Papa Diack’ın Türkiye’ye geldiği ortaya çıktı. Şu, şu, şu insanlarla aynı masada yemek yedi.” Bu adam niye gelir Türkiye’ye? Belli. Bunu okuyan anlar zaten. Başkan da bunu kabul etti zaten ama “Babasıyla görüşme yapmak istedik, bize yardımcı olur mu diye yardım istedik” dedi. Bir federasyon başkanı, IAAF Başkanı’ndan randevu için niye oğlunu kullanır ki? Allah’tan bu pazarlıkta anlaşma sağlanamamış. Eğer sağlansa ne Üsküdar Belediyesi görevlileri, ne Aslı, ne de federasyon başkanı kalırdı. Sonrasında Aslı’nın bir miktar parayı verdiğini biliyoruz ama; Papa’nın eşi ile birlikte uçak parasını, otel parasını, seyahat masraflarını karşılamış. Bu da rüşvetin bir parçasıdır. Ona seyahat yaptırmak; Aslı, İhsan ya da Üsküdar Belediyesi’nin işi değil.

"Ben, ilk WADA raporu açıklandıktan sonra bir haber yaptım; Papa Diack’ın Türkiye’ye geldiğini yazdım." -Murat Ağca

"Ben, ilk WADA raporu açıklandıktan sonra bir haber yaptım; Papa Diack’ın Türkiye’ye geldiğini yazdım." -Murat Ağca

Mert Yaşar: Diack ve ekibi, onun 2012 Londra’ya gitmesini sağladılar. Ama Aslı Çakır Alptekin de masum değil burada, o da bu şantajın üzerine atladı. Şimdi “Komplo kuruldu” diyor. Ama üç kere görüştüler Diack ve ekibiyle. Dışarıdan baktığınızda ne görünüyor? Genç ve başarılı bir sporcu ve şantajcı bir başkan var ortada. “Bizim kızımıza yazık olmuş” diye bakıyor insanlar. Federasyon başkanı da IAAF’e ulaşmak için toplantıya katıldığını iddia ediyor. Hayatın olağan akışı diye bir şey vardır. Başkanın o toplantıya sırf IAAF Başkanı ile randevu almak için gittiğini söylemesi, hayatın olağan akışına ters. Papa Diack kim ki? Pazarlama tarafının başındaki isim...

Fatih Çintimar (Atletizm Federasyon Başkanı): Güvenilir bir kurumun bu tip işlerin içinde olması tüm dünya atletizm camiasını üzdüğü gibi bizi de çok üzmüştür. Süreç henüz tamamlanmadığı için diyeceklerim bu kadar.

Mert Aydın: WADA raporundaki bu rüşvet olayı, Aslı’nın anlattığı şeyler... Cezasının dört yıla düşmesi bundan kaynaklı.

Şevket Furkan Erbay: Aslı olayının neredeyse siyasi boyutu oldu, “Türkiye’ye karşı komplo” gibi... Herhalde IAAF’teki açık gözler, Papa Diack başta olmak üzere “Bu iş için 650 bin dolar verirler” diye düşündüler; çünkü büyük bir prestiji korumak var işin içinde. Sadece Türkiye değil, Fas’taki atletlere falan da önerilmiş. Adam geziye çıkmış, üç-beş ülkeye uğramış.

Dönemin Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç ile Başbakan Yardımcısı Ali Babacan

Dönemin Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç ile Başbakan Yardımcısı Ali Babacan

Mert Yaşar: Uluslararası yarışmalarda bu anomaliler tespit edilidiği için, Aslı Çakır Alptekin’e cezanın aslında IAAF’ten gelmesi lazım. Ama onlar ceza verme tarafını Türkiye Atletizm Federasyonu’na bırakıyorlar. Burada da bir uyanıklık yapıyorlar, “Bak yurt içi yarışmalarda da değerlerinde oynama var, sen cezayı kes” diyorlar. Türkiye’de ise şöyle oluyor. Kararın maalesef gerekçesini bilmiyoruz ama federasyonun disiplin kurulu ceza verilemeyeceğini söylüyor, “Böyle küçük oynamalar ceza verilmesi için yeterli değil” deniyor. Tahkim Kurulu da bunu devam ettiriyor. Sonra IAAF soruşturmayı CAS’a taşıyor. Bizimkiler de orada Lamine Diack’ı arıyor, “Bize savunmamızda yardım edin” diyorlar. Akıl var mantık var; sen, sana karşı itirazda bulunan kuruma “Bana yardım et” diyorsun.

Suç ve Ceza

Mehmet Terzi: Sadece bizim sporcular mı biyolojik pasaporta takılıyorlar diye düşünüyordum. Bunun cevabını yakın zamanda aldık. IAAF’in WADA yetkilisi Gabriel Dolle de hapishaneye girdi. IAAF’ın o dönemki başkanı Lamine Diack da aynı şekilde yakalandı.

Mert Yaşar: WADA, Interpol gibidir; işi suçla mücadele olan bir kurumun o suça ihtiyacı vardır ki varlığını devam ettirebilsin. WADA’da etkili olan kesimler hep mühimdir. Mesela neden Jamaika’ya dokunmuyorlar şu an? Neden Rusya’nın tepesine bindiler? Ya da niye İngilizleri araştırdılar? ABD’nin üzerine de Portland’daki akademi mevzusundan binmeye çalıştılar. Ama şu anki IAAF Başkanı Sebastien Coe, o akademinin eski danışmanlarından biri. ABD oradan sıyrıldı, topu İngiltere’ye attılar. Baktığınızda da Almanya, Fransa, İngiltere, ABD gibi ülkeler aktiftir WADA’da.

Mehmet Terzi: Komplo diyemem ama raporlara bakınca bazı ülkelerin üzerine çok gelinmiş, bazıları ise idare edilmiş gibi duruyor. WADA raporunda çıkanlardan ötürü Rusya’nın 2016 Rio’ya katılamama durumu vardı, biliyorsunuz.

Mert Yaşar: Rusya nasıl sakladı? Sonuçları yayınlamadılar. En son yayınlanan McLaren Raporu’nda ne deniyor? Tüm sonuçlar Rusya Spor Bakanı’nın elinden geçiyor, orada pozitif numuneleri negatife çeviriyorlar kağıt üzerinde. O raporda inanılmaz şeyler var. Sadece atletizm de değil, futbol da var o raporda... Ve şimdi 2018 Dünya Kupası’nın başka yerde düzenlenmesi konuşuluyor. Hani “Bu kadar çok doping olan bir ülkede turnuva düzenlenir mi?” diye soruyorlar.

9 | Pasaport

Mert Aydın: Gamze olayı ise daha enteresan oldu. Koştu, ikinci oldu. 23 Yaş Altı Avrupa Şampiyonası’na gitti, 5000 metreyi aldı. Dünya Şampiyonası’na gitti, boş boş koştu. Sonra “Sakatım” dedi, ortadan yok oldu. En son “Evleniyorum” dedi, bıraktı. Yani Gamze’ninki biraz göze battı; ne olduğunu çok çaktırmış gibi geldi bana. Bilmiyorum tabii o işin sonunda ne çıkacak ama...

Gamze Bulut: 2013’te atletizm camiası olarak çok zor bir dönemden geçtik, kolay şeyler atlatmadık, 23 Yaş Altı Avrupa Şampiyonası zamanı sakattım, hatta yarışa gitmek istemiyordum. Antrenörüm Süleyman Bey zorla gönderdi. “Sadece çıkış yapmanı istiyorum, sonra bırak. Herkes seni konuşuyor, senin de yakalandığını söylüyorlar” diye koşturdu beni. Gerçekten ayağım çok kötüydü, hatta İstanbul’da tedavi oluyordum. Ama yarış günü kendimi çok iyi hissettim, tempo da tam bana göreydi ve rahat şekilde şampiyon oldum. 2014 Avrupa Şampiyonası’nda 10. olmamın sebebi ise kesinlikle yoğun antrenman yapmamdı. Yarışa gitmeden önce 1500 metrede madalya hedefliyorduk, durumum çok iyiydi ama son bir haftada kötüleştim, çok yorgundum. Sonuç istediğim gibi olmadı.

Şevket Furkan Erbay: Resmi olarak Gamze’ninki netleşmediği için biz de dopingliymiş gibi davranmayalım ama farazi olarak söylüyorum, biyolojik pasaporttan yakalandı ve süreci devam ediyor hâlâ mahkemede. Sapmalar olmadan biyolojik pasaportta anomali gerçekleşmiyor. Gamze’nin son numunesinde hemoglobin ideal sapmanın altına indi. “2015’te ben hamile kaldım, bıraktım vermiyorum” dese -ki şu anda hamile- 2014’e kadar aldıkları verilerden bir şey oluşturamıyorlardı.

Mehmet Terzi: 2012’de bize gelen numune sonuçlarına baktığımızda vücutlarında hiçbir yasaklı maddeye rastlanmadığına dair yazı var elimizde. O raporlara göre ödül verildi onlara. Gamze’nin değerlerinde 2013’e kadar hiçbir problem yoktu, 2015’te kan değerlerinde bir problem olmuş. Bunlar nasıl oluyor? Ben bilmiyorum, anlamakta da zorluk çekiyorum.

Gamze Bulut: Ben bu süreç hakkında kesinlikle konuşmak istemiyorum.

"Ben bu süreç hakkında kesinlikle konuşmak istemiyorum." -Gamze Bulut

"Ben bu süreç hakkında kesinlikle konuşmak istemiyorum." -Gamze Bulut

Murat Ağca: Ben biyolojik pasaport konusunda yüzde yüz emin olamıyorum, çok fazla açıkların olduğunu düşünüyorum. Hem idari hem hukuki hem de bilimsel olarak açıkların bulunduğuna inanıyorum. Tabii boş yere insanları suçluyormuşum anlamına gelmesin ama mantıken bana ters geliyor. Normalde “Bu madde nereden girdi vücuduna?” diyorsun, kanıtlayamaz ya da seni ikna edemezse cezasını veriyorsun. Diğerinde tümden, sonuçtan geliyorsun: “Değerlerinde bir terslik var, bu olsa olsa dopingden olur. Hadi bunu kanıtla!” Sporcudan doping yapmadığını kanıtlamasını istiyorsun. Hukuk böyle işlemez.

Mert Yaşar: Biyolojik pasaportta inişler çıkışlar olur, normaldir. Mesela kadınlar hamile kalıyor, aldıkları ilaçları bildiriyor, o oynamalar o zaman dopingli kabul edilmiyor. Ama Aslı’da ya da Nevin’de öyle olmadı. Aslı zaten gençlerde, 2004’te aldığı doping cezası yüzünden dikkat edilen isimlerden biriydi. Biyolojik pasaportun işe yaradığı taraf bu. Normal testlerde gözükmeyen, maskeyle ve başka şekillerde vücuttan atılan maddeler oynama yarattığı için pasaportta çıkıyor. Maddeyi bulamıyorsun ama değerlerde oynama olduğu için yakalıyorsun.

Şevket Furkan Erbay: Biyolojik pasaportun yüzde yüz güvenilir olduğunu düşünmüyorum ben de ama artık ilaç kullanımı ve performans artırıcı yöntemler öyle sofistike bir noktaya geldi ki yeni bir yöntem bulunana kadar çaresiz kaldı federasyonlar. Bisiklet de aynı şekilde. Çünkü çok önde gidiyor ilaççılar. Ben hep şunu söylüyorum; doping hiçbir zaman bitmeyecek, bitmez. Doping sadece azaltılır ve doping bir rant alanıdır.

10 | Sıfır Tolerans

Mert Aydın: Federasyonda da ilginç durumlar vardı. Mesela isim vermeyeyim, Mehmet Terzi döneminde federasyonda çalışan biri, o 40 kişinin dopingden yakalandığının açıklandığı dönemde bana anlatmıştı; başkan o haber üzerine “Biz şu kadar eğitim verdik, şöyle çalışmalar yaptık” diye açıklama yapıyor, bu bahsettiğim kişi de açıklama sonrası Mehmet Terzi’nin yanına gidip soruyor: “Başkanım biz ne eğitimi verdik, ne semineri yaptık?” Yok böyle bir şey. Bu açıklamadan sonra da “Ben ağladım” dedi o kişi bana.

Mehmet Terzi: Ben onurlu bir insanım. Seçim kazanmıştım, görevde üç yılım daha vardı ama çıktım ve istifamı verdim. İstifa etmemdeki gaye şuydu; 2020 Olimpiyat Oyunları’nı düzenlemeye aday bir ülkeydik ve o an “Bak federasyon başkanına, söylenti bile olsa istifa etti” diye düşünsünler istedim.

Fatih Çintimar: Göreve gelirken Türk atletizminin içine düştüğü durumun ateşten bir gömlek olduğunu biliyordum. Önümde iki yol vardı; ya bu gömleği soğutup ütüleyip giymek ya da o ateşin içinde yanmak. Biz ekibimizle birlikte ve sayın bakanımız Akif Çağatay Kılıç Bey’in destekleriyle ateşten gömleği giydik ve ateşi söndürdük. Türk atletizmini bu süreçten çıkarıp sayın bakanımızın desteği ve çalışma arkadaşlarımın birlik beraberliğiyle bu günlere getirdik.

Mehmet Terzi: Düşünüyorum eskiyi; biz mücadelemizi yaptık, yakaladık, ondan sonra durdu bu iş. Şimdi diyorlar ya, “Sıfır tolerans politikası uyguluyoruz” diye. Şimdi ne yapıyorlar ki sıfır tolerans adına? Cezaları belirledik, antrenörlere cezalar verdik, ondan sonra düştü. Onun mücadelesinin verilmesi gerekiyordu, biz de verdik... Ama şimdi, “Şöyleyiz, böyleyiz, şunu biz yaptık” falan diyorlar işte...

Mert Aydın: Ha şu da var; sıfır tolerans da yapsan dünyada yüzde sıfır doping yapan bir ülke yok. O rakama asla ulaşamayız yani. Ama 2012-2013 seviyesinde bir doping olduğunu düşünmüyorum ben. Bunun en büyük sebebi de korku. Bu korku nedeniyle de gençlere bazı seminerler, eğitimler veriliyor.

Dağhan Irak: Türkiye’de dopingin yapılamaması için gerekli bir kafa yapısı yok. Çünkü biz doping yapan sporcularla alakalı bir aydınlanma yaşamadık hâlâ. Süreyya Ayhan dışında doping yaptığı için çok fazla kınanan bir sporcu gördünüz mü? Nevin Yanıt hâlâ gençlere mentorluk yapıyor; Halil Mutlu, Halter Federasyonu başkanlığına adaylığını koydu; Aslı Çakır Alptekin’in bir spor salonuna verilen ismi hâlâ silinmedi; Hidayet Türkoğlu, şu anda cumhurbaşkanı danışmanı... Neyi tartışıyoruz ki biz? Dopingden 20 maç ceza almış adamı danışman yaptıktan sonra neyin dopingle mücadelesini yapacaksın ki?

Tayfun Bayındır: Şu an 2016 Rio için heyecan olmamasının bir nedeni de şu; amatör branşlarda bizi heyecanlandıran çok bir şey yok. Ama asıl önemlisi, Londra Olimpiyat Oyunları’nda iki kızımızda çıkan doping. Şu an kamuoyuna olimpiyat dediğiniz zaman, “Bizim sporcular gidecekler, yine dopingli çıkacaklar” gibi bir bakış açısı var. Çok duyuyorum, görüyorum ve sorular cevaplıyorum benzer şikâyetlerden. Keşke yanılsam ama madalya açısından çok da tarihi bir şey yaşayacağımızı zannetmiyorum.

Mert Aydın: Umarım yeni bir doping skandalına dahil olmayız, sıfır madalyayla dönmek daha iyi.

Dağhan Irak: Türkiye’de spor sistemi nasıl düzelir? Düzelmez. Çünkü mesele spor sistemi değil. Hadi onu bir şekilde değiştirirsin de Türkiye’de spor sisteminin dayandığı şeyler, ülkenin varoluşuna ilişkin; hesap vermeme, sürekli komplo teorisi üretme, kısa yoldan kazanma... Bunlar yalnızca spora ilişkin değil yani ve kimsenin doğrunun yapılmasını istediğinden de emin değiliz.

Socrates Dergi