
Zaman Makinası
5 dk
Juan Martin del Potro, tenis tarihinin son 10 yılında farklı bir yer elde edebilirdi. O yeri Andy Murray aldı. İkili hiç başlamamış bir rekabetin rövanşını Rio’da gerçekleştirdi. Kazanan ise değişmedi.
Tenis her zaman zor bir spordu ama figüranlığın bu kadar belirgin olduğu bir çağ yaşanmamıştı. Roger Federer, Rafael Nadal ve Novak Djokovic üçlüsü yakın dönemde oyuna öyle bir hükmetti ki geri kalanların araya girmesi imkânsıza yakındı. Andy Murray o masaya dördüncü oldu. Juan Martin del Potro, belki bunu Murray’den de önce gerçekleştirebilirdi ama olmadı.
Olimpiyat altınının anlamı daima büyüktür ama tenisteki yeri biraz daha farklıdır. Zira tenis takvimi, diğer branşlar gibi değil; sezon içinde oynanan Grand Slam’lerin telafi şansı bir yıl sonra karşınıza çıkabilir ama olimpiyat altını için dört sene beklemeniz gerekir. Bu yüzden, çok önemsenmese bile belki de en zor ulaşılan altındır. Dünyaları kazanarak bir kariyer inşa edenlerin dahi olimpiyat altını eksik kalabilir. Federer kusursuzluğun tanımını baştan yazdı ama teklerde olimpiyat altını kazanamadı. Djokovic erkek tenisindeki sultanlığı yıktı ama olimpiyatta zirveye çıkamadı. Ama o ‘muhteşem dörtlü’nün en az kazananı olmasına rağmen Murray, Rio’da ikinci olimpiyat altınını kazandı ve tarihte geçti. İskoç tenisçi, özelikle son üç senede kendisini figüranlıktan başrole attı. Belki çoğunluğa göre hâlâ ‘dördüncü büyük’ ama sonuç olarak tepedekilerden biri. Juan Martin del Potro da paralel bir evrende ‘muhteşem dörtlü’yü ‘fantastik beşli’ye çevirebilirdi. Fakat sakatlıklar yakasını bırakmadı. Rio’da da gerçek zamanın rövanşı sahnelendi.
Finale anlam kazandıran sporcu Juan Martin del Potro’ydu. Bundan yedi-sekiz yıl önce konuşulsa 2016 Rio’da gümüş madalya kazanma ihtimali şaşırtıcı bulunmazdı ama hayat ve spor, her zaman beklendiği gibi ilerlemiyordu işte. 1.98 boyundaki sporcu, önce sağ el bileğinden sakatlık geçirdi. 2010 yılında korta çıkamadı. 21 yaşındaki bir sporcunun en çok oynaması ve hata yapması gereken zamanlarda o deneyimlerden uzak kaldı. Sonra geri döndü. 2013 Wimbledon’da Novak Djokovic’e beş set sonunda yenildi ama geri dönüşünün sinyallerini verdi. Fakat 2014’ün hemen başında bir kez daha sakatlandı. Yine uzun süre korta çıkamadı ve hemen her sporcunun zayıf karnı olan sabırsızlık, onu da vurdu. Tam iyileşmeden korta çıkınca üçüncü kez ameliyat masasına uzandı.
Bu senenin Şubat ayında kortlara dönen Arjantinli raket, artık dünya sıralamasının en altlarındaydı. O kadar gözden uzaktı ki nasıl bir performans göstereceği bile merak konusu değildi. Fakat o, kendini bir anda Rio’da buldu. İlk turda karşısında Djokovic’i görenler, kendini bulacağı bir sonraki yerin dönüş uçağı olacağını düşünüyordu. Fakat zor geçen maçın kırılma anlarında daha az hata yapınca Rio’da kalış süresini uzattı. Bu sürede bir Portekizli, bir Japon ve üç İspanyol, onun karşısında diz çöktü. Son dönemde diz ve bilek sakatlıklarından dert yanan dünya beş numarası Nadal da bunlardan biriydi.
Sonuç olarak Juan Martin del Petro, Goran Ivanisevic’in 2001 Wimbledon zaferini andıran bir şekilde olimpiyat finali oynadı. Fakat masal, bu kez şampiyonlukla bitmedi. Karşısındaki Andy Murray, dört sene önce Londra’da olduğu gibi bir kez daha altına ulaştı.
Del Potro hâlâ 27 yaşında. Henüz ‘yaşlı’ kategorisinde değil. Böyle bir geri dönüşün ardından “Geç oldu ama sonunda geri döndü” diyerek, yıllar önce beslenen umutları yeşertmek mümkün. Fakat özne Del Potro olunca insan kendini biraz daha temkinli davranmak zorunda hissediyor. Zira bir sonraki sene kortta mı, yoksa hastanede mi olacağını kimse bilmiyor. Her sporcu için geçerli olan risk, Arjantinli için biraz daha yüksek seviyede. En azından istatistikler bunu gösteriyor. Fakat en kötü senaryoda bile, geriye dönüp baktığında, 2016 yazında kazandığı gümüş madalya pırıl pırıl parlayacak. Üstelik, birçok altından daha da güçlü bir şekilde.