
Zirvenin Tek Hâkimi
24 dk
Anadolu Efes, üst üste ikinci kez EuroLeague şampiyonu oldu ve tarihe geçti. Final Four'u yerinde takip eden üç üyemiz, Belgrad'dan kalanları konuşuyor...
Final Four öncesi basın toplantısıyla başlayalım. Bir yanda çok stresli görünen (Sarunas) Jasikevicius, diğer tarafta Bartzokas'la şakalaşan, alabildiğine rahat Ergin Ataman...
Uğur Ozan Sulak: Bu Final Four'un saha içinde birçok hikâyesi var ama en dikkat çekeni şu: Maçlarda da gazetecilere karşı da açık bir şekilde en rahat kişi Ergin Ataman'dı. Bunu zaten Olimpiakos maçının sonunda Jordan'ı hatırlatan "Yapacak bir şey yok" hareketiyle de okuyabilirsiniz. Oyuncuların Ergin Ataman'a döndüğünde aldıkları reaksiyonla, Saras'ın oyunculara karşı verdiği reaksiyonu mukayese ettiğinizde de görebilirsiniz. Ergin Hoca baskıyı bir paratoner gibi kendi üzerinde toplayıp bununla baş etmeyi belki Avrupa'da en iyi bilen koç. Oyuncuların üzerinden baskıyı tamamen aldı ve Vasa'nın şutuna geldik… Bugün bakıyorsunuz, Efes'in şampiyonluğunda çok önemli şutlar var ama içeriye girmeleri mi sürpriz, kaçmaları mı sürpriz olurdu? Sanki kaçmaları sürpriz olurdu. Ezcümle, bu rahatlık bence ilk günden başladı ve Final Four'un tamamına sirayet etti.
Caner Eler: Şunu da ekleyebiliriz: Geçen senenin şampiyonu, üzerinde apoleti koruma stresi olabilirdi ama Ergin Hoca'nın işini koruma stresi var mı? Yok. Bu Final Four'u kaybetseydi de ne yaptığı, Efes ile ilişkisi, her şeyi belli. Zaten özgüvenli insan. Bir yandan da bu güvenin oyuncularına sirayet etmemesi mümkün değil. Öbür tarafa bakıyorsun, Jasikevicius stresli, geçen sene finalde kaybedilmiş şampiyonluk var. Bu sene kazanma baskısının en büyük olduğu takımdı. Çünkü artık o paranın karşılığını istiyor Barcelona. Futbol tarafında zaten ciddi bir finansal baskı söz konusu. Oradaki başarısızlık ve çöküşle beraber koca Barcelona Kulübü'nün başarı kantarı basketbol şubesinin üzerine gitti. Olimpiakos'un deneyim eksiği, Real Madrid'in kısa rotasyonundaki sorunları derken Ataman, diğer koçlara da ciddi bir pozitif üstünlük sağladı Efes lehine.
Buğra Balaban: Bahsettiğinizin yanında bence o açıklamalar, kendi oyuncularının konfor alanını genişletirken, biraz da karşı tarafa baskı yüklüyor. "Yunan basınına özellikle söylüyorum" diye kurduğu cümle, Milano serisi daha başlamadan "Barcelona bizden korksun, asla bir daha atılmam" şeklindeki çıkışı... Tabii ki biliyor bunun İspanya basınında yankılanacağını. Rakiplerin de onun hakkında düşünmesini, kafalarında yer etmesini istiyor. Amerika basını buna, "Rakibin kafasında kira ödemeden yaşamak" der ya, öyle bir etki yaratıyor muhakkak. Olimpiakos, Final Four öncesinde Yunanistan Ligi play-off maçı oynuyor, bitiminde Larentzakis, Ergin Ataman'la ilgili bir şey söylüyor. Play-off serisinde Monaco'ya karşı çok ateşli bir şekilde kazandıktan sonra, başkanları Angelopoulos Kardeşler soyunma odasına girdiğinde "Ataman böyle böyle diyor ama biz şöyle yapacağız" diyor. Her masada olma durumu var. Bunu Efes'in 2018 ve öncesi ile hatırladığımızda biraz daha anlam kazanıyor. Çok kırılgan bir yapıydı Efes. Belki 1990'lar için farklı şeyler söylenebilir ama 2000'lerin ortası ile beraber hakikaten çok kırılgandı. Lig şampiyonluklarını bile almakta çok zorlanan bir yapıyken…
CE: Uğur Ozan'ın dediği şutun girip girmeyeceği meselesinde, şutun girmediği takımdı Efes.
BB: Hep bir noktada kaybedecek diye beklerdik Efes'i eskiden. Artık, bir noktada kazanır diye bekleyerek son çeyreği izledim iki maçta da örneğin. Burada kulübün beklentilerini, havasını hocanın son üç-dört yılda değiştirdiğini görmek lazım. Çünkü unutmayalım; Fenerbahçe gerçekten çok büyük bir tek güçtü 2010'ların ortasında. Yıkılabilecek, titreyebilecek bir durumda değilken çoğu insana itici gelen o tavra biraz da ihtiyaç vardı Efes için. Çünkü öbür türlü biraz sertlik gördüğünde hemen çözülüyordu; hem saha içinde hem saha dışında. Bu Final Four o dönüşümün, artık kıtada da yankılandığı bir organizasyon oldu.
Yarı finalin başaktörlerinden biri de Olimpiakos taraftarıydı...
UOS: Olimpiakos'lular, 2015 Berlin'deki Fenerbahçe'den beri görmediğimiz, çok güzel bir atmosfer yarattı. Böyle bir atmosferde kazanmak ayrı bir keyif veriyor. Bence kalitenin ve özgüvenin ortaya çıktığı bir maç oldu. Teknik açıdan zaten Moustapha Fall eşleşmesi, çok zor bir eşleşmeydi. Dorsey de maçın başında özellikle Larkin'e sürekli problem çıkardı. Larkin'in savunma dozajının artmasını sağladı. Ama Efes'e karşı kırk dakika oyuna hükmetmeniz ve maçı koparmanız çok zor. Efes öyle bir takım ki; bir noktada sizi yakalayabiliyor ve bunu bence maçın başından beri hissettiriyor. Mesela Barcelona'da tam tersi bir durum var. Barcelona şunu hissettiriyor: Başlıyor maça, bir yerde beni yakalayacaklar. Özgüven ve özgüvensizliğin oluşturduğu bir tezat. Elbette sadece psikolojik şeylerle açıklanamaz ama geçmişte konuştuğum için birçok antrenörün de böyle düşündüğünü biliyorum: Final Four'da, psikoloji büyüktür taktik. Bu, koçların yaptığını küçültmez. Öte yandan Olimpiakos'u görüyorsun; üç tane oyuncu var Final Four tecrübesi olan. Vezenkov sezonun en kötü maçını oynadı. Orada oynamak çok zor bir şey. Efes; bu tecrübeyi, bu kaliteyi sonuna kadar kullandı ve hissettirdi. Olimpiakos'un burada olması sürpriz değildi. Bence onu gösterdiler ve Saras daha sezonun başında söylemişti "Olimpiakos geri döndü" diye. Hakikaten öyle, burada kalıcı olacaklarını düşünüyorum.

"Olimpiakos'un burada olması sürpriz değildi. Bence onu gösterdiler. Burada kalıcı olacaklarını düşünüyorum."
CE: Efes, pandemide iptal olan sezon artı geçen seneyle birlikte bir şeyi çok yukarı çekti. Savunma yaptığında, ne kadar kuvvetli bir takım olduğunu gördük. Bunu Micic de bir maç sonu röportajında söylemişti: "Biz hücum edebiliyoruz ama fiziksel mücadeleye karşılık verdiğimizde, savunma yaptığımızda, ne kadar iyi olduğumuzu anladığımızda şampiyon takıma dönüştük" demişti. Larkin ve Micic'in iyi şut yüzdesi bulamadığı bir maçtı. Fakat şöyle bir şey oldu: O savunmaya ikinci yarı çok iyi bir sertlikle cevap verdi Efes. Bir de üçüncü skoreri buldular. Bryant'ın artık o çarkların arasına girmeyi başarması ve bulduğu dört üçlük bambaşka bir sekanstı. Orası Final Four tarihinde bence özel performanslardan bir tanesi. Real Madrid-Fenerbahçe yarı finalinde KC Rivers attı işte 2015'te. Beş üçlük müydü? Ki o keskin bir şutördür, Elijah değil.
UOS: Vezenkov sezonun en kötü maçını oynadı diyorsak Bryant da sezonun en iyi maçını oynadı. Efes'in sisteminde kısa devrilme sonrası köşeye giden pas çok önemli. Üçüncü oyuncuyu bulmak, aslında ikiye birleri, üçe ikileri oynadığınızda şut atacak oyuncuyu bulmak demek. Bryant sonuçta tam bir top yönlendirici değil. Tamamlayıcı, bitirici bir oyuncu. Müthiş bir katkı verdi, kesinlikle hatırlanacak. Herkes Larkin ve Micic konuşuyor ama bu Final Four'da hangi performans hatırlanacak? İlk maç Elijah Bryant, ikinci maç Tibor Pleiss.
CE: Emir Alkaş, hep şey der: 'Play-off'ta ve Final Four'daki eşleşmelerde, yıldızlardan çok bulabildiğin X faktörü, denge bozucu oyuncular asıl sana terazide bir şey getiriyor. Efes her iki maçta da bunu buldu. Birinde Elijah Bryant'la Singleton, finalde de Pleiss ve Singleton. Öbür tarafta Olimpiakos'ta en atması gereken adam Vezenkov 1/8 ile attı.
UOS: Aydın Abi'nin (Örs) tabiri var ya işte, "Sıçamaz ördeğe dönmek" diye, Final Four'da dönüyorsun işte. Döndürürler adamı, sen istemesen de döndürürler.
BB: Arada bir-iki seneyi Final Four'suz ve seyircisiz geçtikten sonra o nasıl farklı bir atmosfer… Tüm şehir, kırmızı bir dere gibiydi. Meşhur Knez Mihailova öyle, Kalemegdan öyle, şehir merkezinden salona giden iki kilometrelik yol öyle. Salona girdik, ambulans sirenine benzeyen bir şey sokmuşlardı, kaçan serbest atışlarda belki onun da etkisi vardır. Maç boyu üst katta sigaralar, arka bahçeleri gibiydi salon. Micic maç topunu soktu, sevinmeden önce yukarıya baktım ben bir şey atacaklar mı diye...
CE: Olimpiakos seyircisi şöyle bir övgü almalı. Normalde Panathinaikos maçlarında sahanın tribünlerine ağ ördüklerini görürüz sahaya her şeyi yağdırdıkları için. Böyle bir seyirci olduğunu hatırlatmakta fayda var. Maç sonu uslu durmaları, bence biraz Final Four'u özlemelerinden de geliyor. Zaten her şeyi alkışladılar, hoşlarına gitti, duygusallaştılar gibi hissettim. Yani üç senedir oynasalar ve böyle bu seneyi kaybediyor olsalar öyle uslu duracaklarını düşünmüyorum.
BB: Müteşekkir oldukları belliydi.
CE: Mesela Vezenkov'u bile alkışladılar. Sonuçta 1/8 atan oyuncu.
BB: Elijah'ya dönersek, sezon planlamasına da girmeliyiz bence. Sezon içinde Simon'da problem olduğu aşikârdı. Ama asıl problem hep uzunlar üzerindendi. Sertaç'ın yerine Petrusev katkı vermeyince bir problem olduğu belliydi orada. Herkes kabul ediyordu. Hoca da bahsediyordu. Herkes transfer istiyordu. Orada bir yol ayrımı var. Belki de bütçe bir eklemeye izin veriyordu. Ve uzun, kâğıt üzerinde daha güvenli bir seçenekti ama orada yine Ataman'ın bir şekilde kurtarırım; az uzunla da idare ederim düşüncesi ağır bastı...

Elijah Bryant
CE: Kristal küresi varsa eğer… Yani Beaubois'nın ve Simon'un sakatlığını gördüyse. (Gülüyor.) Bu dörtlünün olduğu yere kısa almazsın…
BB: Beaubois'yı değil ama Simon'u gördü işte. Finalden sonraki basın toplantısında "Simon'un fiziksel olarak düştüğünü, sezon içinde bize yeterince katkı veremeyeceğini anladık ve onun yerine ekleme yapmak daha makul geldi" dedi. İçeride çok delinip dağılabilirdi Efes veya Dunston bir anda beş yıl önceye dönemeyebilirdi. O seçim büyük bir kumardı ve arkasında da şu temel vardı: Yeterince top yönlendiricim varsa sahada; bu sistemle, bu yıldızlarla ben bir şekilde kazanırım. Elijah yerine atıyorum Tarik Black'in vereceği katkı, bu takımın tavanını daha yukarıya çıkarmazdı, o yarı finali de alamazdı Efes. Bu yıldızlara güvendiler ve Bryant'ın yarı finali, haklı çıktıklarını gösterdi. Sezon boyu iki üçlük atmış en fazla bir maçta. Dört üçlük attı sezonun en büyük kırılma noktasında. Sloukas'ı karşısında bulduğunda top yönlendirici olarak da çok fazla ikili oyun oynadı. Doğru seçimleri yaptığını gördük.
Maç topunu da sokmuşken Micic parantezini burada açabiliriz...
UOS: Saf bir numara olarak baktığınızda bence bu tarz etki yaratan son 20-25 yılda iki tane guard var: Diamantidis ve Saras. Diamantidis ve Micic çok farklı oyuncular, Saras'a biraz daha yakın Vasa. Dört numara fiziğinde bir numara olması, teması aldıktan sonra bitirebilmesi, vites değiştirebilmesi... O kadar rahat gözüktü ki, Final Four seviyesinde dahi "Bu ligin üstündeyim, sizden iyiyim" hissiyatını verdi. Birçok koç belki Olimpiakos maçının sonunda kenara alabilirdi Vasa'yı ve o şutun öncesinde daha da düşürebilirdi ama Ergin Hoca'nın bir numaralı şapka çıkarılması gereken özelliği bu. İnisiyatif vermek ve bazı şeyleri teslim etmek aşağılanan bir yargı bizim ülkemizde. Oyunculara bu kadar güveniyorsanız ve oyuncuların sizi farklı bir noktaya taşıyacağını düşünüyorsanız mantaliteniz bu olmalı.

Olimpiakos'u yıkan son saniye basketinin ardından Vasilije Micic ve Shane Larkin.
CE: Ergin Hoca'dan da bağlantı kurarsak, o özgüveni vermek, o şutu atmak hem de o gün iyi şut atmıyorken bunu yapmak… Evet asistlerini yaptı ve ikinci yarıda daha iyi oynadı ama serbest atış kaçırdı. Dörtte bir attılar Larkin'le beraber son bölümde. Kariyerinde çok ağır sakatlıklar yaşamış, çapraz bağ koparmış bir oyuncudan söz ediyoruz hem de tam yetişme ve geçiş çağında. Sonra Bayern Münih'e geçişi, orada istediğini bulamayışı ve bağlandığımız nokta Saras ve Zalgiris oluyor. Orada da yedek guard'dı yani. Pangos'un yedeğiydi, girerdi ve sırtı dönük hücum ederdi.
UOS: Katılıyorum ama öncesinde TOFAŞ'ı da söylemek lazım EuroLeague seviyesi olmasa da...
CE: Çok haklısın, TOFAŞ var… Hatta TOFAŞ'ın Pierria Henry'nin yükselişinde de o dönem rolü var. O zamanlar TOFAŞ biraz rehabilitasyon merkezi gibiydi. Hem Henry hem de Micic üst üste EuroLeague'e gittiler oradan. Ama EuroLeague seviyesinde kendini toparlamak anlamında Zalgiris önemli bir yerdi. Ondan sonra Efes'e gelişinde evet Final Four oynamıştı ama takımın ikinci guard'ıydı Zalgiris'te.
BB: Beaubois'nın yedeğiydi buradaki planda da…
CE: Aynen öyle… Ergin Ataman üzerinden "Geldi iki yetenekli oyuncu buldu" denirken çok ayıp ediliyor bence. O iki oyuncu yıldız guard olarak gelmediler ki. İkisi de şüpheyle bakılan oyunculardı. Micic daha bir takımın EuroLeague'de liderliğini yapmamıştı. Sen Calathes'i almıyorsun. Calathes sonuçta yıllardır bir takımın EuroLeague'de ana guard'ı ve lideriydi. Barcelona onu transfer ediyor.
Larkin de öyle… Larkin Baskonia'da başarılı bir sezon geçirmedi. Evet kötü değildi ama etkileyici de değildi. Geldiler; önce birbiriyle iyi anlaşamadılar ve birbiriyle sinerji yakalayamadılar. İlk iki ay kaynayan kazan gibiydi. Sonra gelinen noktada, o şutun hikâyesi bir dakikalık hikâye değil. Takım içi ilişkilerin oluşmasıyla, ikisinin de yaş olarak büyümesiyle, olgunlaşmalarıyla derinleştirmek gerek. Bunun üstüne onlara bu olgunlaşma alanını sağlayan ekibi de sadece Ergin Ataman değil, yardımcıları Yakup Sekizkök'ü, Cenk Yıldırım'ı, Tomislav Mijatovic'i ve aklıma gelmeyen diğer tüm isimleri kutlamak lazım. O şutu belki de Larkin atacaktı. Larkin'in ayağına kramp giriyor ve o özgüveni Micic'e veriyorlar. Micic de o şutu atmak için bir tereddütte bulunmuyor. Bunu yaratmak da o kadar kolay bir şey değil. İki yetenekli oyuncu geldi, haydi iki guard oynatıyoruz, atın şutları başarılı oluyorsunuz gibi bir şey değil basketbol. Micic mesela bazen top kullanımıyla eleştirilen bir oyuncu, hani bazen o tercihleri, el üstü şutlara gitmesi, tepede çok dripling yapması falan…
UOS: Tam onu söyleyecektim. Türkiye'de böyle bir oyuncuyu bu şekilde izlediğimiz için tabii çok mutluyuz ama takım arkadaşlarının yerine düşünün bir de. Larkin özelinde konuşalım. Larkin için çok zor bir partner Vasa… Yani bir kere net bir şekilde Larkin ikinci rolde şu anki takımda. Bu çok net yani. Oyuncuların fiziksel durumları, Micic'in çıkış yaptığı dönemlerde Larkin'in sakat olması ve belki plan o değilken bu statüyü paylaşmak durumunda kalması gibi şeyler çok etkili. Micic o şansı çok iyi kullandı ve pek arkasına bakmadı. Dediğim gibi çok zor bir psikoloji olarak görüyorum ben Vasa'nın yanında oynayan bir guard'ı. Uzunlar da aynı şekilde.
BB: Vasa basın toplantısında bu dinamiğe dair bir şeyler söyledi. Yabancı bir gazeteci sormuştu "Son toplarda kararı nasıl veriyorsunuz?" diye. Umursamadan cevaplanan çok soru görürüz bu toplantılarda ama Vasa güzelce açıkladı. Orada koçun da payesini teslim etti. "Bize güveniyor ve bize bırakıyor burada. Bu ayıp bir şey değil" dedi. Larkin'in psikolojisinin hiç kolay olmadığını Milano serisinde gördük. Adam molada "Bana verin topu" diye bağırdı mesela. Çok da iyi kullandı sonrasında, maçı aldı ama bunu dedirtmek, dışarıdan bakınca garip geliyor. Keza somurtacak bozulacak çok fazla oyuncu var ligde benzer bir durumda kalsa. O dinamiğin birkaç yıl içinde oturması, bu kadar baskın iki karakterin aynı küfede durmaları büyük iş. Diğer yandan Vasa'nın kendi şehrinde bunu yapmasının apayrı bir güzelliği var çünkü Yunanistan deplasmanında çok kötü kararlar verdiğini hatırlıyoruz. Daha bu sezonla alakalı yaptığı bir yorum vardı Micic'in, "Pire deplasmanında çok erken kullandım ve Sloukas'a maç topunu atma imkânı verdim, bu kez asıl amacım ona süre bırakmamaktı" diye. Bunlar aslında ne kadar zeki ve ne kadar hatalarından öğrenen bir oyuncu olduğunu da gösteriyor. Larkin aşağı yukarı iki yıl önceki oyuncudan daha iyi bir oyuncu değil ama Vasa'nın her geçen yıl gerek özgüven olarak gerekse beceriler olarak çok daha büyük bir oyuncuya dönüştüğünü izliyoruz. Onun da çok güzel bir taçlanışı oldu bence memleketinde.
CE: Üst üste iki kez Final Four MVP'si olan tarihte Dejan Bodiroga var, Spanoulis, Kukoc var… İsimlere bakar mısınız? Potansiyel vardı ama bu seviyeye gelebileceğini kimse göremiyordu.
Final özelindeki notlarınız neler?
UOS: Korkunç bir basketbol maçıydı. Çok kötüydü yani… Ama problem değil. Biz sonuçta kazandık ve bu noktadan sonra maçın iyiliği kötülüğü önemli değil. Final Four'da Laso ne yapmaya çalıştı? Efes'e karşı iki farklı dönemde de savunmada iki şeyi çok iyi yaptı. Bir alan savunması ki bunu finalde hiç görmedik ve buna çok şaşırdım. Adam değişme savunmasıyla evet rakibi ritim dışına çıkarabilirsiniz ama bunu kırk dakika yapması Efes gibi takımlara karşı çok zor.
BB: Bir de çok alıştı Efes artık adam değişme savunmasına karşı hücum etmeye…
UOS: Efes bir noktada kısalarla vuruyor çünkü. Ben Laso'nun maç planını başarılı bulurken maç içerisindeki kararlarını da bir o kadar başarısız buluyorum. Tabii burada şey de denebilir, Alberto Abalde iki şuttan birini atsa çift hane, sonrası Real Madrid ritmi yakalamış olacaktı. Madrid'in yapmaya çalıştığı şey ben perimetreyi kapatayım, orta mesafeyi ya da teması alıp bitirebiliyorsa kısalar, bitirsinler. Orada da Tibor Pleiss inanılmaz bir performans sergiledi. EuroLeague tarihine geçen bir uzun performansı finalde.
BB: 2002'de Lazaros Papadopoulos benzer katkıyı alçak post'tan yapmıştı.
UOS: Tabii, kesin öyle. Bence Real'in başlangıcı çok sürpriz değildi ama basket alışverişine geldiğinizde Efes'in çözüm potansiyeli çok daha fazla. Chris Singleton da çok istisnai bir performans sergiledi. Çok büyük bir lider gibi oynadı sahada. Bir maçı topsuz ne kadar domine edebilirseniz o kadar domine etti.

Ergin Ataman ile Pablo Laso
CE: Moerman'ın kötü olduğu bir Final Four'da çok gerekliydi.
UOS: Moerman gerçekten çok kötüydü ama Ergin Hoca'nın hakkını vermemiz lazım. Rotasyonlar, kimin girdiği kimin çıktığı… Zaten çok tecrübeli bir koç ama oraya hâkimiyet olarak net bir üstünlük kurdu. Çok rahattı, Laso'nun mesela Rudy'yi oynatmam lazım, Llull'u oynatmam lazım telaşı vardı maçta.
CE: Real Madrid çok fiziksel bir beşle çıktı maça, Tavares de domine etti. Bir tek Vincent Poirier ikili oyun savunmasında çok aksadı. Orayı Efes çok iyi deşti. İkinci olarak da Laso'nun güvendiği şutörler çok kötü attı. Barcelona yarı finalinde geri dönerken Llull'un bulduğu seri var, Yabusele'nin ve Abalde'nin de buldukları var… Bir tek Anthony Randolph attı, onu da bir daha kullanmadı. Çok ilginç bir X faktörü olabilirdi.
UOS: İlk yarıda çok kritik üç üçlük var. İkisi Randolph biri Jeff Taylor'dan…
CE: İkinci yarıda Efes "Ben bir noktada üstünüm ve maçta benim dediğim olacak" mesajını verdi… Pablo Laso'nun faul yapmadan ribaund alıp hücum etmeyi beklemesini hiç anlamadım. Zaten bunu kendisi de söyledi, "Hatalıyım. Şu an olsa başka bir şey yapardım" dedi. Sıçamaz ördek muhabbeti işte, koçların da karar mekanizması etkilenebiliyor. Poirier'nin aksamaya başladığı dönemde Tavares çok fazla kenarda kaldı. Orada Singleton'la, Pleiss'la Efes bir hayli etkili oldu. Mesela Dunston iki maçta da faul problemine girdi ama hem ribaund konusunda hem de ikili oyun savunmasında oynadığı dakikaları çok verimli kullandı. Çok özel bir liderlikti onunkisi. Jayson Granger ve Thomas Heurtel gibi bir guard ikilisiyle oynadı Dunston. Ne kadar karanlık günler, değil mi? O yüzden onun kupayı kaldırması da aslında dört yıllık bir dönemin değil de altı-yedi yıllık bir sürecin sonucuydu.
BB: Bu "Efes iki özel oyuncu buldu. Hanedanlık da o şekilde yaratıldı" anlatısını sona erdirdiği için de güzel bir son oldu. Evet, Micic son beş dakikada çok kritik iki üçlük attı ama o iki oyuncu çıkıp 25 atmadığında da Efes'in Pleiss gibi bir oyuncuyla bu şampiyonluğu alabilmesi, âdeta tırmalayarak kazanabilmesi anlamlıydı. 2019 Finali'nde bir tane alley-oop kaçırdıktan sonra tamamen bu yılın Moerman'ına dönüşen Pleiss'ın zihin olarak ne kadar ilerlediğini gözlemlemek, art arda iki tane fake üstü şut denerken kendini ne kadar rahat hissettiğini görmek… Üç-dört yıllık macerayı okumak isteyenler için bunlar çok güzel ara satırlar. Zaten siz de Singleton'ı uzun uzun anlattınız. Causeur'den çaldığı top ayrı, Poirier'nin bloğundan sonra bulacağı boş smaca izin vermemesi ayrı, Tavares'in bomboş bir anda bitireceği pozisyonu bozması ayrı… Belki de tek başına savunma sertliğini yukarı çekti.
2001 sonrası dönemin en dominant takımı mı Efes?
UOS: Anadolu Efes aslında bu sezon ligi domine etmedi ama geçen sene ve ondan önceki yıl domine etti. Ondan bir önceki sene ise final oynadı. Burada dört seneden bahsediyoruz. Bu dört senenin ikisini domine etmiş, birinde final görmüş, diğerinde ise çok başarılı bir sezon geçirmemesine karşılık şampiyonluğu almış bir takım. Mesela Maccabi'nin 2004'teki Final Four'a gidişi Derrick Sharp'ın mucizevi şutuyla oldu. Finalde Skipper Bologna'ya karşı 45 sayıyla kazandılar ama oraya nasıl gittiklerini de hatırlıyoruz. O bir dominasyon mudur? Tartışılır ama bence bir konuda tartışma yok. O da 2001 sonrası dönemde en dominant takımın Anadolu Efes olması. Modern dönem öncesinde Jugoplastika var. Sonrasında ise tartışmaya mahal verecek bir durum yok. Kesinlikle Anadolu Efes en dominant takım. Efes, Jugoplastika'nın dahil edileceği tartışmalarda bile en kötü ihtimal üçüncü sırada yerini alır, dördüncü takım olmaz. Bir de şu var: Bu takım Türkiye'den olmasa 'Tarihin en iyisi' diye anılıyordu kıtada. Bir İspanyol veya İtalyan takımı böyle bir dört yıllık sürece imza atsaydı neler konuşulurdu? Yunan basını açıklaması, öncesinde Barcelona hakkında söyledikleri… Bunları tasvip etmiyorum. Hoca artılarıyla eksileriyle böyle biri. Öte yandan bunları ne kadar eleştiriyorsam finalden sonra söylediği "That's the Turkish guy" sözü de güzeldi yani. Olay bu. Geldik, kazandık. Bitti. Milliyetçi bir pencereden konuşmuyorum ama bu topraklardan çıkan biri yaptı bunu. Şu veya bu, fark etmez. Biri yaptı işte.
CE: Nostaljiye farklı bir gözle bakıyor insan. Jugoplastika'yla başka bir takımı eş görmem çok zor. O dönemki kadro yapısı, bir-iki tane deneyimli oyuncunun etrafına kurdukları genç çekirdek, hiçbir yabancı olmadan sadece Yugoslav oyuncularla ve üstüne üstlük Milano veya Barcelona gibi çok şaşaalı kadroları mağlup ederek arka arkaya şampiyonluklar kazanmaları çok etkili olmuştu.
2004 Maccabi özeldi. Neden özeldi? Çünkü onlardan önce kazananlar Maccabi gibi kazanmıyordu. Maccabi'nin hücumu görkemli bir oyundu. Maceo Baston'un smaçları, Anthony Parker'ın acayip atletizmi veya Jasikevicius'un olağanüstü oyun görüşü… 2000'lerin başındaki Kinder Bologna dominant değil miydi? 1999'da Zalgiris Kaunas'a karşı tuhaf bir şekilde kaybetmeseler belki de dört sene üst üste kazanacaklardı. Çok acayip bir kadroları vardı. O Kinder kadrosu bugün kurulamaz. Bu tip konuları değerlendirirken hafızaları tazelemek lazım. Avrupa basketbolunda farklı dönemleri kıyaslamak çok zor.
BB: Türk basketbolunun üzerinde bir cam tavan vardı. O cam tavanı yıkan şüphesiz Fenerbahçe oldu. Türkiye'den bir takımın istikrarlı bir şekilde Final Four'a gidebileğini hatta bunun sıradan hale gelebileceğini gördük. Öncesinde oraya gitmek bile uzaktan dinlediğimiz bir hikâye gibi geliyordu bize. Bu takımın da üç-dört yıldır kanıtladığı bir şey var. Burada düzenli kazanmak da ihtimal dahilinde. Doğru bir yapı kurulduğunda burada artık herhangi bir engelden, cam tavandan bahsedemeyiz.
En dominant takım tartışmaları için 2001 sonrası adaylar sayılı. Maccabi tanrı katındaydı o dönem ama 2004 Final Four'uyla başlayan bir algıydı biraz da. İki takvim yılına yayılıyor o yüzden 2006 Final Four'una kadar çekersek o etkiyi. CSKA ve Panathinaikos, 2006-09 arasına hükmettiler ama neticede üst üste iki kez kazanmayı başaramadılar. Efes hem bunu başarıp hem de aynı çekirdekle etkisini dört sezona kadar yaymışken onları tepeye yazmakta bir beis yok.
Önce geçen yılın son dans olması beklendi, Larkin-Micic kalınca artık bu sezon son diye konuşuldu. Şampiyonluk gecesi Ozan'ın açıkladığı Clyburn transferiyse Efes'in kalıcı olmak istediğini gösterdi. Ufukta ne var?
UOS: Bence Final Four üzerinden ilerlemek gerek her zaman. Gelecek sene büyük ihtimalle Final Four yine İstanbul'da olacak. Efes, gelecek sezondan sonra Jugoplastika ile anılacak belki. Şu an prematüre bir yorum ama Olimpiakos iki şampiyonluğunu elde ettiğinde kimse Olimpiakos'un üçüncü kez şampiyon olabileceğini düşünmüyordu. Öyle bir oyunu yoktu Olimpiakos'un. Ama Efes öyle bir takım. Efes bu sene çok ritimde değildi ama kötü oynayarak kazandı ve Efes yeni kadroyla, temiz bir sayfayla tekrar en iyi günlerine dönebilir. Diğer takımların bundan korkması lazım. Kötü bir Efes 'back-to-back' yapıyorsa iyi Efes rahatlıkla üçüncü şampiyonluğu da alabilir. Çok özel bir dönem Türk basketbolu için.
CE: Anadolu Efes, EuroLeague'de sonuncu olduğu bir sezondan sonra buralara geldi. Efes artık zirvede ve orada kalmak için çalışmalı. Tabii Türkiye ekonomisini düşününce bu işin çok fazla zorluğu var. Sene başında kurduğun kadronun bütçesi üç ay sonra hatta bırak üç ayı, bir ay sonra bile aynı olmuyor. Üç gün arayla yoğurt fiyatının değiştiği bir ülkede bu yapıyı korumak ve iddialı kalmak hiç kolay değil.
UOS: Bizim artık bir sonraki aşamaya geçmemiz lazım. Efes'in ve Fenerbahçe'nin üç şampiyonluğunda düzenli oynayan tek oyuncu Sertaç (Şanlı). Türk basketbolu olarak kulüp takımlarının rekabetçiliğinde kendi oyuncularımızı da resme koymamız lazım. Kulüpler rekabet ederken bununla yükümlü hissetmiyorlar kendilerini. Ama medya bunun takibini yapmakla bence yükümlü.
CE: Farklı bir kupa tabii ki ama bu sezon Onuralp Bitim'in, hepimizin ortak düşüncesi diye tahmin ediyorum, üstlendiği rol muazzamdı. Bunun olabildiği yer ileride EuroLeague de olabilir. Mesela Messina, geçen sene konuştuğumuzda "Milano ruhunu ayağa kaldırabilmem için en azından takımın iskeletinin, iki üç oyuncunun İtalyan olması benim adıma çok önemli" demişti. Evet bu yıl Final Four'a gidemedi ama bir felsefe var ortada. Olimpiakos'un kendini toparlayabilmesinde yerel oyuncuları çok önemli keza. Darısı başımıza...
BB: Bence şu da doğru bir karar. Pazarlamada da öğretilir hep. Yeni bir şey kazanmak, oradakini tutmaktan her zaman için daha zordur. "Zaten kazandık. Bir sene harcamayalım. Sonra yine bu şekilde işe girişiriz" gibi bir yaklaşım doğru değil. Evet belki mali açıdan eksi yazacak ama buraya alışmışken kalmaya çalışmak lazım. Mali açıdan eksi yazmasını, takip eden beş yılda bu seviyeye hiç çıkamama ihtimaliyle karşılaştırdığında yatırımı sürdürmek, üzerine gitmek mantıklı olan. O yüzden Clyburn'e o parayı vermek şu an gayet makul. Bir daha o tepeye tek tek adımlayarak çıkmak, tepedeki rüzgâra direnmekten çok daha zor.
CE: Sene başından beri konuştuğumuz şey uzunların yetersizliğiydi. Moerman'ı da katarsak bu dörtlünün yaş ortalaması çok yüksek. Artık bu dinamizmi yakamaları çok zor. Hem yaşlarını aldılar hem de doymuşluk olabilir. Oraya ekleme gerekiyor. Evet, istikrar önemlidir ama kadroyu farklılaştırmak ve iskeleti bir arada tutarken kadronun belli yerlerini toparlamak, oradan bir devinim yaratmak da önemlidir.
BB: Aynı adamları aynı şeylere Eylül ayından itibaren ikna etmek çok zor. Hele ki 30'lu yaşlardan sonra çok daha zor.
CE: Biz de her ay dergi yapıyoruz. Motivasyon bulmak kolay değil, sürecin içinde buluyorsun o motivasyonu. Yeni konular işledikçe geliyor motivasyon. Sporda öyle bir şey de yok. Tüm takımların önünde aynı menü var. Menüyü değiştiremiyorlar, spor aynı spor. Tuhaf bir benzetme oldu ama…
UOS: Halk seni anladı… (Gülüyor.)