Zor Adam

9 dk

2000 yılı, Naim Süleymanoğlu’nun hayatındaki dönüm noktalarından biriydi. Sidney’deki hayal kırıklığını ve sonrasını gazeteci Murat Ağca anlatıyor…

Sidney 2000, Naim Süleymanoğlu’nun olimpiyat serüvenini yerinden takip ettiğim tek olimpiyattı. Aslında halteri bırakmıştı ama “Sen bırakamazsın” falan diyerek zorla döndürdüler. O zaman dört olimpiyat üst üste kazanan, değil halterci, sporcu yoktu yeryüzünde. Camiada çok baskı gördü ama kafasında halteri bitirmişti. Bu ısrar, büyük bir hataydı aslında.

Halter, "Çık podyuma, kaldır, sonra da dön arkanı git" sporu değildir. Antrenmanlarda yıllarca tonlarca yükün altına giriyorsun. İdmanda dahi kilonun en az yüzde 80’ini kaldırıyorsun, her defasında hem de… Dolayısıyla o kadar yükü kaldırmış adam, “Bıraktım” dedikten ve antrenmana ara verdikten sonra çok geri gider.

Bir de erojenik tarafı var. O zamanlar ilaç kontrolü bu kadar sıkı değildi. Dolayısıyla Naim de kullanılmasına izin verilen bütün ilaçları kullanıyordu. Zaten herkes kullanıyordu. Halter için büyük sporcu olmak ve vücut yapısı gibi kavramlar tabii ki çok önemli ama bazı destekler de almalısın. Halter ve vücut geliştirmede bu ilaçlar kullanılıyor. Şunu da söylemek lazım; Naim ve dönemin diğer sporcularının kullandığı ilaçlar içinde bugünün ölçeklerine göre doping sayılanlar da olabilir. Ama bunları dönemine göre incelemek lazım. Neticede Naim hiçbir zaman dopingli olarak yakalanmadı. Kimse bu imada bile bulunamaz.

Ama dönüşünde bu ilaçlar sıkıntı yaratmış olabilir çünkü antrenmanı ve ilaçları bırakıyorsun; döndüğünde toparlanıp eski performansına kavuşman süre ister, eski seviyene gelemeyebilirsin. Naim’in de Sidney öncesi durumu, bu toparlanma sürecini tamamlamadığını gösteriyordu. Rakipleri de çok iyiydi. İddialı girmek zorundaydı. Sidney’de beşinci olsa, bu durumu da kabullenemeyecekti. “Ya herro ya merro” düşüncesiyle gitti, “Ya sıfır çekerim ya şampiyon olurum.”

Geçenlerde Cemal (Ersen) Abi de yazmış. Sidney öncesinde bir antrenmanını izliyorlarmış ve antrenman bitince, “Gidip dördüncü olimpiyat madalyamı alacağım” demiş. Naim çok istedi, belki dünyada her şeyden çok istedi ama hayatında sıfır çekmemiş sporcu, orada sıfır çekti. Biz de gözyaşları içinde canlı canlı izledik bu ânı.

Ertesi gün, fellik fellik Naim’i arıyordum olimpiyat köyünde. Oraya girmek kolay değildi. Ama çok daha önceden, sonuç ne olursa olsun Naim’i görmemiz gerektiğini düşündüğümüz için ismimizi yazdırmıştık. Ertesi gün içeri girdim ama Naim kayıp! Bizim kafilenin kaldığı yerde saatlerce bekledim, sonunda yakaladım onu. “Konuşmalısın, anlatacakların olmalı” dedim, “İnsanlar Türkiye’de bunu bekliyor. Ben buradayım, seni ben buldum ve senle ben konuşacağım!” İlk olimpiyatımdı ve benim için çok önemliydi. Avustralya uzak olduğu için çok gazeteci de gidememişti Türkiye’den. Neyse başladık konuşmaya…

İlk sorum “Pişman mısın?” oldu. Şöyle cevap verdi: “Asla! Çünkü ölene kadar aklımda bir soru işareti olarak kalacaktı. Cevabını almak için buraya geldim. Cevabı ‘Hayır’mış, bunu gördüm. Üzgünüm ama pişman değilim. Yine olsa yine aynı kararı alırdım.” Biz de manşet yaptık. 1986’da Türkiye’ye Avustralya’dan kaçıp gelmişti. Yani onun için her şey, Avustralya’da başladı ve orada bitti.

Sidney’deki başarısızlıktan sonra kötü alışkanlıkları ile ilgili yazılar arttı. Bilinen şeylerdi ama başarılı olduğunuz sürece kimse yazmaz ya da konuşmaz. “Sporcu kötü etkilenir ve başarısızlığın faturası bize kesilir” korkusu vardır. Medya bunları iyi biliyordu ama kimse yazmadı. Bazısı istedi ama “Burada bir milli kahramandan bahsediyoruz ve kimse bu kadar madalya kazandırmış sporcuya tu kaka demez” düşüncesiyle bildiklerini gizledi. Bazısı da hiç yazmak istemedi. Fakat düşüşü ve halteri bırakmasından sonra “Nasıl olsa artık onu negatif etkilemez” diye herhâlde, Pandora’nın kutusu açıldı.

Gazeteci olarak kariyerinin bir bölümüne tanıklık ettim. Benim gözlemlediğim; Naim sadece bir şampiyon değildi, fenomen ve uluslararası bir kahramandı. Nasıl biriydi peki? Zor insandı. Sokulgan değildi. Yıldız ya da kahraman olduğu dönemde bile böyleydi. Kendi hâlinde, ağırbaşlı, biraz utangaç ve toplumdan kaçan biriydi. Karakteri, yalnız yaşamaya yönelikti. Ama faal sporculuk döneminde ne kadar imtina etmeye çalışsa da yine de çevresinde insanlar oluyordu. Ne zaman ki sporu bıraktı ve toplum içine çıkmamaya başladı, onu bu yeni yaşamına hazırlaması gereken kurum ve kişiler de ondan uzaklaştı. Hep peşinde koşanlar bir anda yanında olmayı kestiler. Naim de hem içine kapandı hem hayal kırıklığı yaşadı. Bunu da malum kötü alışkanlıklarla alt etmeye çalıştı.

Çok farklı yerlerde bulunabilirdi Naim, Türkiye halterinde zaten olurdu ama dünya halterinin de çok rahat başına geçebilirdi. IOC (Uluslararası Olimpiyat Komitesi) üyesi olabilirdi mesela... Modern olimpiyat tarihinde Şöhretler Müzesi’ne girmiş, yılın sporcusu seçilmiş bir insanın üye olmasını IOC de çok isterdi. Niye olmadı? Çünkü bunlar adım adım gerçekleşen işler. Mesela Dünya Halter Federasyonu Asbaşkanı'yken toplantılara gitmedi Naim, gitmedi yani… Ama kimse de “Gideceksin kardeşim” demedi. Koluna girip zorla götürülmeliydi. Uğraşmamayı seçtiler. Oysa Naim, bu sonu hak etmiyordu.

Yalnızlığa itilmesinde iğneyi kendimize de batırmak lazım. Tamam, arada sırada Naim’i soruyorduk, onunla buluşmaya çalışıyorduk ama çoğu bireysel çabalardı. Asıl ihtimam göstermesi gereken kurumlar, Naim’in yanında olmadı. Bu vedada herkesin sorumluluğu var. Küskünlüğün sebebi kurum ve kuruluşlar bellidir, kendilerini bilirler. “Biz elimizden geleni yaptık” diyebilirler bugün ama daha fazlasını yapacaksın. Gerekirse başına adam dikeceksin. Bu insan, Naim Süleymanoğlu! Seni kovsa da, sana küfür de etse yine kapısına gideceksin. Vazgeçme lüksün olmamalı.

Tüm bu sürecin sonunda Naim de kendini iyice kapattı. Bir ara siyaseti denedi sadece ama o da olmadı... MHP teklif götürünce kabul etmişti. Önce belediye başkanlığı denemesi oldu ama istediğini alamadı. Sonra milletvekilliğini denedi, yine olmadı. Nihayetinde de siyaset defteri kapandı. Bir de bizdeki siyasi ortam onun anlayamayacağı cinsten; parti, takım gibidir bizde, “Oraya vazoyu koysam seçtiririm” kafası var ya, kişinin önüne partiyi koyar bu zihniyet. Bu şartlar altında, kazanan partiye oynaması gerekirdi. “Ben şartları zorlarım” dedi, başaramadı. Bu da muhtemelen yaradır içinde.

İnsanlardan uzak geçirdiği dönemin ardından Naim’in çevresinde kim olduğu belirsiz tipler ortaya çıktı. Aslında dostu olmayan kişilerdi bunlar ve Naim’e çok yanlış yatırımlar yaptırdılar. Bildiğim kadarıyla Bulgaristan’da bir benzin istasyonu açtı ve çok para batırdı. Ciddi servet edinmişti kariyerinde ve bu servet çarçur oldu. Son dönemlerde bu yüzden, yani borçlarını kapatmak için banka reklamlarında oynadığını biliyorum.

Naim ile bu süreçte görüştük ama genelde medyayla pek konuşmak istemezdi. Son röportajımı, 2006’da yapmıştım. 1986’nın, Türkiye’ye kaçışının 20. yılında rahmetli Turgut Özal’ın mezarını ziyaret etmiştik. Ama hatırlıyorum; çok zor ikna etmiştik, araya epey insan sokarak ancak. Özal’ın Topkapı’daki anıt mezarına gittik, çiçek bıraktık, orada konuştuk en son...

Naim’in çok bahsedilen ama kaleme alınmayan birçok olayı gazeteciler tarafından bilinir, çoğu da tevatürdür ama tevatür olmayanları anlatmanın da kimseye faydası yoktur. Otobiyografisi yazılsa iş değişirdi tabii. Çünkü otobiyografilerde hayatı yazılan insandan çok, o kitabı yazan hayalet yazarlar önemlidir. İşi yapan şahıs, Naim’e bu tevatürlerin birkaçını sorup olayların doğrusunu öğrenebilirdi. Biz bu fırsatı da kaçırdık.

Aslında böyle bir girişim olmuştu ama Naim istemedi. Para kazanacağı da söylendi ama kabul etmedi. Yine de yurt dışından bir spor yazarı ikna edebilirdi diye düşünüyorum. Belki büyük para teklif edilse aklına yatardı. Yazılmamış hayat hikâyesinde de dünyayı sarsacak birçok skandaldan bahsedilebilirdi. Mesela tevatürlerden biridir; son olimpiyatına açık çek verilerek çağrılmıştır. Bunu herkes konuşur ama bu sadece buzdağının görünen tarafı. Birçok kişiye yemin ettirmiştir. Yakın bulduğu medya mensupları, şahit oldukları birçok şeyi sırf bu nedenle yazmaz, yazamaz. Yine de son bölümünü kaldırırsak, çok çok renkli bir hayat yaşadı Naim, 50 yıla bir asır sığdırdı belki de... Ve hepsinden önemlisi, istediği gibi yaşadı…

Naim'i Anlatan Ses

Levent Özçelik: Hüseyin Başaran, halter camiasındaki herkesle arkadaştı ama bu noktada çıkışı Naim'le başlamıştır. İlk anlattığı Naim'di, ondan sonra Halil Mutlu ve diğerleri geldi. Müsabakaların öncesinde ve sonrasında bütün röportajları Hüseyin yapardı Naim'le, kaldırışlardan sonra direkt podyumun yanına giderdi. Türkiye Naim’i, bütün o efsanevi anlarda Hüseyin Başaran'ın sesinden dinledi yani. Ama işte, kader dediğin böyle bir şey… Hüseyin daha sonra karaciğeriyle ilgili sıkıntı yaşadı, siroz oldu. Sonra nakil gerçekleştirildi, başarılı da oldu fakat çoğu kez nakil yetmiyor, vücudun yeni karaciğeri kabul etmesi gerekiyor. Nakilden sonra ortaya çıkan enfeksiyonlar nedeniyle Hüseyin'i kaybettik. Naim'inki de çok daha kısa sürede gerçekleşse de aynı durum. Onun da karaciğer sıkıntısı oldu, yine sirozdan dolayı karaciğer nakli yapıldı fakat maalesef, bu naklin ardından Naim'i kaybettik. Böyle bir ortak hikâyeleri var.

Emekli Edilen Sıklet

1988'de 60 kiloda şampiyon olduğunda kilosunun üç katından 10 fazlasını kaldırmıştı. Ondan sonra IWF (Uluslararası Halter Federasyonu), 60 kilo kategorisini kaldırdı. O kiloda o derecenin yapılmayacağını biliyorlardı ve halter de rekorla var olan bir spor olduğu için bu sıkleti kaldırdılar. Hani büyük basketbolcuların formaları salonun tepesine asılır ya, onun gibi…

Naim'in Mirası

Bundan sonra Naim’i yaşatmamız lazım. Okul kitaplarına girmeli, anıt mezarı olmalı, belgesel filmler çekilmeli, kitaplar yazılmalı… Ne olduğu belirsiz birçok sporcunun ismini tesislerde görüyoruz ama bugüne kadar Naim Süleymanoğlu ismini görmedik. İlla halter salonu da değil, ver en büyük spor salonuna, stadyumuna! Ne sporcuların isimleri, henüz hayattalarken tesislere verildi. Naim'e bu zamanında yapılmadı, bari şimdi yapılsın.

Uç bir örnek vereyim… Yakın dönemde kaybettiğimiz İtalyan Pietro Mennea, tarihin en önemli atletlerinden biridir. İtalyanlar için de önemli bir adamdır ama dünya atletizmindeki yeri ile Naim’in halterdeki yeri arasında uçurum vardır. Buna rağmen, Mennea’nın ismini birçok tesise verdiler. Daha da ilginci, hızlı trenleri vardır İtalyanların. O trenlerden birinin ismi ‘Pietro Mennea’dır. Naim de en az bu kadarını hak ediyor. “Dur daha yeni öldü” diyecekler şimdi bana ama sonrasında yapılacağına da inanmıyorum.

Socrates Dergi