Zoru Başarmak

10 dk

Tekerlekli sandalye tenisinde dünya 12 numarasına kadar yükselen Uğur Altınel'in durmaya niyeti yok. Çalışmaktan avuçları patlasa da…

Henüz anne karnındayken yapılan yanlış iğne sonucunda, doğuştan bacak eklemi kısalığına sahip Uğur Altınel, birçok farklı alanda şansını denedi ama tutkusunu tenis kortlarında buldu. Dört farklı engeli bulunan sporcuların yarışabildiği 'Quad' kategorisinde hızla yükselen milli tenisçi; geçtiği yolları, yaşadığı zorlukları, kahramanlarını ve gelecek hayallerini anlatıyor.

Sanıyorum biraz geç olmuş ancak tenisle ve öncesinde sporla tanışma hikâyenizi sizden dinleyebilir miyiz?

21-22 yaşında başladım spora. Ondan evvel pek içli dışlı değildim. "Niye?" diye sorarsan; şu an kırk yaşındayım ve ben başlamadan evvel engelli sporları pek yaygın değildi. Hele ki tekerlekli tenisi düşünürsek… Zaten ben de önceleri başka şeyler yaptım. Halterde milli takıma kadar çıktım, daha sonra tekerlekli sandalye basketbolu ile devam ettim. Altı sene kadar Süper Lig seviyesinde basketbol oynadım ve 2018 senesinde tenis ile tanıştım. Gerçi 2010'da iki-üç ay kadar denemiş, sonra devam etmemiştim. Antrenörüm Ayhan Çelik'in bana tenise geçmem yönünde ısrarı oldu çünkü yetenekli olduğumu düşünüyordu.

İkisi arasındaki farkı nasıl açıklarsınız?

Tekerlekli sandalye basketbolu takım oyunu olduğu için bir sistem var. Siz yorulsanız da takım arkadaşınız sizi idare edebilir. Ama tekerlekli teniste öyle bir şey yok. Elinizde raket var sonuçta, bir yandan onu tutarak çember çeviriyorsunuz. Saha ölçüleri nizami ve tek başınıza mücadele ediyorsunuz. Raket mi tutacaksınız, topa mı vuracaksınız, sandalye mi süreceksiniz… Bu anlamda biraz daha zor. Basketbolla arasında yüzde yetmiş, seksenlik performans farkı var diyebilirim. Orada da çember çeviriyorsunuz ama topu sektirirken elleriniz boş oluyor. Ben solağım mesela, sol elimde hem raket var hem de o elle tekerleği döndürüyorum. Sahiden çok zor.

Solaksınız, Instagram hesabınızda gezinirken Rafael Nadal'ı andıran bir saç bandı taktığınızı, onun boğa logosunu taşıyan şapkalarınızı ve hatta aynı raketi kullandığınızı gördüm… Kahramanınızın Nadal olduğunu söyleyebilir miyiz?

Şüphesiz ki Nadal'ı idol olarak görüyorum. Oyun olarak agresif yapısı beni tanımlıyor diyebilirim. Zira benzer şekilde tenis oynuyorum. Keşke onun gibi yetenekli olabilsem… Gerçi çalışarak daha iyi olacağıma inanıyorum. Tenise başladım ve üç senede dünya 12 numarasına kadar çıktım. Nadal gibi solak olmak bir avantaj. Rakipleriniz maçların, antrenmanların çoğunda sağ elli oyunculara alıştıkları için sol elli biriyle karşılaştıklarında bocalayabiliyorlar. Bundan faydalanıyorum. Kısaca Nadal gibi giyiniyor, onun gibi bandana bağlıyor, onun gibi oynamaya çalışıyorum…

"Nadal gibi giyiniyor, onun gibi bandana bağlıyor, onun gibi oynamaya çalışıyorum…"

"Nadal gibi giyiniyor, onun gibi bandana bağlıyor, onun gibi oynamaya çalışıyorum…"

Son Avustralya Açık finalinde Daniil Medvedev'e karşı yaptığı geri dönüşü izleyebildiniz mi?

İzlemez olur muyum… İlk iki set, üzerinde büyük bir baskı vardı. Hatta ben de bir ara "Niye böyle oynuyor?" diye düşündüm. Nasıl geri döndüğüne hâlâ inanamıyorum. 35 yaşında, uzun bir sakatlıktan çıkmışken böyle geriden gelmek… Bu performans ve güce yönelik inanılmaz bir şey. Âdeta imkânsızı başardı.

İdollerden bahsetmişken aklıma bir isim daha geliyor. Kısa süre önce emekli olan Dylan Alcott'ın tekerlekli sandalye tenisinde başardıkları, bilhassa da 2021'de yaptığı 'Golden Slam' özel bir hikâyeydi…

Dylan da benim gibi Quad kategorisinde yarışıyordu. Evet, marka oldu çünkü hem oldukça fazla şey başardı hem de Golden Slam'i tamamladı. Yani tüm slam'leri aynı yıl kazanıp üstüne bir de paralimpik oyunlarda altın madalya aldı. Tekerlekli sandalye tenisi için Roger Federer veya Rafael Nadal seviyesinde bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Mesela Nike tıpkı onlar gibi Dylan'a da özel bir ayakkabı üretti ki bence bu bile büyüklüğünü açıklıyor. Onunla aynı korta çıkmayı çok isterdim ama olmadı, tanışma şansı da bulamadım ne yazık ki. Sıralamada geride olduğum dönemde aynı turnuvaları oynamıyorduk, ben ilerledim, bu kez o kariyerini sonlandırdı. Şans işte…

Üstelik o da sizin gibi bir dönem basketbol oynamış…

O benim aksime basketboldan önce tenise başlıyor. Sonra bir dönem tenisi bırakıp basket oynuyor ama kortlara dönüşü muhteşem oluyor. Çünkü basketbol, sandalye fundamental'i konusunda sporcuya büyük şeyler katan bir branş. Dylan'ı bu anlamda da takip ettim.

"Hayattaki amacımın Grand Slam'ler, tenis turnuvaları ya da altın madalyalar kazanmak olduğu düşünülebilir. Ancak benim asıl amacım algıları değiştirmek ve engelli insanların ne isterlerse yapabileceklerini göstermek" gibi bir sözü var. Sizin spor yaparken birilerine ilham vermek gibi bir düşünceniz oluyor mu?

Dylan bizlere ilham verdi, sanırım bizler de o ilhamı veriyoruz çünkü çok zor bir iş yapıyoruz. Son dönemdeki yükselişimin ardından sosyal medyadan ekleyen arkadaşlar oldu. Ben de elimden geldiğince onları teşvik etmeye çalışıyorum. Tabii zorluğunu görünce uzak duranlar da oluyor. Tek başınıza o koca sahada oynamak kolay değil. Bazı arkadaşlarımız biraz tembellik yapıp, "Daha rahat bir branş seçeyim, çok yorucu, ellerim patlıyor" diyor. Örneğin çemberi çevirdiğinizde aniden durmak, sürtünmeden dolayı elinizde nasır oluşturan bir hareket. Sırf bu yaralar dahi bazılarının gözünü korkutuyor. Dylan Alcott gibi sporcuların azmi ve adanmışlık seviyeleri çok yüksek.

Spora devam etmek, her gün antrenmanlarda ve maçlarda acı çekmek için motivasyonunuz nedir?

Tekerlekli sandalye tenisi, normal tenis gibi değil. Hızlı gitmek zorundasınız, sandalye sizin ayaklarınız ama az önce de anlattığım gibi bunu yapmak epey çaba istiyor. Beni mücadeleye iten şey, spora duyduğum sevgi. Altı senemi basketbola verdim ama keşke ilk olarak tenisle tanışsaydım diyorum hep. Mücadelenizi, stratejinizi kendiniz belirliyorsunuz. Rakibi okumak, hemen hepsine göre farklı tenis oynamak epey keyifli. Tam bana göre bir spor olduğunu bildiğim için pes etmedim. Yoksa ben de "Çok zor" deyip uzaklaşabilirdim. 37 yaşında tenise başladım ve "Kendimi bu yaştan sonra niye bu kadar paralayayım, parçalayayım?" diye düşündüğüm olmadı.

Ayrıca bu kadar kısa bir sürede önemli başarılara ulaşacağımı bilmiyordum. Mesela üst üste dört ITF kupası alan olmamış hiçbir zaman. Bu ilki başardım. Bir sonraki hedefim ise yine yapılmamışı yapıp Grand Slam oynamak. Bizim kategoride ilk sekiz oyuncu slam turnuvalarına gidiyor; ilk 16, paralimpik oyunlara katılıyor. Bir sakatlık ve aksilik yaşamadığım sürece amacım sekiz oyuncu arasına girip slam'leri garantilemek. Tabii bu sporda ilk sekize girmek için her gün minimum beş saat antrenman yapmanız lazım. Mesela son yendiğim İngiliz oyuncu Antony Cotterill, dünya 5 numarasına kadar çıkmış bir isim. Benden iki yaş büyük ve neredeyse yirmi yıldır tenis oynuyor. Bu nedenle üç senede geldiğim nokta oldukça sevindirici.

"Dylan bizlere ilham verdi, sanırım bizler de o ilhamı veriyoruz çünkü çok zor bir iş yapıyoruz."

"Dylan bizlere ilham verdi, sanırım bizler de o ilhamı veriyoruz çünkü çok zor bir iş yapıyoruz."

Siz de pek kırk yaşında gibi görünmüyorsunuz açıkçası…

Zaten kendime bir yaş limiti koymadım. Performansım nereye kadar el verirse oraya kadar oynarım. Söylediğin gibi çoğu insan kırk yaşında demez bana. Performans seviyem de öyle açıkçası. Geçenlerde üç saat yirmi dakikalık bir maç yaptım. Yorulurum sanıyordum ama yorulmadım, bir saat sonra da çiftler maçına çıktım. Patlamadım, sakatlanmadım çok şükür. Dayanıklılığım iyiymiş demek ki.

Tekerlekli sandalye tenisinin ülkedeki mevcut gidişatını nasıl görüyorsunuz?

Büşra Ün son dönemde ismini epey duyurdu ama ondan önce erkekler kategorisinde paralimpik oyunlara giden Kemal Okur vardı. 2008 Beijing'de yarışma fırsatı bulmuş ve bir ilke imza atmıştı. Şimdilerde de milli takım bir ya da iki kişiden ibaret değil. Hem benim kategorimde hem de başka kategorilerde iyi oyuncular, alttan gelen yetenekler var. Sonuçta tekerlekli sandalye tenisi pek tanıtılan bir branş değildi. Geç başladığımız için tırmanış da geç oldu. "Ben tenis oynuyorum" diyorum, "Masa tenisi mi?" diyorlar öncelikle. Herhalde akıllarında "Engelli biri kortta nasıl oynar ki!" düşüncesi oluyor. "Sahayı yarıya mı böldünüz?" diye soranlar oluyor.

Dünya Engelliler Günü'nde İstanbul'da bir etkinlik yaptık. İpek Öz, Cem İlkel, Marsel İlhan gibi tenisçiler katıldı ve onlarla karışık çiftler maçı oynadık. Sandalyeyi deneme, ne kadar zor olduğunu görme şansları oldu. Topa vuruyorsunuz ama sonrakine pozisyon almak için yana doğru adım atamıyorsunuz. Merkeze dönüp tekrar vurmaya hazırlanmak için çemberi çevirmeniz gerek. Kurallar gereği bizde top yere iki kere sekebiliyor evet ama artık o kadar küçük marjlarla oynuyoruz ki ikinci sekmeye, yani rakibin toparlanması için gereken süreye izin vermememiz daha iyi. İlk sekmede vurursak puan içinde inisiyatifi almış oluyoruz ki buna da artık alıştık.

Top yere sekmeden vole vurma ve rakibe zaman tanımama stratejisine benziyor açıkçası…

Aynen öyle. Rakibe kortu boşalttığımız her anda ekseriyetle bitirici vuruşa gitmeye çalışırız çünkü geri dönmek büyük iş. Koşayım, ayağımla kayayım, pozisyon alayım, terse gideyim gibi şeyler yok bizde. Vurduktan sonra merkeze dönmeniz gerekirse bunu yine kollarınızla yapıyorsunuz. Reaksiyon süresi ayaktakinin iki katı civarı. Çembere vurdunuz bir metre, tekrar vurdunuz iki metre… Bunu olabildiğince hızlı yapmalısınız.

Peki favori vuruşunuz hangisi?

Paralele direkt mermi gibi giden ve yerden pek kalkmayan slice vuruşlar yapıyorum. Rakibe ne kadar alçak top atarsanız o kadar avantajlı olursunuz. Zaten bizde topun paralele alçak gitmesi, üzerine en fazla çalışılan şeylerden biridir. Ben de bu konuda çok emek verdim ve etkili bir slice vuruşu geliştirdim.

Farklı bir oyun, farklı stratejiler ve farklı mücadeleler… Dışardan bakanlar için sporun engelli bireyin hayatındaki yerinden bahsedebilir misiniz?

Şu an akademideyiz ve bizi oynarken, antrenman yaparken izleyen çoğu insana göre yaptığımız şey zoru başarmak. Sokakta gördüğü engelliye merhametle bakacak insan; kortta olduğunu, mücadele ettiğini, şampiyonluk yaşadığını görünce bakış açısını değiştiriyor. İki tavır arasında çok büyük fark var. Günlük hayatta başardıkların ve spor yaparken başardıkların arasında bambaşka bir algı oluyor. Sporun engelli birey için sosyalleşme ve kendisine katacağı özgüven açısından rolü büyük. Bu sayede "Ben de başarıyorum!" diyebiliyoruz.

Socrates Dergi