
Anlatılacak Çok Şey Var
15 dk
Gelecek planları, eleme maçları, oyuncu tercihleri, turnuvalar… Milli takım antrenörü olmak şüphesiz hiçbir ülkede kolay değil. Ama Türkiye'de biraz daha yıpratıcı. Zor görevde, dümende artık Stefan Kuntz var…
Stefan Kuntz hayatında çok şey yaşadı. İşsiz kaldı, unutuldu, başarılı oldu. Tüm deneyimlerini futbolcularına aktarmak istiyor. Türkiye Milli Takımı Teknik Direktörü ile Türk futbolunun mevcut durumunu, Avrupa'ya erken giden yetenekli oyuncuları ve Ferdi Kadıoğlu ile yenilen köfteyi konuştuk.
Çektiği kurayla Türkiye'ye Portekiz-İtalya yolunu açan Lothar Matthaeus'a şükranlarınızı sundunuz mu?
Ah onu bir yakalasam... (Gülüyor.) Almanların kura şansına sahip olduğu söylenir, yurtdışına çıkıldığı zaman bunun kaybolduğunu fark ettim.
Kurayı görünce ilk düşünceniz ne oldu?
Ninemin, çok önemli özdeyişleri vardı. Birçoğu da kılavuzum oldu. Onlardan biri şuydu: "Değiştiremeyeceğin şeyler için kendini üzme!"
Türk futbol tarihine baktığımızda, büyük takımlara karşı enteresan skorlar alabilen bir takımız. Kuraya daha olumlu bakmak adına bu bir sebep olabilir mi?
Geçmişte yaşayan bir insan değilim, geçmişin istatistiklerine de bakmayı tercih etmiyorum. Bugünü ve tabii ki yarını yaşıyorum. Elimizde bazı gerçekler var; Portekiz ve İtalya, FIFA klasmanında sekizinci ve altıncı sırada. Biz ise 39'uncu sıradayız. Bu klasman, oyuncuların yakışıklılıklarını baz alarak oluşmadı, performanslarına göre oluştu. Diyebileceğim şey şu: Onları son derece rahatsız edeceğiz.
Türk futbolunun fotoğrafını çekmek için yeterli vaktiniz oldu. O fotoğrafa bugün baktığınızda neler görüyorsunuz?
İzlenimlerim ilk etapta oyuncular üzerine oldu ve bazı şeyleri görmek için aslında benim gözlerime ihtiyacınız yok çünkü veriler ortada. Türkiye'deki futbol daha yavaş oynanıyor, daha az yoğun koşular yapılıyor, daha az depar atılıyor. Bunlar bizim gerçeklerimiz. Bir gerçek de şu ki; maçlar kaybedilince mağlubiyetin sebebini sorduğunuzda, gerçekler çok az dillendiriliyor. Futbola dair durumlar değil de dış faktörler sebep olarak sunuluyor. Oysa ben sorumluluğun alınmasından ve esas sebeplerin aranmasından yanayım. Bazen futbolcuların saha içi davranışlarından da memnun kalmıyorum. Bu davranışların Avrupa'da oynandığı zaman değiştiğini görüyorum. Halbuki ikisinin arasında bir fark olmaması gerekiyor.
Gerçekçi olalım; bu fotoğrafın nasıl göründüğünden, işin içinde olan herkes sorumlu, herkes! En iyi liglerin arasında olmamamız bizi düşündürmeli ve neleri daha iyi yapabileceğimizi düşünmeye sevk etmeli ama bu sadece hep birlikte yaparsak başarılı olur
Bu gözlemlerinizi oyuncularınızla paylaştınız mı?
Evet. Milli takımda çok net prensiplerimiz ve kurallarımız var. Futbolla alakalı olmayan bir şeyi sebep olarak sunarsanız, bu sadece enerjinizi emiyor ve gerçekleri örtüyor. Ben gerçekleri söylemekten yanayım ve burada oyuncuların da sorumluluğu var. Bir örnek vereyim:
İlk rakibimiz olan Norveç'in koşu mesafeleri gelmişti. Onlar bir çıta oluşturdu. Liverpool, Manchester City gibi büyük takımların verileri gelmişti ve onlar da çıta oluşturdu. Bu veriler sayesinde oyuncularımız, maçlarda uluslararası seviyeye çıkmak adına hangi çıtaya ulaşmak zorunda olduklarını görüyorlar. Bunun için Stefan Kuntz'a da gerek yok. İç motivasyonu sağladığınızda, kendiliğinizden oraya ulaşmaya çalışıyorsunuz zaten. Fiziksel performans antrenörümüz Axel Busenkell, meslektaşları ile çok iyi ilişkileri olan biri. Az oynayan oyunculara yardım etmek için onlarla temas kuruyor ve bazen geri dönüş olarak, "Ama çok zor, bunu istemiyoruz" diyenler oluyor. Çok iyi bir antrenöre ya da çok iyi bir teknik kadroya sahip olmak yetmiyor, herkesin milli takıma kendi payına düşenden ne kadar vermek istediği de önemli.
Oyuncularınız buna karşı davranışları nasıl?
Buraya geleli çok olmadı. Sanıyorum ki, teknik direktörlük tarzım da birçok futbolcu için alışılmışın dışında ve birbirimize alışmamız gerekiyor.
"Alışılmışın dışında" dediniz, biraz açabilir misiniz bunu?
İletişim şeklim. Çok açıksözlüyüm, açık davranıyorum ama aynı zamanda çok da şeffafım. Bir oyuncu, "Neden oynamıyorum?" diye sorduğunda, verilerin üzerine kurulmuş videolu bir cevap alıyor. Benim de bir şey dememe gerek kalmıyor çünkü ne yapması gerektiğini biliyor artık.
Türkiye'deki en büyük eksik nedir?
Yapılanma. Bir U19 maçının görüntülerini izlediğimde irkilmiştim. Büyük bir kulübün U19 takımından bahsediyorum üstelik. O maçın yapıldığı alan kesinlikle bir futbol sahası değildi. Mesela diğer ülkelerde, U19 liglerinin adı U19 Bundesliga ya da U19 Premier Lig. Onlara bir anlam yüklüyorlar ve onlara gelişimleri için tüm imkânları sunuyorlar.
Birçok bilim insanının ve psikoloğun da ortak fikridir; 10-14 yaş aralığı, en yoğun öğrendiğiniz dönem. Şimdi soruyorum size; 10 -14 yaş aralığındaki Türk futbolcuları kim eğitiyor? Normal şartlarda oralarda en iyi antrenörleri kullanmamız gerekiyor. Daha fazla donanıma sahip olması gereken U14 antrenörü niçin U19 antrenöründen daha az kazanıyor? Daha da önemlisi Türkiye'ye ait sistemi bulmak gerekir. Başkasının yaptığını kopyalayıp buraya yapıştıramazsınız.
Hamit Altıntop bu doğrultuda bazı çalışmalar başlattı. Bernhard Peters teknik direktörlük eğitimi konusunda danışmanlık yapıyor. Yine Levent Sürme gibi değerli bir ismi seminerlerde görüyoruz. Antrenör eğitimi her şeyin temeli mi bu noktada?
Doğru yere temas ettiniz. Şunun da altını çizeyim; bu söylediklerimiz mevcut Türk teknik direktörlerin kötü olduğu anlamına gelmiyor. Bu saçmalık olur zaten. Ama demin konuştuğumuz gibi; sadece A takıma teknik direktör gerekmiyor, futbolcuların kişisel eğitimi için tüm yaş gruplarında en iyilerine ihtiyacımız var. Üstün yetenekleri sadece onlar ortaya çıkarabilir.
Eski hokey milli takımı teknik direktörü Peters, 2004'te Jürgen Klinsmann tarafından Almanya Futbol Federasyonu'nda göreve getirilmek istendiğinde, "Hokeyci adam" olarak lanse edilmişti. Hatta alay konusu olmuştu. Türkiye'ye baktığımızda burada da benzer başlıklar atıldı. Futbol dış dünyaya neden bu kadar kapalı?
Bu Türkiye'ye özel bir durum değil, Almanya'da da durum aynı. Futbola birçok açıdan eleştirel bakıyorum aslında. Toplumda gördüğü fazla değerden olacak ki, futbolun içindeki insanlar bazen çok kibirli bir davranış biçimi sergiliyor. Birçoğu, ancak diğer spor dallarının futboldan bir şey öğreneceğini zannediyor.

Yusuf Yazıcı ile Stefan Kuntz
Sizin başka spor dallarından öğrenimleriniz oldu mu?
Fazlasıyla, fazlasıyla! En son kış olimpiyatını izledim. Biatlonda bir sporcunun yalnız hareket etmesiyle takım içinde hareket etmesi arasındaki farkı merak etmiştim. Bireysel sporlarla takım sporlarının arasındaki farkı öğreniyorsunuz. Tokyo'da bulunmam da bir nimetti benim için. Futbolun dışında birçok antrenör ve sporcuyla sohbet etme şansını yakalamam harika bir şeydi ve kendime de kattığım öğrenimler oldu.
Bir örnek verebilir misiniz?
Mesela milli takım bünyesinde, bir spor psikoloğu istiyorum. Birçok ülkede ve birçok spor dalında daha 14 yaşında spor psikologlarıyla çalışmaya başlıyorlar. Burada futbolun kibri yine ortaya çıkıyor aslında, çünkü bu alemde bir psikologla çalışmak, deli olduğunuz anlamına geliyor birçokları için. Hayır, çok temel konular üzerine çalışmalar yapıyorsunuz. Nasıl daha iyi uyuyabilirim? Baskıyı nasıl kaldırabilirim? Evde sorunlar varken ne yapmalıyım? Burada TFF ve Hamit Altıntop bir çalışma başlattı ve basketbol gibi diğer spor dallarında bu tip çalışmaların olup olmadığı araştırıldı. TFF'de "Diğer spor dallarından bir şey öğrenemeyiz" bakış açısı kesinlikle yok. Tam aksine; şu an diğer spor dallarına iletişim yolları açılıyor.
Türk mutfağında favoriniz?
Tek bir şey söylemek çok zor. Bir keresinde katmer yedim, mükemmel bir tatlı! Bunun dışında balık kalitesi inanılmaz Türkiye'de. Salatalar ve sebzeler de olağanüstü. Artık yemek esnasında iki kadeh rakı da içebiliyorum. Yemek kültürü açısından dünyanın en iyisi Türk mutfağı, bunu daha önce de söyledim.
Raphael Honigstein, Almanya'nın futboldaki radikal değişimi üzerine Das Reboot adlı harika bir kitap kaleme almıştı. Bizim bu sabırsızlıkla böyle bir kitabı kaleme alma şansımız olur mu?
Türkiye'de her şey kötü değil, güzel gelişmeler de var. Fark ettiğim bir şey var; yeni bir jenerasyon daha karar verici pozisyonlara geldiği zaman, bu tip gelişimler daha kolay oluyor. Hamit'e şunu söylemiştim: "Normal şartlarda Türkiye'nin en iyi kulübü Türkiye Futbol Federasyonu olmalı. Başkandan bütün çalışanlarına kadar herkes örnek olmalı." Aslında çok önemli de bir avantajımız var.
Nedir o avantaj?
Duygularımız. Herkes tüm duygularıyla, tüm inancıyla burada ve daha da fazlasını vermeye hazır. Günümüzde diğer milli takımlara baktığınızda bizdeki bu özverinin normal bir seviyede olmadığını görüyoruz. Bu, en büyük hazinemiz. Ne kadar çok insan Türk futbolunun gelişmesi için çaba gösterirse, gelişimimiz de o kadar başarılı olur.
Hamit Altıntop sadece A Milli Takım'dan sorumlu olacağınızı net bir şekilde ifade etmişti. Oysa kamuoyunun bir kısmında beklenti daha önce Türkiye'ye gelen Alman teknik adamlar gibi daha geniş kapsamlı bir devrim yapmanız. Görev tanımı ile beklentiler arasındaki fark görevinizin en zor kısmı mı?
İlk geldiğimde bu ayrımı yapmak önemliydi çünkü önemli maçlarımız vardı. Ama zaman geçtikçe -fark ettiğiniz üzere- Türkiye'de çok zaman geçirmeye başladım. Yapılanma, antrenör eğitimi, futbolun gelişimi üzerine konuşmalar ve çalışmalar yapıyoruz. İlk geldiğimde, "Stefan Kuntz gelecek ve burada devrim yapacak" izlenimini vermek istemedik ve bu yüzden maçlara konsantre olduk. Hamit'le çok iyi bir diyalog içerisindeyiz ve ben de birikimlerimi paylaşmaktan dolayı çok mutluyum.
Son yıllarda dikkat çeken gelişmelerden biri, altyapılardan daha çok oyuncunun yurtdışına gitmesi oldu. Son olarak Burak İnce, Arminia Bielefeld'e gitti, Ömer Faruk Beyaz, Stuttgart'ın yolunu tuttu. Daha önce Çağlar Söyüncü Freiburg'da harika bir gelişim gösterdi. Bu, oyuncuların kişisel gelişimleri açısından olumlu gibi gözükse de ligdeki yerli oyuncu kalitesini düşürüyor gibi. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Daha önce de söylemiştim: Bir futbolcunun 17 ile 21 yaş arasındaki geliri Euro, TL olmamalı; oynama süresi olmalı. En önemlisi bu. 17 yaşındaki harika bir yeteneğin yurtdışına gidip oynamaması çok büyük bir saçmalık. Örneklerinizden yola çıkalım… Almanlar diyor ki, "Bu çok harika bir yetenek ama önce bir antrenman yapması lazım." Ama bir oyuncunun yirmi yaşında yüz tane lig maçı yaptığını düşünün. O zaman onu alan takım da bu oyuncunun bir şeyleri başardığını biliyor olacak. Sanırım birçok oyuncunun korkusu, "Burada kalırsam unutulurum" yönünde.

Jürgen Klinsmann ve Bernhard Peters
Ne yapılması gerekiyor?
Ligin kalitesini yükseltmemiz gerekiyor. Ben bir milli takım teknik direktörü olarak, "Ne güzel, gitsinler büyük takımlarda yetişsinler" diyebilirim ama beni endişelendiren bir şey var. Hem oyuncular hem menajerleri çok erken para kazanmanın derdine düşüyorlar. Düşünce de şu: "Hadi, hemen yapalım su işi, şimdi ne elde etsek bizim için kâr." Ama bu saçmalık, çünkü bu çocukların birçoğu buna hazır değil. Burada yine yapılanma konusuna geliyorum. Almanya'da altyapı merkezlerinde futbolculuk eğitimi dışında okul eğitimi de devam ediyor ve okulu bitirmek zorundalar. Okulu bitirmek ne anlama geliyor? En az bir yabancı dil öğreniyorlar ve belki de başka kültürlerle ilgili fikir sahibi oluyorlar. Bizim genç Türk oyuncularımız genelde yurtdışına çıktıklarında hem dil hem diğer kültürleri tanıma açısından çok hazırlıklı gitmiyorlar.
Başakşehir'de Cengiz Ünder'le çalışan Abdullah Avcı da bir röportajımızda, "Cengiz'e sosyal yaşamın içinde olmasını, en basitinden bir İtalyan restoranına gidip o yemeğin nasıl yendiğini bilmesi, o kültüre de sahip olması gerektiğini söyledim" demişti. Hatta edebiyattan, müzikten, modern sanattan, mimariden anlaması gerektiğini söylemişti. Genel açıdan baktığımızda, bu sanki bir futbol sorunu değilmiş gibi duruyor?
Bir istatistik tutsanız, giden genç oyuncuların kaçının başarılı olduğuna baksanız, bu rakam çok da yüksek çıkmayacaktır. Cengiz dediniz, Çağlar dediniz… Tamam, çok başarılı oldular ama onların yetiştiği takımlara da bakmak lazım. Altınordu oyuncu gelişimi konusunda çok iyi bir felsefeye sahip. Bielefeld'e giden Burak (İnce) da oradan gitti mesela. Türkiye'nin genelinde çok üst düzey bir altyapı eğitimi olsa, bu adımı atmak çok mantıklı. Ama değilse, maalesef çoğu zaman yaralı şövalye gibi geri dönüyorlar.
Bazıları hazır değildi, olgunlaşmamıştı, Türkiye'de kalıp elli maç daha yapmaları gerekiyordu. Dediğim gibi bir milli takım teknik direktörü olarak, "Yurtdışına gidip iyi eğitim alsınlar" diyemem. Orada gelişimleri duruyorsa, yetenekleri köreliyorsa, bunun Türk futboluna bir faydası yok ki!
Yine de Süper Lig'e baktığınızda, birçok teknik adam üç kaliteli yerli oyuncu bulmakta bile zorluk çekiyor. Burada yabancı kuralına geliyoruz. Yabancı kuralı çözüm mü, çözüme giden yol mu?
Çözümün bir parçası. Birçok konuya değindik şimdiye kadar; kulüplerde yapılanmanın doğru olması, alt yaş kategorilerinde antrenörlerin iyi eğitimli olması, bu sayede de Türk oyuncuların daha güçlü olmasını sağlamamız gerekiyor. Böyle olduğunda yabancı oyuncularla eşit bir rekabete girebilirler. Ayrıca unutmayalım; yurtdışından çok kaliteli oyuncular geldiği zaman, onlardan da öğrenecekleri var. Her antrenmandan 45 dakika önce tesise gelip çalışmaya başlayan, antrenman sonrası da çalışmaya devam eden oyuncular var. Bunların Türk futboluna olumlu etkisi oluyor. Şunu da ekleyeyim; Almanya'da da kurallar var. Hem Almanya'da yetişen oyuncuların hem de o kulüpte yetişen oyuncuların kadroda olması gerekiyor. Orada da her şey serbest değil.
Yetiştiğiniz futbol iklimi kulüplere yerli oyuncuları oynatmayı değil de - kulüp lisanslama talimatlarında altyapıya verilen önem gereği- yetiştirmeyi mecbur kılıyor. Bu daha doğru bir yol değil mi?
"Tavuk mu yumurtadan çıktı, yumurta mı tavuktan?" sorusu aslında bu. Doğru çıkarımı yaptınız. Konu yetiştirmek ve Türkiye özelinde oyuncuları daha iyi yetiştirmeye mecburuz. Bunun için hangisi doğru yol, onu göreceğiz.

Çağlar Söyüncü ve Cengiz Ünder
Futbol takımları büyük oyuncuların yerini doldurmakta zorlanır bazen. Örneğin Kaiserslautern 1995'te Türkiye'ye giden Stefan Kuntz'un yerini dolduramadı ve küme düştü. Peki Türkiye yeni Burak Yılmaz'ını nasıl bulacak?
Burak, son yıllarda oynadığı mevkide kendine çok önemli bir yer edindi. Onunla çalışmaktan dolayı çok mutluyum. Tabii ki geleceği de düşünmek zorundayız. Eğer şu an genç bir Burak Yılmaz yoksa yeni bir Burak Yılmaz'ı aramanın da mantığı yok. O mevkilerde oynayan oyuncuları güçlendirmeliyiz. Belki de oyunumuzu biraz değiştirmemiz gerekecek. Taktik olarak değişim göstermeliyiz ki bu oyuncular kendi özelliklerini ortaya koyabilsinler ve Burak kadar başarılı olsunlar. Burak'ın yeri sadece saha içinde değil, saha dışında da doldurulmalı. Birçok oyuncuyu ziyaret ediyorum, birçok görüşmeler yapıyorum. "Değişen hiyerarşi nasıl şekillenecek, kim daha fazla sorumluluk alacak?" gibi sorular da cevabını bulmalı.
Futbolcularınıza karşı çok sıcak bir yaklaşımınızın olduğu biliniyor. Bu sıcaklığın Türkiye gibi futbolcuların biraz daha hassas olduğu bir ortamda işinize yaradığını düşünüyor musunuz?
Aslında bu cevabın bir kısmını Hamit Altıntop vermeli. Beni göreve getirme sebeplerinden biri de bu muydu? Aslında konu, futbolcularınızla konuşurken, "Sence nasıl oynamalıyız?" demek değil. Özellikle yeni jenerasyon futbolcular; teknik adamların maçlarda onlardan ne istediğini anlatabilmesini, anlatırken de onların dilinden konuşabilmesini bekliyor. İşin sonunda da ikna olup bu yolun başarılı olmak için doğru yol olduğunu görmek istiyorlar. Gerçi bu sadece yeni jenerasyon için geçerli değil. Mesela Burak da iletişime çok önem veren bir futbolcumuz.
Siz futbolcuyken nasıldınız?
Ben de oyuncuyken bana böyle davranılmasını istiyordum aslında. Kırk yıldır futbolun içindeyim. Genç bir oyuncu oldum, amatör bir futbolcu oldum, çok yetenekli olmayan bir futbolcu oldum, bütün bunlara rağmen büyük başarılar elde eden bir futbolcu oldum. İşsiz kalmıştım, unutulmuştum, sonra ayağa kalktım ve mücadele ettim. Baktığınızda anlatacak çok şeyim var çünkü her şeyi yaşadım. Sizde nasıldı bilmiyorum ama eskiden ninemin yanında oturup onun hikâyelerini dikkatle dinliyordum. Ben neden bugün tecrübelerimi aktarmayayım ki? Bu yüzden hoca oldum ve bu yüzden bu göreve getirildim.
Jürgen Klopp: Almanya'nın en iyi dışişleri temsilcisi.
Pep Guardiola: Keşke onun için oynayabilseydim.
Kalli Feldkamp: Sadece iyi zamanlarda değil, zor zamanlarda da bana ilham kaynağı olmuştu.
Christoph Daum: Bana, Türkiye'ye gelme fırsatını veren kişi. Bir ülkeye duyduğum büyük bir aşkın başlangıcı oldu.
Nazar Boncuğu: Çok bilinen bir şey değildi Almanya'da, artık sanki turistik bir unsur haline geldi. O dönem Alman futbolcularına sorun, hepsi hatırlar.
İşsiz kaldığınızda evinizdeki bahçede ördüğünüz duvar hikâyesini anlattınız mı futbolcularınıza?
Hayır, henüz sırası gelmedi. (Gülüyor.) Bir daha geldiğinizde, oraya nasıl bir çocuk parkı yaptığımı göstereceğim.
Lukas Nmecha'yı, Almanya Milli Takımı'nda oynaması için babasının yaptığı çırpılmış yumurta eşliğinde ikna etmiştiniz. Türkiye'de böyle bir yemek yendi mi?
Evet, Ferdi Kadıoğlu ile köfte yedik.
Gerçekten mi? Neler konuşuldu?
Öyle bir konuşma oldu ki, sonunda Türkiye için ter dökmeye karar verdi.
Bu, sanırım köftenin lezzetinden çok sizin maharetiniz.
Lukas Nmecha'yı ikna eden de yumurta değildi zaten. (Gülüyor.)