Babam İçin

15 dk

Robert Lewandowski, aydınlığa giden yolda doğru insanlarla karşılaştı ve ülkesinin üzgün çocuklarını mutlu etmeyi başardı. Ama dünyanın en iyi oyuncularından biri olma yolundaki hikayesinde acı ve gözyaşı vardı.

Değerli Socrates okuyucularını Bayern Münih'in tesislerinde kat kat gezdirmiştik daha önce. En azından bu sayfalarda... Hangi yöneticinin odasının hangi katta olduğunu, hangi ismin hangi kapıda asılı durduğunu tarif etmiştik. 'Bayern Turu' yaptığımız 65. sayıdan bu yana o katlarda ufak hareketlenmeler oldu. Karl-Heinz Rummenigge, Saebener Caddesi'ndeki antrenman sahasına bakan köşe ofisini beklenenden erken boşaltıp Oliver Kahn'a bıraktı. Rummenigge'den yönetim kurulu başkanlığı koltuğunu devralan Kahn, kendi mobilyalarını beraberinde getirdi ama odada kalmayı başaran bir envanter oldu: Rummenigge'nin kahve makinesi. İtalya günlerinden kalan bir miras olarak iyi bir kahveye çok kıymet veren Rummenigge, önemli bir yatırım yaptığı makinesinden zor da olsa ayrıldı. O makinenin kahvesi önemli transferlerin bitmesine şahit ve hatta belki de yardımcı oldu. Önemli kararların ağızda kalan tadı oldu, özel sohbetlerin refakatçisi. Robert Lewandowski de o kahvenin müritlerinden biriydi.

Rummenigge, Lewandowski ile bir müddet sonra gelenek haline gelen kahve buluşmalarını şöyle özetliyordu: "Robert beni 'Karl, müsait misin?' diye arayıp, ofisime geliyor. Dört-beş kahve, daha doğrusu espresso içip uzun uzun sohbet ediyoruz." Rummenigge, o sohbetlerin sadece futbolla sınırlı olmadığını da söylüyordu. Hayata, gündeme, geleceğe dair fikir alışverişleri yapılıyordu. Bazen saatlerce oturuyorlardı, ta ki evden emir kipindeki "Yemek hazır!" bilgisi gelene kadar. Geleneksel aile yaşantısına fazlasıyla inanan ikili, sohbeti o gün için kesip evlerinin yolunu tutuyordu.

Lewandowski'yi tanıyanlar için uzun sohbet içeren bu ziyaretler çok yabancı gelmiyor hatta başlarda "Rummenigge, Lewandowski'nin yeni Jürgen Klopp'u oldu" diyorlardı. Almanya serüvenindeki ilk durağı Borussia Dortmund'da teknik direktörlüğünü yapan Klopp ile de benzer bir ilişki kuran Lewandowski, bugünlerde Liverpool'da pedagogluk yapan Alman çalıştırıcı ile bu güven ortamını oluşturmuştu. Başlardaki dil bariyerine rağmen bu ikili sıkça bir araya geliyor ve sohbet ediyordu. Kimi zaman futbol kimi zaman hayat. Kimi zaman sıcak kimi zaman sert. Tipik bir baba-oğul ilişkisinde olduğu gibi. Ve bu buluşmaların altında yatan sır da bu.

Polonyalı santrfor aralıyor perdeyi: "Almanya'ya geldiğimde tek kelime Almanca bilmiyordum. Hava sürekli yağmurlu ve şehir griydi. Jürgen'in antrenmanları çok sert geçiyordu. Benden bir şey istiyordu ama ben ne istediğini tam olarak anlamıyordum. Sonra beni karşısına aldı ve konuşmaya başladı. Hâlâ her şeyi tam olarak anlamıyordum ama vücut diliyle daha iyi anlaşmaya başladık." Bu görüşmeler zaman ilerledikçe çoğaldı ve nihayet Lewandowski Almanca öğrenmeye başlayınca sohbetler derinleşti: "Mental bir bağ kurduk ve bu bana iyi geldi. Sanırım babamla alakalı bir şeydi bu."

Lewandowski, babası Krzysztof'u kaybettiğinde henüz 16 yaşındaydı. Amansız bir hastalığa yenik düşen baba, oğlu Robert için çok önemli bir figürdü. Eski bir judo şampiyonu olan Krzysztof, daha sonra yerel takımlarda futbol da oynamıştı. Haliyle oğlunu da futbol merakı sarmıştı. Aynı zamanda bir beden öğretmeni olan Krzysztof, Robert'e sadece judo dersleri veriyor, mütemadiyen judo antrenmanı yapıyorlardı. Babası, oğlunun cılız itirazlarına aldırış etmiyordu. Robert, fazla somurtmadan babasının öngördüğü çalışmaları yapıyordu. Ta ki Krzysztof'un Robert'e, "Artık futbola hazırsın!" dediği güne kadar. Krzysztof'un judo antrenmanları, Robert'e müthiş bir vücut esnekliği, vücut kontrolü ve güç katmıştı. Bu unsurların oğlunun futboldaki hedefleri için önemli olduğunu düşünüyordu ve haklı da çıktı. Bugün Lewandowski, "uzanamaz" denilen toplara uzanıyor ve posterlik goller atıyorsa, Bundesliga Logosu'nu taklit edercesine vuruşlar yapabiliyorsa bunda babasının etkisi bir hayli büyük.

Ancak bir zamanlar başarılı bir profesyonel sporcu olan Krzysztof'un, birçok başarılı sporcu hikâyesinden bildiğimiz katı ve vicdansız baba rolünü doldurduğunu söylemek yanlış olur. Tam aksine; yoğun antrenman temposuna rağmen oğluna aile şefkatini her zaman aşıladı ve bu yüzden de Robert'in babasını erken yaşta kaybetmesi ona çok ağır gelmişti. "Ona çok ihtiyacım olduğu anlar oldu, bazen sadece on dakikalığına bile olsa konuşmak istedim onunla, on dakika yeterliydi ama o yoktu, konuşamıyordum." Bu yüzden kendine zamanla baba rolünde birilerini belirlemesi de çok şaşırtıcı olmadı. Lewandowski'ye Klopp sorulduğunda, eski hocasının müthiş karşı presini övmek yerine, "Onunla her şeyi konuşabildim, ona güvenebildim, bir aile babası gibidir. Aile yaşantında olanlara çok saygılı" demesi, tesadüf değil. Rummenigge'yle kahvesini yudumlarken, baba olmanın zorlukları ve sorumluluklarını konuşurken aynı duyguları hissetmesinin de tesadüf olmadığı gibi. Jupp Heynckes için benzer şeyler söylediğini, Hansi Flick'in insani yaklaşımının da sürekli altını çizdiğini duymak da şaşırtıcı olmaz herhalde…

Babasının acı kaybı sonrası bir boşluğa düşüp futbola dair motivasyonunu bile kısa süreliğine kaybetse de tüm bu çabaların ve çalışmaların bir anlamı olmalıydı. Babasının hatırası böyle kaybolmamalıydı. Ancak acının yanına ağır bir diz sakatlığı eklenince, zamanında büyük umutlarla genç Robert'i bünyesine katan dev kulüp Legia Varşova genç santrforundan rekor bir hızla vazgeçti. Pes etmemeyi o günlerde öğrenen Robert, bunu yine babasına borçluydu çünkü Lewandowski ailesinin yaşadığı Leszno'da Robert'e uygun bir futbol takımı olmadığı için her gün Varşova'ya gidip geliyorlardı. Okuldan sonra oğlunu Varşova'ya götüren, iki saat süren idman boyunca orada bekleyen ve ardından tekrar bir saatlik dönüş yolunu yapan Krzysztof'a birçok kişi, "Deli misin! Bunu her gün neden çekiyorsun?" diye çıkışıyordu.

Krzysztof'un bu tepkilere karşı ağzından hiçbir zaman, "Oğlum profesyonel olmalı" cümlesi çıkmadı. "Bir hayali var, destek oluyorum" diyordu. Böyle bir mirası geri tepmek olur muydu? Hem babası yoksa annesi vardı. Eski bir voleybolcu ve eşi gibi bir beden öğretmeni olan Iwona Lewandowska da oğlunun yoluna devam etmesini destekliyordu. Legia'da işler iyi gitmeyince, Polonya'nın mütevazı kulüplerinden biri olan Znicz Pruszkow'u arayıp oğlunun orada oynamasını teklif etti. Yeteneğinin çok altında bir kulüp olsa da futbola dönmek için iyi bir ortam vardı ve istedikleri de oldu. Robert sakatlığını atlatıp, attığı gollerle tüm Polonya'da ses getirmeye başladı. Legia yönetimi de zamanında düştükleri hatayı fark edip "geri dön" çağrısı yaptı ama Robert'in hayali, sınırları çoktan aşmıştı. Yine de doğru adımlar atması, tıpkı zamanında babasının yaptırdığı judo antrenmanları gibi, yeni ufuklara doğru yoldan gitmesi gerekiyordu. Legia'ya dönse muhtemelen oradaki yerel hedeflere mahkûm kalacak, gelişimine devam edemeyecekti, ilk kötü performansının ardından dışarıda kalacaktı. Bu yüzden Lech Poznan'a transfer olan Lewandowski, orada da çıkışına devam edince, dünyanın zirvesine oturmak isteyen ve bunun için potansiyeli olan gençleri kazanmakla ünlü olan Borussia Dortmund'un yolunu tuttu. Sonrasında olanları anlatmak için elde ettiği tüm kupaları, kırdığı tüm rekorları, layık görüldüğü tüm kişisel ödülleri sıralamak bile yeterli aslında. Futbola küsmeye yüz tutmuş, Legia tarafından yetersiz görülen çelimsiz Robert, geçtiğimiz birkaç yılda kendi müzesini açacak kadar başarılı bir kariyer geçirdi ve geçirmeye devam ediyor.

Almanya'da "kırılmaz" denilen Gerd Müller'in 1971-72 sezonundan kalan kırk gollük rekorunu geçtiğimiz sezon 41 gol atarak kıran Lewandowski tüm tarih kitaplarını yeniden yazdırdı. İkisi Dortmund'da olmak üzere kazandığı dokuz Almanya şampiyonluğu bile "efsane" olarak anılan birçok dev ismin hayalini süslüyor. Sayısız gol krallığı, FIFA Yılın Futbolcusu, Avrupa'da Yılın Futbolcusu, Altın Ayakkabı ödülleri, altın karmalar ve niceleri... Hayatı ödüllerle dolu olan Lewandowski tüm bunlarla yetinmeyip yoluna devam etmeyi tercih ediyor. Kahve dostu Rummenigge, Bayern Münih'in 2020'de Lizbon'da düzenlenen Şampiyonlar Ligi final turu turnuvasında yaşadıklarını anlatınca, Lewandowski'nin bakış açısı biraz daha iyi anlaşılıyor…

Dünyayı etkisi altına alan pandemi nedeniyle tüm dengelerin değiştiği bir ortamda, seyahati kısıtlamak ve Şampiyonlar Ligi'ni kısaltılmış bir süreçte nihayete erdirmek isteyen UEFA, çeyrek finale kalan takımları Lizbon'a toplamıştı. Bayern finalde Paris Saint-Germain'i Kingsley Coman'ın golüyle 1-0 yenerek adını 2013'ten sonra tekrar Avrupa'nın zirvesine yazarken, tüm takım zorlu bir sezonun sonunda gelen en büyük kupanın coşkusunu yaşıyordu. Hansi Flick mutluluk gözyaşları döküyor, Thomas Müller yine 'komiklikler-şakalar' yapıyor, David Alaba dans ediyordu. Lewandowski ise bitiş düdüğü ile kendini Rummenigge'nin kollarında bulmuştu. Rummenigge, Lewandowski'nin o sevinç çığlıklarının arasındaki sözlerine çok şaşırmıştı: "Seneye de kazanacağız, Karl! Seneye de!"

Artık Dünya Kupası'nı kazanmaktan ziyade birçok futbolcunun en büyük hedefi olan Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu elde eden Lewandowski, anlık mutluluğunu unutup, ileride yaşayacağı mutluluklara odaklanmıştı. Tıpkı Bayern'deki yeni patronu, Karl'ın kahve makinesini 'gasp eden' Oliver Kahn gibi. Socrates'e verdiği röportajda, "Başarı sizin için ne anlama geliyor?" sorusuna, "Oyuncuyken birçok başarı elde ettim: Şampiyonlar Ligi'ni kazandım, Almanya şampiyonu oldum, kupayı kazandım, dünyanın en iyi kalecisi seçildim. Hepsini hedeflemiştim ve hepsini kazanmak için hazırdım ama hedefime ulaştığımda, garip bir his vardı. 'Eee, şimdi ne olacak?' der gibiydim. Başarıyı elde etmek güzel ama bu her şey değil, bazen başarıya giden yol size çok daha fazla mutluluk verebiliyor. Kupa törenlerini hatırlamam ama o kupaları elde ederken neleri yaşadığımı hatırlarım" cevabını vermişti. Lewandowski'nin de benzer bir duygu dünyasına sahip olduğunu söylemek yersiz değil sanki?

Bugün futbolu bıraksa, tarihin en büyük golcülerinden biri olarak anılacak. Efsaneler Fotoğraf Getty Images Turkey arasında yerini alacak. Torunlarımıza, "Lewandowski diye bir golcü vardı" diyeceğiz ama Lewandowski bu anlatıların bitmesini istemiyor; hikâyelerine ve ödüllerine yenilerini eklemek istiyor. Bu kendini sürekli ispat etme isteği, ülkesinde yer edinmiş bir duyguyla da alakalı olabilir. Geçtiğimiz aylarda, The Players' Tribune'de hayatını anlatan Lewandowski, makalesinde ilginç bir tespitte bulunmuştu: "Polonya'da bir aşağılık kompleksine sahibiz. Tarihte hiçbir oyuncumuz dünyanın en iyisi olarak seçilmedi. Çocukken, peşinde koşacağın yıldızların yok. Bir oyuncu beğenildiği zaman, onun için 'Epey iyi bir oyuncu... Polonyalı olmasına rağmen' deniliyor. Hiçbirimizin yeterli olmadığı hissine kapıldık tarih boyunca, hiçbirimizin zirveye layık olacağına inanmadık. Polonyalı çocuklar zirvede olamaz, kader böyle yazmış çünkü."

Ama Lewandowski FIFA tarafından '2020'nin En İyi Oyuncusu' seçilerek bunu kırmayı başardı. Pandemi nedeniyle ödülünü Zürih yerine Bayern Münih tesislerinde alan Lewandowski, ilk olarak annesi Iwona'yı görüntülü aradı. Çığlıklar yerine sessizlik vardı ilk anlarda, akan kelimeler kayboluyordu. Gözyaşları da akmaya başladı...

Belki de o anlarda bir zaman yolculuğuna çıkmışlardı. Leszno'ya, Krzysztof'a, Varşova yolculuklarına, yorucu günün ardından kendilerini bıraktıkları gri koltuklarına, Polonya'nın üzgün çocuklarına. Robert onların hikâyesini mutlu bitirdi.

Socrates Dergi