Bugün Aslında Dündü

23 dk

Şenes Erzik'ten Bolic'e, Okocha'dan Yıldırım Demirören'e… Yüzler değişiyor ama Türkiye, yabancı sınırını tartışırken hep aynı kısır döngüye takılmaya devam ediyor.

Eylül sayısında yabancı sınırı tartışmasının 1960'lardan itibaren izini sürmüş ve hikâyeyi 1990'lara gelirken noktalamıştık. Şimdi sırada ikinci ve son bölüm var. 1990'lardan bugüne yabancı sınırının olaylı tarihi…

Bugünkü adı Süper Lig olan Birinci Lig'de, iki yabancı futbolcu oynatılmasına izin verilmeye başlandığı 1966-1967 sezonundan itibaren futbol kamuoyunun en önemli tartışma konularından biri yabancı oyuncular meselesi olmuştu. 1989 yılında üç büyük kulübün çabalarıyla yabancı sayısı üçe çıkarıldıktan sonra da durum değişmedi. Üç yabancıyı yeterli bulmayanlar, Türk takımlarının Avrupalı takımlarla rekabet edebilmesi için sayının artırılması gerektiğini savunuyordu. Böylece yerli oyunculara ödenen transfer ücretlerinin yükselmesinin de önüne geçilebilecekti. Yabancı sınırının korunması gerektiğini söyleyenler ise Türkiye'nin kalitesiz yabancı futbolcularla dolduğunu savunuyor, yabancı sayısının artmasının genç Türk futbolcuların gelişimine engel olacağını ve milli takımın geleceğine zarar vereceğini söylüyordu.

Gerçekten de bir kalite problemi vardı. 1990- 1991'de ligde oynayan 56 yabancıdan altısının sözleşmesi sezon ortasında feshedilmiş, biri futbolu bırakmış, 21'i yirmi maçtan az oynamıştı. Bunlardan 13'ünün oynadığı maç sayısı beşin altındaydı. Futbol Federasyonu Başkanı Şenes Erzik, "Üç yabancıya izin verdik de ne oldu? Topu topu kaç kaliteli yabancı geldi? Yöneticilerimiz Avrupa'da hangi koşullarda hangi paralarla hangi transferlerin yapılacağını bilmiyor. Sürekli hatalı transfer yapıyorlar" diyordu. Bu açıklamanın üzerinden fazla geçmeden yapılan bir transfer, Erzik'in sözlerini haklı çıkaracaktı. Prekazi'yi gönderip yeni bir yabancı almak isteyen Galatasaray, 1991'in aralık ayında Nijeryalı Dominic Iorfa'yı Queens Park Rangers'tan transfer etti. Aradan otuz yıl geçmesine rağmen hatalı transfer denilince akla gelen ilk isimlerden olan Iorfa'nın topu kaptırınca yere oturup gülerek pozisyonun devamını seyretmek gibi enteresan davranışları vardı. Yarım sezon boyunca bir tek son maçta ilk 11'de yer aldı ve golcü diye alınmasına rağmen bir gol atabildi. Sezon sonunda satış listesine kondu, "Bedava verirseniz alırız" diyen Bursaspor dışında talibi çıkmadı. 1992'de Galatasaray'ın yeni futbol şube sorumlusu olan Adnan Polat, "Iorfa'dan değil golcü, Florya'ya kapıcı bile olmaz. Epeydir kendisine ulaşamıyoruz, eğer ulaşabilirsek sözleşmesini feshedeceğiz" diyordu. Nihayet, bir süre sonra Iorfa'ya ulaşıldı ve 140 bin dolar alacağının yüzde kırkına razı edilip sözleşmesi feshedildi. Bonservisini de bedavaya almıştı Nijeryalı futbolcu.

Elbette yaşananlar Galatasaray'a özgü değildi. Bütün takımlar hatalı transferler yapıyor, daha sonra bu futbolculardan kurtulmaya çalışıyordu. Bu durum spor basınında "Formül aranıyor" klişesinin de doğmasına yol açtı. Gazetelerde "X futbolcu için formül aranıyor" haberi çıktığı zaman süreç başlamış demekti. Aslında ortada aranıp bulunacak bir formül de yoktu. Üçten fazla yabancı futbolcuyla sözleşme yapılamadığı için beğenilmeyen oyuncu bedelsiz de olsa başka bir kulübe kiralık verilemiyordu. Yeni bir yabancı almak için sözleşmeyi feshetmek, bunun için de futbolcuyu ikna etmek şarttı. Kulübün para ödeyerek aldığı bonservisi futbolcuya bedelsiz vermesi en az zarara yol açan yöntemdi ama genellikle Iorfa örneğinde olduğu gibi üstüne para da vermek gerekiyordu.

Hatalı transferlerin temel sebebi alınacak futbolcularla ilgili yeterli araştırmanın yapılmaması, oyuncuların video kasetlerden izlenen birkaç maça göre değerlendirilmesiydi. Transferlerde yurtdışı bağlantıları olan eski futbolcular, gazeteciler ve menajerlerden oluşan simsarlar etkiliydi. İlişki ağı ve ikna gücü kuvvetli olanlar, temsil ettikleri futbolcuyu takım takım gezdirerek pazarlıyordu.

Bolic Tartışması

1990'lara kadar Türkiye'ye gelen yabancı futbolcuların ezici çoğunluğunu Yugoslavlar oluşturuyordu. 1990'da başlayan çatışmalar, on yıl içinde yedi devlete bölünecek Yugoslavya'nın çözülme sürecini başlatmıştı. Boşnaklara karşı sürdürülen katliamlar Türkiye'de de tepkilere yol açıyordu. Bu süreçte Türkiye'ye kaçan Boşnaklara, alacakları bir 'muhaceret belgesi' ile hızlıca Türk vatandaşı olma hakkı tanınmıştı.

Bu durumdan yararlanmak isteyen Galatasaray, Elvir Bolic'i Türkiye'ye getirdi ve Türk vatandaşı yaparak 25 Haziran 1992'de sözleşme yaptı. Kurala göre Türk vatandaşı olan yabancı futbolcular, bir sene yabancı statüsünde oynadıktan sonra Türk vatandaşı olarak oynayabiliyordu. Galatasaray, muhacir kabul edilip vatandaşlık verilen Bolic'in bir sene beklemesine gerek olmadığını ve Türk statüsünde oynaması gerektiğini savunuyordu. Federasyon aynı kanıda olmadığı için yaklaşık iki ay sürecek Bolic tartışması başladı.

Bolic konusu hükümeti de ikiye bölmüştü. Sıkı bir Galatasaraylı olduğu bilinen Maliye Bakanı Sümer Oral, Bolic'in Türk statüsünde oynaması gerektiğini düşünüyor, eski Trabzonspor Başkanı olan Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Yılmaz ise tersini savunuyordu. Galatasaray, Florya tesislerinin açılışını yapacak, Başbakan Süleyman Demirel'e konuyu açmayı düşünmüştü. Bolic'e başbakanı etkilemesi için birkaç Türkçe kelime öğrenmesi telkin edildi ve konu Demirel'e aktarıldı. Bu çabalara rağmen Türk statüsünde oynaması kabul edilmeyen Bolic, Galatasaray'ın yabancı kontenjanında yer açmak için Gaziantepspor'a gönderildi.

1992 yılında, o zamana kadar Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü'ne yani siyasi iktidara bağlı olan Futbol Federasyonu özerk hale getirildi. 1989'da son atanmış başkan olarak göreve başlayan Şenes Erzik, 20 Eylül 1992'de yapılan kongreyle özerklik döneminin ilk başkanı oldu. Yabancı sayısının artmasına karşı olduğu bilinen ve kalite sorununu gündemde tutan Erzik, üçten fazla yabancı oyuncuya izin verilmesinin üç büyük kulüp lehine avantaj yaratıp haksız rekabete yol açacağını da söylüyordu. 1996 yılına kadar yabancı sınırlaması meselesi pek gündeme gelmedi. Bunda, 1994 ekonomik kriziyle birlikte döviz fiyatlarının artması ve yabancı futbolcu maliyetlerinin Türk lirasıyla iki-üç kat artmasının da etkisi vardı. Galatasaray'ın 1993-1994 sezonunda transfer ettiği Türk asıllı İsviçre vatandaşı Kubilay Türkyılmaz'ın Türk statüsünde oynamasının kabul edilmesi, takımları Avrupa'daki 'gurbetçi' futbolculara yöneltti. Bundan sonra başka ülkenin pasaportunu taşıyan çok sayıda Türk asıllı futbolcu Türkiye'ye transfer oldu.

Bosman Etkisi

1990 yılının Temmuz ayında, FC Liege forması giyen Belçikalı futbolcu Jean-Marc Bosman, Fransa'nın Dunkerque takımına transfer olmak istemiş ama kulübünün istediği bonservis bedeli yüzünden bu transfer gerçekleşmemişti. Bosman, konuyu Avrupa Adalet Divanı'na taşıdı. Beş yıl süren dava sonunda mahkeme, kulübüyle sözleşmesi biten futbolcunun istediği kulüple özgürce sözleşme yapabileceğine karar verdi. AB ülkelerindeki yabancı futbolcu kısıtlamasının, işgücünün serbest dolaşımını düzenleyen AB çalışma yasalarına aykırı olduğu görüşü de karara eklenmişti. Aralık 1995'te alınan bu kararlar Avrupa futbolunda köklü değişikliklere yol açtı.

Bosman Kararları, Türkiye'de yabancı sayısının artırılmasını isteyenlerin elini güçlendirdi. Futbol Federasyonu ise sayının üçte kalması konusunda ısrarlıydı. Başkan Şenes Erzik, 49 ülkenin üye olduğu UEFA'nın yalnızca 19 üyesinin AB ülkesi olduğunu, yeni kuralın yalnızca bu ülkelerde geçerli olacağını söyleyip Türkiye'nin AB üyesi olmadığını hatırlatıyordu. "Bugün uyguladığımız üç yabancı kuralı dahi genç futbolcu yetişmesine engeldir. Hepimiz görüyoruz, transfer edilen yabancı futbolcuların yüzde sekseni forvet olduğu için Türk forvet yetişmiyor" diyen Erzik tavrını belli etmişti. Kulüpler yabancı sayısının hiç değilse dörde çıkması için ısrar etmeyi sürdürünce bir dizi toplantı yapıldı ve 1996-1997 sezonu öncesinde biri yedek kulübesinde oturacak, toplamda dört yabancı futbolcuya izin çıktı. Takımlar, Avrupa kupalarında dördüncü yabancıyı ilk 11'de oynatabilecekti. 3+1 adı verilen bu kuralla birlikte 'artı' kavramı hayatımıza girdi ve yabancı sınırı meselesinin değişmez unsurlarından biri oldu.

1996-1997 sezonunun en önemli gelişmesi naklen yayın gelir dağılımını organize eden havuz sisteminin başlamış olmasıydı. Kablolu ve dijital yayıncılığın büyük aşama kaydettiği 1990'lı yıllarda maç yayınları endüstriyel futbolu bambaşka bir aşamaya taşımış, birçok ülkede kulüplerin önemli gelir kaynağı durumuna gelmişti. Havuz sistemiyle birlikte Türkiye'deki kulüpler de en temel gelir kaynağına kavuşmuş oldu. Buradan kazanılan paranın büyük bölümü de, seyirci çekeceği düşünülen yabancı transferlerine harcanacaktı. Federasyon Başkanı Erzik, 1997'nin haziran ayında görev süresinin dolmasına daha üç yıl varken istifa ettiğini açıkladı. FIFA ve UEFA'daki görevlerine ağırlık vermek için istifa ettiğini söylese de dönemin gazeteleri, istifa sebebinin havuz sistemi ve yabancı sınırlamasıyla ilgili baskılar olduğunu yazıyordu.

Beş Yabancı Dönemi

Erzik'in istifasından beş ay sonra göreve gelen Haluk Ulusoy federasyonu da yabancı sayısının artmasıyla ilgili taleplerle karşılaştı. Ancak Profesyonel Futbolcular Derneği ve bazı Anadolu kulüpleri, federasyon seçimlerinde Ulusoy'u yabancı sayısının artmaması şartıyla desteklemişti. Ulusoy, bu desteği de kullanarak üç büyük kulübün baskılarına en azından görev yaptığı ilk sezonda direnmeyi başardı. Oyuncuları Türk vatandaşı yaptıktan bir yıl sonra Türk statüsünde oynatabilme kuralı da devam ediyordu. Fenerbahçe, Ekim 1997'de Uche ve Okocha'yı Türk vatandaşı yapmış, bir yıllık sürenin dolmasını beklemeye başlamıştı. Deniz Uygar ve Muhammed Yavuz isimlerini alan bu iki futbolcuya ek olarak Alman Ümit Milli Takımı'nda oynayan Mustafa Doğan ile Bolic de Türk statüsündeydi. Fenerbahçe'nin 1998-1999 sezonu için planı bu futbolcularla birlikte dört yabancı kontenjanını da kullanmak, yani aslında sekiz yabancı oynatmaktı. Ancak Okocha, Türk olarak oynayacağı ilk sezon başlamadan Paris SaintGermain'e transfer oldu. Türk ismi Muhammed olan oyuncunun PSG formasını giydiği ilk maçta sahaya istavroz çıkararak girmesi Türkiye'de "Hıristiyan adama niye Muhammed adını koydunuz?" homurdanmalarına yol açtı.

1998-1999 sezonu başlamadan üç büyük kulübün yabancı sınırının artması talepleri yeniden gündeme geldi. Federasyon, "Beş yabancı olmazsa en azından 4+1 olsun" teklifini sezonun ilk yarısında geri çevirse de 12 kulübün talebine karşı koyamadı ve Ocak 1999'da ara transferin bitmesine 15 gün kala beş yabancıya yeşil ışık yakmak zorunda kaldı. Federasyonun üst hukuk organı Tahkim Kurulu bu kararın ertelenmesine karar verince, beş yabancı uygulaması bir sonraki sezona bırakıldı. 1999 yılındaki önemli bir gelişme de Şubat ayında çıkarılan Vergi Yasası ile kara parayla mücadeleyi amaçlayan ve kamuoyunda Nereden Buldun Yasası olarak bilinen yasanın çıkmasıydı. Böylece yöneticilerin cepten ödedikleri paralarla gerçekleşen transferler ve çantaya doldurulan nakit paralarla yapılan ödemeler dönemi, büyük oranda kapanmış oluyordu.

Yeni vergi yasasıyla birlikte futbolcuların ödediği yüzde 15'lik vergi oranı yüzde 40'a yükselmiş, bu da futbolcu fiyatlarının artmasına yol açmıştı. Kulüpler yine de 1999-2000 sezonunda beş yabancı kontenjanını doldurmak için yarış halindeydi. Lig tarihinde yabancı sayısı ilk kez 100'ün üzerine çıktı. Sezon öncesinde 101 yabancıyla sözleşme imzalanırken, ara transfer döneminde gelenler de hesaba katılınca ligde tam 123 yabancı futbolcu forma giymiş oluyordu.

Ligdeki yabancı sayısı arttıkça oyuncuların kalite ortalaması da düşüyordu. Bunun en önemli sebebi elbette kurumsallaşamayan kulüplerin birkaç kişinin inisiyatifiyle hatalı transfer yapmasıydı. Kontenjanı doldurma gayreti de önemli bir sorundu. Eğer az yabancı alınırsa taraftarlar neden yeni yabancı transferi yapılmadığını sorguluyor, taraftarlarının gönlünü hoş tutmak isteyen kulüpler de sırf sayıyı doldurmak için transfer yapabiliyordu. Beğenilmeyen yabancı oyuncunun gönderilmesi ayrı dert, gönderilmemesi ayrı dertti. Gönderilmek istendiğinde futbolcunun ikna edilmesi ve dolayısıyla yüklü bir ödeme yapılması gerekiyordu. Gönderilmemesi durumunda, yabancı transferi isteyen taraftarlar bu kez "Bu adam neden takımda tutuluyor?" diye sorguluyordu. O yıllarda başlayan bu kısır döngü günümüze kadar aralıksız devam etti.

1999-2000 sezonunda üst üste dördüncü kez şampiyon olan Galatasaray, UEFA Kupası'nı da kazanarak çıtayı yükseltince 2000-2001 sezonu öncesinde üç büyük kulüp arasında o zamana kadar görülmemiş transfer yarışı başladı. Önceki sezonda beş olan yabancı hakkı, kulüplerin 5+2 ısrarına rağmen 5+1 olarak değiştirilmişti. Transfer harcamaları, daha 10 Temmuz'da 300 milyon dolara ulaşınca Cumhuriyet gazetesi yazarı Abdülkadir Yücelman, 11 Temmuz 2000 tarihli, "Ak ve Kara Paralar" başlıklı yazısında transferlerin çoğunun kaynağı belirsiz kara parayla yapıldığını yazdı. Yücelman'a göre Dernekler Yasası'na bağlı olan kulüpler büyük miktarda bağış topluyor ama bu paranın miktarına ve kimden geldiğine dair hesap vermiyordu. Hesap verme zorunluluğu getirecek Spor Kulüpleri Yasası'nın çıkmasına da kulüpler engel olmuştu.

140 yabancı oyuncunun forma giydiği 2000- 2001 sezonunun ikinci yarısında, Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizi patlak verdi. Döviz fiyatlarının neredeyse üçe katlanması; ses getirecek, tribünleri ayağa kaldıracak transfer yapma peşine düşen ve dövizle borçlanan kulüpleri çok zor durumda bıraktı. Bilhassa üç büyükler kadar geliri olmayan Anadolu kulüpleri borç batağı içindeydi. Bazı kulüpler çare olarak belediyelerden yardım istemeye ya da belediye başkanlarına doğrudan kulüp başkanlığı önermeye başladılar. Bu süreci iyi değerlendiren ve kendilerine yakın yöneticilerin olduğu kulüplere destek olan AKP'li belediyeler kısa zamanda kulüp yönetimlerini belirler hale geldi. Türkiye'de futbol her zaman siyasetle içli dışlıydı ama ilerleyen yıllarda tamamen siyasetin dümenine girilmesinin tohumlarının asıl 2001 krizi sonrasında atıldığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Yeni ekonomi yönetimi, yurtdışına döviz çıkışını azaltmak için kriz sonrası birçok alanda tasarruf kararı alırken futbolla ilgili bir kısıtlamaya gidilmemişti. Federasyon ve kulüpler arasındaki birçok toplantının ardından 5+1+2 kararı alındı. 2001-2002 sezonundan itibaren geçerli olacak kurala göre takımlar sekiz yabancıyla sözleşme imzalayabilecek; bunlardan beşi sahada, biri yedek kulübesinde, ikisi tribünde olacaktı. Elbette son iki futbolcunun tribünde oturması zorunlu değildi, evlerinde de oturabilirlerdi ama kuralı koyanlar meseleyi böyle açıklamayı uygun görmüştü. Federasyon Başkanı Ulusoy, dönem dönem yabancı sayısını dörde düşürmekten söz ediyor, milli takımın başına geçen Şenol Güneş fazla yabancının milli takımı kötü etkilediğini sürekli gündemde tutuyordu ama 5+1+2 kuralı 2004-2005 sezonuna kadar sürdü.

Siyasetin Gölgesi

2004'teki federasyon seçimleri yaklaşırken Ulusoy ile AKP arasında gözle görülür bir gerilim vardı. Başbakan Erdoğan, Ulusoy'un üçüncü dönem başkan olmasını istemiyor, Ulusoy ise seçime gireceğini ve kazanacağını söylüyordu. Buna çözüm olarak, Özerk Federasyon Yasası'ndaki 'Federasyon Başkanı üst üste üçten fazla kez seçilemez' maddesi, '...Üst üste ikiden fazla seçilemez' şeklinde değiştirildi ve Ulusoy'un önü kesildi. Temmuz ayında yapılan ve Ulusoy'un aday olamadığı seçimlerde AKP'nin desteklediği Levent Bıçakçı başkanlık koltuğuna otururken, Tayyip Erdoğan'ın aile dostu olarak tanınan Hasan Doğan başkanvekili oldu. Yasada bir değişiklik daha yaparak, üniversite mezunu olmayanların federasyon başkanı olamayacağı maddesini ekleyen iktidar, lise mezunu olan Ulusoy'un bir daha aday olmasını engellemiş oluyordu.

Yeni yönetimin ilk icraatlarından biri 5+1+2 kuralını altı yabancı olarak değiştirmek oldu. Artık ilk 11'de Türk futbolcudan daha fazla yabancı futbolcu oynayabilecekti. Altı yabancı kuralının ilk sezonu neredeyse yabancı tartışması olmadan geçti. Ancak 2005-2006 sezonunun başlarında, Şampiyonlar Ligi'nde kötü sonuçlar alan Fenerbahçe'nin başkanı Aziz Yıldırım, sınırlı yabancıyla oynayıp Avrupa'nın büyük takımlarıyla rekabet etmenin olanaksız olduğunu tekrar gündeme getirdi. Yıldırım yabancı sınırını savunanları, Profesyonel Futbolcular Derneği Başkanı Turgay Şeren ise sınırsız yabancı isteyenleri Türk futboluna ihanet etmekle suçluyordu. İhanet suçlamasıyla başlayan tartışmanın makul bir zeminde devam etmesine olanak yoktu, öyle de oldu.

Milli Takımdaki İlk Yabancı

Levent Bıçakçı'nın başkan olduğu federasyonda işler pek iyi gitmiyordu ve Ocak 2006'da olağanüstü genel kurul yapılması kararlaştırıldı. Bu sırada Haluk Ulusoy'un başvurusunu değerlendiren Anayasa Mahkemesi, başkanlık için üniversite mezuniyetini şart koşan yasa maddesini iptal etti. Böylece Ulusoy seçime girdi ve kazanarak yeniden başkanlık koltuğuna oturdu.

Futbol Federasyonu 25 Mayıs 2006'da, milli takımda oynayacak nitelikteki yabancı futbolcuların Türk vatandaşlığına geçişlerinde süre kısıtlanması aranmaması kararını verdi. Yani bu özelliğe sahip futbolcuların eskisi gibi beş yıl değil, hiç beklemelerine gerek yoktu. İki ay sonra Fenerbahçe'nin Brezilyalı oyuncusu Aurelio, Türk vatandaşlığına geçti ve milli takım kadrosuna çağrıldı. Mehmet Aurelio ismini alan ve "Türk olmak çok gurur verici" diyen oyuncunun milli takıma girmesiyle birlikte, başka bir yazının konusu olabilecek, aylar süren ibretlik bir tartışma başladı. Belki de bu tartışmanın etkisiyle, Beşiktaş'ta oynayan ve Aurelio'dan iki hafta sonra vatandaşlığa başvurup aynı hızla kabul edilen Brezilyalı (Mert) Nobre milli takıma çağrılmadı.

2007-2008 sezonunda yabancı kuralı bir kez daha değiştirilerek 6+1 yapıldı. Karara üç büyük kulüpten yalnızca Beşiktaş karşı çıkmış ve Başkan Yıldırım Demirören "Yabancı sayısının artması Türk futbolunu bitirir. Sayı artacağına azalmalı" açıklamasını yapmıştı. Bu tartışmalar sürerken iktidarla federasyon arasındaki gerilim yükseliyordu. Özerklik kalkanını delip Ulusoy'u devirmek için yıllardır uğraşan AKP iktidarı, Ocak 2008'de seçimli genel kurul kararı aldırdı ve oy kullanacak delegeler üzerinde baskı kurup bir ay sonraki seçimlerde Ulusoy'u başkanlıktan indirdi. Yeni başkan, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın desteklediği Hasan Doğan'dı. Hasan Doğan, aynı yılın Temmuz ayında vefat ettikten sonra da AKP'nin etkisi sürdü ve daha sonra gelen başkanların hepsi AKP'nin oluruyla seçildi.

Yabancı futbolcu sınırı, Hasan Doğan'dan sonra başkan olan Mahmut Özgener'in döneminde önce 6+2, 2010-2011 sezonunda ise 6+2+2 oldu. Ligdeki yabancı sayısının 200'e ulaştığı bu sezonda, Beşiktaş dışındaki üç büyük takım daha eylül ayına gelmeden Avrupa kupalarında havlu attı.

Yerli Teşvik Sistemi

2012 yılında Beşiktaş'ın eski başkanı Yıldırım Demirören, Futbol Federasyonu Başkanı oldu ve 13 Haziran'da yabancı kuralıyla ilgili üç yıllık kararlarını açıkladı. Buna göre 2012-2013 sezonunda 6+2 olacak kural, takip eden iki sezonda 6+0+4 ve 5+0+3 olacaktı. 6+2 kuralı sorunsuz uygulandı ama 6+0+4 kuralı o zamana kadar alınan en tuhaf karardı. Kulüp yöneticileri yedek kulübesinde yabancı olmamasının mantığını anlamaya çalışıyor, "Kadroya alamayacağımız dört futbolcuya niye para verelim?" diye soruyordu. Kuralın uygulanmaya başlanacağı 2013-2014 sezonundan önce kulüpler, kuralın değiştirilmesi çağrısını kabul ettiremeyince Demirören'e istifa çağrısı yaptılar. Ancak Demirören "Zaman değişti. İstifa etmeyeceğim, yabancı kuralı da bizim dediğimiz gibi olacak" karşılığını verdi. Bu tuhaf kural uygulanmaya başlandıktan sonra da kulüpler girişimlerini sürdürdü. Hiç değilse, bir sonraki sezon uygulanacağı açıklanan 5+0+3 kuralının 6+2 olarak değişmesi talebiyle Fenerbahçe dışındaki 17 kulüp federasyona başvuru yaptı. Demirören, talebin 17 kulüpten geldiğini, eğer değişiklik yapılırsa Fenerbahçe'nin Tahkim Kurulu'na gidebileceğini söylemiş ve "Eğer 18 kulüp başkanı da imzalarsa değerlendiririz" diye de eklemişti. 24 Nisan 2014'te Fenerbahçe de imza vermeyi kabul ettiği zaman ise "İmza yetmez, önümüzdeki üç yılı kapsayacak şekilde birer yönetim kurulu kararı istiyoruz" diye işi yokuşa sürdü. Federasyon kulüplerin 6+2 isteğini kabul etmedi ama en azından 5+0+3 kuralı 5+3 olarak değiştirildi.

Demirören federasyonu, Türk futbolunda yeni bir dönemi başlatacak asıl kararını 4 Ocak 2015'te açıkladı. 'Yerli Teşvik Sistemi' olan yeni kurala göre takımlar kadrolarında 14 yabancı bulundurabilecekti. Beşiktaş'ın başkanı olduğu dönemde fazla yabancının Türk futbolunu bitireceğini söyleyen Demirören, sınırsız yabancı kararı alarak tarihe geçmişti. Cumhuriyet gazetesinin 'Yerli Oyuncu Yasağı' diye duyurduğu karar, farklı kesimlerin tepkisini çekti. Milli takımın teknik direktörü Lucescu, "Takımlar 11 yabancı oynatırsa ben nereden futbolcu seçeceğim?" diye soruyor, "Sahada 22 yabancı olması durumunda İstiklal Marşı'nı kim okuyacak?" diye endişelenenlere de rastlanıyordu.

Demirören, sistemi "Yeni kurala yabancı kuralı değil, yerli kuralı diyoruz" diye açıklamıştı. Fakat ilk bakışta, hatta son bakışta da, kuralın yerli sistemi olduğu anlaşılmıyordu. Sistemin mimarlarından Fatih Terim ise "Bu kural 14 yabancı kuralı değil, 14 Türk kuralı. Kadrolar 28 kişiyi aşamayacak. 14 Türk almak zorundasınız ama 14 yabancı almak zorunda değilsiniz. İsterseniz hiç yabancı almazsınız" diye konuya açıklık getiriyor, kısacası bardağa dolu tarafından bakmayı salık veriyordu.

Aslında sistem planlanırken, kulüplerin ilk yabancı için 100 bin lira, kalan 13 futbolcu içinse toplam 6 milyon lira ödemesi ve bu paranın bir fonda toplanması planlanmıştı. Bu para milli takımda oynama uygunluğu bulunan futbolcuların Süper Lig'de de forma giymeleri ve milli takım kadrosunda yer almalarına göre oyuncuların kulüplerine dağıtılacaktı. Ancak kulüplerin baskısıyla bu uygulama hayata geçirilemedi ve yerli teşvik kısmı yalnızca sistemin adında kaldı.

Kuralın uygulandığı ikinci sezon olan 2016- 2017'de 242 yabancı futbolcunun olduğu ligdeki yerli oyuncu sayısı 237'ydi. Böylece ilk kez yabancı sayısı yerli sayısını geçmiş oldu. Futbol kamuoyundan yükselen itirazlara rağmen kulüpler memnundu, federasyon memnundu. Ancak hiç beklenmedik bir gelişme oldu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, katıldığı bir televizyon yayınında "Bu kadar çok yabancı futbolcu olmasını doğru bulmuyorum" deyince işler değişti. Bu açıklamanın ardından Demirören, sanki 14 yabancı kararını başkası almış gibi, "Cumhurbaşkanımıza katılıyorum, yabancı sayısının düşmesi gerekir" deyip değişiklik yapılması gerektiğini söylemeye başladı. Cumhurbaşkanı'na Demirören'den daha yakın olan, dönemin Kulüpler Birliği Başkanı Göksel Gümüşdağ tüm kulüplerin hazırlığını yeni sisteme göre yaptığını ve 2019'dan önce değişmesinin mümkün olmadığını söyleyince konu kapandı.

2019'da Federasyon Başkanı olan Nihat Özdemir döneminde, sonraki üç sezon için yeni düzenleme yapıldı. Buna göre 2020-2021 sezonunda 8+6, sonraki iki sezonda ise 7+5 ve 6+4 kuralları uygulanacaktı. Ancak salgın nedeniyle yeni kurallar bir yıllığına ertelendi. Eğer yeni bir aksilik olmazsa, şu anda 258 yabancı futbolcunun olduğu Süper Lig'de 2021-2022 sezonuna 8+6 kuralıyla başlanacak.

*Futbolcu sayıları için kaynak olarak transfermarkt.com.tr adresi kullanılmıştır.

Socrates Dergi