"Bugünün Ruhu"

12 dk

Jokeylik yaşamı boyunca manşetlerden nadiren inen Selim Kaya, emeklilik kararını açıklarken yine ait olduğu yere döndü. Bu kez mücadelesinin odağında sporunun dinamiklerini değiştirmek var.

Türk atçılığı uzak olmayan bir gelecekte en başarılı ve renkli figürlerinden Selim Kaya'ya veda edecek. Usta jokey, jübilesini de tıpkı büyük kariyeri gibi sansasyonel şekilde gerçekleştirmenin peşinde. Öyle ki giderayak, bir süredir aklında olan "Atlara kamçı vurmamalıyız" düşüncesini dillendirişi epey yankı buldu. Onu bu çıkışında haklı bulanlar, eleştirenler ya da samimiyetsizlikle suçlayanlar mevcut. Zaten tüm bu farklı görüşler atçılık kamuoyunda son bir ayın gündemini epey meşgul etti. Peki sahiden kamçı olmadan at yarışı yapmak mümkün mü? Önce Selim Kaya'nın kısa süre önce idrak ettiği yeni gerçeklerine ve ardından başka fikirlere kulak verme zamanı...

Bu hayatta bindiğim tüm atlar bana bir şey öğretti. Ribella birçok şey öğretti, Johny Guitar birçok şey öğretti, Kafkaslı birçok şey öğretti, Cankardeşler birçok şey öğretti… Bu liste uzayıp gider. Zaman ilerledikçe o atların bana ne söylemek istediğini tek tek duydum, idrak ettim. Son dönemde bindiğim en özel safkan olan Finesse de benim bir şeyleri fark etmemi sağladı. Onu artık çok zorladığımı hissettim. Nasıl mı? Geçtiğimiz Kasım ayındaki Cumhurbaşkanlığı Koşusu öncesi iki yarış kötü koştu. Öyle olunca biz de büyük koşu için titiz mesai yaptık. Her sabah, daha sahada kimse yokken 4.30'da idmana çıktık. Pistte baş başa çalışırken Finesse'in sanki bana "Artık koşmak istemiyorum" dediğini hissettim. "Eyvah" deyip kendi kendime düşündüm; ben bugüne kadar ağrısı olan, canı yanan kaç ata bindim ve canını daha da çok yakarak koşturdum kimbilir... Finesse'e "Tamam oğlum, bu yarışı koşacağız, ondan sonra bir daha koşmayacağız" dedim.

Bana şimdi "Otuz yıldır aklın neredeydi Selim?" diye soruyor tepki gösterenler. Felsefeme göre hayatta doğruyu ne zaman öğrenirsen o zaman kârlısındır. Ben hayattaki her olumsuzluğun içinde olumlu bir şey görmeye çalışırım. Kaybettiğim yarışlardan sonra, insanlar bana "Geçmiş olsun" derken dahi içimden kendi kendimi tebrik ediyordum. Kaybettiğimde dahi aslında kaybediyor gibi hissetmedim hiç. Kazanılan şey para, bir maddedir sonuçta. Zafere ulaşmadığınızda, o maddeyi kazanmadığınızda dahi birçok şey kazanabilirsiniz. Bilim nasıl işler, büyük icatlar nasıl yapılır? Muhakkak ki hata yapa yapa, bir yol üzerinde gide gide... Günün sonunda o tutkuyla takip edilen yol icada dönüşebilir. Ben bugün eğer ki kamçı vurulmasın lafını söylüyorsam yeri geldiğini düşündüğüm içindir. Bunu on sene önce desem kimse kale almazdı çünkü zamanın ruhuna uygun değildi. Şimdi ise hâlâ devam eden sistem bence bugünün ruhuna aykırı.

Aklım nerede miydi otuz senedir? Urfa'daydı aklım eskiden… Şimdi hâlâ o akılla düşünüyor olamam ki! At sahibi Selman Taşbek ağabeyimiz yazmış Twitter'da, "Şahsi düşünceler ancak dünya standartları ile kesişince anlamlanır" diye. Tamam da dünya standartlarını ortaya koyan irade bir insan grubu değil midir? Şu anda 'standart' dedikleri şey zaten insan elinden çıkmadır. O da eski dünyaya uygundur. Ben görmüşüm ki bunun başka yolu var. Atın ruhunda koşmak, yarışmak varsa -ki var çünkü bu hayvanlar yan yanagelince birbirini geçmeye çalışıyor- biz bu canlılara niye kamçı vuruyoruz? Bazı şeyler komutla, can acıtmadan da yapılabilir. Günün sonunda zaten doğasında olan şeyi yapıyorlar.

Bu dediğimin bir sürü örneği var… Hiç unutmadığım bir yarıştır, 2001 Sait Akson Koşusu. Son 400 metrede üç jokey lüt yapıyoruz. Cüneyt Han'a Fuat (Çakar), Mr. Gürhan'a ben, Jala'ya ise Yemen Abi (Tunç) biniyor. Üçümüz o son 400 kapışmasında kamçıları elimizden düşürmüşüz. Allah'ın işine baksanıza... Burun farkla bitti bu yarış ve üç at da son düzlüğü kamçısız koştu. Olmuyor muymuş? Biz de bunu biliyorduk tabii ama net kavrayamadık demek ki o zamanın şartlarında.

Aralık'ta Lokum Kız isminde bir at, çocuğun biri binerken yıkılmış. Instagram'da videosunu izledim. At son 300 metrede en geriye düşmüş, çocuk bakıyor arkada kimse yok; ne kazanma ne tabelaya girme şansı kalmış. O esnada kamçısını kaldırıyor ve vurduğu saniyede at yıkılıyor. Bunu bile isteye, zamanlayarak, planlayarak yapamazsın. Vurmayla beraber at düşer mi ya? Bence bu da Allah'ın işi. Gönlümüzden geçeni okuyor demek ki. Biz görmüyoruz bunları. Bizim gözümüz parayı görüyor, zannediyoruz ki o kamçı olmasa kazanamayacağız. Ya kardeşim bu at ne yapsın? Başka bir koşu, hayvan on boy önde kazanmaya gidiyor ama yine kamçı yiyor. En geride kamçı, grubun içinde kamçı, en önde kamçı… At, at olduğuna pişman.

Halis Karataş can havliyle, bacağı sıkışınca istemeden reaksiyon veriyor ve kırk gün ceza alıp dünyanın lincini yiyor. Hatalı mıdır değil midir tartışılır, anlık refleksle gerçekleşmiş işte. Diğer tarafta gereksiz kamçı vurup at yıkan jokeye ciddi yaptırım olmuyor. Kazanma maksadı yokken bu yapılır mı? Ben bu işe yıllarımı vermişim, kardeşim at sırtından düşüp ölmüş... Çıkıp iki kelam edemez miyim? Albert Einstein, "Dünya kötüler yüzünden değil, kötülüğe seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikelidir" demiş ya bizimkisi o hesap. Ben savunmazsam, o savunmazsa bu atın hakkını kim savunacak? Kazanılan her kuruş parada onların ahı var. Kimi ağrısıyla, kimi kırığıyla koştu o yarışları. Ben altıma gelen atları biliyorum; en başta da Kafkaslı'yı… Ribella bile son yarışından evvel startta bana kişniyor, "Ayağımda ağrı var" diyordu. Biz de bu atlara bindik. Sürü psikolojisi işte.

Ben dört yıldır jokeyliği bırakacağımı söylüyorum. Finesse olmasa çoktan bırakmıştım zaten ama pandemi yüzünden jübilemi öne aldım. İlk seyircili yarış gününde noktayı koyacağım. Hipodromlara gidiyorum, hayalet gibi şu an. Yıllardır bu işi kalabalıkların önünde yapmışım, insanlarla bütünleşmişim, onların mutluluğu benim mutluluğum olmuş. Dolayısıyla şimdi keyif almıyorum. Gerçi bakma ana avrat küfür yediğimiz de çok olmuştur. Yeni jokeyken eve gidip anneme, "Sen bugün bir şey hissettin mi anne?" diye sorardım. Kulağı falan çınlamış mı diye merak ederdim. Birçoğumuza geçmişte yarış sattığımız gibi ithamlarda bulunuldu. Gün geldi Cumhuriyet Koşusu'nda ailemin atını burunla geçip kazandım da bu şaibe üstümden kalktı. Dünyada fair play ödülü almış ilk jokey olabilirim. Bu şaibe şahsımın üstünden kalktı ama at yarışlarının genelinde hâlâ durmakta. Biz atları, sporu çok sevmiyor muyduk?

Evet, geçmişte fazla kamçı vurduğum için ceza aldığım oldu ama cevabı az evvel söylediklerimde gizli. Düşünsene yanındaki jokeyler kamçı vuruyor, senin altında da favori safkan var. Bu ata bir dünya insan bahis oynamış. Ben bilmiyor muyum o kamçının fazla olduğunu? Biliyorum tabii ve cezamı da göze alıyorum çünkü at kazanacak. Altılı oynayan şahıslar mağdur olmasın diye yaptık zamanında bu hataları. Ayrıca ben bu yarışların çoğunu da kazanmışım. Hemen hepsi o son ekstra kamçıyı vurmasam geride kalacağım koşulardır. Ne yaptığımın farkındaydım. Bundan sonrası için ise şart koştum, "Kamçı vurmadan bineceğim" dedim. Kabul ederse atın sahibi, yetkilisi o şekilde binerim. Yoksa da binmem.

İdmana gidip geliyorum ama kış boyu yarış binmeme kararı almıştım. Bir atımıza deklare zamanında istediğimiz jokeyi bulamadık ve mecburen binmeye karar verdim. Tabii sosyal medyada kamçısız yarışacağımı söyledim. Oynayan ona göre oynasın diye yazdım bunu. Bahis dediğin zaten risktir. Bana "Bahsi beğenmiyor musunuz?" diye soruyorlar. Beğenmiyorum kardeşim. Bu güzelim atlar anıldığında akla ilk bahis geliyor, şike geliyor. Neyse işte, ben koşuya yazıldım. Elimde kamçı vardı ama sadece gösterdim ve hiç vurmadım. Bu safkan daha önce aynı mesafede, aynı rakiplerle koşmuş ama başarılı olamamış. Dört aylık aradan sonra çıktığı ilk yarışı tek kamçı yemeden kazandı. Atın adı Benim Zaferim… Bu da Allah'ın işi değil mi? İddiamızı ispat ettik âdeta.

Sen kamçıyla ata vuruyorsun ve süratini artırıyorsun ama bir yandan da atın performans ömrünü düşürüyorsun. Üç yıl koşacak, sana kazandıracak at tek yılda heba olup gidiyor. Bir şampiyon niye kaybolsun ki? Ben insanların tepkisini anlamıyorum. Parası gitmiyor, ikamesi azalmıyor, kazancı azalmıyor… Atın canını acıtmadan koşmanın nesi kötü? Zaten iyi atın önüne kimse geçemez. Kamçıyla koşarken de iyi olan kazanıyor. Biz istiyoruz ki burada atın canını yakmadan, onu eğiterek, bütünleşerek yarış koşsun jokeyler. Mesela Long Runner isimli safkana bakalım... Vurmaya ne gerek var ya? Tutmaya kalksan tutamazsın ki, ruhunda yarışmak var. Kamçı yemediği her yarışta üstüne koyarak gelir böyle atlar. Ben istiyorum ki bir değişiklik yapalım ve dünyaya örnek olalım. Kamçı kalktığında sanat ortaya çıkacak, jokeyliğin asıl becerisi ortaya çıkacak. Tüm meslektaşlarım kendilerini çok daha fazla geliştirecekler. Antrenörler aynı şekilde atın isteklerine daha fazla hâkim olacaklar. Bizde atı kurulmuş canlı bir makine olarak görüyorlar sanki.

Tabii Türkiye Jokey Kulübü'nden kimse aramıyor sormuyor beni, onlardan çıkmadı ya bu fikir... Çok da önemli değil, ben zaten niyetimde samimiyim. Üstelik bu işten hiçbir kazancım yok. Sadece inanıyorum. Ama bugün ama yarın kamçı kalkacaktır, ben sadece ilk adımını attım bu işin. Cengiz Han, "Kazanamayacağı savaşa ancak aptallar girer" demiş ya, ben bu savaşa kazanacağımı düşünerek girdim. Kayıtlara da geçiyor bu röportajla; kamçının yüzde yüz kalkacağı inancındayım…

2019 ve 2020 yıllarında Türkiye'nin en çok yarış kazanan ismi, şampiyon jokey Gökhan Kocakaya'nın konuyla ilgili görüşleri ise şöyle:

İleri bir yarışçılık ülkesi olmasa da Norveç, 1982'de kamçıyı kaldırma kararı almış ama bu uzun ömürlü olmamış. Türkiye'de, Avrupa ülkelerinde ya da ABD'de aynı kuralın uygulanabileceğini düşünmüyorum. Eğer siz altınızdaki canlıya hükmetmezseniz o dönüp size hükmeder. Kamçı ata acı çektirmekten ziyade yönlendirme niyetiyle kullandığımız bir araç. Dünyada bunun üzerine AR-GE çalışmaları yapılmış ve neden kullanıldığı bilimsel olarak açıklanmış. Üç temel nedeni var: Güvenlik, düzeltme ve cesaretlendirme.

Farz edin bindiğiniz otomobil sağa doğru gidiyor ve direksiyonu çevirseniz de engelleyemiyorsunuz... Kantarma ile yön veremediğiniz durumlarda ata kamçı gösterip, "O tarafa gitme" deme şansımız var. Eğer olmasa bir başka atın önüne gidip devrilmesine, onun ya da jokeyinin sakatlık yaşamasına neden olabilir. En basiti start veriliyor ve ben birinci kulvardan çıkıyorum, eğer kamçı sol elimde olmazsa at o yöne doğru gidip rakiplerini dış bariyere itebilir. Yani aslında kamçının önemli bir güvenlik amacı var. Tamam bazı acemi çocuklar var ki yarışı bırakmış ata dahi kamçı vuruyorlar. Bu biraz onların bilgisizliğiyle ilintili.

Selim Abi'nin at sağlığı konusundaki kaygısını paylaşıyorum. Ne yazık ki biz ülkece 2009'da konan uluslararası kurallara riayet etmiyoruz. Kamçı vurma adedi ve bölgesi konusunda sınırlara uysak da kamçılarımız dünya standardında değil. Eski tip deri kamçılar hâlâ kullanımda. Sadece benim statümdeki belki ilk beş jokey uluslararası düzeyde kabul gören modeli tercih ediyor. Selim Kaya'nın kullandığını ise zannetmiyorum. Zaten denediği takdirde fikri değişebilir. 'ProCush' denen bu kamçıların uç kısmı ve gövdesi süngerle kaplı. Darbe anında şoku emen bir katman var ve birincil amacı atı uyarıcı bir ses çıkarmak. Ben sünger kamçı kullanımının herkes için zorunlu tutulması kanaatindeyim. Gerçi ülkemizde koruyucu jokey ekipmanlarında dahi uluslararası standardı yakalayabilmiş değiliz. Maalesef bunu denetleyecek bir kurumumuz yok.

Atları kendi evlatlarından ayırmadan seven meslektaşlarım var. İnanın büyük bir çoğunluğu böyle. Madem Selim Abi bu şekilde düşünüyordu, bunu bireysel olarak dile getirmeden evvel keşke kendi aramızda tartışsaydık... Sen tek başına, "Mesleği bırakıyorum, jokeylerin kamçı kullanmasını istemiyorum" dersen olmaz. Ben at sağlığını mesleğimin, kariyerimin dahi önüne koyan bir insanım ama bu konunun gittiği yer sporumuza zarar veriyor.

Socrates Dergi