
Bulmaca
12 dk
Lennox Lewis, ringde tartışılmaz bir şampiyondu. Ama kişiliği asla anlaşılamadı. Şimdi bir belgeselle bulmacanın parçalarını yeniden insanlara gösteriyor.
Lennox Lewis hayatına bir bulmaca olarak devam ediyor. Yıllarca çözülememiş bir bulmaca. Boks medyası, tabloid basın, izleyiciler onunla ilgili fikirler geliştirmek için çok çabaladı. Ancak klasik bir boksörden farklı, karmaşık karakteri, geçmişi, açıklamaları onu bir kategoriye yerleştirmeye yetmedi. Boksu zirvede bırakalı neredeyse yirmi yıl oldu ama hâlâ bu gizemin çözüldüğünü söylemek güç. Şu an güneşi sevdiği için taşındığı Miami'deki mülkünde ya da doğduğu Londra'daki evinde eşi ve çocuklarıyla olabilir. Ya da annesinin geldiği Jamaika'da, belki de 1988'de olimpiyat altını kazandırdığı Kanada'dadır. Bir kanalda boks yorumculuğu yapıyordur veya kurduğu derneklerden birinde çocuklarla muhabbettedir. Ya da chess.com'da satranç oynuyordur. Belki de geçen ay çıkan belgeseli Lennox Lewis: The Untold Story için tanıtım turundadır. Nerede olursa olsun, ne yapıyorsa yapsın, kişiliğini ortaya koyarken pek çokları için bilinmez kalmayı sürdürüyor.
Lewis de bu durumun farkında ki kendisiyle ilgili belgesel çekme ihtiyacı duymuş. Yakınları kurmaca bir film çekmesini önerirken o belgeselde karar kılmış. Lewis, "Çok fazla belgesel yapıldığını fark ettim ve bir tane de benimle ilgili olması önemliydi. Çünkü insanlar benim hakkımda hiçbir şey bilmiyor" diyerek bulmaca gibi görülmenin hayatının bir parçası olduğunu kabul ediyor.
İnsanların en azından bir kanıya ulaşmak için verilere ihtiyacı var. O verilerle kişiyi bir kategoriye yerleştirip yollarına devam edebilirler. Konu Lewis olunca bu ufacık, rahatlatıcı kesinliğe ulaşmanızı önleyen engeller beliriyor. O da bunları geçmek için yardımcı değil. Bu yolda bir belgesel çekse bile. Mesela en başta, nereden geliyor? Bir İngiliz, Kanadalı, Jamaikalı yoksa bir dünya vatandaşı mı? Kanada'da ülkeye olimpiyat altını kazandırsa da İngiltere doğumlu olduğu için göz ardı ediliyor. Bob Fitzsimmons'tan sonra, 1887'den beri ilk Britanyalı ağır sıklet şampiyonu olmayı başarıyor ancak İngilizler, Kanada adına olimpiyatta yarıştığı için ona şüpheyle yaklaşıyor. Annesinin memleketi Jamaika'ya sevgisini, rastası ve maçlara çıktığı reggae müziği eşliğinde her daim gösteriyor. Lewis'in dünyadaki yolculuğunda ilk referans noktası böylece silikleşiyor. Kendisi için bu sorun olmasa da kabul görmesi için engel. Bizden mi yoksa ötekinden mi? Lewis'in bir gruba ait olmak gibi bir derdi var mı, o da bilinmez. Bununla beraber kendi amaçları ve hayatta düştüğü durumlar sonrası geliştirdiği bazı yönelimler var.
İngiltere'den Kanada'ya geçişi de zorunlu bir durum. Lewis'in annesi Violet, Jamaika'dan İngiltere'ye göçmüş bir aileden. O doğmadan babasıyla ayrılıyorlar. Lewis 1965'te, Doğu Londra'daki Stratford'da doğuyor. Zorlu bir mahallede geçen fakir bir çocukluğun yanına, o yedi yaşındayken annesinin daha iyi bir iş bulmak için Kanada'ya gitmesi ekleniyor. Violet, Lewis'i bir aile dostuna emanet ediyor. Çıkardığı kavgalar dolayısıyla pek çok okuldan atılan Lewis, baskı gördüğü aile yakınının evinden de ayrılıyor. Süreç buraya kadar genelde bir boksörün hayat hikâyesi gibi; kavgalar, fakirlik, aile sorunları... Bununla beraber annesi durumunu düzeltip 12 yaşında onu yanına alıyor. Beş yıl annesiz geçmiş bir çocukluk sonrası Ontario'nun Kitchener kentine yerleşiyor. Buradan sonrası bir boksörün klasik hikâyesinden ayrılıyor. Aksanı dolayısıyla kendisiyle alay edilse, bir takım sorunlar yaşasa da okul dönemi verimli geçiyor. Yaşıtlarına göre iri fiziği, atletik özellikleri sayesinde lisede Amerikan futbolu, futbol, atletizm, basketbol oynuyor. Bu sporlardan herhangi birinde de belki başarılı olacakken o boksta karar kılıyor. Lewis, bu seçimini "Boks beni heyecanlandırıyor. Size bağlı bir spor. Boksta kendiniz bir takımsınız. Sıkı çalışır ve kendinizi adarsanız, başarılı olursunuz" şeklinde açıklıyor.
Lisedeyken arkadaşlarının ona taktığı lakap 'The Scientist' yani bilim insanı. Öylece oturup etrafı gözlemlediği için. Boks kariyerinin her anında da bir bilim insanının titizliğini görebiliyoruz. Lewis için ilişkiler, güven önemli. Takımını arkadaşlarından, ona yakın insanlardan kuruyor. Seul'den olimpiyat altınıyla döndükten sonra profesyonelliğe geçmeden önce ilk yaptığı iş bir avukat tutmak. Atacağı adımlarda şansı asgariye indiriyor. En önemli kararı Don King, Bob Arum gibi bir boksörü suiistimal edebilecek menajerleri reddetmesi. Kariyerini riskli bulduğu ABD'de değil, doğduğu İngiltere'de başlatıyor. Orada kazanılacak daha fazla kemer var. Britanya, İngiliz Milletler Topluluğu, Avrupa şampiyonluk kemerleri... Menajer olarak çok duyulmamış Frank Maloney ile anlaşıyor. Maloney klasik bir menajerin aksine kararlarda önceliğe her zaman Lewis'i koyuyor. Meslektaşları bu özelliğinden dolayı Maloney ile alay etse de Lewis işinde ipleri eline alıyor.
Lewis profesyonel kariyerinde üç koç ile çalışıyor. Onu dönüşmek istemediği, kavgacı bir boksör tipine sokmaya çalıştığı için John Davenport'tan ayrılıyor. Pepe Correa'dansa ilk yenilgisini aldığı Oliver McCall maçından sonra kopuyor. O maçtaki taktikleri Lewis'e uymuyor. O 'tatlı bilim' denilen boksu incelikleriyle uygulamak istiyor. Yumruk almadan yumruk atmak. Baba gibi dediği, sadece boksa dair değil, hayata dair de dersler aldığı Emanuel Steward ile 1994'ten kariyerinin sonuna kadar çalışıyorlar. Steward, 41 dünya şampiyonu yetiştirmiş bir koç ve agresif boksu savunurken, Lewis'in yetenekleri çevresinde onun stilini keskinleştiriyor. Her şey Lewis'in isteğine ve öngörüsüne uygun gelişiyor.

Lewis işine yaramayan her şeyi dışarıda bırakıp gerekli olanları kendisine ve takımına katıyor. Disiplinli, tedbirli, şansa yer vermeyen bir pragmatizmle kariyerini kurguluyor. Yıllarca onunla çalışan menajeri Maloney, "Lewis iki kişidir. Mahremiyetini gözeten kibar bir insan ve kendinden üçüncü tekil şahısla bahseden, gereken konuşmaları ringde boksuyla yapan özel bir insan" diyerek onun yaklaşımını özetliyor.
Ünlü boksör, kendinden üçüncü tekil şahısta bahsederek kendisiyle medyanın ve rakiplerinin arasına bir çizgi çiziyor. Kendi çevresi dışındakilere karşı kimlik geliştiriyor. Belgeselini seslendiren Dr. Dre'ye, "Açılmak çok zor. Özellikle kalkanlarla çevrelenmiş ve kendine böyle bir defans kurmuşken" demesi, Lewis'in ringde yaptığı savunmaya benzer savunmayı ring dışında da kurduğunu gösteriyor. Sorgu masasındaymış gibi temkinli demeçler veren, özel hayatına dair bir şeyi açık etmeyen Lewis'e karşı basın da reaksiyon geliştiriyor. The Sun gazetesi, hakkında herhangi bir bilgiye ulaşamadıkları Lewis'in eşcinsel olduğunu iddia ediyor. Lewis bunu yalanlasa da The Sun, sporcunun eşcinsel olduğuna dair bilgisi olanları gazeteye başvuruya çağırıyor. Ama kimseden yanıt gelmiyor.
ABD medyası onu içe dönük ve sıkıcı diye nitelendiriyor. Kibirli de bulunuyor. Lewis, "Rat Pack filmini izledim. Hatırladığım Dean Martin'i bir bulmacaya çevirmişler. Bu ne demek, ona dair bir bakış açısı yok. Düşündüm de; ben de öyleyim. Eğer medya satranç oynadığımı bilmese, hakkımda hiçbir bakış açıları olmayacaktı. Ya trombona başlasam, yardımı olur mu?" diyerek medyayı umursamadığını gösteriyor. Onun önemsediği, ringde yaşananlar.
O dönem ABD medyasının dertlerinden biri dünya şampiyonluğunun ülke dışına, İngiltere'ye gitmesiydi. ABD'li boksörler bunu belki engelleyebilirlerdi ama onunla maç yapmak istemediler. Olimpiyat finalinde Lewis'e yenilen Riddick Bowe şampiyondu. Zorunlu rakibiyse Lewis'ti ama o, bu maçtansa WBC kemerini çöpe atmayı tercih etti. WBC, bu skandalın ardından kemeri Lewis'e verdi. Lewis maça çıkmadan dünya şampiyonuydu. Mike Tyson da 1994'te onunla karşılaşmak istemedi. Belki de ring içinde de bulmaca olan Lewis'ten çekindiler. Öte yandan boks tarihinin en büyük sürprizlerinden birinde Hasim Rahman, 2001'de Lewis'i nakavt etti. Maçı anlatan spiker "Ağır sıklet şampiyonluğu tekrar Amerika'da" diyordu. Tabii bu kısa sürdü. Lewis, zamanında McCall'u yendiği gibi, Rahman'ı da devirdi ve kemerlerini geri aldı. Tyson'ı da 2002'deki buluşmada nakavt etti. 1.96'lık boyu ve 2.13'lük kanat açıklığıyla ringde bir devdi. Rakipleri onun sol direğine her zaman takıldı.
Lewis kariyeri boyunca karşılaştığı her boksörü yendi. Yenildiklerinden rövanşı aldı. George Foreman onun için "Tarihin en iyi ağır sıkleti" dese de Tyson kadar ilgi görmedi. Bunun nedeni belki de tipik bir ağır sıkletin güdülerine sahip olmamasıydı. O bir satranç oyuncusuydu. Yumruk almayıp, yumruk atan cinsten. Atletizmi, hızı, savunmasıyla ringde tuzaklar kuran, bir bulmaca gibi gördüğü rakiplerine çalışan ve onları alt eden bir büyük usta. Lewis'te Tyson'dakine benzer vahşetten eser yoktu. Onun yaklaşımı daha çok planlı bir şiddetti. Rakibi bitirme noktasına getirse de 'kan kokusu'na kendini kaptırmazdı. Tatlı bilimin en iyi temsilcilerindendi. Tüm bu özellikler belki de kendisine gösterilen takdirin gecikmesine yol açtı. Bunu da çok umursamadı. Kişiliğinden, yaptıklarından emindi ve "Güzel bir şarap gibiyim, yıllandıkça daha iyiye giden" diyerek seneler geçtikçe daha çok takdir edildiğini kabul ediyordu.
Lewis aklında netti. Tyson gibi şeytanlarıyla savaş halinde değildi. Lewis, en büyük gücü çok sevdiği annesinden alıyordu. Başka bir boksörü kızdırabilecekken kendisine 'ana kuzusu' denmesine "Ana kuzusu olmaktan gurur duyuyorum, hayatta kim size bir anneden daha fazlasını verebilir?" şeklinde karşılık veriyordu. Onun keskinliğini, savunmasını geçemiyordunuz. Onu boksa başlatan koçu Arnie Boehm bir baba figürüydü. Sonra Steward da... Arkadaşları zaten takımdaydı. Onlarla çalışıyor ve eğleniyordu.
Lewis ringde rahat ve ifadesizdi. Takımıylayken gösterdiği duygulardan eser yoktu. Ancak belki de tek bir maçta kızgınlık ve hayal kırıklığı gösterdi. Evander Holyfield ile yaptığı ilk maçı hakemler berabere olarak puanlamıştı. Ancak Lewis maçı neredeyse baştan sona kontrol etmişti. Lewis, "İçimde bir yerde, burada bana bir şey yapacaklarına, hakkım olanı çalacaklarına dair bir endişe vardı. Ama bu şekilde değil. Bu kadar kötü bir şey yaptıklarına inanamıyorum" diyerek hayal kırıklığını anlatıyordu. Ancak üzüntüsü çok sürmedi. Rövanşta Holyfield'ı yendi. Artık tarihte örneği az görülen tartışmasız ağır sıklet dünya şampiyonluğuna ulaşmıştı. Tüm kemerleri toplamıştı. Son tartışmasız şampiyon hâlâ o, 21 yıldır.
Lennox Lewis, 2003'te Vitali Klitschko'yu da yenip kariyerine zirvede son verdi. Annesiyle aynı isme sahip Violet ile evlendi. Üç çocuğu var. Henüz emekli olmadan planını yapmıştı. İnsanların hayatlarına dokunmak. Kurduğu derneklerle çocuklara, ihtiyacı olanlara yardım ediyor, boks yorumculuğu yapıyor, satranç oynuyor. Trombona başladı mı? Bilmiyoruz.