
Çok Fazla Değişken Var
15 dk
Bir tarafta Doncic, diğerinde Giannis, öbüründe LeBron… NBA'de artık her gece yeni bir rekor kırılıyor. Peki bu istatistik enflasyonuna nasıl yaklaşmalıyız?
Luka Doncic, 10 Kasım 2019'daki New Orleans Pelicans maçından sonra soyunma odasında dinlenirken karşısında geniş bir medya ordusu vardı. O gece de harika bir performans ortaya koymuş; 26 sayı, 9 asist, 6 ribaundla oynamıştı. Sloven yıldız, Michael Jordan'a ait olan 18 maç üst üste 20 sayı-5 ribaund-5 asist barajını geçme rekorunu kırmıştı. Yani Jordan'ı geçmişti. Ama gazeteciler tarafından hatırlatılan bu başarı pek de ilgisini çekmemişti: "Bugünlerde çok fazla istatistik var. Kimseyi Jordan'la kıyaslayamazsınız. O eşsizdi."
Bu açıklama hemen yankı buldu. Neticede basketbol dünyası, Golden State Warriors'ın 2015'teki şampiyonluğundan bu yana istatistik, analitik yaklaşım, modern basketbol gibi konularda sert bir savaşa girmişti. Ahmet Çakar'ın ATV'de Ersin Düzen ve Kazım Kanat'a dönerek "Hücum maç kazandırır, savunma şampiyon yapar" sözünü hatırlattığı ve Shaquille O'Neal'ın adamlığını sorguladığı o yayından bugüne yıllar geçti ve artık kimse savunmanın yüzük kazandıracağına inanmıyor. Savunmanın ana faktör olduğu yüzük senaryoları geçmişte kalan hoş bir sedadan fazlası değil. Yükselen tempo, genişleyen yetenek havuzu, kurallarla güvence altına alınan hareket serbestisi ve üçlük yağmuru hücumları baş köşeye yerleştirdi.
Artık herkes sayı atmak istiyor. Çok atmak istiyor. Hücum şampiyonluk kazandırıyor. Artık normal sezondaki her maç akşamı, yeni bir istatistik çılgınlığı demek. Rekor enflasyonu o kadar büyük ki kırılan rekorları takip etmek bile başlı başına bir mesai. Türk futboluna damga vuran "X kırınca tanımlanan rekorlar" basketbol dünyasını da esir aldı. Sansasyon peşindeki sosyal medya hesapları da gelişmeleri büyük puntolarla okuyucularına duyuruyor. LeBron'un sahaya çıkıp yeni bir kilometre taşını geride bırakmadığı gece sayısı bir elin parmakları kadar az. Luka Doncic sürekli "O yaşta bunu yapabilen üç kişi vardı" mesajlarının başrolü oluyor. Sezonu maç başına 40 sayı ortalamayla bitirmeye doğru giden James Harden da bizi sporun başka türlü yapıldığı Wilt Chamberlain yıllarına götürüyor.
Peki bu gaz ve toz bulutu içinde kime güveneceğiz?
***
"Güzel yazan herkesi işe alıyorduk."
Houston Rockets genel menajeri Daryl Morey, sezon başında Bill Simmons'a böyle bir cümle kurmuştu. 35 yaşında Houston'ın basketbol operasyonlarını yönetmeye başlayan Morey'nin kastettiği şuydu, bir dönem basketbolun geleceğine dair değişik fikirleri olan herkesi işe almışlardı. Onun göreve gelişiyle birlikte NBA de değişmiş, takımlar istatistik bölümlerinde çalışan insanların sayısını artırmış, üniversite mezunu birçok parlak genç, spor dünyasına dalmıştı. İnternetin yayılmasıyla popülerleşen blog dünyası, o gençlere düşüncelerini paylaşma şansı vermişti ve yeni bir açı bulanlar kısa sürede profesyonel takımlardan teklif almıştı.

James Harden
Morey'nin katıldığı podcast, 'Book of Basketball 2.0' ismini taşıyordu. Simmons, meşhur kitabının devamını yapmak istemişti çünkü 2009'da yayımlanan eserden bu yana basketbola dair bildiğimiz her şey değişmişti. Üçlük devrimi yaşanmış, niteliğin nicelikle savaşında verimlilik kelimesi öne çıkmış, "Üçlükle yaşayan üçlükle ölür" sözü Warriors tarafından yalanlanmış, tempo 1980'lerden bu yana görülmedik seviyeye çıkmıştı. Morey de değişimin poster çocuklarından biriydi, takımını yıllar içinde basketbol laboratuvarına çevirmiş, oyunun bütün dolambaçlı yollarını çöpe atarak topu basitçe fileden geçirmekte ustalaşan Harden'ın omuzlarında tartışılan bir takım kurmuştu. Rockets, sadece üçlük atmayı ve boyalı alana gitmeyi tercih eden, az pas yapan, Russell Westbrook öncesi neredeyse hiç hızlı hücuma çıkmayan, faul atışlarının değerini herkesten önce gören, ilginç ve sıkıcı bir takımdı. Her yıl play-off performansları kutuplaştırıyor, sezonu noktaladıkları yer düşmanlarının "Ben demiştim" bayramına dönüşüyordu.
Houston ve izinden gidenler, üçlüğün avantajını bu on yılın başında görmüştü. Basketbol en nihayetinde matematiksel bir yapıydı ve 3, 2'den büyüktü. Rockets, son yedi sezonun altısında ligin en çok üçlük deneyen takımıydı. 2014'te maç başına 26 üçlük denemek onları lig lideri yapmıştı, 2019'da ise maç başına 45 üçlük kullanıyorlardı. Değişimin çarpıcılığını gösteren örneklerden biri de şuydu: 2014'te onları üçlük kullanmada lig lideri yapan 26, 2019'da ligin en az üçlük deneyen takımını işaret ediyordu, yani San Antonio Spurs'ü… Dolayısıyla Morey'nin fikirleri iktidara gelmişti. Tek sorun, bu süreçte hiç şampiyonluk kazanamamasıydı.
Onlarla birlikte lig de sayısalcı oldu. NBA yönetimi de etkiyi gözlemlemiş, hücumun ilgi çektiğini düşünmüştü. Harden gibi yeteneklerin oyun alanını genişleten kurallar birbiri ardına yürürlüğe konmuştu. Tempo, şut, alan paylaşımı artık herkesin dilindeydi. En uzak izleyicinin dahi… Bu süreçte Morey gibi yöneticileri üzen şey, eski avantajlarının kalmamasıydı. Bir zamanlar oyundaki eksik noktayı bulmuşlar, onun üzerine yatırım yapmışlardı. Ama genç kuşaklar savaşın neresinde durmaları gerektiğini iyi biliyorlar, sağlam diplomaları ve arka planlarıyla lige dâhil oluyorlardı. Bazen de medyaya… Morey, "Philadelphia 76ers'ı suçluyorum çünkü Sam Hinkie rejimini kovduklarında birçok basketbol beyni de ortalığa saçıldı. Mesela Ben Falk" diyordu.
Bilgi artık her yerdeydi. En görmek istemeyen takımların dahi gözlerinin önünde...
***
Geçmişte Socrates'e de hikâyesini anlatan Falk, yirmili yaş larının başında Portland Trail Blazers ile çalışmaya başlamış, Hinkie'nin 'Trust The Process' döneminde Sixers'ta görev almıştı. Philadelphia deneyimi acı şekilde sonlanınca NBA takımlarından gelen teklifleri reddetmiş, kendi sitesi Cleaning The Glass'i kurmuştu. Sitenin sloganı bile her şeyi açıklıyordu. "Daha Sarih Bir Basketbol Görüşüne Doğru." Evet, seksi bir etiket değildi ama Falk'un niyetini anlatıyordu. Genç yazar, bir yandan sıradan seyircilerin ilgisini çekebilecek enteresanlıkta bir yapı kurmaya uğraşıyor, bir yandan da ana akım medyada oyunun tartışılma biçimine farklı bir boyut katmak istiyordu. Geçmişte sadece takımların sahip olduğu birçok istatistik, onun gibiler sayesinde geniş kitlelerin ilgisine sunuluyordu.

Brook Lopez ve Robin Lopez
Falk, 2017'de kaleme aldığı bir yazıda Lopez Kardeşler'den söz etmişti. Aslında tartışmak istediği şey ribaund kavramıydı. İlk bakışta Brook ve Robin Lopez, ribaund istatistikleriyle göze çarpan isimler değildi. Eğer basketbol sitelerini takip ediyorsanız ve bilindik istatistik kâğıtlarına bakıyorsanız ortaya koydukları rakamlardan pek etkilenmiyordunuz. Oysa Falk, bahsi geçen tabloda hatalı olanın Brook ya da Robin değil, basketbol kamuoyu olduğunu ifade ediyordu. Ona göre ribaund, 'Rakip takımın hücum ribaundu almasını engelleme' üzerinden yeniden tanımlanmalıydı ve bireysel ribaund istatistiklerine değil, oyuncuların sahada bulunduğu anlarda mevcut olan ribaundların kaçının takımlarında kaldığına bakılmalıydı. İlkine dikkat edildiğinde Brook da Robin de sınıfta kalıyordu, ikincisine bakıldığında ise işler değişiyordu.
Yeni nesil istatistikçilerin çoğunun yolunu açan kişi aslında Dean Oliver. Bugünlerde Wizards'ta asistan koç olarak çalışan Oliver'ın Basketball on Paper (Tr. Kağıt Üzerinde Basketbol) adlı kitabı basketbol dünyasının Moneyball'u olarak kabul ediliyor; aynı sürükleyicilik ve hikâye zenginliğinde olmasa da. Oliver'ın başarısı da aslında karmaşık, gelişmiş istatistiki süreçleri basitçe özetlemek. Ona göre geleneksel 'box score' karşılaşmaların nasıl şekillendiğini açıklamakta yetersizdi. Çözüm olarak günümüzde herkesin dilinde olan 'Dört Faktör'ü önerdi: Şut, top kaybı, ribaund, serbest atış. Fakat içlerinde detaylar gizliydi. Şut alanında üçlüğün ikilikten daha değerli sayıldığı 'Efektif Şut Yüzdesi'ni kullanıyor, ribaund ve top kaybı oranlarına bakıyor, serbest atış sayılarını takımların şut denemelerine oranlayarak inceliyordu.
O yapıdan yeni bir dünya doğdu.
***
YouTube'un başarılı basketbol kanallarından Thinking Basketball da son dönemde istatistik enflasyonu üzerine bir video serisi başlattı. Daha önce gelişmiş istatistikler üzerinden bir kitap da kaleme alan Ben Taylor, serisine basit bir soruyla başladı. Geçmiş oyuncularla bugünküleri nasıl kıyaslayabiliriz? Sonuçta bütün bu analitik, modern basketbol ortamı yeni nesil seyirciyle buluşunca ufak bir sıkıntı doğmuştu. Nasıl 1990'larda büyüyenler basketbolun sadece o dönem gerçekten oynandığını düşünüyorsa 2010'larda ekranlarını açanlar da oyunun sıfır yılında olduğuna inanabiliyorlardı. "Larry Bird bugün olsa sahada kalamaz" yorumu en az "Bu Doncic de kimmiş? Eski savunmalara karşı harcanırdı" düşüncesi kadar anlamsızdı.
Ben Taylor, tıpkı Falk gibi, aynı sözcüğün altını çiziyordu: Bağlam. Hayata, sanata, edebiyata bakarken olduğu gibi basketbola bakarken de 'context' her şeydi. Bugün Harden'ın kaç sayı attığı, Drummond'ın kaç ribaund aldığı elbette önemliydi. Doncic'in Michael Jordan'ın serisini geride bırakması da haber değeri taşıyordu. Ama eğer derdiniz bilimsel bir analizse, Harden'la Chamberlain'ı kıyaslarken işi "Şu kadar attı, bu kadar asist yaptı, şöyle ribaund aldı" seviyesinden uzağa taşımak gerekiyordu. İkilinin oynadıkları süreye, lige, döneme bakmak; 1960'ların NBA'iyle 2010'larınkini tempo bazında kıyaslamak, yakalanan pozisyon sayısı üzerinden verimliliği ölçmek lazımdı. Taylor, Excel tablolarını birbirlerine uyarlamak, adapte etmek gerektiğini ifade ediyordu. Mesela Oscar Robertson'ın 1962 sezonuyla LeBron James'in 2019 sezonunu kıyaslarken hesaba katılması gerekenler belliydi. 2019'da atılan 10 sayının karşılığı 1962'de 8 sayıya tekabül ediyordu. Yıldızların ortalama 120 pozisyon oynadığı 1962'yle 75 pozisyon forma giydiği 2019'u karşılaştırırken 'elmalar-armutlar' durumuna düşmemek için bütün bu işlemleri yapmak mühimdi.

Trae Young ve LeBron James
Kısacası, bağlam her şeydi.
***
Dedik ya, basketbol bugünlerde büyük bir ideolojik savaşın ortasında. Üçlük devrimi tüm hızıyla etkisini artırırken herkesin aklında aynı soru var: Bir sonraki keşif alanı ne? Aktif koçlardan Stan Van Gundy, bu sezon başında katıldığı bir podcast programında artan temponun, çeşitlenen hücumların ve yeni NBA'in zevkli yanları olduğundan söz ederken bir uyarıda bulunmuştu. Savunmalar bu hücumlara adapte olamamıştı ve değişen oyun geometrisi temasın azalmasına kaynaklık etmişti. Tecrübeli koça göre bu ligi dünyanın zirvesine taşıyan özelliklerden biri çılgın atletizm seviyesiydi. Potaya son sürat giden Vince Carter'ın karşısına dikilen Alonzo Mourning'i seyretmek bazen arka arkaya üç orta saha üçlüğü deneyen Trae Young'ı izlemek kadar ilgi çekiciydi.
'Eski Topraklar, İstatistikçilere Karşı' olarak özetlenebilecek savaş, aslında bir yandan da resmin bütününü kaçırıyor. Kawhi Leonard'ın hemen her basketinden sonra "Bize orta mesafe öldü dediniz, bu ne?" diyen eski topraklar aslında karşı cephenin fikrinden bihaber. Kimse orta mesafenin tedavülden kalkmasını önermedi. Söylenen şu: Kawhi gibi istisnai bir yüzdeyle atmadığınız sürece orta mesafeler hücumunuzu felç ediyor. Diğer yandan, oyuncuları tamamen sayılara indirgeyen ve dönemin kendine has koşullarını hesaba katmadan "Iverson ne kadar da abartılıyor" diyen gelişmiş istatistikçiler de aynı ölçüde sorunlu.
Ben Taylor gibi dönemlerin, hücum stillerinin, temponun hesabını yapıp farklı çağları birbirlerine denk düzlemde buluşturan ve bu çalışmayı maç kasetleriyle birleştirip onun üzerinden kıyasını yapan perspektif, NBA tarihini anlamakta çok daha sağlıklı. Bu yüzden Taylor'ın kendi sitesinde yaptığı "Tarihin En İyi Oyuncuları" listesi gelecek nesillerin bile ilgisini çekebilecek bir başvuru kaynağı. Evet, Bob Cousy'yi izleyecek çok fazla kaynağımız olmayabilir ama tarihsel bir tespit yaparken 1960'ların dripling ve steps kurallarını bilmeden paçaları sıvamak saçma olur. Yoksa derede boğuluruz.
Luka Doncic haklı. Çok fazla istatistik ve bir Michael Jordan var. Veya bir Kareem Abdul-Jabbar. Ama temponun, pozisyon sayısının, üçlük adedinin 1990'lara ve 1970'lere oranla arttığı günümüzde Jordan'ın veya Kareem'in farkını anlayabilmek için yine istatistiklere ihtiyacımız var. Gelişmiş istatistiklere. Maç kasetleriyle birlikte.