
Emine Pehlivan'dan Zeyna'ya
8 dk
Emine Pehlivan'ın az bilinen yaşam öyküsü ile Zeyna'nın ekranlarımızda belirişi arasında 70 sene var. Fakat aralarındaki benzerlikler, uzaklıklardan daha fazla.
1927 senesinin bir Ekim günü Maraş’tan Konya’ya bir pehlivan gelmiş. Sanırsın çetin bir rüzgâr gelişi, bir amansız fırtına. Kerpiç binalardan savrulan tozlar gibi dağılmış dedikodusu şehrin sokaklarına. Emine’ymiş pehlivanın adı. “Ama aldanmayın ismine” diyorlarmış görenler, “Cüssesi Koca Yusuf’a yanaşır, bakışlarıysa korkusuz Kara Emin’den...” Kısa kırpık saçları, kuvvetli pazuları derken ‘erkek ile kadın arasında bir yaratık’ olduğuna hükmedilmiş Emine Pehlivan’ın. Hakkında türlü rivayetler kahvelerden evlere, evlerden okullara taşınmış. “Kocası savaşta şehit düştü” diyenler de varmış, “Karısını üç çocuğuyla bırakıp kaçtı” diyenler de... Kocası gittiği gün giymiş pantulunu, kara saçlarını kesmiş Emine ve ant içmiş erkeklerin sırtını yere getirmeye. Güreşmek, öç almak olmuş onun için.
Rivayet odur ki aslen Kıbrıslıymış Emine. Ondaki cevheri gören bir cambaz kumpanyası, önce Antalya’ya getirmiş kadını. Oradan Adana’ya, Maraş’a, Mersin’e... Köy köy, kasaba kasaba gezdirmiş. ‘Torosların Fatihi’, Ege kıyılarında görülmüş bir müddet sonra. Şöhreti kendinden evvel varınca İstanbul’a, mecmualar alafranga mayosundan taşan bedeniyle kapak yapmış Emine Pehlivan’ı. “Kadının her işi yapmasını mümkün görürdük ama Türk kadınının pehlivanlık yapmasını aklımıza dahi getirmezdik” diye yazmış Perşembe Mecmuası. Sonra da eklemiş: “Artık bizim de erkeklere dünyayı dar getiren bir pehlivanımız var.”
Erkeklere dünyayı dar getiren kadınlar… Pehlivanlık müessesinin ezberini bozan bir kadın; Emine Pehlivan. Nasıl bozdu peki ezberi? ‘Er meydanı’na çıkarak, rakiplerini yenerek. Ataerkil geleneğin pasif ve itaatkâr kadın anlayışını reddederek şüphesiz ki yaşadığı toplumun da ezberini bozdu. Emine Pehlivan’ın az bilinen, bilindiği kısmıyla da büyük ölçüde tevatüre yaslanan yaşam öyküsü, aslında bu haliyle bile ilham verici. Emine Pehlivan bir kahraman oldu mu peki? Efsane oldu ama kahraman olamadı. Belki aradan geçen 80 küsur yıla rağmen hikâyesi hâlâ bu sayfalarda yer bulabiliyor… Ancak kahraman olmak için fazlası gerekiyor.
Hem Savaşçı Hem Prenses
90’lı yılların ortalarında hayatımıza bir kadın girdi; tıpkı Emine Pehlivan gibi, erkeklere dünyayı dar eden bir kadın... Çoğunlukla erkek cinsinde vücut bulan kötülüklerle yorulmadan savaşıyor, sonunda izleyicisini iyilik ve adaletin galebe çaldığı bir dünyaya kavuşturuyordu. Kısa deri eteği, üzerinde metal payetler bulunan zırhı, omuzlarına dökülen siyah, perçemli saçları, boyu, posu, endamıyla Zeyna, genç kadınlar için gücün ve güzelliğin sembolü haline gelecekti. Can Kozanoğlu’nun deyimiyle; devir, ‘cilalı imaj devri’ydi ve bu imaj çağında bir kadının yalnızca atletik özellikleriyle değil, görünüşüyle de kalpleri fethedebilmesi gerekiyordu. Yani artık kimse zarfa bakmadan mazrufla ilgilenmiyordu.
ABD televizyonlarında 1995’te gösterime giren Zeyna: Savaşçı Prenses, Türk izleyicilerin karşısına yaklaşık bir yıl sonra çıktı. Dizi, yayına girdiği 115 ülkede olduğu gibi Türkiye’de de reytingleri altüst edecekti. Bir kuşağın beş-altı yıl boyunca her pazar gecesi, Zeyna ve yol arkadaşı Gabriel’le kötülüklere meydan okumakla, maceradan maceraya atılmakla geçti. Kimimiz Zeyna oluyorduk izlerken, kimimiz Gabriel. İkisinden de rol çalmak istemeyenler de vardı aramızda. İşte, ekranda kimsenin göremediği o üçüncü yol arkadaşıydık bizler. Bu iki kadınla birlikte mitolojinin dehlizlerinde kayboluyorduk. Homeros, Sezar, Spartaküs sanki komşu çocuklarının adlarıydı.
Olaylar; devlerin, tanrıların, tanrıçaların, canavarların yaşadığı fantastik bir evrende geçiyordu. Zeyna ise bizler gibi ölümlüydü. Doğaüstü güçlere sahip değildi ama kuvvetli sezgileri ve zekâsıyla birleştirdiği sıkı bir tekniği vardı. Hatalarıyla, sıklıkla yaşadığı iç çelişkileri ile tepeden tırnağa insandı. Güzel, güçlü ve bağımsız bir kadındı Zeyna; özgür ruhuydu Antik Yunan’ın… Modern zamanlarda ise genç kızların hayranlık duyduğu bir kahramana, bir popüler kültür ikonuna dönüşmeyi başaracaktı. Zeyna ismi kısa süre içinde dilden dile dolandı; hikâyelerinin paylaşıldığı internet forumları, hayran sayfaları açıldı; oyuncakları, oyun kartları, çizgi romanları satışa çıkarıldı; adını taşıyan festivaller yapıldı. O yıllarda keşfedilen bir cüce gezegene de Zeyna lakabı verildi.
Zeyna’nın dünya çapındaki popülerliği en çok feministlerin başını döndürüyordu. Çünkü pek çokları, senaryosundan karakter kurgusuna, dizinin feminizmi kucaklayan bir yapım olduğunu düşünüyordu. Televizyon tarihinde ilk defa feminist içerikli mesajlar veren bir program bu denli popülerlik kazanmıştı. Yoksa feminizm, kitle kültürünün içine sonunda sızabiliyor muydu?
Zeyna’yı toplumsal cinsiyet ekseninde yeniden yorumlamaya kalkacak olursak, işe dizinin isminden başlayabiliriz. Zeyna’nın yalnızca savaşçı değil, aynı zamanda bir prenses olarak tanımlanması, eril ve dişil arasında bir denge güdüldüğü izlenimi vermektedir. Zeyna’nın savaşçılığı, fiziksel ve mental gücü ile bağımsızlığı geleneksel olarak erkeklere atfedilen niteliklerdir. Öte yandan bu savaşçı kadın, bir ‘prenses’ kadar güzeldir.
Zeyna, atletik yapısına rağmen fiziksel olarak ‘erkekleşmemiş’, bedeninin kadın formunu koruyarak gücü elde edebilmişti. Buna rağmen, feminen tavrını nadiren sergiliyordu. ‘Görev icabı’ kılık değiştirdiği zamanlarda parlak renkte giysiler giyiyor, yürüyüşü salıntılı ve aheste bir biçime bürünüyor, yüz hatları bir anda yumuşuyordu. Tüm bu hal ve hareketlerinde, sahip olduğu dişil gücü kullanmaya yönelik bir bilinç saklıydı.
Zeyna karakteri, basmakalıp cinsiyet rollerine hapsolmuş zihniyetin sınırlarını zorluyordu. Onun cinsiyeti, akışkan bir devinim gösteriyordu. Keza kullandığı silahlarda da cinsiyete dayalı bir denge gözetildiği söylenebilirdi. Kılıç, fallik bir semboldü. Ama Zeyna, kılıcın yanında bir de ‘çakram’ taşıyordu. Yuvarlak, fırlatıldığında bumerang gibi sahibine geri dönen bu metal silah, anti-fallik bir sembol olarak kadın cinsiyetini temsil ediyordu. Çakram, Zeyna’nın fiziksel donanımının en elzem parçasıydı; dövüşü bitiren son darbeyi genellikle onunla koyuyordu.
Zeyna’nın can dostu Gabriel de tıpkı onun gibi geleneksel cinsiyet rollerine boyun eğmeyen bir kadındı. Sevmediği bir adamla evlenmek istemiyor, kendisini bekleyen başka dünyaların varlığına inanıyordu. Köyünden kaçıp Zeyna ile beraber yollara düşmesiyle, ikisinin arasında derin ve romantik bir dostluğun gelişmesi bir oldu. Lezbiyen bir aşk hikâyesi çıkaran da oldu bu ilişkiden, kardeşten öte bir yoldaşlık da... Hayatlarına başka erkekler girdi ama heteroseksüel aşk hikâyeleri en fazla birkaç bölüm sürdü. Aralarındaki dostluksa altı sezon boyunca devam edecekti.
İki kadının ‘erkek muhabbeti’ dışında konuşması, yahut cinsellikten bağımsız beraber vakit geçirmeleri, ne televizyon dünyasında ne de beyaz perdede görmeye alışık olduğumuz sahnelerdi. Zeyna ve Gabriel ise kadın kadına bir ilişkinin güzelliğini taşımışlardı ekrana. Üstelik bu dostluk, idealize edilmiş bir kusursuzluk içinde değil, çatışmalı ve çalkantılı yönleriyle de ortaya konuyordu. Feministler, kadınlar arası dostluk ve dayanışmayı vurguladıkları için dizinin yapımcılarına bir defa daha müteşekkirdi.
Zeyna, çizgi roman olarak karşımıza çıktığında da feminist mesajları muhafaza edilmiş olacaktı. 1998'de Zeyna ve Hakiki Olimpiyatlar başlığıyla üç bölümlük bir çizgi roman serisi yayınlanmıştı.
Romanın kötü karakteri Samson, köle işçi çalıştırarak ürettiği sandaletlerin reklamını yapmak için olimpiyat oyunlarına katılmaya karar verir. Zeyna ve Gabriel, Samson’u egale etmek için oyunlara katılmak isteseler de tarihin ilk olimpiyat oyunlarında ‘cinsiyet bariyeri’ne çarpmaları işten bile değildir! Bunun üzerine Gabriel ‘Kadın Olimpiyatı’ adı altında alternatif bir spor organizasyonu düzenler. Bu turnuva o kadar ilgi çeker ki Samson, kadın kılığına girerek bu defa olimpiyat oyunlarında yarışır. Zeyna, altın madalyaları silip süpüren bu sporcunun aslında bir erkek olduğunu bilmesine rağmen sessiz kalacaktır. Gabriel, ona Samson’u neden ifşa etmediğini sorar. Erkeklere kadınlarla beraber yarışmayı yasaklamanın iki yüzlülük olacağını söyler Zeyna, şayet kadın ve erkeğin eşit olduğuna inanıyorlarsa… Zeyna’nın yanıtında pek çok feministin özlem duyduğu bir hakkaniyet saklı kalır. Ve Savaşçı Prenses kötü adamla çarpışmak üzere korkusuz, adil ve kararlı bir şekilde sahneyi terk eder.