Geleceğe Dönüş

20 dk

Golden State Warriors sadece unutulmaz bir hanedan değil, aynı zamanda farklı bir basketbol fikri… O fikir, 2015’ten beri NBA manşetlerini belirliyor.

Klay Thompson, 9 Ocak 2022 akşamı, 941 gün sonra adım attığı ilk NBA maçında topla buluştuğunda maç daha yeni başlamıştı. Golden State Warriors, açılış setindeydi. Juan Toscano Anderson'ın perdesinden yararlandıktan sonra Klay, Andrew Wiggins'ten pası almış ve potaya gitmişti. Üç uzunla oynayan Cleveland Cavaliers boyalı alanı en iyi kapatan takımlardan biriydi ama Klay'in o an hiç bunları düşünecek hali yoktu. Bir an evvel fileyi bulmak istiyordu. Üç senelik bir aranın, kariyer bitirebilecek iki sakatlığın ardından, yeniden parkelere dönebileceğini göstermişti. Şimdi yeniden başrol olabileceğini kanıtlamalıydı. Lauri Markkanen ve Jarrett Allen'ın çabalarına karşın hedefine ulaştı.

Merakla beklenen karşılaşma, NBA TV'nin izlenme oranlarını tavana vurdurmuştu. Tek elle noktaladığı açılış pozisyonu, gecenin sosyal medyada en çok izlenen ikinci ânıydı. İkinci çeyreğin sonunda vurduğu smacın ardından. İki kesit de yalnızca Warriors hayranlarını değil, milyonlarca insanı derin bir mutluluğa sürüklemişti. Zira Klay'in 941 günü, bir sporcunun başına gelebilecek en talihsiz serüvenlerden biriydi. Hayatını adadığı iş, oyun, yaşam amacı elinden alınmıştı. Fakat şimdi, kutlama vaktiydi. Açılış sayısı, karanlık günleri geride bıraktığının ilk işaretiydi. Aynı zamanda Warriors'ın mirasıyla da bağlantılıydı. Zira belki oynanan set, Klay'in topu alıp potaya gitmesi üzerine kurulu gibi duruyordu ama boşluğu yaratan asıl unsur, savunmanın Stephen Curry dikkatiydi. Topu Wiggins getiriyordu ama Cavaliers'ta herkesin gözü Curry'nin üzerindeydi. Onun köşedeki perdeden çıkması ve Klay'den aldığı pası potaya yollaması beklenen senaryoydu.

O senaryo Steve Kerr'ün de planıydı. 2014-2015 sezonundan bu yana Warriors'ı çalıştıran ve Curry-Klay-Draymond Green çekirdeğiyle beş final, üç şampiyonluk gören ünlü koç, Klay'i bir yem gibi kullanmayı düşünüyordu. Öncelikle hedef onun topu aldıktan sonra hemen iletmesi üzerine dayanıyordu. Zaten klasik Warriors sistemi bu değil midir? Asla yerinde dikilme. Topu durdurma. Hareket et. Her zaman yeni bir boşluk, yeni bir perde, yeni bir pas bulabilirsin. Hep daha iyi bir şut vardır. Doğru, koçun aklındakiler buydu ama Klay bir değişiklik önermiş, setin yönünü terse çevirerek kendi bitirebileceği bir şekle sokmuştu. Sağ köşeden değil soldan çıkmak, güçlü olan sağ eliyle potaya gitmek onun fikriydi. Ve başarmıştı da… Parti havasına erken katkıda bulunmuştu.

Yine de o an skor sadece 2-2'ye gelmişti. Sıradan bir basketti bu. Ama meşhur Picasso hikâyesindeki gibi bu neşenin, sinerjinin, geleneğin gerisinde yılların emeği vardı.

Yedi yıl artı on saniye mi desek?

Neşe

Steve Kerr, Mart 2019 tarihinde okuduğu bir Milwaukee Bucks makalesinde sinirlerine hâkim olamamış ve telefonunu yere fırlatmıştı. Yani, en azından Ethan Strauss'un The Victory Machine kitabına anlattığı kadarıyla böyle. Sebebi de açık: O anda göz gezdirdiği yazı, Bucks'ın yükselişini anlatıyormuş ve ansızın karşılaştığı 2014-2015 Warriors referansı Kerr'ün tadını kaçırmış. Benzerliğe katılmadığından değil, 2015 Warriors'ı özlediğinden... Devamını şöyle anlatıyor: "Takımdaki oyuncularımızdan birinin bizi kötü duruma soktuğu günlerden geçiyorduk. Ama tek sebep bu değildi. Bizim için, şahsi olarak benim için, koçluk yaptığım ilk sezon heyecan verici bir serüvendi. Takım zaten benden önce de tırmanıştaydı ve benim işim o yükselişi daha iyiye götürmekti. Bir koç olarak ilk sezonumda böyle bir deneyimin parçası olmak inanılmaz bir duyguydu. O hissin bir noktada biteceğini bilsem de bir yandan da sonsuza kadar devam edeceğini düşünüyordum."

Golden State Warriors (2021-2022)

Golden State Warriors (2021-2022)

2014-2015 Warriors, gerçekten de farklıydı. San Antonio Spurs'ün sahneden çekilmesi ve Miami Heat'in 'Büyük Üçlü' öyküsünün sonlanması sonrası gözler LeBron James'in ikinci Cleveland Cavaliers dönemine çevrilmişti. Hep zirvenin kıyılarında dolaşan Oklahoma City Thunder ve baskı altında ezilen Los Angeles Clippers, bir türlü sınıf atlayamıyordu. O bilinmezliğin ortasında Golden State, farklı bir stille öne çıkmıştı. Topun hiç durmadığı, herkesin birbiriyle uyum içinde aktığı bir sistemi hücumda benimseyen, savunmada ise adam değişerek rakiplerini durduran Warriors, Curry'nin etrafında tarihi bir yolculuğa atılmak üzereydi.

Esas o Warriors'ın hissi farklıydı. Curry ile Klay'in şut tehdidi çevresinde Andre Iguodala, Shaun Livingston, Andrew Bogut gibi pasörlerin neler yaptığını hatırlıyor musunuz? Peki ya David Lee'nin sakatlığı sonrası rolü iyice büyüyen Draymond Green'in devrimci tarzını anımsıyor musunuz? Size de Leandro Barbosa hiç şut kaçırmayacak gibi geliyor muydu? Veya Harrison Barnes'ın rolünden hiç şüphe duydunuz mu? Bireylerden de ayrı, takım olarak başka bir akışkanlık vardı karşımızda. Beraber oynamaktan sonsuz bir zevk alan, bütünün parçaların toplamından daha fazla olduğu gerçek bir ekip. En önemlisi de neşelilerdi. Koç Kerr, hep bu kelimenin altını çiziyordu. Oyuncularının, işlerini disiplinle icra ederken eğlenmesini arzuluyordu. Bunun için de elinde doğru bir yapı vardı. Neşeli bir yapı.

Daha önce Socrates için röportaj yaptığım koç David Thorpe da aynı kelimenin gücüne inanıyor. Ve Curry'nin: "Curry'den söz ederken sayabileceğimiz özellikler belli. Şutu inanılmaz, pasörlüğü harika, top hâkimiyeti olağanüstü. Ve beraber oynaması çok eğlenceli. Sahaya neşe katıyor. Erken yaşlardan itibaren başka türlü bir oyun aşkı ve bilgisini keşfettiğini fark ediyorsunuz. Bu alışkanlık, beraberindekilere de rahatlık getiriyor. Takım arkadaşlarını yükseltiyor. Bunun altını çiziyorum çünkü büyük oyuncuları izlemek eğlencelidir ama onlarla aynı takımda olmak hep aynı keyfi vermez. Curry, istisna" demişti. Arkasından daha genel bir yere çekmişti konuyu: "Oyuncuları değerlendirirken metrikleri, istatistikleri kullanmak akıllıcadır. Fakat basketbolun kendine has saflığı da süreçten uzak tutulmamalı. Neşeyle matematik karşı karşıya gelmek zorunda değiller, aynı amaca da hizmet edebilirler. İkisini birleştirirken Curry şunu gösteriyor: Gülümseyerek de kazanmak mümkün."

Neşeyle matematiğin müthiş bir birlikteliğiydi o takım. Rakiplerini de hazırlıksız yakalamıştı. "Şut sizi şampiyon yapmaz" bakışına sahip olan gelenekçiler, Curry ve arkadaşlarını kabullenmekte zorlanmıştı. "Üçlükle yaşayan üçlükle ölür" cümlesi ağızlarından düşmüyordu zira Warriors, gerçekten de üçlükle yaşıyor, maç başına 27 üçlük kullanıyordu. Bugün bu sayı size az gelebilir ama o dönem ligde en çok üçlük kullanan dördüncü takımlardı. İsabet oranında ise yüzde kırkla birincilerdi. Ertesi yıl 73 galibiyetle normal sezon rekorlarını alt üst ederken maç başına 32 üçlük kullanmışlar, yüzde 42'yle isabet bulmuşlardı.

Geometrik olarak da farklı bir yerdelerdi. Pick&roll'un dünyayı kasıp kavurduğu, modern oyunun ikili oyunlara dayandığı bir dönemde Warriors, topsuz hareketliliğe inanıyordu. Savunmaların onları takip etmekte zorlanmasının sebebi de buydu. Kerr ve nitelikli koç ekibi, katı setlerle hücumu kontrol altında tutmuyordu. Belirli alan paylaşımı prensipleri belirlenmişti ama Golden State, esas farkı ilk aksiyonları işlemediğinde gösteriyordu. Iggy, Draymond, Livingston, Bogut gibi karar vericiler, Steph ile Klay'in çekim etkisini saha görüşleriyle, özgürce değerlendiriyordu. Koç David Thorpe'un bu basketbola dair güzel bir benzetmesi de var: "Warriors hücumuna 'Cuisinart' diyorum ben. 'Blender' yani bir karıştırıcı gibidirler. Top da oyuncular da hızlı bir şekilde içten dışa, dıştan içe gider. Elbette bu, pick&roll veya izolasyon tercih etmedikleri anlamına gelmez. Fakat prensipleri topsuz oyunda da harekete önem verir."

Şimdi hikâyeyi biraz daha karıştıralım mı? Belki de basitleştiririz.

Sinerji

Jordan Poole, 14 Ocak 2022'deki Chicago Bulls deplasmanında, ilk çeyreğin sonunu bir üçlükle getirdi. Bu, o gün Golden State'in denediği 42 üçlükten bir tanesiydi. Kısacası, sıradan bir andı. Fakat pozisyona renk katan isim, saha dışındaydı. Maçın yorumcusu Jeff Van Gundy, daha Warriors hücuma yerleşirken olacakların haberini vermişti: "Her çeyreğin sonunda aynı seti oynuyorlar. Poole'dan pindown (dip çizgiye paralel şekilde, toptan uzak yapılan perde) gelecek, sonra fake bir ikili oyun, ardından bir pindown daha, akabinde şut..." Van Gundy'nin sözleri bittikten hemen sonra Warriors bu seti oynadı. Elbette sosyal medya, tecrübeli basketbol adamına hakkını verecekti. "Van Gundy'nin Tony Romo ânı" yorumları dolaşıma girmişti.

2019 NBA Finalleri beşinci maçında sakatlanarak Warriors kariyerinin sonuna gelen Kevin Durant...

2019 NBA Finalleri beşinci maçında sakatlanarak Warriors kariyerinin sonuna gelen Kevin Durant...

Bilenler bilir, Dallas Cowboys'un eski oyun kurucusu Romo, NFL yorumcusu olduktan sonra maç içindeki set tahminleriyle, kâhinliğiyle fenomene dönüşmüştü. Fakat ikilinin buluştuğu tek nokta burası değildi. Aynı hafta, San Fransisco 49ers-Dallas Cowboys maçını yorumlarken koç Kyle Shanahan'ı şöyle övmüştü Romo: "Oyuncuları için oyunu basitleştiriyor, rakipleri için ise karmaşıklaştırıyor. Bütün koçların, gerçekten işinin ehli olanların, sırrı budur. Sistemini nasıl oyuncuların için en basit, rakiplerin için de en çetrefilli şekle sokarsın? Oyuncularının düşünmeden hareket etmesi, rakiplerinin ise sürekli senin setlerini düşünerek oynaması gerekir." Van Gundy de sık sık aynı basitliğe vurgu yapar. Warriors'ın başarısının gerisinde de Romo'nun sözünü ettiği sır yatıyordu.

Poole'un şutu, buna dair verilebilecek en sıradan örneklerden biri. Warriors yakın tarihinde bin kez gördüğümüz, son derece basit bir aksiyon. Ama Warriors felsefesini anlamak için iyi bir başlangıç noktası. Zira o pozisyonun Poole'un elinde noktalanacağını bilen tek kişi Van Gundy değildi. Bulls koçu Billy Donovan da muhtemelen parçaları önceden birleştirmişti. Sahadaki oyuncular arasında da topun istikametini öngörenler vardı. Fakat Golden State'le oynarken ne yapacaklarını bilmeniz çok da fazla bir şey değiştirmiyor. Topun nereye gideceğini biliyorsunuz, oyunun yönünü seziyorsunuz, bir sonraki seti tahmin ediyorsunuz ama… Esas mesele o 'ama'nın içinde. Nasıl durduracaksınız?

Mesela Curry'nin tarihin en iyi şutörü olduğunu cümle âlem biliyor, peki rakipsiz olduğu başka hangi alanlar var? Hemen akla gelen, topsuz hareketliliği. Evet, top elindeyken ligin en tehlikeli oyuncularından biri lakin paradoksal bir şekilde en öldürücü anları topu bıraktığı zamanlar. Şimdi gözünüzü kapatın ve klasik bir hücumlarını düşünün. Curry topu rakip yarı sahaya getiriyor, üçlük çizgisinin dışında bekleyen Draymond Green'e teslim ediyor ve sağ köşeye hareketleniyor. Draymond, boyalı alanın sağında, sırtı dönük duran Igoudala'yı buluyor. Devamında Draymond'un Curry'ye doğru bir perde koyduktan sonra içeri devrileceğini, Curry'nin ise dışarıda boş bir şut bulacağını hayal ediyorsunuz değil mi? Benzer başka hayaller de kurulabilir. Iggy yerine Draymond'u yerleştirebilir, tepeye ise Poole'u getirebilirsiniz. Bu sefer Poole ile Curry, savunmacılarını bir perdeyle birbirlerine çarptırıp iki farklı şut opsiyonu doğurur.

O yüzden sıradan bir Warriors maçı açmak, tanıdık bir evrenin yeniden keşfi anlamına geliyor. Onların basketbolu, hep aynı kitapları yazan edebiyatçıları, hep benzer temaların filmini çeken auteur yönetmenleri anımsatıyor. Örneğin bir Patrick Modiano romanı okurken karakterlerin tanıdık olay örgüleri etrafında, Paris sokaklarında dolaşacağını bilirsiniz. Aynı cafe'lerde sohbet ederler, hafıza ve unutuluş asıl mevzudur. Bütün hikâyelerin ortasına bir şüphe yerleşir. Ve her seferinde bitmemiş bir davanın, çözülememiş bir gizemin ortasında kaliteli bir kitap okursunuz. O yalın dünya, her seferinde daha önce fark etmediğiniz ufak bir detayı gösterir. Bir sonraki 150 sayfalık başyapıtın, bir sonraki Kevon Looney perdesinin çok uzakta olmadığını bilirsiniz.

Her şey biraz tanıdık ama garip bir şekilde biraz da gizemli.

Gelenek

Warriors'ın kısa tarihinde de başyapıtlar arka arkaya geldi. 2015, en tatlı zaferdi. 2016, tarihi bir yükseliş ve tarifsiz bir düşüştü. 2017, Kevin Durant'in gelişiyle birlikte çıkılan bir basketbol doruğuydu. 2018 yine etkileyiciydi ama tekrarlara dayanıyordu. 2019, Klay ve KD'nin sakatlıklarıyla, trajediyle sona ermişti. Bütün bu süreçte aynı türün etrafında dolaşmışlar, bazı karakterleri değişirken prensipleri saklı kalmıştı. Evet, Durant'in benzersiz yetenekleri çevresinde bazen kılık değiştirmişlerdi. Üçlük ağırlıklı hücumları orta mesafeye fazla sevdalanmış, Houston Rockets'ın James Harden liderliğinde bireyselleşen oyununa cevap verirken Warriors da paylaşımcılıktan uzaklaşmıştı. Gerektiğinde Houston'ın dansını edebileceklerini kanıtlamışlar, tehlike ânında Durant orta mesafelerine, Steph&Dray ikili oyunlarına, izolasyonlara başvurmuşlardı. Ama çekirdek aynıydı.

Ja Morant ile Stephen Curry karşı karşıya...

Ja Morant ile Stephen Curry karşı karşıya...

2019-2021 arası bu açıdan bir aydınlanmaydı. KD'nin gidişi sırasında yönetim, D'Angelo Russell'ı kadroya katmıştı. D'Angelo, onlar için takımın geleceğinde yer alacak bir yıldızdan ziyade hamle olanağı sağlayacak potansiyel bir takas malzemesiydi. Gerçekten de öyle olmuş, bir süre sonra D'Angelo karşılığında gelen Wiggins yeni iskeletin parçası olmuştu. Ancak esas gelecek hamlesi 2020 NBA Draft'ında gizliydi; iki numarada seçtikleri James Wiseman'la yeni bir yola girmişlerdi. Kelly Oubre Jr. da değişimin bir başka işaretiydi. Klay'in dönüşüne bir sezon daha vardı ve Golden State, yeni planlar peşindeydi. Hem şimdiki zamanı geliştirmeye çalışıyorlar hem de geleceğe bakıyorlardı. Değişim hiç kolay değildi. Sakatlıklar, Draymond Green'in düşen performansı, Wiseman ve Oubre gibi oyuncuların Warriors sistemine ayak uyduramaması… Medyada "Acaba Golden State daha geleneksel bir oyun planına mı dönse?" yorumları yapılıyordu. Curry'nin Harden veya Luka Doncic tipi bir şahsi sistemin tepesine konulması veya klasik, pick&roll ağırlıklı bir düzenle Wiseman'ın daha aktif role taşınması tartışılan mevzular arasındaydı. Derken sezonun ortasında çaylak oyuncu sakatlandı ve Warriors, köklerine dönerek kapanışı yaptı. Belki play-off'a çıkamadılar ama -hâlâ ara sıra inkâr ettikleri- bir ders aldılar. Neydi o ders? Gelecek diye bir şey yoktu. Daha doğrusu, macera aramak anlamsızdı. Curry, Draymond ve sağlıklı olursa Klay, Warriors formasıyla nefes aldığı sürece hem bugünün hem de yarının başrolü olacaktı. Kurtuluş hâlâ geçmiş değerlerindeydi.

Nitekim içinde bulunduğumuz sezonun hikâyesi de bu dersi doğruluyor. Warriors, şu anda ligin en çok maç kazanan ikinci takımı ve en iyi savunması. 1'den 5'e kadar herkesin karşısında durabilen Draymond merkezli defans, topun olduğu bölgeyi kalabalık tutarak rakipleri boğuyor. Hem Looney'nin yer aldığı klasik beşlerle hem de Nemanja Bjelica, Andre Iguodala, Otto Porter Jr. gibi isimlerin boyalı alan çevresinde Draymond'a yardım ettiği kısa beşlerle potayı kapatıyorlar. Klasik ribaund problemine bir ölçüde çare bulmuş gibi görünen Golden State, ligin en mantıklı risklerini alan savunması. Hem topa baskı yapabiliyorlar hem de bu baskı neticesinde eksik yakalandıklarında kusursuza yakın bir rotasyonu devreye sokuyorlar. Peki ya hücum? Orası bildiğiniz gibi. Warriors, 2016'dan sonra ilk kez üçlük istatistiklerinde ligin ilk sırasına oynuyor. Yine en az izolasyon deneyen ekipler arasındalar. Aynı şekilde bütün ligi kasıp kavuran pick&roll'a yüz vermemeyi sürdürüyorlar. 'Cut'lardan ve topun olmadığı noktalardan yapılan perdelerden hücum üretme açısından en tepedeler. Özetle; sürekli paslaşmayı, hareket etmeyi, topun olmadığı alanlarda aktif olmayı sürdürüyorlar. Takıma bu sezon katılan oyuncuların basketbol zekâsının ve rekabetçiliğinin yüksekliği, Poole'un çıkışı, Wiggins'in çift taraflı etkisi gibi sebepler yüzlerini güldürmeye devam ediyor.

Peki San Francisco sokaklarında her şey tozpembe mi? Elbette hayır. Sakatlığı süren Wiseman'ın yanında Jonathan Kuminga ve Moses Moody gibi genç yetenekler de henüz sisteme uyum sağlayamadı. İşleri de kolay değil zira takımın hedefleri büyük. Draymond'un sakatlığında savunmalarının düştüğünü gördük, Klay Thompson'ın yeniden adapte olması biraz zaman alacak gibi görünüyor ve play-off'ta rotasyonların daralması gereken yerde Kerr'ün tercihlerinin nasıl şekilleneceği merakla bekleniyor. Kronik top kayıplarından bahsetmeye bile gerek yok. Ama zaten kimse bu Golden State Warriors'ın kusursuz olmasını da beklemiyordu ki… Bu sezona girerken kimsede bir 2016-2017 beklentisi yoktu. 2015-2016 havası da tahmin edilmiyordu.

Steve Kerr'ün öğrencileri bir daha şampiyon olabilir mi? Elbette. Play-off'ta ilk turda elenebilirler mi? O da mümkün. Mayıs veya haziran ayında nelerin yaşanacağını kim bilebilir ki? Bu çekirdek bir daha yüzük kazanmasa bile NBA tarihindeki yerleri hazır. Fakat sıradan bir şubat veya kasım akşamında ekranda bir Golden State Warriors maçı izlemenin insana verdiği bambaşka bir keyif var. Steph topu getirecek, Draymond alacak, Poole perdeden çıkacak, Wiggins dip çizgiden potaya koşacak ve… Sonu çok da mühim değil. Biz bu kitabı çok özlemiştik.

Socrates Dergi