
Orkestra Şefi
11 dk
Neşe. Ünlü koç David Thorpe için Curry, saf bir neşe kaynağı. Ve bu neşenin kitleler üzerindeki etkisinden ötürü de çok mutlu.
Oyuncu geliştirme koçlarının öncülerinden David Thorpe ile geçen yıl NBA'in Z Kuşağı üzerine röportaj yapmıştık. Aylar sonra sohbetimiz çok sevdiği başka bir özne üzerinden devam etti: Stephen Curry. Thorpe, yarım asırdır peşinden koştuğu sepettopunda Curry'yi başka bir yere koyuyor. O yüzden de kameralarımız açıldığında gözlerinin içi gülüyordu. Tıpkı Steph gibi...
Curry'den söz açarken sayabileceğimiz temel özellikler var. Şutu inanılmaz, pasörlüğü harika, top hâkimiyeti olağanüstü. Ve beraber oynaması çok eğlenceli. Sahaya neşe katıyor. Parkedeki hareketlerine baktığınızda erken yaşlardan itibaren başka türlü bir oyun aşkı ve bilgisi keşfettiğini fark ediyorsunuz. Bu alışkanlık, beraberindekilere de rahatlık getiriyor. Takım arkadaşlarını yükseltiyor. Bunun altını çiziyorum çünkü büyük oyuncuları izlemek eğlencelidir ama onlarla aynı takımda olmak hep aynı keyfi vermez. Curry, istisna.
Basketbola bakmanın tek bir yolu yok. Oyuncuları değerlendirirken metrikleri, istatistikleri kullanmak akıllıcadır. Fakat basketbolun kendine has saflığı da süreçten uzak tutulmamalı. Neşeyle matematik karşı karşıya gelmek zorunda değiller, aynı amaca da hizmet edebilirler. Keyifle oynarken takım arkadaşlarını yükseltmek de oyuna yansıyacaktır ve neşe, istatistiksel anlamda da gelişmenizi sağlayacaktır. Curry şunu gösteriyor: Gülümseyerek de kazanmak mümkün. Zafere giden yolda 'pislik' gibi davranmak gerekmiyor. İyi oynamanın, terinin son damlasına kadar mücadele etmenin tek bir yolu yok. Herkes Draymond Green gibi çatışmalardan beslenemez. Draymond, beraber oynaması zor bir basketbolcu. Ama işte Curry-Green ilişkisini değerli kılan da zıt tarafları. Green o kadar ateşli, o kadar gergin, o kadar çatışmacı ki… Çizgileri aşmaktan çekinmiyor. Curry ise enerji yayan, güler yüzlü bir takım arkadaşı. Birbirlerini tamamlıyorlar. Green, 'ben' değil, 'biz' diyen bir oyuncu. Kendinden çok takımını düşünüyor. Curry de aynı yaklaşıma sahip, sadece ifade biçimleri farklı. Klay Thompson ise ikisinin ortasında. Ne çok sıcak ne çok soğuk. Ne ateş ne de buz. En güzeli, o da bencil değil. Bu yüzden de Warriors, 2010'ların ortasından beri harika bir takım.
Yazımda şöyle bir ifade var: "Takım arkadaşlarına örnek olan tarafı şutu değil; cesareti, ruhu, oyun neşesi." Açayım biraz: Hepimiz Curry gibi şut atmak isteriz ama bu mümkün değil. Misal ben George Clooney kadar yakışıklı da olmak isterdim fakat imkânsız. Ama Clooney'nin klasını, dünyaya bakışını örnek alabilirim. Aynısı Curry için de geçerli. Onun gibi şut atabilecek bir takım arkadaşı yok, Klay de sakatken. Ama yanındakiler onun meydan okuyuşunu, cesaretini, oyun aşkını örnek alabilirler. Evvela, fiziken küçük bir yıldız o. Buna rağmen kariyerinin başından beri kimsenin düşünmediği şutlara kafa yordu. Ve şimdi o şutları her yerde görüyoruz. Yani, bir öncü. Sonra, ruhu. İki sezon önce Draymond ve Kevin Durant, bir pozisyon nedeniyle birbirlerine girdiklerinde Curry, önce Durant'in sonra da Draymond'ın evine gitmişti. Barışı sağlamıştı. Mesela Brad Wanamaker, Curry'nin bu yönüne öykünebilir. Ya da Damion Lee. Bir çaylak olarak James Wiseman, ona bakıp nasıl bir takım arkadaşı olması gerektiğini anlayabilir. Yani liderlik etmek için illa kabadayılık etmenize gerek yok. Sevgiyle, iyi niyetle, dostlukla da öncülük yapılabilir. Curry hem öyle bir lider hem de sahada içindeki 'katil içgüdü'yü ortaya çıkarabiliyor. Tabii mecazen…
Her yıldızın kendi yolu var. Örneğin LeBron James'in takım arkadaşlığını geliştirdiğini düşünüyorum. Draymond olması gerektiğinde Draymond oluyor, Curry olması gerektiğinde Curry oluyor ve bunu artık daha çok perde arkasında yapıyor. Geçmişi hatırlayın: Takım arkadaşlarını, mesela 2014-15 sezonu başında Kevin Love'ı hizaya sokabilmek için pasif agresif tweet'ler atmıştı. LeBron, obsesif kompulsif bir karakter. Her detayı kafasına takıyor, her şeyi kontrol etmeye çalışıyor. Onun için bütün ayrıntılar mühim. Fakat takım arkadaşlığında gelişti ve son yıllarda büyük bir neşeyle oynuyor. Diğer taraftan Kawhi Leonard da performansıyla liderlik ediyor, yanındakileri LeBron ya da Curry gibi yükseltmese de... Başka bir örnek, Durant. Çok 'cool' biri. Takım arkadaşlarıyla arası hep iyiydi. Ve öylesine absürt bir yetenek ki… Bir daha Durant gibi bir yeteneği göreceğinize inanıyor musunuz? 2.10'un üzerinde boyu olan ve guard yetenekleriyle donatılmış bir forvet. Ama işte karanlık bir tarafı da var. Bir noktada bağ kurması, yönetmesi zor bir figür. Dünyayı başka bir noktadan görüyor. Belki de o yüzden Curry ile gerekli bağı kuramadılar. Unutmayın, Curry ayrıcalıklı bir ailede büyüdü. Babası Dell Curry, NBA'de oynuyordu. Steph, yaşıtı olan yeteneklerin çoğunun görmediği bir servetin ortasında büyüdü. O yüzden Curry'nin hikâyesinin, gelişiminin, özelliklerinin nevi şahsına münhasır olduğuna inanıyorum.
Magic Johnson da neşe kaynağıydı. İzlemesi, oynaması, takip etmesi… Geçenlerde TrueHoop için kaleme aldığım yazıda Curry'yi bir orkestra şefine benzetmiştim. Magic'in de kendisine ait bir orkestrası vardı Los Angeles'ta. Ve o orkestranın temelinde sevgi, saygı, arkadaşlık yatardı. James Worthy'yi hatırlar mısınız? Lakaplarından biri Big Games James'ti çünkü mühim play-off maçlarında kritik roller üstlenmişti. Worthy'nin o dönemden özel bir anısı vardır. Kritik bir maçın sonunda, molada Magic ona dönmüş ve "Senin zamanın. Arka arkaya hücumlarda topu sana getireceğim. Gerisini sen halledeceksin" demiş. Worthy de "Aman Tanrım, bu takımda Kareem Abdul-Jabbar var, Magic var. Ama maçı benim üzerimden bitirmek istiyorlar" diye düşünüp o mesajı kabiliyetlerine dair bir kanıt olarak görmüş. Curry de beraberindekilere güveniyor ve doğru basketbolun peşinden koşuyor. Etrafında kim olursa olsun, bütün şutları kullanmak istemiyor. İstese her sene en skorer oyuncu olur. LeBron da öyle mesela ama geçen sezon ligin asist lideriydi. Çünkü bu oyuncular için sahada doğru hamleyi yapmak her şeyden mühim. Magic, Curry, LeBron… Orkestra şefleri, basketbolun benim için en özel insanları.
Aklıma başka bir örnek geldi: Allen Iverson, 2000'lerin başında bütün dünyanın kalbini kazanmıştı. Çünkü fiziken bizim gibi görünürdü. Steph de öyle. Eğer Iverson, oyunu ve dünyayı Curry'nin gördüğü gibi görseydi daha da unutulmaz bir kariyeri olabilirdi. Her halükârda inanılmaz bir oyuncuydu zaten. Neyse, lafı nereye getireceğim? Basketbolda her zaman birden fazla skorerlik çeşidi olacak. Bir yanda Harden'lar diğer yanda Curry'ler yer alacak. İki sınıfta da harika oyuncular mevcut ama ben Curry tipi liderleri tercih ederim. Bir de NBA, o kadar zor bir organizasyon ki! Her gece olağanüstü fizikli ve yetenekli insanlara karşı sahaya çıkmanız gerekiyor. Piramidin en tepesine çıkmak için işin karanlık taraflarıyla baş etmeniz gerekiyor. İşte bu atmosferde Curry, hiç sorun yaratmıyor. Asla problemin kaynağı değil. Ve sorunlarını çözme konusunda başkalarına da yardım ediyor. O yüzden bu sezon Warriors berbat değil. Evet, harika başlamadılar ama kötü de değiller. Ve öğreniyorlar, gelişiyorlar, play-off şansları var.
TrueHoop'u takip edenler bilir, Warriors hücumuna 'Cuisinart' deriz. 'Blender' yani bir karıştırıcı gibidirler. Top da oyuncular da hızlı bir şekilde içten dışa, dıştan içe gider. Elbette bu, pick-n-roll oynamadıkları veya izolasyon tercih etmedikleri anlamına gelmez. Fakat prensipleri topsuz oyunda da harekete önem verir. Mesela bu röportajın ardından bir programa çıkacağım ve Harden hamlesi sonrası Brooklyn Nets'in nasıl bir takım olacağını yorumlayacağım. Evet, Durant, Kyrie ve Harden özel yeteneklerle donatılmış yıldızlar. Ama onlara sırayla bire bir oynatmak bana kalırsa hata olur. Warriors'ın Durant varken de yokken de uyguladığı hücum sistemi Avrupai tatlar barındırıyor ve çok daha etkileyici.
(Mark Jackson'ın 2015'teki "Curry'nin etkisi oyuna zarar veriyor. Genç nesiller onu örnek alıp sadece şut atmaya çalışınca oyunun temelindeki diğer yanları unutuyor" açıklamasını hatırlatıyorum.) Ah, bu talihsiz demeci unutmuştum fakat etkiyi biliyorum. Oğlum 19 yaşında ve Florida State'te oynuyor. Her karşılaşma öncesi Curry gibi logodan, orta sahanın önünden şut atmasını istiyorlarmış. Curry sayesinde dünyanın her yanındaki çocuklar, uzak mesafe şutları atabileceklerini biliyorlar. Mark Jackson'ın söylediklerinin haklı bir yanı olurdu, eğer gençler o logo üçlüğü için idman yapmasalardı. Ama yapıyorlar, mecazi tabirle dört sayılık atışlar için saatlerini harcıyorlar. İşte bu Curry etkisi.
Üçlüklerle de sınırlı değil bu etki. Neşesini de akıldan çıkarmamalı. Biz gençlerin bu spordan keyif almasını istiyoruz zira spor zaten zor bir iş. Bunu daha da zorlaştırmanın âlemi yok. O yüzden eğlenmeniz değerli. Oğlumla konuşuyorum mesela; okul, yurt ve idmanlar arasında boş zamanı olmadığını söylüyor. Bu iş böyledir. Sabah altıda antrenman yapmanız gereken günler olacak. Ve sporu severseniz bu fedakârlıkları daha kolay yaparsınız. Curry'nin büyüsü biraz da burada yatıyor. İnsanlar onu izlerken bu oyunun ne kadar eğlenceli olabileceğini keşfediyor ve sahaya çıktıklarında aynı neşenin peşinden koşabiliyorlar. Yetenek havuzu her geçen gün daha da büyüyor ve bunda payı büyük. Bence Kobe Bryant veya Michael Jordan'ın yarattığından daha farklı bir etki bu. Aralarındaki fiziksel farklar, Curry'yi sıradan insanlar için daha çekici kılıyor. Şunu biliyorsunuz, Curry olmanız mümkün.
Yine de hakkında iki yanılgı mevcut. Birincisi, fiziksel kapasitesi. Yıllar önce ESPN'de Ethan Strauss'un kaleme aldığı bir makale çıkmıştı. Hatırlarsınız, Curry'nin kariyerinin başında bilek sakatlıkları meşhurdu. İnsanlar Warriors'ın onu takas etmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Ama Warriors ne yaptı? Curry'nin sadece bileklerini değil, kor kuvvetini de geliştirmek için özel çalışmalar yaptı. Ve yıllar içinde testlerde Curry hep Warriors'ın en güçlü oyuncusu çıktı. İkincisi de teması sevmediği yönündeki düşünce. Davidson yıllarına bakın. Ona güç gösterisi yapan birçok takım vardı. Fakat Curry hep düştüğü yerden kalkıyordu. NBA'de de aynısı yaşandı. Güçlü rakipleri hep onu alt edebileceklerini düşündü. Ne oldu peki? Üç şampiyonluk, beş final, iki MVP… Zaten bana kalırsa basketbolcular ikiye ayrılır: Sertlik karşısında sinenler veya teması etkisiz hale getirenler. Curry, ikinci grupta. İstediğiniz kadar faul yapın, temasta bulunun, bir şey değişmeyecek. Stephen Curry her şeyi gördü ve hep ayağa kalkmasını bildi. O, bu filmi daha önce defalarca seyretti.