
Günbatımından Şafağa
20 dk
1980'ler dendiği zaman akıllara gelen ilk takımlardan biri Milan. Ama onların yolculuğunda sadece ihtişam ve başarı yok. Adım adım Sacchi'nin Milan'ına gidelim...
Özellikle yetmişlerde tansiyonu iyice yükselen Roma-Lazio maçlarına bir yenisi daha eklenmişti. 28 Ekim 1979'da oynanacak maç öncesinde 18 yaşında Roma taraftarı Giovanni Fiorillo'nun fırlattığı patlayıcı madde, 33 yaşındaki Lazio taraftarı Vincenzo Paparelli'nin ölümüne sebep olmuş ve yıllar sürecek bir kan davasını başlatmıştı. Olimpiyat Stadı, birkaç ay sonra ülke futbolunu sarsacak bir olayın daha mekânı olacaktı…
23 Mart 1980 tarihinde Roma ile Perugia arasındaki maç devam ederken koşu pistindeki iki araba, turuncu kamyonet ve ellerinde çantalar olan adamlar kameralara takılmıştı. Olay, kısa süre sonra aydınlandı. Perugia'nın milli santrforu Paolo Rossi ve takım arkadaşı Luciano Zecchini'nin adları şike iddialarına karışmıştı. Tarihe 'Totonero' olarak geçecek skandalın tek zanlısı Perugia'lılar değildi.
Milan, 1970'lerde çalkantılı günler yaşasa da 1978-1979 sezonunda şampiyon olmayı başarmıştı ve milli takım potansiyeli taşıyan isimlere sahipti. Savunmacı Fulvio Collovati, yirmili yaşlarının başındaydı, Antrenör Nils Liedholm'üm Nisan 1978'de şans verdiği Franco Baresi, henüz yirmisine gelmeden ilk 11'e yerleşmişti. Aldo Maldera, Fabio Capello ve Alberto Bigon gibi tecrübeli ya da Ruben Buriani gibi potansiyel sahibi isimler kadrodaydı. 1979-1980 sezonunu da üçüncü bitirdiler. Ama 23 Mart, sadece Olimpiyat Stadı'ndaki kamyonetle özdeşleşmeyecekti. Şikeye karıştığı iddia edilen futbolcuların ikisi (Enrico Albertosi ve Giorgio Morini) Milan forması giyiyordu. Skandala karışan yöneticilerin başında ise Milan Başkanı Felice Colombo vardı. Colombo'nun başkanlığı düştü, Albertosi dört, Morini ise bir yıl men cezası aldı. Cezaların en ağırı kulübe kesilmişti: Milan, Lazio ile birlikte Serie B'ye düşürüldü.
Asansör
Futbolu bıraktıktan sonra asbaşkan görevini üstlenen Gianni Rivera'nın tavsiyesiyle politikacı ve avukat Gaetano Morazzoni, yeni başkan oldu. Fabio Capello futbolu bıraktı, bir diğer ihtiyar Bigon, Lazio'ya transfer oldu. Ama o yaz Euro 80'de İtalya kadrosuna çağrılan dört futbolcu da takımda kalmıştı, üstelik Lazio'nun genç beki Mauro Tassotti transfer edilmiş, Andrea Icardi ve Sergio Battistini gibi genç takım oyuncuları A takıma yükselmişti. Serie B'de şampiyonluğu garantileyip çıktıkları sezonun son maçında bir başka genç takım oyuncusu Alberico Evani de hayalindeki formayla tanışıyordu. Milan'ın Serie A'dan uzak kaldığı sezonda taşlar yerinden kıpırdamaya başlamıştı. Juventus'un yeri sabitti ama Roma gibi dişli bir rakip belirmişti. En önemlisi de uzun süredir ülkede uygulanan yabancı futbolcu transferi yasağı kaldırılmış ve her takıma bir yabancı oyuncu transfer etme hakkı verilmişti. Milan, Serie A'daki yeni macerasına hazırlanırken, İskoç santrfor Joe Jordan transfer edildi. Antrenör koltuğuna ise Milan'daki futbolculuk kariyerinin yanı sıra teknik direktörlük mesaisinde Torino'ya Scudetto kazandıran Gigi Radice oturdu. Fakat 15 maçtan üç galibiyet çıkaran Milan, Udinese'ye de mağlup olunca Radice ile yollar ayrıldı. Asbaşkan Rivera, "Bütün oyuncuları değiştiremeyeceğimize göre biz de antrenörü değiştirdik" diyordu. Serie B'de de kısa süreliğine takımı çalıştıran Radice'nin yardımcısı Italo Galbiati ve genç takım antrenörü Francesco Zagatti direksiyonu devraldı… Değişim sadece kulübede de yaşanmamıştı. Morazzoni görevi bıraktı ve daha önce Vicenza'da başkanlık yapan Giuseppe Farina, takımın yeni patronu oldu. Ama Milan yine de karayı göremedi, bu sefer 'bileğinin hakkıyla' Serie B'yi boylamıştı.
Üstelik Totonero sonrasındaki gibi kadroyu da koruyamadılar. Roberto Antonelli, Ruben Buriani ve Walter Novellino gibi has oyuncuları takımdan ayrıldı. Altyapıdan yetişen Aldo Maldera da Roma'nın yolunu tutmuştu. Taraftarlar için hançer etkisi yaratan ise Collovati oldu. O yaz İtalya 11'inde Dünya Kupası'nı kaldıran, Milan altyapısı çıkışlı stoper, kaptanlık pazubendini bırakıp yeni sezona Inter kampında hazırlanmayı seçmişti. Artık şehrin kırmızı-siyah köşesinde 'hain' ya da 'dönek' olarak anılacaktı. Milan, yine bekleme yapmadan Serie B şampiyonluğu ile ana sahneye iştirak etti. Sezonun en mühim hadisesi, 22 yaşındaki Baresi'nin yeni kaptan olmasıydı. Diğer kaptanlar ise Tassotti ve Evani'ydi.
1970'leri ülke olarak 'gri' geçiren İtalya, 1980'lerin başında nefes almaya başlamış ve bu durum ekonomiye de yansımıştı. Tabii ki futbol da paradan beslenen canavarlar arasındaydı. Ligin en iddialı iki takımı Roma ve Juventus'un arkasında ciddi maddi destekler vardı. Öte yandan 1970'lerde dışa kapalı yaşayan İtalyan futbolu, yavaş yavaş 50'ler ve 60'ların başındaki yabancı oyuncu cenneti dekoruna hasret duyuyordu. Totonero sonrası yabancı futbolcu yasağının kalkması, taraftarları futbol sahasında tutan hamlelerden biriydi. 1982-1983 sezonunda yabancı kontenjanı ikiye çıkarılmış; Juventus, Dünya Kupası'nın iki yıldızı Michel Platini ve Zbigniew Boniek'i kadrosuna katarken Brezilya'nın yıldızı Falcao'yu elinde bulunduran Roma, büyülü Brezilya orta sahasının bir diğer elemanı Cerezo ile kontenjanı doldurmuştu. Udinese Zico'ya, Fiorentina Passarella'ya, Napoli ise Krol'e sahipti. Lige yeni yükselen Sampdoria bile denklemi sağlamıştı: Başkan Mantovani, hem ülkenin genç yeteneklerinin peşine düşüyor hem de Liam Brady ve Trevor Francis gibi Ada futbolunun iki büyük ismini Genoa'ya davet edebiliyordu… Milan, sahneye döndüğünde birkaç yıl evvelden ışınlanmışçasına ortama uzaktı. Joe Jordan'ı Verona'ya gönderip Eric Gerets ile 'eh işte' denecek bir seçim yapıldı. Diğeri ise bugün bile alay konusu olan bir tercih olacaktı: Jamaika asıllı İngiliz forvet Luther Blissett.
Huzur?
Sezona 4-0'lık Avellino mağlubiyetiyle başlayan Milan, ilk maçlarda istikrarı yakalayamadı. Kırmızı kart cezalısı Baresi yerine Verona maçında 11 çıkan altyapı mahsulü Filippo Galli gibi kazançlar vardı ama büyük resimde, Blissett hayal kırıklığı ve kötü sonuçlar mevcuttu. Antrenör Ilario Castagner'e göre Blissett takım için yararlı bir forvetti ama kaçırdığı pozisyonlardaki komedinin bir açıklaması yoktu. Inter maçında boş kaleye kaçırdığı gol, 2000'li yıllarda dahi anılmaya devam edecekti… Rivera bir kez daha antrenör değişimine gidecek ve 'stepne' Galbiati, Nisan ayında bir kez daha işbaşı yapacaktı. Ligin bitimine yaklaşırken Serie B nefesini hissetmeye başlamışlardı ki Torino ve Pisa maçlarındaki galibiyetler en azından fobilerini yenmelerini sağlamış ve sahneden düşmemişlerdi. İki maçta da galibiyet gollerini atan Blissett'i bu 'destanlar' bile kurtaramayacaktı.
Derin bir nefes alanların başında Giuseppe Farina vardı. İlk olarak borçları kapamayı hedefleyen başkan için kesenin ağzını biraz da olsa aralama zamanı gelmişti. 1984 yazında ilk işi, Roma ile şampiyonluk ve Avrupa finali gören Nils Liedholm'ü tekrar Milano'ya getirmek oldu. Roma'dan kopan kaptan Agostino Di Bartolomei de hocasını takip etti. Torino kalecisi Giuliano Terraneo ve ligin kalburüstü forvetlerinden Pietro Virdis de kadroya dahil edilmişti. Yabancılarda da yeni yüzler seçildi: İngiliz milli orta saha oyuncusu Ray Wilkins ve santrfor Mark Hateley.
1984-85, İtalya'da tarihi sezonlardan biri oldu. Hakemlerin atamayla değil de kurayla belirlenmesi ilk kez uygulandı. Lig tarihinin en büyük sürprizlerinden biri yaşandı ve Hellas Verona, Scudetto'yu kazandı. Juventus, Heysel Faciası nedeniyle buruk kutlasa da 1969'dan beri Şampiyon Kulüpler Kupası'nı İtalya'ya getiren ilk takım oldu. Milan da 1980'lerdeki en huzurlu sezonunu yaşıyordu. Ligi beşinci bitirip UEFA Kupası biletini almışlar, Hateley'in 'hain' Collovati'nin üzerinden attığı 'vahşi' kafa golüyle Inter'i, Virdis'in sahneye çıktığı maçta da Juventus'u yenmişlerdi. 20 Ocak 1985'te Liedholm'ün Udinese karşısında sahaya sürdüğü Paolo Maldini, kısa süre sonra vazgeçilmezlerden olacaktı…
1985-1986 sezonunda hakem atamasına geri dönüldü, Roma son haftalarda altın tepsiyle şampiyonluğu Juventus'a sundu ve Juve de Trapattoni döneminin son Scudetto'sunu formaya işledi. Bu, bir dönemin de sonuydu. Juventus, Serie A sınırlarında, 1990'ların ortasına kadar sürecek bir buhrana girecek, Roma da güç kaybedecekti. Boşalması muhtemel kraliyet tahtına aday takımların başında Napoli geliyordu. 1982 Dünya Kupası'nda ve Barcelona'da hayal kırıklığı yaratan Diego Maradona'ya güvenip 1984 yazında 10 numarayı ona emanet eden Napoli, İtalya'nın kendini kanıtlamış isimlerini de toplayarak Maradona'nın merkezinde olduğu bir yapı kurmaya başlamıştı. Sampdoria'da Mantovani'nin hayali devam ediyordu. Milan da bu sofraya oturmak için 1982'nin yıldızı, Farina'nın manevi oğlu, Paolo Rossi'yi transfer etmişti. Kasım ayına ikinci sırada girseler de 3 Kasım'daki Pisa maçıyla kulübün tarihini değiştirecek bir girdaba sürükleneceklerdi.
O günden sonra ligde üst üste yedi maçını da kazanamayan takım, 11 Aralık'ta evinde UEFA Kupası'na da veda edince taraftarların sesi yükselmeye başladı. 12 Ocak 1986'daki Lecce galibiyetine ise sevinemediler bile. Mali müfettişlerin denetlemeleri sonucunda oyuncuların bireysel vergilerinin ödenmediği ortaya çıktı. Farina, birçok takımda bu durumun yaşandığını söylese de başkanlığı düştü. Dino Armani'nin yeni başkan olacağı konuşuluyordu. Ama 19 Ocak'taki Fiorentina maçında sahaya giren taraftarların elindeki pankart her şeyi anlatıyordu: "Ya Berlusconi ya ölüm!"
Silvio
Milano'nun varoşlarında yaptığı inşaatlarla ilk yüklü kazancını elde eden Berlusconi, daha sonra Fininvest medya grubunu kurmuştu. Fininvest'in Milan'ı satın alacağı, 1985 Ekim'inde gündeme gelmeye başladı. Silvio, politikacılardan da destek alıyordu. Gücünün bir diğer göstergesi de takımın efsanesi Rivera'yı karşısına almasıydı. Rivera, Berlusconi'nin başkanlığına karşı çıkıyor, sağlam pabuç olmadığını dile getiriyordu. Ama 9 Şubat'taki Sampdoria maçında Baresi'yi isteyen Mantovani'ye öfke kusan Milan taraftarının gazabına uğrayanlardan biri de Rivera'ydı: "Armani boia Rivera troia" (Cellat Armani, fahişe Rivera). 20 Şubat'ta Milan'ı satın alan Silvio, 24 Mart'ta başkan olacaktı. Yoldaşı Adriano Galliani de oradaydı. Berlusconi, "Milan zirveye aday olabilecek mi?" sorusuna şu cevabı veriyordu: "Bu Milan, hayır. Yeniden inşa edeceğimiz Milan, belki evet!"
"İlk günden itibaren dünyanın en iyisi olmakla ilgili konuşuyordu ama biz henüz İtalya'nın bile en iyisi değildik" diyordu Tassotti. Haklıydı da, ligi yedinci bitirmişlerdi. Yine de potansiyelli oyuncular da yok değildi. Silvio, kolları sıvadı… Antrenör Liedholm'e saygı duyan yeni başkan, onun göreve devam etmesini düşünüyordu. Monza ve Udinese'de görev yapan Ariedo Braida, sportif direktör olarak göreve getirildi. Genç takım antrenörü Fabio Capello da yardımcı antrenörlüğe... Krizde olan Fiorentina'nın milli oyuncuları kaleci Giovanni Galli ile Daniel Massaro ve şampiyon Verona'nın golcüsü Giuseppe Galderisi transferleri de o dönemde yapıldı. Oyuncular, sezon açılışına helikopterle, Wagner eşliğinde indiler… En büyük sükse ise Atalanta'nın genç yıldızı Roberto Donadoni operasyonuydu. 10 milyarlık ücretin yanı sıra manevi anlamı da büyüktü transferin. Atalanta, Juventus'un arka bahçesiydi ve Silvio, Agnelli'lerin elinden yeni açan çiçeklerini almıştı. Gianni Agnelli, yıllar sonra bu transferi mihenk taşlarından biri olarak belirleyecekti: "Donadoni, bizden kopardığı ilk parçaydı. Atalanta, uzun yıllar değişmez tedarikçimizdi. Bu; açık bir işaret, güçlü bir mesaj, keskin bir dönüş, radikal bir değişimdi. Artık hiç kimse ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı."
Gençlere terfi vermeye de devam ettiler. Mayıs ayında A takım ile ilk maçına çıkan Alessandro Costacurta, Ağustos ayında Joan Gamper Trophy'de de forma şansı bulacaktı. Milan'ın Avrupa futboluna damga vuracak bir yıldızla flörtü de aynı turnuvada başlayacaktı. Defans oynamasına rağmen Braida'yı etkileyen Ruud Gullit, sportif direktörün "Sen var gelecek sezon bizde oynamak?" minvalindeki İtalyan işi İngilizce cümlesini aynı seviye İtalyancasıyla cevaplıyordu: "Si, si!"
Arrigo
Öte yandan 1986, İtalyan futbolunun yeni bir bahis skandalı ile sarsıldığı yıldı. Dönemin Napoli yöneticisi Italo Allodi'nin sağ kolu Armando Carbone'nin Serie A'dan Serie C'ye birçok oyuncu ile bağlantı kurup şike yaptırdığı ortaya çıktı. Allodi, Juventus ve Inter'de yöneticilik yaptığı dönemde de benzer suçlamalarla karşılaşmış ama hep beraat etmişti. Yine aynı senaryo yaşandı. Neyse ki Allodi'nin sağ kolunun değdiği takımlar içinde Milan yoktu. Ama Allodi, dolaylı yoldan Milan'la temas edecekti…
Arrigo Sacchi, yeteneksiz bir futbolcuydu ama futbolu diğerlerinden farklı görebildiğini biliyordu. Ayakkabıcı babası ile yaptığı seyahatlerde özellikle Ajax'ın oyuna hükmeden yapısını sık sık incelemişti. Önce yerel takımda sonra da 1978'de Cesena genç takımında antrenörlük yaptı. Cesena'nın kurucularından Alberto Rognani vasıtasıyla o dönemde Coverciano'da yöneticilik yapan Allodi ile tanışan Sacchi, oradaki eğitimini bitirip önce Rimini'ye sonra da Allodi'nin yöneticiliğe başladığı Fiorentina'nın genç takımının başına geçti. Allodi, Parma'nın genç antrenör için iyi bir deneme olacağını düşünüp teklifi sunduğunda tarihler 1985'i gösteriyordu. O sezon Serie B'ye yükselen Sacchi'nin Parma'sı, 1986-1987'de ise İtalya Kupası'nda Milan ile aynı gruba düşmüştü.
Milan sezona hiç de kötü başlamamıştı ama Liedholm'ün takımı, 1987 Martı'nda kontrolü kaybetti. Bardağı taşıran son damla, İtalya Kupası'nda düştü. Grup aşamasında da mağlup oldukları Serie B temsilcisi Parma ile ikinci turda bir daha karşılaşmışlar ve Sacchi'nin takımı, San Siro'dan 1-0'lık galibiyetle ayrılıp evinde de 0-0'la turu geçmişti. San Siro'daki maçtan sonra Sacchi'nin yanına gelen Milan Sportif Direktörü Silvano Ramaccioni'nin söyledikleri, yeni sezonun sinyalini veriyordu: "Beyefendi, sizinle konuşmak istiyor." Berlusconi'nin yeni antrenörü Arrigo Sacchi olacaktı, co-pilot ise yine Galbiati'ydi…
"Futbol, önemsiz şeylerin en önemlisidir" diyen Sacchi, İtalyan savunma kültürünü reddetmiyordu ama ona göre tarihe geçen büyük takımlar topa hâkim olanlardı ve daha da önemlisi izleyenlere keyif vermelilerdi. Milan savunması uzun süredir bir arada oynayan, üstelik Liedholm gibi alan savunmasını -farklı yöntemlerle de olsa- uygulayan bir antrenör ile çalışmış oyunculardan kuruluydu. Evani, Donadoni, Massaro, Virdis'in etkileri tartışılmazdı. Braida, Monza ve Udinese günlerinden tanıdığı Angelo Colombo'yu Milanello'ya getirerek orta saha direncini daha da arttırmıştı. Öyle ki Sacchi onun için "Maradona'dan daha önemli" diyecekti. Braida, Gullit'i de unutmamıştı. Atletik, oyun zekâsı ve tekniği yüksek 10 numara, transfer rekoru ile Milan formasını giydi. Onu, Marco van Basten transferi takip etti. Milan, ilk kez 1980'lerin İtalyası'na yakışır yabancılara imza attırıyordu. Üstelik Hollandalılar, Sacchi'nin zihnindeki dar alanda presli oyunun okulundan gelen isimlerdi. Arrigo'nun son bir isteği daha vardı: Genç bir forvet olarak Roma'ya giden ve orada Liedholm tarafından bir orta saha virtüözüne dönüştürülen Carlo Ancelotti. Ama Silvio, bu transfere sıcak bakmıyordu. Nitekim Ancelotti, 1980'lerin başından itibaren sakatlıklarla boğuşmuştu ve yıpranmış dizlere sahipti. Sacchi ise onun dizlerini önemsemiyordu: "Başkana şunu dedim: Eğer beyninde sorun olursa o zaman endişelenmeliyiz. Hızlı koşmaz ama hızlı düşünür. Onu alırsan şampiyon oluruz!"
Napoli ile muazzam bir yarışa giren Milan, bitime üç hafta kala rakibini San Paolo'da mağlup edip şampiyon oldu. 4-3-3 ile sezona başlayan ve van Basten'in sakatlığı sonrası kendisiyle özdeşleşecek 4-4-2'ye dönen Sacchi'nin sisteminin sembolü Gullit, büyük bir performans ortaya koymuştu. Ruud'a göre yapbozun tek eksik parçası kalmıştı: "Bütün sene Sacchi'ye Rijkaard'ı alması için yalvardık!" 27 Mayıs 1988'de Braida ve Galliani'nin operasyonuyla bu sorun da çözülecekti. Üç Hollandalı devri başlamıştı…
Dünyanın En İyisi
Sacchi'nin Milan'ı bir daha lig şampiyonu olamadı. Ama Rijkaard, Ancelotti ve Donadoni'li orta saha kurgusu, kötü günlerde birçok teklifi geri çevirerek takımda kalan ve sembole dönüşen Baresi'nin liderliğinde yıllarca mesai yapan savunma hattı, ofsayt taktikleri, çok yönlü forvet ikilisi ve kenardan aldığı katkıyla Avrupa futboluna görkemli bir imza attılar. 5-0'lık Real Madrid maçı, gelgitlerle dolu 80'lerin Milan'ı filminin en görkemli sahnesiydi. İki sene üst üste kazanılan Şampiyon Kulüpler Kupası da pastanın kreması. Sacchi'nin hayali de gerçekleşmişti. Belki de hiçbir İtalyan takımı deplasmanda oynarken dahi o Milan kadar oyuna hâkim olmamıştı…
Berlusconi, bir devi uyandırmakla kalmadı, yayıncılık ve pazarlama husunda da örnek oldu. Milan, 1990'larda Capello ile zirvede kalmaya devam etti. 2000'lerde iki kez daha Avrupa'nın en büyüğü olduklarında Maldini ve Costacurta yine sahada, Tassotti, Ancelotti ve Braida da kenarda, Baresi ise hâla camianın bir parçasıydı.
Milan, 2010'lu yıllarda çöküşe geçerken aslında bu kültürünü de kaybetti. O yüzden Paolo Maldini'nin kulübün içine girmesi çok önemli bir hamle olabilir. Hoş, "Nerede o eski Milan?" sızlanmalarına da gerek yok. 1980'lerde daha kötü durumlardan, daha keskin virajlardan dönen bir takımdan bahsediyoruz. Burada sorun, 2020'lerdeki zaman ve sabır kavramıyla 1980'lerdeki arasındaki fark. Yoksa Sacchi'nin Milan'ı da bir günde kurulmadı.