Heba
35 dk
Süreyya Ayhan, Avrupa şampiyonu olduğunda 24 yaşındaydı ve önünde parlak günler uzanıyordu. O günler, hiç gelmedi. Çarpıcı yükselişi ve düşüşünü dönemin tanıkları anlattı.
Antalya’da yazdan kalma bir gün. Konyaaltı’na yakın, huzurlu ve güneş gören bir köyde, iki saatlik bir röportajın sonuna geldik. Buraya geliş sebebimiz olan Süreyya Ayhan, karşımızda oturuyor. Bir anda, bütün bu araştırma sürecinde kendisi hakkında konuştuğumuz diğer isimleri merak ediyor. Arkasından şu soru çıkıyor ağzından: “Beni nasıl hatırlıyorlar?”
Birkaç dakika sonra gitme vakti geliyor. Aracımız olmadığını, taksi ile geldiğimizi gören Yücel Kop, “Ben sizi bırakırım” diyor. Kendisi, iki saattir Süreyya Ayhan’ın yanında oturuyordu. Arabaya atlıyoruz ve atletizm konuşmuyoruz. Daha çok portakal bahçelerinden bahsediyor, bizim de sorularımız bu eksende dolaşıyor. Elbette merak ettiklerimiz bununla sınırlı değil ama o anda ne söyleyeceğimizi de bilmiyoruz. En son, gerçekten veda vakti geliyor. Yücel Kop, uçuş saatine kadar zaman geçirebileceğimiz birkaç yer öneriyor ve yanımızdan ayrılıyor.
Nereden başlamalı, nasıl yapmalı? Haftalar önce, Süreyya Ayhan üzerine bir dosya yapmaya niyetlendiğimizde karşımızda bu soru duruyordu. Zira mesele sadece atletizm parkuru içerisinde, 1500 metrelik bir mesafede geçmemişti. Bütün bu sürecin içinde medya da, federasyon da, siyasi iktidar da vardı. Başarı da, başarısızlık da büyük bir gürültü ile karşılanmış; evlilikleri, ünlü kalemlerle yaşadıkları tartışmalar, aldıkları cezalar, yasaklı maddeler, davalar, mahkemeler bütün bu sürecin parçası olmuştu. Biz de haftalar boyunca gazeteciler, federasyon yetkilileri, menajerler ve antrenörler ile konuşmuş, neler olduğunu, bütün bu yükselişin ve düşüşün nasıl yaşandığını anlamaya çalışmıştık. Görüştüğümüz isimlerden bazıları, röportaj öncesi “Çok fazla zamanımız yok” diyordu. Ancak devamında, yapacakları o diğer işleri unutup saatlerini bu konuya ayırıyordu. Bazen gülerek, bazen öfkelenerek, bazen de işlerin nasıl bu kadar acemice sonlandığına şaşırarak...
Her şeyin başında ve sonunda ise Süreyya Ayhan ile Yücel Kop vardı. İki saat önce, evlerine vardığımızda ilk olarak Yücel Kop ile karşılaştık. Basından hatırladığımız yüzü, biraz değişmişti. Bizi karşıladığında “Mandalinanın son günleri” dedi ve bize de yememizi önerdi. “Portakal mevsimi devam ediyor ama değil mi?” diye sorduk. “Evet” deyip bahçedeki masaya davet etti. Karşılıklı oturduk. Süreyya Ayhan henüz yoktu. “Acaba sadece Yücel Kop ile mi görüşeceğiz?” korkusu sarmaya başladı bizi. Oysa karşımızdaki adam çok rahattı. Masadaki portakal suyundan ikram etti. Aynı zamanda baldızının yaptığı kurabiyeleri tavsiye etti.
Elimizde Socrates’in neredeyse bir sene önce çıkan ilk sayısı vardı. Atahan Altınordu’nun Naim Süleymanoğlu üzerine hazırladığı sözlü tarihi gösterdik Kop’a. Amacımızı açıklayıp burada eski kavgaları yeniden açmak, polemik yaratmak peşinde olmadığımızı, hedefimizin -eğer becerebilirsek- hikâyeyi baştan sona tanıklarının gözünden anlatmak olduğunu söyledik. Kop da kavga etmek istemediklerini belirtti, dergiyi incelerken. Gözlerini Naim Süleymanoğlu’na çevirmişti. O da herkes gibi, Naim’in kariyeri bittikten sonra yaşadığı sıkıntılardan haberdardı. Olimpiyat efsanesinin kendine yazık ettiğinden bahsetti. Birkaç dakika sonra söz Aslı Çakır Alptekin’e geldi. Yücel Kop, büyük emek verdikleri olimpiyat şampiyonu atlet ile neden davalık olduklarını anlattı. Londra 2012 Olimpiyat Oyunları’nda 1500 metrede altın madalya kazanan Aslı’nın kariyerini sonlandıran doping cezasını almasına neden olan biyolojik pasaport anomalilerinin eşi ve hocası İhsan Alptekin’in ihmallerinden kaynaklandığına vurgu yaparak...
Ve Süreyya Ayhan kapıda göründü. Şimdi her şey yeniden başlıyor ve bitiyordu.
Mert Aydın: Geriye dönüp bakınca kızgınlık hissediyorum ama Süreyya’ya değil. Ona da kızgınlığım var ama esas kızgınlığım, kendim de dâhil olmak üzere ülkemin insanlarına. Biz büyük bir değeri el birliğiyle heba ettik. Süreyya da, eşi de, hepimiz de...
Murat Ağca: Süreyya Ayhan, sonu nasıl sonu bitmiş olursa olsun, Türkiye spor tarihinin büyük bir figürü. Süreyya meselesi, yetenekli bir atletin nasıl heba olabileceğini kanıtlayan, uluslararası çapta bir örnek.
Attila Gökçe: Süreyya harcanmış, kaybolmuş bir değer ve hazin bir öyküdür.
Hıncal Uluç: Türk spor tarihi, en büyük efsanesini daha başlamadan kaybetti.
Süreyya Ayhan: Konuşan herkesin haklılık payı vardır. Çok küçük de olabilir bu, çok büyük de... İnsan kendi penceresinden görür her şeyi. Ama bu hikâyenin kahramanları biziz. Hissettiklerimizi, düşündüklerimizi, yaşadıklarımızı asıl biz biliriz. Hiçbir gazeteci benim yaşadıklarımı bilmez. Hiçbir genel müdür ya da federasyon başkanı bizim ne yaşadığımızı bilmez. Benim ailem bilmiyor neler yaşadığımızı. O yüzden, bu hikâye benim hikâyem.
1 | Bir Zamanlar Anadolu'da
Süreyya Ayhan: Babam profesyonel değildi ama geçmişte koşmuştu. Atatürk Yarışları’ndan kalan madalyası hâlâ cüzdanımda durur. Çocukluğum çok hareketli geçti. Okulda da atletizm aktiviteleri olurdu, önlüklerle koştururduk.
Murat Ağca (Gazeteci): Türkiye’de hiçbir olimpik spor branşı, başarı hikâyesi olmadan ilgi çekmez. Ancak tümden gelinerek öğrenilir. Süreyya’da da bu oldu. Yücel’in, okullardaki yarışlarda onun yeteneğini nasıl keşfettiği hep sonradan konuşuldu.
Süreyya Ayhan: 1992’de Çankırı’da Spor Eğitim Merkezi diye yeni bir proje başlatıldı. Çankırı’nın bütün köylerini, ilçelerini, okullarını gezecek, oradaki bütün çocukları koşturup seçme yapacaklardı. Bizim ilçeye geldiklerinde hepimizi koşturdular. Ben kızları da, erkekleri de geçtim. En son Çankırı’da bir eleme yapıp ilk üçe girenleri merkeze alacaklardı. Ben dördüncü oldum. Eşim, dönemin il müdürüne gidip “Bu kız yetenekli, dördüncü oldu ama alalım” demiş.
Yücel Kop: İnce, uzun fiziği vardı. Ama dördüncü olmuştu. Genel müdürlüğe yazı yazdık. Ankara’dan izin gelince alabildik. Yoksa alamıyorduk. Kısa zamanda bu kızın daha iyi olacağını gördüm.
2 | Uyanma Vakti
Mert Aydın (Gazeteci): Türkiye’nin atletizm tarihi çok kabarık değil. Ruhi Sarıalp’in 1948’deki madalyası, İsmail Akçay’ın 1968’deki maraton dördüncülüğü var işte. İlk turdan öteye geçemeyen bir ülkeyiz.
Tayfun Bayındır (Gazeteci): Çok sayıda atlet ithal ediyorduk. “Türk atletizmin kurtuluşu, yurtdışından gelen yabancılara bağlıdır” düşüncesi kabul edilmişken bir anda Süreyya’nın çıkması bu düzeni bozdu.
Deniz Gökçe (Akademisyen-Gazeteci): Onunla tanışmam bir tesadüfün eseri. 2000 yılında Nejat Kök’ün bir yazısına rastladım. Yazıda dönemin federasyon başkanı Semra Aksu’nun her şeyi yapabilecek bir atletin önünü kestiğinden bahsediyordu. Ben de ne atleti ne de Semra Aksu’yu kişisel olarak tanıyordum. “Böyle bir şey nasıl olur?” dedim. Süreyya’nın 2000 Olimpiyat Oyunları’na gidebilmesi için barajı geçmesi gerekiyordu. Yaptığı derecelere bakınca geçebilecek durumdaydı. Lakin Semra Aksu bir tek kızı gönderiyordu son yarışa, antrenörünü yollamıyordu.
Süreyya Ayhan: Sorun yaşamamıştık Semra Aksu ile. O zamanki sistem şuydu: Sporcunun antrenörü gelmez, dışarıdan başkaları gider şampiyonalara. Hele bir de yarı final, final görmeyecekse... Ama biz iyi olduğumuzu düşünüyorduk. İnsanlar bilmiyordu.
Deniz Gökçe: Hemen Yücel’e telefon ettim. “Biz sana otel paranı, uçak biletini versek, finansal olanak sağlasak gidebilir misin?” dedim, o da “Üç gün kaldı vize için” diye karşılık verdi. Hemen 3 bin dolar yolladım. Zengin bir adam değilim fakat çok sinirlenmiştim.
Yücel Kop: Olimpiyat oyunlarına da akredite ettirilmemiştim...
Deniz Gökçe: Sinan Erdem müthiş bir adamdı. Durumu ona anlattım. “Para bulursan antrenörü Sidney’e götürebiliriz” dedi. O aralar Yapı Kredi’nin yönetim kurulundayım. Mehmet Emin Karamehmet’e gittim; “Mehmet Bey, ben bu kızı ve antrenörünü olimpiyata götürebilmek için 5-10 bin lira harcadım, sen de bir 10 bin atıyorsun şimdi” dedim. O da bir çek yazdı hemen. Sinan Abi de akreditasyon işini halletti.
3 | Şampiyon Gibi
Murat Ağca: Medyanın genel ilgisi Sidney vesileyle oldu. Stiliyle dikkat çekti. Rakiple taktik mücadeleye giren değil de kendini aşmak için kronometreyle yarışan bir atletti.
Süreyya Ayhan: Yarı finale kaldığımda Türkiye’de sanki olimpiyat şampiyonu olmuşum gibi bir hava yaratıldı. Çünkü hiç kimse beklemiyordu.
Mert Aydın: Olimpiyatın şöyle bir artısı var; Cüneyt Koryürek, Hıncal Uluç gibi isimler oradaydı. Bu isimler, atletizmde gelen bir yarı finalin başka bir dalda alınan madalya kadar önemli olduğunu anlayan ve anlatabilecek insanlardı. Hepsi Süreyya’yı, birçok madalyalı atletten daha büyük övgüyle karşıladılar.
Hıncal Uluç (Gazeteci): Atletizmi biraz bilen biri için ilgi çekmeyecek gibi değildi. Yarı finale kaldığı yarışın sonunda TRT anlatıcılarının yanındaydık, koştu geldi Süreyya bizim oraya. Nasıl neşeli, coşkuluydu. “Bu yarı final bile Türkiye için olağanüstü başarı. Yolun çok açık, bu işin daha başındasın” dedik.
Tayfun Bayındır: Sidney, Halil Mutlu’nun daha bir parladığı, Naim’in bizi çok üzdüğü ve sporu bıraktığı bir organizasyondu. Süreyya gölgede kalacak gibiyken bir anda parladı.
Deniz Gökçe: Üstelik de ayağı sakattı. Orada Sinan Abi onu doktora götürdü. Meğer Süreyya’nın sağ kalçasında çocukluktan kalan hafif bir çıkıklık varmış, o yüzden ağrıları oluyormuş. Süreyya’yı ekranın karşısına, düz bir alete koydular. Doktor “Bir şey deneyeceğim” dedi. Süreyya’nın kalçasına bir tane yumruk vurdu, kalça yerine oturdu. Ve böylece ağrıları geçti, üç günlük antrenmanla 14. oldu. Yani yetenek sonsuzdu...
Mert Aydın: 2001 Edmonton Dünya Şampiyonası esas patlama yeri oldu. Millet gece kalktı, 1500 metre finalini izledi. Sidney’den sonra tanınıyordu ama Edmonton sonrası esas imtihan başladı.
"Sidney, Halil Mutlu’nun daha bir parladığı, Naim’in bizi çok üzdüğü ve sporu bıraktığı bir organizasyondu. Süreyya gölgede kalacak gibiyken bir anda parladı." -Tayfun Bayındır
Celal Doğan (Gaziantepspor Eski Başkanı): Üniversitelerarası yapılan bir yarışmada Süreyya kızımız birinci olmuştu. Gaziantepspor Başkanı’ydım ve atletizmle ilgili çalışmalar yapıyordum. Süreyya’nın Maraş’ta okuduğunu öğrendim. Antep’e geldi ve ihtiyaçları doğrultusunda profesyonelce bunları karşılamaya gayret ettim. Avrupa Şampiyonası’na kadar finanse ettik belediye olarak.
Mucizevi Sıvı
Mert Aydın: Sidney’de enteresan bir olay yaşandı. İşte bir Azeri fizyoterapist geliyor, bizim kafileden bir sporcuyla antrenörüne sıvı veriyor. Geliyorlar, kafilenin doktoruna “Azeri takımından böyle bir sıvı aldık, çok etkiliymiş, kullanalım mı?” diyorlar. Sonra iddialara göre kimseyi dinlemiyorlar ve içiyorlar. Peşinden anlaşılıyor ki o sıvı suymuş. Plasebo etkisi olsun diye verilmiş bir sıvı. Belki Azeri takımı para ile satmıştır, bilemiyorum. O sporcu ile antrenörünün Süreyya ile Yücel olduğunu işittik.
Deniz Gökçe: O dönem Süreyya’nın Sütçü İmam Üniversitesi Spor Akademisi’nde okuduğunu, Yücel Kop’un ise Gaziantep Belediyesi’nde atletizm antrenörü olduğunu öğrendim. Süreyya Maraş’ta yaşıyor, eşofmanlarını giyiyor, elli dakikada minibüsle Antep’e geliyor. Yücel onu gardan alıyor, antrenman yapıyorlar, akabinde Süreyya evine dönüyor. Sistem buydu.
Süreyya Ayhan: O yol bazen bir buçuk saat sürüyordu. Her gün gidip geliyordum.
Murat Ağca: Tanıdıkça kişilik olarak da farklı olduğunu algılamaya başladık. İnatçı, gözü pek, zaman zaman kavgacı ve hedefleri yükseğe koyan bir yapısı vardı. Yeteneğinin de farkındaydı.
Süreyya Ayhan: Antrenman eksiğim olmadığını görüyordum. Hocanın söylediği her şeyi istendiği gibi yapmıştım. “Ben hazırım ve bu yarışı almalıyım” diyordum. Başkası alıyorsa ben de alabilirdim. Otururken bile şunu düşünürdüm: “Şu an acaba rakiplerim oturuyor mu? Kalk Süreyya!”
4 | Arkana Bakma
Mehmet Yurdadön (Dönemin federasyon başkanı): Bir gün, genel sekreterim Ayhan İnanlı ve Yücel Kop bana antrenman programlarını getirdiler. Programı çok mantıklı buldum ancak şunu söyledim: “Bu programlama dâhilinde ben sizi her yarışta yarıştırmayacağım.” Bunun tepkilere neden olacağını belirttiler. Ben de Avrupa şampiyonluğuna aday bir sporcuyu her müsabakada koşturmayacağımı tekrarladım.
Ertan Hatipoğlu (Antrenör): 1500 metre ne sprinttir ne uzun mesafedir, hem dayanıklılık ister hem de sprint. Tarihçesini incelerseniz şunu görürsünüz; hep sürprizlere gebedir.
Mert Aydın: O dönemde Doğu Avrupalı sporcular favoriydi. Onları zorlayacak Britanyalılar ve Faslılar vardı. Çok açık bir dönemdi. Gabriela Szabo yaşlanmaya başlamıştı.
Süreyya Ayhan: Szabo’nun Avrupa şampiyonluğu yoktu. Benimse hiçbir uluslararası başarım yoktu. Herkes Münih’teki yarış öncesi “Szabo favori” diyordu. Szabo adımı duymuş, yarış öncesi bakıştık ısınırken. Ama nasıl ısınıyordu bir bilseniz... Orada bile herkesten hızlıydı.
Ertan Hatipoğlu: Gabriela Szabo bir ekoldü. İnanılmaz bir ayak bileği vardı, fırça gibiydi. Her antrenörün isteyeceği türden bir talebeydi; söz dinleyen, araştırmacı ve çalışkan.
Deniz Gökçe: Almanca bildiğim için onlarla 2002 Avrupa Şampiyonası’na gittim. Nejat Kök de orada, yarışı televizyonda beraber yorumluyoruz. Tir tir titriyorum çünkü Süreyya’nın finişi yok, Szabo’nun ise olduğunu biliyorum. “Olacak mı, olmayacak mı?” diye bekliyoruz. Süreyya birinci turu Avrupa rekoru düzeyinde koştu. Benim gözümden yaşlar gelmeye başladı. Son 100 metrede Szabo geliyor, yaklaşıyor...
Süreyya Ayhan: Herkes ayaktaydı. Seyircinin sesi kulağımda. Szabo arkamdan geliyordu. Ben yavaşladığım için değil, o hızlandığı için geliyordu. Ben tempomu koruyordum. Ama orada bile ben hiç geçileceğimi düşünmedim.
Yücel Kop: Ben Szabo’nun geçeceğini düşünüyordum valla.
Süreyya Ayhan: Bunu ilk defa duyuyorum, bak ya! Bana niye hiç söylemedin bunu?
Yücel Kop: Szabo’nun geçemediği kimse yoktu, öldürücü darbeyi son 200’de vururdu. Ama Süreyya orada da dayandı.
"Szabo’nun geçemediği kimse yoktu, öldürücü darbeyi son 200’de vururdu. Ama Süreyya orada da dayandı." -Yücel Kop
Deniz Gökçe: Bir metreyle kazandı. İnanır mısınız, sekiz saat ağladım. İnsanın hayatında kaç defa olabilir ki böyle bir şey?
Süreyya Ayhan: Ve son anda, ben bir metre kala yarış bitti diye yarışı bırakıyorum. O yarış başkaydı. Bittikten sonra nefes alamıyordum. Simsiyah oldu her yer.
Deniz Gökçe: O ara Başbakan görüşme istemiş. Derhâl Ankara’ya gidilmesi gerekiyor. Fakat Yücel’in yanında sadece eşofman var. Mühih’te bir takım elbise ve ayakkabı aldı kendine. Kemeri unutmuş. Uçağın kapısında bekleyen işçilerden biri çıkardı kemerini, Yücel’e verdi. Orada hep beraber sarıldık, ağladık.
5 | Yeni Hayat
Tayfun Bayındır: Süreyya idole dönüşüyordu. Beyaz Gölge’nin basketbolda, Eczacıbaşı’nın voleybolda, Naim’in halterde yarattığı etki gibi, Süreyya’yla da atletizmde patlama olmuştu. Ankara 19 Mayıs Stadı’nın yanında atletizm pisti vardır. Her gün sabah 7-akşam 7 arası 30-100 arası sporcu görürsünüz. Süreyya’nın başarılı döneminde, orada iğne atsan yere düşmezdi. Kızının elinden tutan veli, oraya geliyordu.
Vivet Kanetti (Gazeteci-Yazar): Koş Süreyya Koş, Şampiyon Olacağız kitabım (ilk basımının tarihi 2001) esasen spor üzerine değil; genelde kadınlar, özelde gazeteci kadın kariyerleri üzerineydi. Erkeklere kıyasla çok erken ve haksızca sonlandırılan... Kitabı Süreyya Ayhan ve Yasemin Dalkılıç’a birlikte ithaf etmiştim ve ikisini de şahsen tanıyor değildim.
Süreyya Ayhan: Şampiyonluğun yarattığı etki inanılmazdı. Kayseri’de kampa gitmiştik, Erciyes Dağı’nda. Orada keçilerini otlatan bir amca vardı, 70 yaşında. Beni gördü, nasıl heyecanlandı. “Sen koştun ya, ben televizyonun karşısındaki yatağımda zıpladım da zıpladım!” diye anlatıyor kendi şivesiyle.
Mert Aydın: Yanılmıyorsam Aralık 2002’de bir TSYD semineri düzenlenmişti. Süreyya orada bir konuşma yaptı, ağlayanlar oldu. Oturumu yöneten -galiba- rahmetli Onur Belge’ydi, kendisi şöyle bir cümle kurmuştu: “Süreyya da umarım sporu bırakınca aramıza katılır.” Orada, otele geldiklerinde, insani anlamda bir şeylerin değiştiğini anlamaya başlamıştım. Seminerde değil ama, otelde. Sanki Carl Lewis ile antrenörü oradalarmış gibi bir hava hissettim. Kişilikleriyle ilgili kafama soru işaretleri düştü. Sonra dedim ki: “Bana ne kişiliklerinden. Bu insanlar sporcu.”
Süreyya Notalarda
Müzik dünyası da Süreyya’nın çıkışına kayıtsız kalamamıştı. Moğollar'ın 2004’te piyasaya çıkan Yürüdük Durmadan adlı albümündeki Süreyya şarkısı da bunun bir kanıtıydı. Sözleri Turgut Berkes tarafından yazılan şarkıda “Köşesinden kızanlar senin namusunu kollar / Hıncını senden almazsa ardından kılıcını yollar / 800, 1000, 1500 senin / İki yüzde herkesi sollar of of / Oy, oy, oy, oy kızın var mı derdin var / Dünyayı adama dar ederler kızım dar / Kaç, kaç, kaç, kaç, kaç, kaç, kaç, kaç / Kaç bunlardan Süreyya” ifadeleri geçiyordu. Bugünlerde unutulan şarkıyı Cahit Berkay’a sorduk:
“Müzik hazırdı. Turgut’a verdim, ‘Kadınlar üzerine bir şeyler yaz’ dedim. Turgut sorar çünkü ‘Nasıl bir tema işleyelim?’ diye. Ben kadınlarla ilgili olsun isteyince o da Süreyya ile ilgili yazıyor. Kadın ne olursa olsun ikinci sınıftır Anadolu’da. Ne Anadolu’su, ülkemizde ne yazık ki böyle bir durum vardır. Biz de kahraman olmuş bir kadını işleyelim dedik şarkımızda. Konserlerde de çalıyorduk ama doping olayı kesinleşince şarkıyı kaldırdık listeden. Heba oldu parça, ondan sonra bir daha da çalamadık.”
6 | İlk Tartışmalar
Mert Aydın: 2002’de Avrupa şampiyonu olduğunda, sevincin yanında tartışma da başladı. Aralarındaki ilişki artık olay olmuştu.
Attila Gökçe (Gazeteci): Medyada da bazı bölünmeler oldu. Doğru biçimde eleştirenler hemen düşman ilan edildi. Şakşakçıları da vardı.
Murat Ağca: Atletizmde sık yaşanan bir şeydir sporcu-antrenör aşkı. Antrenman tempoları ağırdır, sporcu en çok antrenörünü görür, duygusal bağ kurar, bir minnet duyar ve bu minnet sevgiye dönüşür. Burada durumu farklı kılan Yücel Kop’un evli ve çocuk sahibi olmasıydı. Onlara sorarsan bu bir atlet-antrenör ilişkisiydi, sonra aşka dönüştü… Onların dediğine de inanmak durumundayız. Medyanın bunun üzerine gitmesi, onların medyaya öfke duymalarına bir etken midir? Evet. Haklılar mı? Hak verilebilir.
Mert Aydın: Acaba bu ilişki kaç yaşında başladı? O kısım önemli; yani suistimal var mı, yok mu? Beni ilgilendiren orası, onun dışında kendi aralarındaki özel meseleleri beni ilgilendirmez.
Vivet Kanetti: Vurgu vardı ama en önemli nokta uzun süre gizlendi... Yani ilişkinin Süreyya henüz çocuk yaşlardayken, 13-14’ünde başladığı. Eğer bu ayrıntıya vakıf olsaydım, elbette kitabımın adı ve ithafı aynı olmazdı, o kesin. Şu söylediğimi bir özeleştiri olarak kabul edebilirsiniz. 18 yaşından büyük bir sporcu kızın antrenörüyle aşkına laf edilmesine, bu ilişkinin sporcu performansından çok konuşulmasına, bir kadın yazar olarak itiraz ettim o zamanlar… Oysa, basın bir şeyler söylemiş ama eksik söylemişti. En itiraz edilesi noktayı gizleyerek... Bu nokta, Türkiye’de çocuk yeteneklerin bir antrenöre nasıl “Eti senin kemiği benim” şeklinde teslim edildiğini, erkek tahakkümcü bir kültürde ailenin, okulun, federasyonun nasıl çocuk haklarını koruyup kollamada eksik kaldığını, denetim görevini yapmadığını, işine geldiğinde nelere göz yumduğunu ortaya çıkaracaktı… Spor basını tüm hakikati çok sonra yazdı; Süreyya’nın kariyeriyle alakalı ilk hayal kırıklıkları geldiğinde.
"Kayseri’de kampa gitmiştik, Erciyes Dağı’nda. Orada keçilerini otlatan bir amca vardı, 70 yaşında. Beni gördü, nasıl heyecanlandı. 'Sen koştun ya, ben televizyonun karşısındaki yatağımda zıpladım da zıpladım!' diye anlatıyor kendi şivesiyle." -Süreyya Ayhan
Süreyya Ayhan: Basına kızmamın nedeni şu. Neden benim özel hayatıma yer ayırıyorlar? Ülkemizde kadınların durumu belli; eziliyorlar. Ben Türk kadınını, gayretlerini, çabalarını, ne kadar kısıtlı imkanlar içerisinde çalıştığımı dünyaya anlatmak isterken onu görüyorlardı. Dünyada hiç mi yok böyle bir şey? Ne yaşadık yani? Evet, antrenörüme aşık oldum. Ve evlendim! Bu imkânsız bir durum değil. İmkânsız olan benim Avrupa şampiyonluğum, olimpiyat hedefimdi. Bu değildi.
7 | Paris Düşerken
Hıncal Uluç: Sene 2003. Korcan Karar, Mert Aydın ve ben, Dünya Şampiyonası için Paris’teyiz. Araba kiraladık, Korcan kullanıyor. Trafik polisi bizi kenara çekti, “Hızlı gidiyorsunuz. Bir de sarıda geçtiniz” dedi. Bu sırada göğsümüzdeki akreditasyonları gördü, “Türk müsünüz?” dedi. “Evet” diye cevapladık. “Ben Süreyya Ayhan’ın vatandaşlarına ceza kesmem ama bir daha yapmayın” dedi. Üstelik daha şampiyona başlamamıştı. Düşünebiliyor musun bizdeki mutluluğu, gururu? Sıradan bir Fransız polisi, Süreyya’yı tanıyor.
Süreyya Ayhan: Koştukça hedefler büyüyordu ve benim tedirginliğim artıyordu. Hiçbir zaman “En büyüğü benim” demedim. Yapmam gereken dereceler, almam gereken madalyalar vardı.
Tayfun Bayındır: Süreyya’nın dünya çapında bir fenomen olduğunu Paris’te gördüm. Basın toplantısına yüzlerce gazeteci gelmişti. Süreyya, Naim hâline gelmişti.
Süreyya Ayhan: Kendim için ölüm kalım meselesi yapmıştım. Her yerde sayfa sayfa yazılar, telefonlar... Ben hazırım ama sonuçta bu bir yarış. Bilemem ki ne olacağını? Bir aksilik olursa ne olacak? “Ben ölürüm o zaman” diye düşünüyordum. Artık kalbim ağrıyarak uyanıyordum. “Ya burada birinci olayım ya öleyim” diye. Şimdi düşünüyordum da saçma geliyor. Ama o an öyleydi...
Mert Aydın: Cüneyt Abi’yi bir arkadaşı aramış, “Süreyya neden göbeği kapalı koşuyor, Başbakan geldiği için mi?” diye soruyor. Tayfun Bayındır ile araştırınca işin aslını öğrendik. Süreyya regl olmuştu, çevresindekiler bunun stresten olduğunu ifade ediyordu. Spor müdürlerimizi aradık. Çekincemiz şuydu: Biz bunu yazarsak ve Süreyya kazanamazsa “Siz yazdınız, morali bozuldu” diye üzerimize gelinecekti. Yazmadık.
Tayfun Bayındır: Bu konuyla ilgili Yücel Kop’un çok şaşırtan açıklamaları vardı. Konuştuğum insanlardan da aynı rahatsızlığı duymuştum. Sadece eşlerin paylaşabileceği şeyleri anlatmıştı. Bu ‘özel gün’ olayı da “Kendilerine mazeret buluyorlar” şekline yorumlandı.
Süreyya Ayhan: Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer beni aramıştı. Kendisi orada olmak istediğini ama siyasi nedenlerden ötürü gelemediğini anlatmıştı. Herkeste “Süreyya birinci olacak” düşüncesi vardı.
Mert Aydın: Yarışın başlamasına 10 dakika kala, gönüllü çocuklardan biri “Süreyya’nın yarışına 10 dakika var” diye bağırarak starting list satıyordu. Stade de France’ın ortasında böyle bir şey yaşamak inanılmazdı.
Ertan Hatipoğlu: Tatyana Tomashova’nın antrenörü ısınma sahasında bana şunu söylemişti: “Süreyya’yı yenmek için ancak son 50 metrede atak yapmalısın.” Yarışı da beraber izliyorduk. Diğer antrenörler gibi sahaya çıkmamıştı. “Neden sahada izlemiyorsun?” dediğimde “Orada müzik çalıyorlar, ne konuştuğumuzu duymuyor sporcular” diye cevap vermişti. Sonra da “Sporcum Süreyya’yı tanıyor, ne yapacağını biliyor, ben ona taktiğimi verdim, bakalım tutacak mı?” demişti.
Süreyya Ayhan: Çok baskı vardı üzerimde. Ve o yarışı aslında kaybetmeyebilirdim. Son 100’de “Ya geçilirsem, ne olur?” dedim. Ve geçildim. Tabii ki fiziksel rahatsızlığım vardı, birtakım şeyler yaşamıştım ama hiçbir şeyi bahane olarak görmem ben. Onu düşündüm ve geçildim. O güne kadar bu soru hiç aklıma gelmemişti.
Ertan Hatipoğlu: O yarış bittikten sonra Tomashova’nın antrenörü bana ne demişti biliyor musunuz? “Üç başlı canavarın kafasını koparttık.” Hani masallarda var ya...
"O yarış bittikten sonra Tomashova’nın antrenörü bana ne demişti biliyor musunuz? 'Üç başlı canavarın kafasını koparttık.'" -Ertan Hatipoğlu
Mert Aydın: İkinci olduğu için Süreyya çok üzgündü. Deniz Gökçe geldi, Süreyya’ya ilk cümlesi “Kaldır kafanı” oldu. Sonra Jolanda Ceplak geldi, “Üzülme, gelecek sefere olur” dedi. O yarıştan sonra hiç ‘gelecek sefer’ olmadı, bir daha uluslararası şampiyonalara katılamadı.
Deniz Gökçe: Bizim gazetecilerden eleştiriler gelmeye başladı, “Kazanamadı ki” falan diye. Ben de herkese şunu söyledim. “Evladım, bir insan dünya şampiyonasında ikinci olabilir, ne var ki yani bunda?”
Hıncal Uluç: Sebastian Coe, 1980’de ikinci olduğunda İngiliz gazeteciler “Bullshit!” (Saçmalık) dedi. Tarih birincileri yazar. Biz ne diyoruz? İkinci olana da, beşinci olana da teşekkür ediyoruz. Yarı yolda kalınca, neden yarı yolda kaldığını araştırmayacağım, buna da “Teşekkürler” diyeceğim! Benim medyamın en zavallı tarafı bu.
Süreyya Ayhan: Şu an düşündüğümde üzülüyorum. İşkence yapmışlar gibi geliyor bana. Düşünün, dünya ikincisi olmuşum. Bu yarışta kazanmak da var, kaybetmek de... Ama bir suçluluk ifadesi vardı bende.
Mert Aydın: İlk üç sporcu basın toplantısı düzenledi ve Süreyya’nın regl olduğu orada ilk kez dünyaya duyuruldu. O dönem Anadolu Ajansı’nın Brüksel muhabiri olan Mehmet Özdemir tercümanlık yapıyordu. Bunu duyunca yüz ifadesi değişti. Süreyya’nın regl olduğu haberini bütün dünyaya Mehmet duyurdu. Ertesi gün L’Equipe’te falan ciddi haber oldu bu.
Yücel Kop: Söylemek zorunda kaldık. Bize sordular, “Nasıl önlem almadınız?” diye. Yani doktorumuz yanımızdaydı. Psikolojik baskı var orada, ister istemez regl oldu. Ertelemek için ayarlanmıştı jinekoloğu tarafından.
Süreyya Ayhan: Ben hep “Keşke söylenmeseydi” dedim. Bence söylenmemeliydi.
Yücel Kop: Nedenini söyledim ben, şeffaflık için.
8 | Bu Benim Stilim
Ertan Hatipoğlu: Süreyya baştan çıkıp kendi temposunda yarışı koparıyordu. Seçme, yarı final ve finalden oluşan bir şampiyonada bu taktikle gidemezsin. Neden? Enerji kaybına aykırı bu. Sen Herkül değilsin ki! Paris’teki seçmelerde Yücel’i ikaz etmiştim; “Seçmeyi şöyle bir 4:12 ile geç, birinci olmana gerek yok, beşinci ol” demiştim. Ama dinleyen yoktu o zaman.
Mert Aydın: O taktik, Süreyya’nın fiziksel ve psikolojik olarak her yarışta mükemmel olmasını gerektiriyordu. Bir sıkıntı yaşadığın anda geçiliyordun.
Mehmet Yurdadön: Süreyya’nın taktiği öyle değildi. Bu afaki bir düşünce! Antrenman metodu şudur; geçiş sürelerini, koşacağı dereceyi belirleyerek koşar. Mesela 3.57 koşacaksa buna göre ayarlar. Atletizm deyişiyle, Süreyya’nın bacağında 3.57 var; 3.57 koşacak bir sporcu da 4.15 koşacak bir sporcunun birinci turuyla aynı koşmaz. Öyle baştan çıkıp gitme yoktu yani, bu planlıydı. O yarışta Süreyya sona kadar bekleseydi beşinci olamazdı.
Süreyya Ayhan: Bu benim stilimdi. Rakibin arkasına geçeyim, bekleyeyim… Bunu yapamıyordum, performansım düşüyordu. Özgürlük demek, bana göre koşmak demek. Koşarken özgür olmalıyım. Bu benim! Rakiplerime, derecelerime, tavşana bakmamalıyım. Ha, geçilebilirim de... Stilim bu. Önümde kimseyi istemiyorum.
Yücel Kop: Yarışlardan önce Süreyya’ya şunu derdim: “Senin burada koşacağın derece 3:58.” İnanır mısınız, 3:58 koşardı. Çünkü Süreyya, verdiğim bütün antrenmanları yapardı. İbadet gibi yapardı. İki tavşan atletimiz vardı, erkek. Antrenmanlarda Süreyya ikisini de yakalardı. “Ben güçlüyüm, gideceğim” derdi. Bu özgüven üzerine kurduk biz de her şeyi.
Süreyya Ayhan: Dünyada sayılı kişi uyguluyordu bu taktiği. Aklı olan böyle koşmaz zaten.
9 | Duvar
Deniz Gökçe: Tabii o dönem bol sabotaj da var. Hıncal Uluç ve Cüneyt Koryürek etrafa şunu yaydılar: “Bu adam kaprisli, bu adam yetersiz, bu adam kızı harcıyor.” Hiç öyle değil ki! Benim gördüğüm adam engel değil, araçtı. Sistemi ayakta tutuyordu.
Yücel Kop: Ben hep okudum, araştırdım, öğrendim. Deneme yanılma yöntemi uyguladım. Bu en doğru yöntemdir. Mesela biz 2000 Sidney’deydik. Maurice Greene o dönemin en popüler atleti. Bir gün onu stadyumda gördüm, kendisine masaj yapılıyordu. Etrafında da korumalar vardı. Biz orada menajerimiz Jos Hermens’in gücünü kullandık. Birine 100 dolar verdik, masajı izlemek için. Ne yapılıyor görmek, öğrenmek için. Ben de yapıyordum masaj ama belki farklı bir şey yapıyorlardır yani.
Hıncal Uluç: Sanat, edebiyat, spor gibi alanlarda birisi seni keşfeder, bir yere kadar getirir. Ondan sonra o yetenek, kendisini yetiştireni geçer. O hoca da der ki: “Sen beni geçtin. Şimdi bir kademe yukarı gitmen lazım.” Köydeyse kasabaya, şehre yolar. O da bir aşama sonra başkente yollar. Yetenek onu da aşarsa dünyada nereyse en iyisi oraya yollanır ki olabileceğinin en iyisi olsun. Yücel Kop ilkinde fevkalade başarılı bir hoca ama ihtirasları, aklının ve bilgisinin kat kat üstünde olduğu için Süreyya Ayhan gibi olağanüstü bir doğal kabiliyeti ziyan etti.
Tayfun Bayındır: Bulursun, yetiştirirsin ama bir süre sonra tükenirsin. Nasıl tükenirsin? Sporcunun sprintinde sorun vardır, çıkışında sorun vardır, son noktada sorunu vardır, kalabalık koşmada sorunu vardır. Yücel Kop, bunların hepsinin hocasıydı. Hiç yetersiz değildi hatta çok iyi bir altyapı ve geçiş hocası olduğunu düşünürüm ama bir noktada Süreyya’yı profesyonellere teslim etmesi gerekirdi.
Murat Ağca: Yabancı dil bilmiyorsun, çok önemli bir atletin var, uluslararası dokümanları okuyup kendini geliştirmen gerekiyor, ergojenik maddeler konusunda bilgin olması gerekiyor.
Ertan Hatipoğlu: Yabancı dil bilmenin avantajı yabancı mecmuaları, kaynakları okumak değildir. Dil, yabancı meslektaşlarla yakın olmak için mühimdir. Onlarla daha arkadaşlık kurmak her zaman sana yarar sağlar.
Mert Aydın: İkili, o dönemde çevrelerine bir duvar örmeye başlamıştı. O duvarla birlikte medyayla ilişkileri öyle bir noktaya getirdiler ki şöyle bir hava oluştu: Bunlar başarılı olduğu sürece medya yanlarında olacak, biraz düşmeye başlarlarsa eleştiriye açık olacaklar…
Murat Ağca: Bu değişimin olması kaçınılmaz. Üstten bakan, buyurgan, federasyon ve spor teşkilatını hiçe sayan bir tutumları vardı. “Türk sporu eşittir biziz” noktasına gelen, nirvanaya doğru bir yürüyüş vardı neredeyse.
"'Türk sporu eşittir biziz' noktasına gelen, nirvanaya doğru bir yürüyüş vardı neredeyse." -Murat Ağca
Attila Gökçe: Bu beraberlik bazen, federasyona ve devlete karşı otorite tanımaz tavırlar, ego ve başarılara dayanan kaprisli hareketler yarattı. Biz de Süreyya’nın başarısı uğruna bu egoyu sürekli besledik. Neredeyse Süreyya’nın malzeme çantasını taşıyacak kadar gülünç duruma düşen federasyon başkanları gördüm.
Süreyya Ayhan: Bir kesim, özellikle de basın, her şeyden haberdar olmak istiyordu. İdari kesimin şöyle bir talebi vardı: Her şey bizim istediğimiz gibi olsun! Ama biz sporcu ve antrenördük. Sistemimiz vardı. Biz nasıl onların idari işlerine karışmıyorsak onların da bize karışmaması gerekiyordu. “Yabancı bir antrenör gelmeli” diyorlardı. Eşim dedi ki: “Tamam getirin. Hatta ben de yanında durayım, kendimi geliştiririm.”
Yücel Kop: Hep şunu dedim: “Benden iyi derece koşturan varsa gelsin!” Ha, dünyada 3:55 hiç kimse koşturmadı benden başka. Kimin antrenörünü bulup da getireceklerdi? Bulamadılar zaten. Bir isim veremediler hiç
Tayfun Bayındır: Mutlu bir evlilik sürsünler inşallah ama şu bir gerçek; Süreyya Ayhan’ı Türkiye atletizmine kazandıran Yücel Kop, dünya atletizminden kaybolmasının da sebebidir.
10 | Kriz
Mert Aydın: Paris dönüşü aşk ilişkilerine dair daha çok haber çıkmaya başladı. Arkasından adım adım facia başladı.
Mehmet Yurdadön: 2004 Olimpiyat Oyunları öncesi, Süreyya’yı görmeye Edirne’ye gidecektim. O arada telefon geldi. O zamanki il müdürü İbrahim Doğan “Abi, Süreyya sakatlandı” dedi. “Siz doktora götürün, yarın sabah oradayım” dedim. O gece Yücel, Süreyya’yı Almanya’ya götürmemiz gerektiğini söyledi. O dönemki doktoru meşhur Wohlfahrt’tı. Aşil tendonunda sorun varmış. Beni beklemelerini söyledim. Üstüne ertesi sabah WADA’dan (Dünya Anti Doping Ajansı) geldiler...
Süreyya Ayhan: Edirne’ye geldiler, Romanya’dan biri erkek, biri kadın iki görevli vardı. Numunemizi verdik, kabul etmediler. “Gözümüz görsün. Biz de yanında bulunmak istiyoruz” dediler. Kabul etmedik. Aslında kural belli. Bayanın yanına bayan girer, hiçbir şekilde erkek girmez. Biraz da Szabo’yu geçtiğimiz için bilinçli olarak yapıldığını düşünüyoruz bunun. Sonradan Rumen olduklarını öğrendik. Basından bazı ağabeylerimiz çözdü sistemi. Kimin geldiği önemli değil de yapılan davranışa alışkın değiliz. Yaşanan tatsızlıktan sonra telefonla konuştular ve “Almayın, gidin” dendi onlara. Bir hafta sonra yanlarında Türk bir görevliyle geldiler. Bu sefer de numunenin çok duru olduğunu söylediler, ikinci sefer istediler.
Yücel Kop: İkinci seferi alırken yarısı döküldü, “Yeterli değil" dediler. Üçüncüyü istediler. Ama soğuk betonda bekliyor ya Süreyya, idrar her zaman gelmez. Ben de “Artık yeter” diye kızdım.
Süreyya Ayhan: Orada tartışma çıktı. Ellerinde numunem var ama duru olduğu için kabul etmediler. Yani geçerli sayabilirlerdi o numuneyi. Orada biraz da bir hafta önce yaşananların etkisi vardı. Biraz bizim sakatlıktan doğan gerginliğimiz, biraz eşimin gerginliği bunda etkili oldu. O an belki de o kadar gergin olmayabilirdik.
Tayfun Bayındır: O sırada Süreyya Ayhan’dan idrar isteniyor ama kontrol altında olman gerek, görülmesi lazım. Klozete oturuyor ve klozetin içindeki suyu doldurarak idrarıymış gibi veriyor. WADA ekibinin başındaki Serap Yüce, bunu rapor ediyor. Zaten bu yüzden ceza alıyor Süreyya. Orada bir görevliyi dövüyorlar, camdan atlama hikâyeleri var… Bunlar can acıtan öyküler.
Mert Aydın: Biliyoruz ki bu işlerde her şey çok mükemmel işlemiyor. O dönemde Süreyya’da açık arayan birileri olabilir. Bu hiç kimsenin doğrulayamayacağı ama bir yandan da yalanlayamayacağı bir şey. Fakat kriz yönetimi diye bir şey var. Sen düzgünce numuneni verdin de mi görevliler sana komplo kurdu? Yoksa ben tanımadığım bir WADA görevlisinden nasıl emin olabilirim ki? Ama sen her şeyi doğru şekilde yaparsan, karşındakinin kötü niyeti elinde patlar.
Süreyya Ayhan: Çok tatsız şeylerdi. Keşke olmasaydı. Aynı şeyleri şu an düşündüğüm zaman, farklı ne olabilirdi? Biz ne yapacağımızı bilmiyorduk ki. Başarılı olmak demek, her şeyin tecrübesine sahip olmak demek değildir. Bize hiç numunenin nasıl açılacağını, nasıl kapatılacağını göstermediler. Daha sonra eğitim başladı bu konuda. Gelen görevlilerle karşılaştığımızda ne yapmalıyız? Yerimizde olmazsak neler yapılabilir? Hiçbirini bilmiyorduk.
Mert Aydın: Doping kontrolörünü kilitledikleri, masörün Süreyya yerine numune iddia edildi. Ve bir anda basın üzerlerine gitti. Bir gün bile beklenmedi, hiçbir tereddüt olmadı. Herkes bunu bekliyormuş. Evet, onların ekip biçtikleri de etkili bunda ama yine de hiç sağlıklı değil.
Mert Yaşar (Avukat): Doping ihlali demek, illa kanında ya da idrarında doping maddesi bulunması demek değil. Doping kontrolü esnasında izlenmesi gereken bir prosedür var. Siz bu prosedüre aykırı davrandığınız zaman, dopingliymiş gibi ceza almanıza sebep oluyor. Süreyya da bu yüzden, yasak metotlar kullandığı için iki sene ceza aldı.
11 | Dönüş
Mehmet Terzi (Dönemin federasyon başkanı): 2004’te federasyon başkanı seçilmiştim. Onun davası IAAF (Dünya Atletizm Federasyonu) tarafından bize gönderildiğinde disiplin kurulu tarafından değerlendirildi ve IAAF’in anti doping yönetmeliği üzerine, disiplin kurulu ceza verdi.
Süreyya Ayhan: Kaldığımız yerden devam etmek istiyorduk ceza sürecinin bitiminde.
Mert Aydın: O ceza dönemini dava açarak geçirdiler. O sırada akıl hocaları kimdi, yalnız mı kalmışlardı? Bilemiyorum. Bir anda en üst noktadayken dibe vuruyorsun.
Mehmet Terzi: Onları federasyona çağırdım ve kendilerine yardımcı olmak istediğimi söyledim. O zaman cezaları netleşmemişti. Kamp ayarlayabileceğimi, sporcu olduğum için durumlarını anladığımı ve şampiyon bir sporcuyu kaybetmek istemediğimi söyledim.
Süreyya Ayhan: Ben kaybolmuş falan değildim ki! Süreyya Ayhan olarak orada duruyordum, işim neyse gerekeni yapmak için. Eksikleri olan karşı taraftı. “Aaa ben Süreyya’yı kazanmak için telefon açayım” diyerek Süreyya kazanılmaz, herkes işini yaparsa kazanılır.
Mehmet Terzi: Cezanın bitiş tarihi 2006 Ekim ayıydı. 2006 Haziran’da da Avrupa Şampiyonası vardı. Ben, Edirne’deki olayın Haziran ayında yaşandığını, niçin Ekim ayına kadar uzatıldığını sordum ve Avrupa Şampiyonası’na katılmasını öngördüm. Avrupa Federasyonu da bunu onayladı. Ama onlar bu yarışmaya katılmayacaklarını, 2007 Dünya Şampiyonası’na hazırlandıklarını söylediler. Sekiz maddeli bir taahhüt yaptık. Bunların biri, 2007 Dünya Şampiyonası’na katılmalarıydı. Ondan önce yapılacak Avrupa Milletler Kupası vardı. Dünya Şampiyonası için barajı aşmaları gerekiyordu. Hem Türkiye Milli Takımı’na destek vermeleri hem de barajı geçmeleri gerektiğini belirttim.
Yücel Kop: Koşalım, tamam ama Süreyya’nın birinciliği ülkeye yetmeyecek. Birinci lige çıkamayacağız. “Yok, bu kupa ülkemizde olacak, tribünler dolar Süreyya koşarsa” dendi. Peki Dünya Şampiyonası? “Onu da koşarsınız” dediler. Dünya Şampiyonası’nda madalya alamayacaksak niye koşalım biz bu yarışı?
Mehmet Terzi: Tedavi için Almanya’ya gitmek istediler. Avrupa Milletler Kupası’nı koşmalarını söyledim. “Biz sponsor bulduk, kendimiz gideceğiz Almanya’ya” dediler ve gittiler. Sonra duyduk ki Türkiye’ye döneceklerini söylüyorlar. Türkiye’de “Dünya Şampiyonası’nda koşmayacağız, ABD’ye gidip hazırlanacağız” diye dilekçe verdiler. Biz de izin vermedik. Ertesi gün ABD’ye gitmişler.
12 | Yolun Sonu
Mert Yaşar: Whereabouts diye bir sistem var. Sporcular, hem ulusal hem de uluslararası federasyonlara nereye gittiklerini, hangi saatlerde nerede bulunacaklarını dahi bildirmek zorundalar.
Süreyya Ayhan: Meksika yakınında Albuquerque’ye gitmiştik. Formları doldurduk, o gün antrenmanda değişikliği vardı, saunadaydık. Telefonla aramışlar, duymadık. O zaman yedek telefonu aramışlar, bize haber geldi. Gittik, numunemizi verdik. Buna göre de iki yasaklı madde (stanozolol ve methandienone) çıkıyor. Ama bu imkânsız. Birincisi, -diyelim ki ilaç alacağım- hiçbir atlet yarışına 11 ay kala ilaç alıp da 11 ay sonraki yarışı koşmaz. Böyle bir sistem yok. Yokmuş yani, araştırdık. İkincisi, çıkan ilaçlar bana yaramıyor. Üçüncüsü, ben numune vermek için insanların ayağına gidiyorum. Telefon açtılar, ayaklarına gittik, verdik. Bu olay 7 Eylül’de oldu. 6 Eylül benim doğum günümdü. Bir restorana gittik, et yedik kutlama için.
Murat Ağca: “Biz ABD’de yasaklı madde bulaştırılmış etten yakalandık” demişlerdi. Gerçekten o dönem ABD’de, kas kütlesini arttırmak için büyükbaş hayvanlara insanda doping etkisi yaratan maddelerin zerk edildiği doğrudur. Ama Süreyya’da çıkan rakama ulaşmak için, bir koca danayı yemek gerekiyor. Eskiden pehlivanlar vardır ya, “Bir oturuşta bir koca dana yerdi” denenler… Bence bir danayı yememiştir Süreyya! Çok da ayağı yere basan bir savunma değildi yani, zaten kabul de edilmedi.
Süreyya Ayhan: Hacettepe’ye, Doping Kontrol Merkezi’ne gittik. Çıldıracağım. “Biz bunu yapmadık!” diyorum, yardım istiyorum. Yapsam bu kadar çırpınır mıyım? Hiç kimse yardım etmedi. Resmi dilekçe yazdık, ona bile bakmadılar. “Gelin benim numunemi alın, eşimden de numune alın” dedim. Bulaşık madde bu? Onda da var mı, bir bakın yani. Çıkan sonuçlar da şöyle; bir üst sınır var, benim değerlerim o sınıra çok yakın. Bu bilinçli alınmadığının kanıtı. Alınsa daha yüksek çıkar.
Mehmet Terzi: Sağlık kurulumuz, maddelerle ilgili bir çalışma yaptı. Kan ve hap yoluyla bu maddelerin alındığı bilgisini verdi bize. Bulaşım maddesi değil…
Mert Aydın: Diyelim ki etten kaptınız... Günümüzde üst düzey sporcunun bilmediği bir şeyi yiyip içmesi, bilerek doping yapmasına eşit. Buna dikkat edeceksin. Bu kadar basit.
Süreyya Ayhan: Biz yurt dışına gittik. “Başımıza böyle bir olay geldi, bize yardım edin” dedik. Yunanistan’da, Romanya’da yaptıralım testleri dedik. Cevapları şuydu: “Biz kişi değil, kurum tanırız.” Federasyondan böyle bir talep gelmediği sürece yapamayacaklarını belirttiler. Federasyon da bize içeride yardım etmiyor ki dışarıda etsin.
Mehmet Yurdadön: İkinci ceza, benim açımdan federasyonun fiyaskosu. ABD’de çıkan şey dopingdir. O ilacın Süreyya’ya katkısı olmayacağını bilim adamları da söylediler. Federasyon başkanı ve genel sekreterinin imzası olmadan test yapılamaz. Aynı testin Yücel Kop’a da yapılması gerektiğini söyledim.
Mehmet Terzi: Yücel Kop’un da test yaptırmak için vakit vardı. Onun kararını biz vermiyoruz. Uluslararası Atletizm Federasyonu’nun WADA anti doping komisyonu var onunla ilgili. Delilleri tekrar onlar inceliyor. Eğer haklı çıkaracak deliller varsa oraya gidiliyor ama o delilleri bile vermediler. Zaten şöyle bir şey var; anti-doping yönetmeliğinde federasyon, dopingli çıkan sporcuya hiçbir şekilde destek veremez, ne savunma ne başka bir şeyle ilgili.
13 | Dava
Mehmet Terzi: Savunmalarında büyük deliller sunarak kendilerini kabul ettirebilirlerdi ama o deliller olmayınca, disiplin kurulu da yönetmeliğe göre ömür boyu ceza verdi. İtiraz ettiler. Tahkim Kurulu da iki yıl doping maddesi aldığı, iki yıl da yurt dışında dopingli yakalandığı için toplam dört yıl ceza verdi. İtiraz ettiler ve CAS’a müracaat ettiler. IAAF da bize dedi ki: “Bunun cezası ömür boyudur.” Onlar da CAS’a gitti. Oradaki davada federasyondan Nihat Doker görev almıştı.
Süreyya Ayhan: Dava altı saat sürdü. Karşılıklı sohbet havasında geçiyor, taraflar savunmalarını yapıyor. Ben diyorum ki: “Cezam düşsün.” Federasyon ise ömür boyu ceza belgesiyle gelmiş. İnanamadım. Ben sporcuyum, o federasyon. Yabancıya “Benim cezamı indir” diyorum, benim ülke federasyonum ömür boyu ceza istiyor. Ara verildi, o ara nefeslendik. Eşim sinirlendi, “Siz ne yapıyorsunuz” diye çıkıştı. Sonra tekrar girdik. Kurul başkanı, Nihat Doker’e döndü. “Tamam dava görüldü, bitti. Sizin şahsi fikriniz ne?” diye sordu. “Federasyonun verdiği karara ben de uyuyorum” diye cevapladı Doker. Aynen böyle. Bunun üzerine ne söyleyebilirsiniz? Bu nasıl bir zihniyet? Kendi sporcun ne yapmış olabilir ki ömür boyu istiyorsun?
Yücel Kop: İstenmez. Yapmış olsa bile ömür boyu istenmez. Ne olursa olsun...
Süreyya Ayhan: Kol kırılır yen içinde kalır. Türkiye’nin atletizme bakışı bu mu? Ne kadar meraklıyız kendimizi rezil etmeye. Ben ülkemizi iyi yerlere götürme düşüncesi dışında ne yapmış olabilirim? Biz yurt dışındaki adamdan medet umuyoruz, kendi adamımız bize bunu yapıyor. Federasyon gitmeseydi belki iki sene verirlerdi, belki cezamı kaldırırlardı.
"Kol kırılır yen içinde kalır. Türkiye’nin atletizme bakışı bu mu?" -Süreyya Ayhan
Mehmet Terzi: Federasyonun o durumda birini koruması, “Bu maddeler çıkmamıştır” demesi gibi bir şey olamaz.
Mert Yaşar: O cezanın altında Türkiye Atletizm Federasyonu’nun değil, IAAF’in imzası var. Çünkü federasyon IAAF’e bağlı ve onların kararlarına uymadığınız zaman ceza alma durumu var. Üyeliğiniz dondurulabilir, Avrupa Şampiyonası ya da Dünya Şampiyonası gibi büyük etkinliklere katılmaktan men edilebilirsiniz. O dönemde IAAF çok bastırıyordu federasyona ömür boyu ceza için...
14 | Doping Pazarı
Süreyya Ayhan: Madalyonun iki yüzü var ama kimse ikincisini konuşacak cesarette değil. Böyle bir gerçek var dünyada. Bilinçli olarak, planlı programlı yapılıyor doping. Bizim ülkemizde de doping gerçeği var ama bilinçsizce yapılıyor. Duyulan her şeyi yapıyor sporcular. “Bu bilinçli yapılsın, destek verin” demiyorum ben. Kesinlikle spor temiz yapılmalı. Ama böyle de bir gerçek yokmuş gibi davranılmamalı. Bu yapılıyor.
Murat Ağca: Türkiye’de dopingin patlamasının sebebi öyle çok ulvi değil. Tamamen, bir dönemde belli insanların belli ilaçları Türkiye’ye getirip “Bunlar bir şey yapmıyor, Ali de içiyor Veli de içiyor” diyerek birilerine pazarlamasından geçiyor. Bunları, ceza alan sporcuların hepsi bilir. Antrenörleri de bilir, federasyon başkanları da bilir. Halter, güreş ve atletizmde yaşanan süreçte yakalanan sporcuların kullandığı maddelere bakın; yüzde 70-80’i stanozolol ve onun metaboliti olan başka ilaçlar. Demek ki bir noktadan dağılmış. Birileri geliyor, “Üç ay öncesinde kullanacaksın, bu ek madde, bak Ruslara çatır çatır oynuyor” diyor. “Çıkmıyormuş, çıkmıyormuş” diye yayılıyor. Stanozolol, 1988’de Ben Johnson’un yakalandığı madde, aradan kaç sene geçmiş.
Tayfun Bayındır: Ankara 19 Mayıs Stadı’nın protokol girişinin hemen karşısında sporcuların oturduğu bir kafe vardır. Arkasında halter, boks, güreş ve jimnastik salonları yan yanadır. Tüm sporcuların antrenman dışı görüştükleri yer bu kafedir. 200 metre ileride de atletizm pisti vardır, onlar da çıkıp buraya gelirler. İşte, anabolik steroidlerin en fazla el değiştirdiği yer burasıdır. Her sporcu birbirine doping vermiştir burada. Daha da komiği, bütün bu ‘doping pazarı’nın olduğu yerin hemen yanında ‘Yunus’ diye bilinen polislerin karargâhı vardır. Süreyya Ayhan da, dopingle yakalanan güreşçilerimiz de, dopingle yakalanan haltercilerimiz de hep buralardan geçmişlerdir. Bu bir kader mi? Ne yazık ki öyle görünüyor.
Mert Yaşar: Burada Süreyya Ayhan’ın tek başına ceza alması önemli değil. Akdeniz Oyunları’nda da gördük, sonrasında gördük. Gerçekten, bizde devlet destekli kurumsal bir doping söz konusu.
Süreyya Ayhan: İnanın çoğu sporcu farkında bile değil. Antrenörü ne derse onu yapıyor bu konularda. Bilinçli olduğundan değil. Biz hakikaten cahiliz ya bu konuda. “Antrenörüm en iyisini bilir” durumu var. Kötülük aramayız hiçbir şekilde. Ben de öyleydim. Birçok sporcu antrenörüne güveniyor, sonunu düşünmeden bunu yapıyor. Çünkü bilmiyorsunuz, anlatılmıyor.
15 | Perde Arkası
Mert Aydın: Süreyya’nın adını en son Aslı Çakır’ın Londra 2012’deki zaferinden sonra, “Ben de yardım ettim, biz de yardım ettik” diye çıktılarında duydum. Ben de doğru olduğunu düşünüyorum.
Mert Yaşar: Aslı Çakır Alptekin olayından sonra çok şaşırtmıştım. Süreyya Ayhan sporcu olarak ceza almış olabilir ama ömür boyu ceza alan bir kimse piste yaklaşamaz bile. Antrenör olarak da danışman olarak da.
Yücel Kop: Perde arkasında çalışıyoruz. Kaçamak çalışıyoruz. Federasyon bize iş vermiyor. Ama çoğu insanla iletişimimiz devam ediyor. En tepedeki insanlar bizimle çalışıyor.
Süreyya Ayhan: Hâlâ aranan benim. Evet, Süreyya ceza aldı. Haklı ya da haksız. Ama biz bu işi biliyoruz. Eşim bu işi biliyor. Bunlar oldu diye bizden vazgeçemezsiniz. Eğer ülkeyi düşünüyorsanız, eşimden faydalanmanız lazım.
Murat Ağca: “Emeğimiz var” diye ortaya çıktıklarında, işkembe-i kübradan sallayarak çıkmamışlardı. Mutlaka içinde bir iş birliği vardı. Böyle olduğunu, Aslı’nın kocası İhsan’dan da duydum. Aynı ortamda olmuşlukları, çalışmışlıkları, Aslı’nın hazırlıklarında tavsiyelerde bulunmuşlukları olabilir. Ama bunun resmi bir kanıtı yok.
Yücel Kop: Antrenman programını ben yapıyordum, Süreyya danışmanıydı.
Süreyya Ayhan: Şu an ülkemizde kaç tane şampiyon varsa bakın, çoğu bizden geçmiştir. Eğer bu ülkede atletizm gelişecekse bizden geçmesi lazım.
16 | Ne Kaldı Geriye?
Mert Aydın: Türkiye hangi olaydan ders almış ki? Ders almış olsa sürekli aynı golleri yer mi?
Murat Ağca: Türkiye’deki sporun teşkilat yapısı tamamen devletçi. Bakan, bakan yardımcısı, müsteşar diye giden devlet-i aliyye var. Bu katman doğru değil.
Hıncal Uluç: Türkiye’de herhangi bir sporun federasyonu yok. Sadece atanmış kişiler var, onların da işi durumu idare etmek. Bir yığın emir kulu iş başında. Federasyonlar özerk olsa, Yıldırım Demirören gibi, özel kalem müdürü bile olmaması gereken biri federasyon başkanlığı yapabilir mi? Türkiye’de spor bakanı yok. Herkes, her şeye seyirci. Köhne bir medya var; gıkını çıkarmayan, “Buna da teşekkürler” diyen bir medya. Benim en büyük hayal kırıklığım şudur: Uğur Erdener, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi (TMOK) Başkanı olduğunda onunla konuştum, “Türkiye’de devletin sporu yönetemediği ortaya çıktı” dedim. İtalya’da sporu olimpiyat komitesi (CONI) yönetiyor. Burada da ‘TMOK sporu yönetsin, federasyonları da onun oluşturduğu bir kongre seçsin’ önerisini getirdim. Ama Uğur Erdener yerinden o kadar memnun ki sesini çıkarmadan yoluna devam ediyor.
Vivet Kanetti: Ben kendi çıkardığım dersten söz edeyim... Son 15 yılda gazetecilikte kadın-erkek kariyerleri arasındaki uçurum zerre kapanmadığı gibi, Türkiye’de bireysel sporlara girişen kadınların kaderi konusunda da son derece kötümserim. Ben, Türkiye’de spor yapmak isteyen bir genç kıza mutlaka takım sporu öneririm; voleybol, basketbol, hatta futbol ve yüzme… Takım sporunda suistimallerin denetimi, sporcunun birey olarak gelişip serpilmesi her şeye rağmen daha mümkün.
Mehmet Yurdadön: Süreyya olayını objektif olarak ele almazsanız ders çıkaramaz, linç politikalarına devam edersiniz. Atamalara ve gelenlere bakınca, sporla alakası olmayan insanlar oldukları için pek de ders alınmadığını görüyoruz. Bu mantıkla spor yönetilemez. Sporcuyu ve antrenörü federasyon başkanı ve kulüp başkanının üstünde tutan bir yönetim olursa Süreyya ve benzeri çocukların haklılığını göreceksiniz. Yöneticilerin hiç suçu yok mu? Onları bu hâle getiren yöneticilerin sütten çıkmış ak kaşık gibi gösterilmesi yanlış olan.
Attila Gökçe: Sonuç odaklı, skora bakan, “Kazanalım da nasıl kazanırsak kazanalım” diyen, her şampiyonayı madalya olarak gören bir kültürü simgeliyor bütün bu deneyim.
Süreyya Ayhan: Tek kelime ile... Bilgili olmak çok önemli. Herkes sorumluluğunu bilmeli.
17 | Son
Tayfun Bayındır: ‘Tüm zamanların en iyi orta mesafe koşucusu’ olarak anmak varken, Süreyya denince aklımıza doping ve o süreçte yaptıkları ile hocası-kocasıyla ilgili şeyler geliyor.
Hıncal Uluç: Süreyya Ayhan, Türkiye’de doğmasaydı şimdi bütün dünya için Süreyya Ayhan’dı. Biz bitirdik. Bizim sistemimizde yetişmek mucize. Mucize! O yüzden, bu düzen içinde doğan yeteneklere acımaktan başka bir şey gelmiyor elimden. Artık ümidim bile yok.
Mehmet Terzi: Ben müsterihim. Süreyya Ayhan, gelmiş geçmiş en yetenekli sporcumuz. Üzüntüm, vicdani olarak ya da bir şey yapamamaktan değil; böyle büyük bir sporcunun kaybına üzülüyorum.
Attila Gökçe: Süreyya Ayhan'a yine de kızamıyorum. Yücel Kop ona daracık bir dünya çizmişti.
Mert Aydın: Her seferinde, onlardan kaynaklanan nedenlerle olaylara yanlış yerden baktık. Zaman zaman doğru yerden bakanlar da oldu ama onlara da hakaret edildi. Allah’tan diyorum, o dönem sosyal medya etkin değildi. Neler yaşanırdı, bilemiyorum.
Murat Ağca: Bu hikâye, yıllara yayılan bir süreç. Bu süreçte ciddi dezenformasyon var. Masal anlatmak başka, gerçekleri konuşmak başka. Onlar masal anlattılar. İnananlar oldu, inanmayanlar oldu. Ben inanmayanlar tarafındaydım. Zaten sonunda inanılacak bir şeyin olmadığı da yaşananlarla ortaya çıktı.
Süreyya Ayhan: Her şey çok özeldi. Yaşadığım hiçbir şeyden pişman değilim. Çok özel anlar yaşadım. Ama bugün “Hayatının en mutlu zamanı ne?” diye sorsanız, şimdiki hayatım derim. İki evladımla... Çocuk sahibi olmak çok başka bir şey. Hiçbir madalyaya benzemiyor. Tamam, madalya da çok özel bir şey ama şimdi biri bana “Anne mi olmak istersin, olimpiyat şampiyonu mu?” diye sorsa, anne olmayı seçerim. Annelik başka bir şey.
Vivet Kanetti: Türkiye’ye has koşulların üstüne kendi özel durumlarını da katınca Süreyya’dan bir birey-şampiyon duruşu beklemek bugün anlıyorum ki gerçekçi değilmiş. Mucize istemişiz. Mucizeler ise sadece hak edildiklerinde geliyor.
Murat Ağca: Süreyya meselesi, nelerin yapılmaması gerektiğini örneklerle kanıtlayan bir hikâye. Sadece Süreyya ve Yücel’in yanlışlarını değil; böyle bir sporcunun, antrenörünün ve ekibinin doğru yönetilmediğini de görmek lazım. Bu hikâyede kimse masum olamaz.
Süreyya Ayhan: Her şey bir tarafa iyisiyle kötüsüyle bir Süreyya Ayhan var. Beş tane olimpiyat şampiyonu çıkarsak da benim yüzüm unutulmayacak. Ha, ara sıra unutulsa iyi olur da neyse... Ama unutulmayacak. Çok bunaldım, çok sıkıldım birçok konuda. Hâlâ bir şey olduğunda ilk aranan biziz. Unutulmayacağız, unutulmayacağız...