İkinci Dalga

12 dk

Türk atletizminin en parlak dönemi 1950’li yılların ardından yaşanan sessizlik, 1980’lerden itibaren ikinci yükselişle noktalanmıştı. Bu dalgayı tetikleyen isimler arasında başı çekenler, Mehmet Terzi ve Semra Aksu’ydu.

Atletizm, Türkiye'deki altın çağı 1950'ler sonrasında uzunca bir süre kan kaybetti. O dönemin başarı ölçeği sayılan Balkan Atletizm Şampiyonası'nda 1958 ile 1986 yılları arasında aynı anda Türk atletlerin iki altın madalya çıkarabildiği tek bir şampiyona bile olmadı. Milli Takım, Balkan Şampiyonası'nda orijinal altılı içinde (organizasyonda 1990'lara kadar yarışan ülkeler; Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya, Arnavutluk, Türkiye) sürekli olarak beşinci sırada kalıyor, neredeyse her Balkan dönüşü yaşanan tartışmalar bir federasyon yönetimini götürüyordu.

Akdeniz Oyunları karnesi de farklı sayılmazdı. 1959 Beyrut'ta Fahir Özgüden'in 400 metre engellideki şampiyonluğunu takip eden yaklaşık kırk yılda Türkiye takımının tek şampiyonluğu 1983'te geldi. Balkan Kros'ta gelen madalyalar moral kaynağıydı ama sadece krostaki cılız başarılarla koca bir atletizm gemisinin yürümesi pek mümkün değildi. Kurak geçen yılların ardından, seksenlerde bir kıpırdanma oldu. Önce Türkiye rekorlarının sayısı yükseldi, sonra şampiyonalara katılım arttı, ardından da uluslararası madalyaların adedi çoğaldı. Seksenler, yeniden yükselişin başladığı 2000'li yılların temelini atarken, kamuoyuna unutulmaya yüz tutan atletizmin varlığını anımsatması açısından önemliydi.

Kazablanka, 16 Eylül 1983. Akdeniz Oyunları'nın sondan bir önceki günü… Türkiye, çeyrek asırdan beri atletizmde tek bir şampiyonluk göremediği oyunlardan bu defa altın madalya ile dönmeye hazırlanıyordu. 30 derece sıcakta koşulan maratonda sona yaklaşılırken işin rengi belli olmuştu: Önde giden Mehmet Terzi ile arkasındaki Ahmet Altun, İspanyol Honorato Hernandez ve daha da gerilerindeki Yunan Mihail Koussis arasındaki fark açıldığında, finiş noktasında karşılama telaşı vardı. Stadyuma ilk giren 830 göğüs numaralı Terzi ve peşinden Altun olmuştu. Yarış bittiğinde stadyumdaki tüm Türkler, Mehmet Terzi ve Ahmet Altun'un etrafında pervane oldular. 1955'te Barselona'da 1500 metrede gerçekleşen Ekrem Koçak-Cahit Önel dublesinden bu yana Türk atletizmi böyle bir sevinci yaşamamıştı.

Mehmet Terzi, Kazablanka'daki tarihi maratonu şöyle anımsıyor: "Yarış öğleden sonra üçte başlamıştı. İnanılmaz bir sıcak vardı. Ahmet ile birlikte taktik koştuk, favori gösterilmiyorduk. Tek kelimeyle sabır gerektiren hava şartları vardı. Hatta yarış boyunca irademize sahip olmak için istasyonlardan su bile almadığımızı gayet iyi hatırlıyorum. Ben stada önde girdiğimde rahmetli Kenan Onuk, TRT yayınında avazı çıktığı kadar bağırıyormuş. Tabii orada farkında değildim ama Türkiye'ye gelince o çok konuşulan görüntüleri izlemiştik. Hâlâ o ânı izleyince ürperirim."

Kazablanka'daki şampiyonluk, daha sonra dokuz yıl federasyon başkanlığı da yapacak olan Terzi'nin ilk büyük başarısıydı. Gerçi o zaferden dört yıl önce Split'teki oyunlarda sonradan parkuru kısa olduğu anlaşılan maratonda yine kürsüye çıkmıştı ancak bu şampiyonlukla atletizme getirdiği hava bambaşkaydı.

Mehmet Terzi, 16 yaşındayken başladığı atletizmde 1980'li yıllar boyunca zirvede kaldı. Eskişehir'de büyüyen ve bu kentle özdeşleşen Terzi, çocukluğunun simge atletlerinden Şükrü Saban'ın elinde yetişmişti. İlk yıllarında pistte bazı derecelere imza atsa da asıl başarılarını yol yarışlarında yakaladı ve on yıl boyunca Türkiye'nin maratondaki lider ismi oldu.

1984 Los Angeles Olimpiyat Oyunları'nda çıkardığı muhteşem yarış, Terzi'nin maratoncular evreninde tanınan bir figür olmasını ve sonraki yıllarda büyük yarışlara ismen davet almasını sağladı. Portekizli Carlos Lopes'in 24 yıl boyunca listede kalacak olimpiyat rekoruyla kazandığı yarışta Terzi, günümüzün tartışmalı mesafe antrenörü Alberto Salazar ile son metrelerde giriştiği mücadeleyi bir saniye farkla kaybederek 16'ıncı sırayı aldı. Maraton koşulları o kadar zorluydu ki aralarında Mehmet Yurdadön ve Ahmet Altun'un da olduğu 29 atlet finişe gelmeyi başaramamıştı.

Kazablanka'daki altın madalyası, Olimpiyat Oyunları'ndaki 16'ıncılık ve dört kez Balkan maraton şampiyonluğu… İsmail Akçay'dan bu yana görülen en önemli maraton başarıları olarak Terzi'yi '80'ler yüzü' yapmaya yetebilirdi. Ancak onun en simgesel başarısı, Londra'da koştuğu Türkiye rekoruydu.

1987 Londra Maratonu'na bir yıl önceki beşinciliğinin ardından özel olarak davet edilen Terzi, 10 Mayıs'taki yarıştan bir ay önce İngiltere'ye giderek hazırlıklarına başladı. Startta 22 bin kişinin bulunduğu dev yarışın başlarında elitler arasında yerini koruyan Terzi, yirminci kilometresinden itibaren önde giden altı kişilik grup içerisinde sık sık öne çıktı. Son bölümde atak yapan Hiromi Taniguchi'nin 2:09:50 ile kazandığı maratonu 2:10:25 ile altıncı sırada noktalayan Terzi, tam 32 yıl boyunca kırılamayan, Türkiye atletizm tarihinin en uzun süre listede kalan rekorunu kayda geçirdi. Tabii bu müthiş derece, sezon bitiminde dünya listesinde yedinci sırada yer alacak ve Türk atletizminde kırk yıl içinde dünya listesindeki en üstün performans olacaktı.

Terzi, finişteki Anadolu Ajansı muhabirine yarış sonrası görüşlerini açıklarken motivasyonunu bir gün önce izlediği Eurovision'dan aldığını söylemişti. Brüksel'deki yarışmada Seyyal Taner'in 'Şarkım Sevgi Üstüne'si ile tek bir puan alamadan 22 ülke arasında son sırada kalan Türkiye'nin sıralamadaki pozisyonu Terzi'yi motive etmişti: "Dün gece televizyonda Eurovision yarışmasını izledim ve çok üzüldüm. Bu yarışmada iyi bir derece yaparak ülkemin tanıtımını en iyi şekilde yapma isteğim, Eurovision'ı izledikten sonra perçinlendi. Sanıyorum bunu da başardım."

Terzi, 'ekürisi' Ahmet Altun ile birlikte Londra'dan iki ay sonra San Francisco'ya gitti ve orada da ipi önde göğüsleyerek bu seviyede bir maratonda ilk kez şampiyonluk sevinci yaşadı. Veli Ballı'nın 1977'de Boston'da yakaladığı tarihi ikincilikten on yıl sonra yine ABD'de bu kez ipi bir Türk atlet göğüslemişti.

Tıpkı Mehmet Terzi gibi daha sonra Türkiye Atletizm Federasyonu'na başkan olacak Semra Aksu, 1980'ler denince ilk akla gelen isimlerden bir diğeri… 1979'da okulla tesadüfen götürüldüğü yerel yarışma Zübeyde Hanım Kır Koşusu'nda başlayan Aksu'nun yaşamı, ünlü antrenör Edip Akarsu'nun kendisini fark etmesiyle bambaşka bir noktaya evrildi. Çiğli'de bağ-bahçe işleriyle uğraşan çiftçi bir ailede büyüyen Semra Aksu, Edip Hoca'nın ailesini ikna etmesiyle atletizme başladı. Özellikle engelli yarışların uzmanı olan Aksu, o günden sonra 1980'li yıllar boyunca sadece parkurda aralıklı dizilmiş on engeli değil, kadınların önündeki dev bariyerleri de aştı.

Neredeyse her hafta Türkiye rekoru yenilediği ilk yıllarının ardından Semra Aksu'nun ilk önemli başarısı, 1983'te İzmir'deki Balkan Şampiyonası'nda geldi. 21 yaşındaki atlet, üç günlük şampiyonada pistte çıktığı iki bayrak yarışı da dahil olmak üzere beş yarışta beş Türkiye rekoru kırarken, 100 metre engellide 13.94'lük dereceyle sprintte Türkiye'ye ilk bireysel Balkan madalyasını (gümüş) getirdi. Aksu, annesi Sebahat Teyze'nin kendisini canlı izlediği tek yarışın bu olduğunu söylüyor:

"Babam her zaman yarışmalarıma gelirdi ama o gün annem ilk kez beni izlemeye gelmişti. Anneciğim, evde yatalak kardeşimizle ilgilendiği için hiç dışarıya çıkamazdı. İzmir'deki Balkan Şampiyonası, hayatı boyunca beni canlı izlediği tek yarıştı. Finalden sonra tribüne çıkıp elini öptüm. Hemen arkamızda da iki-üç otobüsle Atina'dan yarışmaları izlemeye gelen Yunan seyirciler vardı. Gazetecilerin beni fotoğrafladığını görünce, onlar da sıraya geçip annemin elini öpmüşlerdi."

Aksu'nun kazandığı başarılar ve kadınların yolunu açan öncü rolü, hem medyada atletizmin imajına olumlu katkı yapmış hem de insanlara umut aşılamıştı. Bunun sonucunda da, bir yıl sonra Los Angeles'taki olimpiyatta açılış töreninde bayrağı taşıma onuru, 46 kişilik kafiledeki tek kadın olan Semra Aksu'ya verildi. Organizasyona bildirilen listede maratoncu Mehmet Yurdadön yer aldığından stadyum ekranında ve bazı belgelerde hâlâ bu isim dursa da Beden Terbiyesi Genel Müdürü Yücel Seçkiner'in bir gece önceki ısrarlı talebi sonucunda bu görevi Semra Aksu üstlendi. 28 Temmuz 1984'te uzun boyuyla Coliseum'da kafilenin en önünde dimdik yürüyen Aksu, bir ilke daha adını yazdırdı.

1980'li yıllar denince atletlerin en önemli destekçisi (1988-89'da Türkiye Atletizm Federasyonu Başkanı) Yılmaz Sazak'a değinmeden geçersek eksik kalacaktı, onu da sorduk... Semra Aksu, eğitim için Londra'ya gitmesine yardımcı olan iş insanı Sazak'ın gelişiminde en büyük payeye sahip insanlardan biri olduğunu ekledi sözlerine... Aksu'nun iki yıl kaldığı Londra'daki masraflarını karşılayan ve büyük yarışmalarda koşmasını sağlayan Sazak, İzmirli bu genç kadının kamuoyu üzerinde nasıl bir etki oluşturduğunun farkındaydı.

Aksu'nun en unutulmaz yarışı, Eylül 1987'de Suriye'nin Lazkiye kentindeki Akdeniz Oyunları'ndaydı. Bugün Türkiye'de herhangi bir video kaydı bulunmayan 400 metre engelli finalinde koştuğu 56.59'luk olağanüstü derece, tam yirmi yıl boyunca kırılamadı. Yarışı 56.32'lik oyunlar rekoruyla Aksu'nun önünde kazanan isim, 1984 Olimpiyat Şampiyonu Faslı Nawal El Mutawakil'di. Aksu, muhtemelen bundan sonra da kimsenin tekrarını izleyemeyeceği yarışı anlatırken tarihi bir fırsatı kaçırdığının altını çiziyor:

"Kaydını bulamasam da hatıralarımda yer eden bir müsabakaydı. Koşuyu 200 metreye kadar kafa kafaya götürdüm. Sonrasında 'Tamam, ikinciyim. Ne de olsa olimpiyat şampiyonunu geçemem' diye bir düşünceye kapıldım. Derecem 56.59'du. Eğer birisi beni Nawal'i geçebileceğime inandırsaydı, o gün altın madalyayı kazanırdım. Şimdi düşünüyorum da öyle bir inançla çıkmamıştım yarışa. Keşke birileri bana tribünden inanç aşılayabilseydi o anda."

Oysa ki Semra Aksu daha iki hafta öncesinde İzmir'de, Suriye kafilesine gitmemek için ayak diriyordu. Çünkü Roma'da yapılan Dünya Atletizm Şampiyonası'nda 400 engellide 59.13 ile serisini yedinci bitirip elenince, gazete köşelerindeki bilenler ordusu genç atletin üzerine çullanmıştı. Tekrar baskısı bitip tükenmek bilmeyen "Devletin parasına yazık" edebiyatı, bu kez de 25 yaşındaki Aksu'yu pes ettirmişti. Roma'dan bozuk moralle eve döndüğünde Akdeniz Oyunları'na gitmemeye kararlıydı. Ama babası Metin Aksu, kızını ikna etti ve ertesi akşam onu İzmir Otogarı'nda otobüse koyarak Ankara'ya yolladı. Yirmi gün sonra dönüşte ise boynundaki madalyayla karşıladı.

Heptatlon ve sprintte sekiz ayrı branşta yetmiş Türkiye rekoru kıran Semra Aksu, 1989'da ciddi bir sakatlık yaşadıktan sonra eski seviyesini göremedi. Ancak rekorlarının pek çoğunun yıllarca yanına bile yaklaşılamadı. Kırılamayan son rekoru, tam 36 yıl sonra ancak 2020'nin başında Mizgin Ay tarafından yenilenebildi.

Rakamlara bakıldığında Türk atletizmi, gerisinde bıraktığı iz bu denli kalıcı olan bir başka atlet daha görmedi. Bu arada, Semra Aksu'nun erkek kardeşleri Ali (doğumu 1964) ve Himmet (1966) de defalarca Türkiye rekoru yenileyen çok başarılı iki sprinter olarak atletizm kariyeri yaptılar ama elbette ablalarının etkisine ulaşamadılar.

Socrates Dergi