Keşfedilmemiş Topraklar

19 dk

Golden State Warriors muhabiri Marcus Thompson, 2016’da bir Stephen Curry biyografisi yazmıştı. Ünlü gazeteciye tanıdığı Steph’i sorduk.

Geçen ay basın toplantısında bir gazeteci Stephen Curry'ye "Wardell" diye hitap edince Curry'den manidar bir bakış gelmişti. Çünkü ona annesi dışında kimse Wardell demiyordu. Soruyu soran gazeteci bunu belki de en iyi bilen kişiydi. Zira Türkçe çevirisi Altın Bilek adıyla Profil Kitap'tan çıkan Curry biyografisinin yazarı Marcus Thompson, ona en yakın gazetecilerdendi. Bu aralarında bir şaka gibiydi. Biz de, Warriors ile yeni bir döneme giren Wardell'i Marcus Thompson ile konuştuk. Yağmurlu bir İstanbul akşamından Kaliforniya güneşini aradık.

Ocak 2016'dan Temmuz 2016'ya kadar kitabımı yazmam gerekiyordu. O süreçte de Warriors, Chicago Bulls'un 72 galibiyetlik normal sezon rekorunu kırmak için çabalıyordu. İki işi birlikte yapıyordum. Gündüzleri gazete için maçları, akşamları da kitabımı yazıyordum. En zor tarafı da buydu. Yedi sene boyunca bu kitabı yazabilmek için çalışmıştım aslında. Steph'i 2009 yılından beri izliyor ve hakkında haberler yapıyordum. Ancak yine de zordu. Bitmiş bir kariyerin kitabını yazmak kolaydır ki hemen her zaman bu tarz kitaplar kaleme alınır. Ama benim yazdığım kitapta daha hikâyenin sonu gelmemişti. Hatta 2016'da finalde yenildiklerinde hikâyenin akışı da değişmişti, sorun olmuştu. Sanki hareketli bir hedefi takip ediyordum. Çok az uyudum o süreçte…

2009 Draft'ında yedinci sıradan seçilmişti ama bizim bildiğimiz Chef Curry, 2013 yılına kadar ortada yoktu. Yedinci sıradan seçilmiş olsa da öyle bir süreç yaşamıştı ki ona dair hayallerin hepsi suya düşmüştü. Çok iyi bir çaylak sezonu geçirmişti ama kaybeden bir organizasyonun parçasıydı ve bileklerinden müzmin sakattı. İlk geldiğinde o bile çok şut kullanan bir oyuncu değildi, oyun kurucu olarak oynayabileceğini ispatlamaya çalışıyordu. Chris Paul olmaya çalışıyordu. O dönemler insanlar Curry'ye altıncı adam muamelesi yapıyordu. O ise "Hayır, ben bu takımı yönetebilirim" diyordu. Ama bileği düzelene kadar bunu başaramamıştı. Don Nelson, bugün gördüğümüz Curry'nin zincirlerini ilk kıran kişiydi. Takımın yıldızı Monta Ellis sakatlanmıştı. Don Nelson da ona liderliği vermişti. Sonrasında Nelson yerine gelen Mark Jackson, geçmişte Reggie Miller'la birlikte oynamıştı ve bir şutör ile nasıl ilgileneceğini biliyordu. Jackson topu ona verdi, yeşil ışığı yaktı, şut atması için Curry'yi cesaretlendirdi. Eğer bu süreci bir hamilelik gibi değerlendirirsek, 2013 play-off'ları çocuğun doğduğu gündü. Denver Nuggets, onu savunamıyordu. İnsanlar onun savunulamaz olduğunu görüyor ve Steph de bunu fark ediyordu. Sahadaki her şeyi yıkıyordu. Basketbol normlarının her birini ihlal ediyordu attığı şutlarla.

Klay Thompson ile oluşturdukları 'Splash Brothers' insanların düşünce şeklini değiştirdi. Mark Jackson'ın play-off döneminde "Tarihin en iyi şut atan arka alanına sahibiz" dediğini hatırlıyorum ve insanlar bu sözü işittikten sonra çılgına dönmüştü. Jerry West, Reggie Miller, Joe Dumars, Isiah Thomas… Tüm bu isimleri sıralamaya başlamışlardı. Çok haksız sayılmazlardı aslında. Çılgınca olan tarafı da bu. Çünkü o zamanlar, oyunu tamamen değiştireceklerini anlayamamıştık. Curry sahada istediği alana Klay sayesinde sahip oldu. Bu şekilde üçlük, alan paylaşımı ve tempo devrimi geldi. Curry'nin mesafe tanımayan şut menzili sahayı sonuna kadar genişletti. Tarihte daha önce eşine rastlamadığımız şekilde. Ve bunu tek bir takımda yapan iki kişi vardı. 2013 play-off'larında Spurs, Warriors ile karşılaşmıştı. Curry, ilk maçta alev almıştı ve Tony Parker'ı yerle bir ediyordu. 44 sayı atmıştı, her şeyi sokuyordu. Dördüncü çeyrekte 18 sayı öne geçip maçı vermişlerdi. Danny Green uzatmaya götüren basketi atıp maçı Spurs'e çevirmişti. Fakat Curry öyle bir maç oynamıştı ki herkes onun yaratacağı problemlere odaklanmıştı. Spurs, "Bu çocuğu durdurmalıyız" diyordu. İkinci maç, Klay alev almıştı ve Warriors kazanmıştı. İşte, tam olarak burada her şey ortaya çıkmıştı. Evet, Curry'yi durdurmanız lazım ama onu durdurunca Klay çıkıp 40 atabilir. Klay olmadan olmazdı.

Steph ile ilgili en güzel şeylerden biri hiç değişmemesi. Onu 2009'dan beri takip ediyorum. Öncesini de çok araştırdım. Kariyerinde inanılmaz bir yükseliş yaşadı ama buna rağmen hâlâ aynı insan. Zaten sahip olduğu en değerli şey denge. Hayatta her şeyi dengeleyebiliyor. Elbette Curry'nin de egosu var. Bu kadar büyük işleri o fizikte yapmak için ego şart zaten. Sonuçta o, küçük Hıristiyan koleji Davidson'a giderken bile NBA All-Star'ı gibi hissediyordu kendini. Önemli olan, bu egoyu kontrol edebilmek. Geriye birkaç adım atıp basketbol oynadığın her saniye için müteşekkir olmak. Curry'nin yaptığı kilit işlerden biri bu. Bu dengeye ve perspektife sahip. Saha içinde kibirli, evet. Sonuçta çok gerilerden üçlük Fotoğraf atıp topun girip girmediğine bile bakmadığı bir hareketi var. Ama rekabetle eğlence arasındaki farkı iyi biliyor. Bir MMA maçı hayal edin: İki adam birbirinin yüzünü paramparça etmek için kafeste elinden geleni yapıyor. Ama maç biter bitmez sarılıyorlar. Curry de böyle. Zorlukları, rekabeti, eğlenceyi, zevki hepsini tek bir potada eritebilen biri. Sadece bir sporcu değil, insan olarak da...

Gerçek şu ki Curry'ye hayatının her evresinde şüpheyle yaklaşılmış. Her adımında "Sen bunu beceremezsin" denilmiş. "Yeterince uzun değilsin, baban eski basketbolcu olduğu için rahat yetişmişsin, hep sakatlık yaşayacaksın..." Zaten yaşadığı en büyük algı zorluğu, diğerlerine göre daha huzurlu bir arka plandan gelmesiydi. Özellikle ABD'deki basketbolcular için yoksul ve zorlu şartlarda büyümüş olmak ekstra sağlam durmanızı sağlayan elementlerden biri olarak görülür. Yokluktan geldiğinizde insanlar size saygı duyar. Kendinden biri gibi görür. Bu yüzden Steph, güçsüz görüldü. Bu da rekabetçi kimliğini oluşturdu. Hoş, rekabetçi geni ilk olarak babası Dell Curry'den değil, ona Wardell diyen annesi Sonya'dan geliyor. Eski bir voleybol yıldızı ve içinde bitmek bilmeyen bir tutku var ki aynı tutkuyu Steph'i izlerken de gözlerinde görebiliyorsunuz. Bunun yanında babanızın bir işte iyi olmasının çocuk için getirdiği zorlukları bilirsiniz. Sürekli babanızla kıyaslanırsınız. Hepimiz babalarının mirasını devam ettiremeyen bitik çocukları biliriz. Ama bazen de bu baskıyı kaldırıp tamamen başka noktalara götürenler olur. Steph de öyle yaptı. Tabii, bunun için imkânı vardı. Ama yine de her şeyi tırnaklarıyla kazıyarak kazandı. Çok çalışarak. İnsanlar sahada bağıran, çabalayan, yüzlerinden damarlar çıkan insanlara saygı gösterirler çünkü somut bir karşılık olarak algılarlar. Ama onun bağırabileceği bir alanı yoktu. Gereksiz yere bağırdığını hiç görmedim, böyle yetişmemiş.

Davranışlarını inancı doğrultusunda şekillendirmiş. Neler yapabileceğini, neleri başarabileceğini her maç ayakkabısına yazar. Yapamayacağını düşündüğü hiçbir şey yok. İnanılmaz sıkı çalışan biri, tüm bu sıkı çalışma sahip olduğu inanç sayesinde değer kazanıyor. Konuştuğumuz şeyleri, insanların onun ligde uzun süre barınamayacağını düşündüğü yıllarda da söylüyordu. Şu anda, süperstar olduğunda da söylüyor. Kimse onun yapacağını düşünmezken o kafasındaki şeyleri yapmaya başlamıştı bile. O günden bu yana değişen tek şey inanın bana daha ünlü olması ve daha zor ulaşılması...

Steph, eğer kafasındaki şeyleri söyleyemeyecek noktaya gelirse artık aynı kişi olamayacağını söylerdi. Kamera arkasında her zaman insanlara ne kadar değer verdiğini gösterir. North Carolina Üniversitesi'nde yerel bir terör saldırısı sonucu bir Müslüman çocuk hayatını kaybetmiş; Curry, çocuğun ona hayranlık duyduğunu öğrenmişti. Tüm aileye paketler yolladı, maddi destek verdi. Bunu o kadar gizli şekilde yaptı ki herkes ailenin Instagram'dan paylaştığı fotoğraf sonrası gerçeğin farkına vardı. Hatta yanlışlıkla fotoğrafa Curry'nin telefon numarasını da koymuşlardı ve Curry numarasını değiştirmek zorunda kalmıştı. Fakat bu süreçten dolayı üzgün ya da kızgın değildi. Çok olağan bir şeymiş gibi karşılamıştı. Dediğim gibi o bu tarz şeyleri yapmazsa kendini aynı kişi gibi hissetmiyor. Örneğin göçmenler haksız yere sınır dışı edildiğinde, Müslümanlara haksızlık yapıldığında bundan rahatsız olan ve fikirlerini dile getirmekten çekinmeyen biri. Bir kez Curry ile konuşma şansınız olsa ne demek istediğimi çok iyi anlardınız. Çünkü gözünüzün içine bakar ve sizi gerçekten dinler. O kadar saçma bir şey ki bu düşününce... Çünkü ben bile herkesi dinlemiyorum. (Gülüyor.)

Babasının kucağındaki Wardell...

Babasının kucağındaki Wardell...

Bugünlerde hayatında keşfedilmemiş topraklarda gibi gözükse de aslında hanedanlık öncesi kariyerinde benzer süreçleri yaşamıştı. Bu noktaya bir daha döneceğini muhtemelen düşünmemiştir, o ayrı. 2009'dan sonraki üç vahim yılda bir inşa sürecinin içindeydi. Tekrar böyle bir süreci kaldırmak için tabii ki belirli bir zihinsel ayarlamadan geçmesi gerekiyordu. Şu anda tüm Bay Area, Curry'nin yeni James Harden olmasını istiyor. "Topu ona verin ve gerisini bırakın" anlayışı içindeler. Sonuçta iki kere MVP olmuş ve üç kez şampiyonluk yaşamış birinden bahsediyoruz. Hâlâ ligdeki en iyi birkaç oyuncudan biri. Ama Steph olaya böyle yaklaşmıyor, yalnızca takımdaki rolüne odaklanıyor. Takımdaki bazı değerlerin çok yüce olduğuna inanıyor. Pozitif kalmanın, yardımlaşmanın, birlik olmanın değerinin farkında. Şu anda "Artık bunu yapıyoruz ve buna göre şekil almalıyım" diyor. "Elimizdeki kadrodan en iyisini çıkarmalıyız ve ben de olabileceğim en iyi takım arkadaşı olmalıyım" diye düşünüyor. Bugünlerde pek çok yıldız "Yeniden yapılanmaya mı gidiyorsunuz? Beni takaslayın" diyebilir. Daha yeni Harden'da bunu gördük. Çoğu yıldız, artık en verimli dönemlerini inşa süreci ile geçirmek istemiyor. Fakat Steph, her türlü şartta istikrara sahip. Öyle ki lisede koçları daha fazla şut atması için onu zorlarlardı. Üniversitede de aynısı oldu. Kansas'a karşı March Madness'ta oynadıkları meşhur maçta takımının üçlüğe ihtiyacı varken bile boştaki arkadaşına pas atmıştı. O günden beri hiç değişmedi.

2015 NBA Finali, Matthew Dellavedova'nın 'Curry'yi durduran adam' payesi aldığı günler. Cleveland dönüşü dayanamayıp Steph'e "Neden topu yere vurarak onu geçmiyorsun?" diye sormuştum. Onu istediği an bitirebilirdi. Ama Curry, perde çıkışında sürekli pas veriyordu. Halbuki yıkıp geçebilirdi. Dellavedova da perdelerin nereden geldiğini çok iyi kavramıştı. Ama işte, Curry'den istenen o pastı, koçun istediği buydu ve o bundan şaşmıyordu. İlk günden beri koçlarının sözünü dinledi ve ondan isteneni yaptı. Şu anda James Wiseman, Eric Paschall, Andrew Wiggins ve Kelly Oubre Jr. ile birlikte oynarken de aynı şeyi yapıyor. "Tamam, elimizdeki kadro bu, biz de buna göre aksiyon alalım" diyor. Yerinde olsam Steve Kerr'e gidip "Steve, topu bana ver. Steph burada" derdim. Lakin o farklı düşünüyor. Gelecek sezon Klay geldiğinde her şeyin farklı olacağını düşünüp sabırlı hareket ediyor olabilir. Şu an çok formda olduğunu gözlerinizle görmek bile mümkün. Konuşması, neşesi, oyun şekli. Aslında yaptığı mantıksız bir şey de değil. Eğer bu yapılanmayı sorunsuz hallederse, üç-dört sene sonra tekrar zirvede olabilir.

Sezon başında, bilhassa Twitter'daki 'overrated' yorumlarını görünce şaşırmadım ve olacakları da çok iyi biliyordum. Her zaman aynı hikâye, 11 senedir aynı filmi izleyip duruyorum. Dediğim gibi bu adamın egosu var, olmalı da zaten. Ama onun bu insanların çenesini kapatmak için ekstra bir çabası yok. Herkesi susturacağım diye sahaya çıkmıyor ama bazı cevap yollarını sahada gösteriyor. Gerektiğinde 62 sayı atıp kariyer rekorunu kırabiliyor. Zaten bu tavrı yüzünden de genel anlamda kaybederken saygı gören ve gösteren bir insan. Emin olun, yirmi sene sonra bir berberde saçlarımızı kestirirken çok büyük bir yetenekten bahsedecek olursak ona Curry'den pay biçeceğiz. Günün sonunda onun da talep ettiği en büyük saygı unsuru bu. Bu lige geldi, bir iz bıraktı. Yirmi sene sonra da herkesin onu güzel bir şekilde anacak olması mühim. Bir saygı kaynağı olmak; işte bunu gerçekten önemsiyor.

Aslında Kevin Durant'le araları hep iyiydi. İkisi de alçakgönüllü yıldızlardı. Onları kahve almaya gittiğiniz dükkândaki sıradan bir müşteri zannedebilirdiniz. Sizinle konuştukları zaman dünyadaki en ünlü insanlardan biriyle konuştuğunuzu size unutturma becerisine sahiptiler. İkisi de basit ve insani değerleri olan, iyi sohbetten keyif alan, gülmeyi seven ve sürekli "Nasıl daha iyi insan olabilirim?" diye düşünen karakterlerdi. En büyük partiye gitmeye çalışan, en havalı ürünlere sahip olmayı kafaya takan tipler değillerdi. Muhakkak hayattan keyif alıyorlardı ancak bahsettiğim renkli yaşam tarzı tarafından tüketilmiyorlardı. Amaçları bu değildi.

Aralarındaki farkları düşününce aklıma tek bir şey geliyor. KD'nin takıma katıldığı dönemde Steph'in bir ailesi vardı ve bu konuda epey ciddidir. Yeni bir arkadaşlık ilişkisine yatırım yapacak kadar vakti var mıydı, emin değilim. Zaten Steph'in takım arkadaşlarıyla ilişkileri ikinci plandadır, ilk sırada hep ailesi vardır. KD'yle de daha fazla zamana ihtiyacı vardı. Draymond ve Steph kardeş gibidir ama dışarıda onları da pek görmezsiniz. Hayatları birbirine yapışık geçmez. Steph ve Klay'e bakalım, herhalde dünyada olabilecek en zıt karakterler ama onlar da kardeş gibidir. Bu kardeşlik ilişkisini geliştirecek uzun yılları vardı. Bu yüzden de çok fazla zaman geçirmeseler de onlar da benzer bir ilişkiye sahipler. Aile demişken, kızı Riley büyüyor ve Steph'in evdeki varlığı daha kıymetli bir hal alıyor. Riley her şeyin farkında olan bir çocuk, bundan dolayı Steph'in evde olması önemli. Steph bu ilişkinin neye benzediğini muhtemelen babası deplasmandayken annesiyle geçirdiği zamanlardan anımsıyordur. Bunun bir aile için kolay olmadığını biliyor. İşte Durant de öyle bir zamanda geldi ki… Çok yakın olabilmeleri için kısa bir pencere vardı, bu yüzden de yeterince yakın olamadılar. KD, belki de bu yüzden Kyrie Irving'le daha güçlü bir bağ kuruyor. İkisi de zengin, bekâr erkekler ve işlere daha farklı bakabilme şansları var. Rahatça birlikte saatlerce konuşabilir, eğlenebilirler. Steph aynı durumda muhtemelen eve gitmesi gereken kişi olur.

Yine de dediğim gibi iyi ilişkileri vardı. İkisi de fedakârlıklar yaptılar. Steph takımdaki statüsünü feda etti, Durant de aynı şekilde... Bir keresinde soyunma odasında yine Durant üzerine dedikodular konuşulurken Steph şöyle demişti: "Umarım dünya KD'nin kalbini, nasıl bir insan olduğunu görür. Ben insanların onu yeterince anladığını ya da tanıdığını düşünmüyorum." Bu yüzden aralarının iyi olduğunu söyleyebilirim ama daha özel bir ilişkiye sahip olamadılar çünkü zaman yoktu. Hayatlarının doğru safhalarında karşılaşmadılar. Yoksa muhakkak ki tarihin en iyi ikilisi olabilirlerdi.

LeBron James öyle bir canavar ki onu yeniden yaratmanız, taklit etmeniz çok zor. Sıradışı bir atlet, şut atabiliyor, sahadaki en zeki basketbolcu... LeBron sizi basketbol konusunda düşünmeye sevk ediyor. Karşısına kimi koyacaksınız? 4 numara mı, 3 numara mı? Hâlâ bilmiyoruz. Ancak Steph de basketbol sahasının ebatlarını büyütüyor. OKC Thunder'a karşı maç kazandıran üçlüğü belki de en meşhur atışıdır ve oradaki sorun şu: Andre Roberson aslında hiçbir şeyi yanlış yapmıyor. Savunmada basketbolun doğrularını yapıp üç sayı çizgisini koruyor. Ne yapmalıydı ki? 11-12 metreyi savunmayı düşünmezsiniz ki… O videoyu izlerseniz, Anthony Morrow -ki kendisi Charlotte'lı ve Steph'le lisede oynadılar- Robertson'a çıkmasını ve baskı yapmasını söylüyor. O esnada Steph şutu çıkarıyor ve Morrow ellerini kaldırmasına rağmen geç kalıyor. Steph savunmaları yeni bir şey düşünmeye sevk ettiği için oyunu yeniden inşa etmeniz gerekiyor. Mesela Anthony Davis gibi oyuncuları kanat açıklığıyla çizgiye çıkaranlar oldu. Bu noktada Steph de daha uzaktan stepback şutlar attı.

Kısacası, LeBron ve Steph oyunu değiştirirken tekrarlanması zor farklar yarattılar. Lakin Steph'le alakalı farklı bir durum var ki insanlar mutlaka onu kopyalayabileceklerini düşünüyorlardır. Bu bağlamda onunla ilişki kurmak daha kolay. Sanki antrenmanla herkes yaptıklarını yapabilirmiş gibi geliyor. LeBron'u izlerken "Onun yaptıklarını asla yapamam" düşüncesine kapılıyorsunuz. Steph tam tersi. Size umut veren, hikâyesinin bir parçasıymış gibi hissettiren bir hali var. LeBron'a bakmak bile onun bir uzaylı olduğunu düşündürmeye yetiyor. Neredeyse 40 yaşına yaklaştı ve hâlâ kimse onu tutamıyor. Steph'i izleyince ise hemen üçlük çalışmaya gidebilirsiniz.

Steph, bir kahve dükkânında çalışan cılız bir çocuk gibi görünüyor olabilir ama inanın kendi fiziğine göre en atlet oyunculardan biri. Bu atletizm, çok zıplamasıyla ortaya çıkmıyor. Ayakları ve ellerinin çabukluğu, şut atabilme becerisi, el, göz ve vücut koordinasyonu inanılmaz. Bunu şuradan biliyorum çünkü aynı zamanda çok iyi golf de oynuyor. El göz koordinasyonu Örümcek Adam seviyesinde. Elleri çok büyük değil ama sürekli meşgul ve çok koordineler. Ayrıca sıkleti için en güçlü oyunculardan biridir. Evet, çok ağırlık çalışmıyor ama fiziğine göre çevik ve kuvvetli. Bilek sakatlıklarından sonra çalışmaya başladığı bireysel koçu Brandon Payne ile şutunu etkilemeyecek şekilde hep fiziksel gücünü maksimumda tutuyor.

"KD'nin takıma katıldığı dönemde Steph'in yeni bir arkadaşlık ilişkisine yatırım yapacak kadar vakti var mıydı, emin değilim."

"KD'nin takıma katıldığı dönemde Steph'in yeni bir arkadaşlık ilişkisine yatırım yapacak kadar vakti var mıydı, emin değilim."

Çok dirayetli ve dayanıklı. En nihayetinde, bir sonraki seviyeye çıkmak için mental olarak da hazır olmalısın. O da kendini diğerlerinden bu şekilde ayırıyor. Oyun tarzı da dayanıklılık gerektiriyor. Biliyoruz ki Steph on metreden şut atarsa bunu sokar. İşin garibi, aynı mesafeden bir sonrakini de atabilir. Bunu nasıl açıklarsın ki? Konuştuğum şut antrenörlerinden biri parmaklarında ekstra hassasiyet olduğundan bahsetmişti. Herkesin hissettiğinden farklı hissediyor. Ve garip olan, bunu her şut formunda yapabiliyor. Klay makine gibidir, her şutu aynı stille atar, Ray Allen tarzı. Ama Curry bukalemundur. Her açıdan, her mesafeden farklı biçimlerde atar.

Kitabımda 'Curry Nefreti' diye bir bölüm Fotoğraf var. Daha çok Tracy McGrady gibi emekli olmuş basketbolcuların onun hakkındaki olumsuz bakış açılarından bahsedilen bir bölüm. Aldığı reaksiyonlar, genel itibarıyla Curry'nin alışagelmiş bir basketbolcu stiline sahip olmamasından kaynaklanıyor. Kariyerinde bir anda boyut değiştirmesi de nefretin kaynaklarından biri. 2012'de önemsenmeyen cılız bir çocuk, 2015'te dünyanın zirvesindeydi. O yüzden bazı oyuncular "Nasıl bu kadar büyüyebildi?" diye düşünüyorlar. Öyle ki çıkış yaptığı dönemde etkisi açısından Michael Jordan ile karşılaştırılıyordu. LeBron'un tacına ortaktı. Bu da insanları şaşkına çevirdi.

Magic Johnson ve Larry Bird üniversitede de en iyi oyunculardı. Jordan, aynı şekilde. LeBron lisede fenomen olmuştu bile. Curry'nin böyle bir geçmişi yok. 2012'de Monta Ellis takasla yollanıp Andrew Bogut takıma katılmıştı. 2012 Cadılar Bayramı'nda yeni bir sözleşmeye imza attığında Ty Lawson veya Jrue Holiday seviyesine yakındı. Üç yıl sonra, 2015 Cadılar Bayramı'nda artık bir şampiyondu ve MVP ödülü vardı. Herkes durdu ve "Bir saniye" dedi. 2016'da yine MVP oldu. İnsanlar hâlâ şaşkındı. Zira daha önce böyle bir şeye şahit olmamışlardı. Aynı zamanda meslektaşları için de zor bir tuzaktı bu çünkü birçoklarına göre Steph küçüktü, yumuşaktı, zayıftı. "Bu çocuk asla benden daha iyi olamaz" diye düşünenler vardı. Mesela aynı isimler için LeBron'a kaybetmek sorun değildi. LeBron'a kaybetmenin utanılacak bir tarafı yoktı. Ama bu kadar cılız, parlak geçmişi olmayan birine kaybettiğinde… Bunu sorun edenler oldu işte.

Golden State Warriors, Curry öncesi dönemde facia bir organizasyondu. Lakin asıl değişim takımın Joe Lacob ve Peter Guber'a satılması ve 2011'de Bob Myers'ın genel menajer olmasıyla başladı. Koç Mark Jackson çok iyi hatırlanmasa da Curry ve Klay ikilisine savunma sertliği ekledi ve takımı yukarı çekti. Doğru bir geçiş koçuydu. Ardından beklentiler arttı ve Steve Kerr geldi. O hamle büyük etki yarattı. Yeni sistem Draymond Green, Andre Iguodala gibi isimleri daha verimli kullanırken Curry ve Klay de farklı bir seviyeye çıktılar. Oyuncu iletişimi ve basketbol felsefesi açısından çok doğru bir eşikti Kerr'ün gelişi…

Steph Curry, ilerde çağını değiştiren basketbolcu olarak anılacak. Bir devrimin sembolü. İnsanlar onu konuşmaya devam edecek. Tıpkı Iverson gibi, öyle değil mi? İnsanlar Iverson'ı yaşadığı onca olumsuzluğa rağmen en iyi haliyle hatırlıyorlar. Çünkü saha dışında bıraktığı iz de devasaydı. Curry'nin bıraktığı oyun mirası da gelecekte daha iyi anlaşılacak. Hoş, hâlâ söyleyeceği sözler var. Ve belki de kazanacağı başka yüzükler...

Socrates Dergi