
Kıyıda Köşede
12 dk
Olimpiyat oyunları her zaman kendi kahramanlarını yaratır. Ama bazıları hep daha öndedir. Jesse Owens, Carl Lewis, Nadia Comaneci, Michael Phelps, Usain Bolt tabii ki manşetlerdedir. Fakat en az onlar kadar hatta zaman zaman onlardan daha başarılı bazı sporcular, spot ışıklarından faydalanamamıştır. Bu yazı o sporcuları hatırlatmak için yazılmıştır. En azından birkaçını...
Rekorlardan Fazlası
Michael Phelps'in olimpiyat tarihinde en çok madalya kazanan sporcu olduğu günlerde bir isim duydu sporseverler. Çoğunluk ilk kez duyuyordu Larisa Latynina'yı. Olimpiyatta dokuzu altın 18 madalya kazanmış efsane bir jimnastikçiydi ve bu rekoru uzun süre kırılmasa da perde arkasında kalmıştı.
1934 Ukrayna doğumluydu Larisa. Babası, İkinci Dünya Savaşı'nın simge savunmalarından Stalingrad'da hayatını kaybettiğinde dokuz yaşındaydı küçük kız. Baleye başladı ve bir süre sonra kendisini jimnastik yaparken buldu. Bir yandan savaş sonrası dünyada SSCB'nin aldığı rol, bir yandan jimnastikte yaş meselesine farklı bakış derken ilk olimpiyat deneyimini 1956'da Melbourne'de yaşadı. Sonrası ise tarih. 1956, 1960 ve 1964 oyunlarında dokuz altın, beş gümüş, dört bronz. Bu karnenin olimpiyatlarla sınırlı kaldığını düşünmeyin. Dünya ve Avrupa şampiyonalarında 14'er madalyası var.
1959'da anne olan Latinina, çocuğunu doğurduktan sonra madalyalarına devam etti. Fakat o dönem yarattığı büyük heyecan zaman içinde Vera Caslavska, Nellie Kim, Olga Korbut, Nadia Comaneci, Simone Biles gibi meslektaşlarının arkasında unutulmasına neden oldu. Phelps rekorunu kırana dek...
Duvarın Ardı
Birgit Fischer de kâğıt üzerinde bir efsane. Ama açıkçası Almanlar ve kano sporuna meraklı olanlar dışında onu kim tanıyor ki? Düşünün, iki ayrı ülke adına 1980'den 2004'e kadar oyunlara katılıyorsunuz; sekiz altın, dört gümüş madalya alıyorsunuz. Şaşrtıcı değil mi?
Fischer ilk olimpiyatına katıldığında henüz 18 yaşındaydı, Doğu Almanya adına yarışıyordu. Kano kayak dalında K-1 500 metrede gelen altın tarihiydi çünkü kanoda en genç olimpiyat şampiyonu olmuştu. Ancak şanssızlık bu ya, 1980 Moskova'yı birçok ülkenin protesto etmesinin rövanşı olarak 1984'te de Doğu Bloku ülkeleri Los Angeles'a gitmiyordu. Birgit için kariyerinin zirvesinde büyük bir hayal kırıklığıydı bu.

1988 Seul'de kazandığı iki altın ve bir gümüş madalya, Doğu Almanya adına bu organizasyonda kazandığı son başarılardı. Eğitmenlik yaptığı orduda binbaşı rütbesine yükselen Fischer, sporu bırakma kararı almıştı. Ne var ki iki Almanya'nın birleşmesi bu kararın değişmesini sağladı. Artık Birleşik Almanya için yarışacaktı. 1992 Barselona'da bir altın, bir de gümüş geldi. Dört yıl sonra Atlanta'da yine bir altın, bir gümüş kazandı. 2000'de Sidney'de ise 38 yaşındaydı. Gençlere meydan okudu ve iki altın daha götürdü müzesine. Bir kez daha sporu bırakma kararı almıştı ama bir yandan da içindeki rekabetçi ruha karşı gelemiyordu. 42 yaşında Atina'da bir kez daha başlangıç noktasındaydı. Bir altın ve bir gümüşle noktaladı muhteşem kariyerini. 2004'te Almanya'da 'Yılın Sporcusu' seçildi.
Kısacası, bu adı asla unutmayın. Çünkü o, tarihin en büyüklerinden biri...
Matematik Öğretmeni
Michael Phelps'ten yıllar önce, 1980'lerde ortaya çıkan bir başka ABD'li yüzücü unutulması zor başarılara imza atmış ve 11 madalya kazanmıştı.
Evet, kahramanımız Matt Biondi. Daha yirmisini görmeden ilk olimpiyatına katılmıştı. Kaliforniyalı yüzücü, Los Angeles'tan bir bayrak altınıyla ayrılıyordu. Ama onun adını dünyaya asıl duyuran Seul'deki oyunlardı. Karnesini sayalım mı? Beş altın, bir gümüş ve bir bronz; Mark Spitz'le kıyaslanmasını sağlayan performanslardı. Ülkesinin en önemli sporcularından biriydi artık. Sutopu da oynuyor, orada da milli takıma kadar yükseliyordu.

1992'de işler istediği gibi gitmedi. Barselona'daki iki altınını da bayrak yarışlarından çıkardı. Bireyselde ise bir gümüşle yetindi. Akabinde "Maddi destek alamıyorum" diyerek 27 yaşında spor sahnesinden çekildi. Yıllar içinde Biondi'nin içine kapanıp medyayla fazlaca muhatap olmadan yaşaması onu kamuoyundan uzaklaştırdı.
Bir haber programında onu lisede matematik dersi verirken gördüğümüzde artık 21. yüzyıla gelmiştik. Ama aklımızın bir kenarında hep aynı soru işareti kaldı. Gerekli destek verilse ve spora küsmese Biondi, Atlanta'da ne yapardı? Kimbilir...
Bitmeyen Mucize
Aladar Gerevich, 1932 Los Angeles'ta Macar takımıyla eskrim kılıç kategorisinde altın madalya kazandığında 22 yaşındaydı ve son olimpiyat altınını almasına daha 28 yıl vardı. Macar eskrimci, 1936 Berlin'e bireysel için de iddialı geldi ancak bronz madalyada kaldı. Takımda ise muazzam Macar ekibi onun da katkısıyla altını kapıyordu. Sonrası ise 12 yıl süren olimpiyatsız bir dönem...

38 yaşına geldiğinde olgunlaşmış bir Gerevich vardı artık. 1948'te kılıçta hem takım hem bireyselde altını alıyordu. Son olimpiyatı sananlara cevabını 1952'de verecekti. Kılıç takımda altın, kılıç bireyselde gümüş, flöre takımda bronz elde etmişti. Bununla da yetinmiyor, 1956'daki kılıç takım altınıyla adını iyiden iyiye efsaneler arasına yazdırıyordu.
Macarlar, en nihayetinde, 1960'a götürmek istememişti onu. Sonuçta yaş olmuş elli! Fakat Gerevich yılmadı, tek tek tüm milli takımı yenerek gitti Roma'ya. İlk olimpiyat altınından 28 yıl sonra, son altınını kılıç takımda kazandı.
Gölgedeki Efsane
Sir Steven Redgrave, kürek sporuyla haşır neşir olmayanların tanıdığı ilk efsanedir. 1984'ten 2000'e kadar uzanan beş olimpiyat altını bunun temel sebebi. Ama onun başarısına yaklaşan ve üstüne televizyonda kendisine iyi bir kariyer yapan Matthew Pinsent, Britanya ve kürek dünyası dışında pek bilinmez.
Aslında yaşama 1-0 önde başlamıştır Pinsent. Köklü bir aileden gelir ve kralların, önemli politikacıların okulu Eton'dan sonra Oxford'da okur. Çocuk yaşta başladığı kürekte hemen kendini gösterir. Hem uluslararası arenada hem de Oxford-Cambridge kürek yarışında bir şampiyonun geldiğinin haberini verir. Kısa sürede Redgrave ile iyi bir ikili oluşturur.

1992'de 22 yaşında ilk altın madalyasını kazanır. Bu başarı Atlanta, Sidney ve Atina'da devam edecektir. Kariyerinde on kez dünya şampiyonu olur. Parlak zaferlerinden ötürü 2005'te Sir unvanını alır. Pinsent ile Redgrave, 1990 yılında bir takım olurlar. Pinsent, bu ekibi şöyle tanımlar: "Ben ona kendimi kanıtlamaya çalışırken o da genç arkadaşından aşağı kalmadığını gösteriyordu."
Belki de spor tarihinin en büyük ikililerinden birinin tek kişiden oluşmadığını hatırlatmamız gerekiyor. Pinsent'ı anımsayarak bunu yapabiliriz...
Çimdeki Hegemonya
Olimpiyat tarihine damgasını vurmuş takımlar vardır. 1924-1928 Uruguay futbol takımından ABD basketbol takımına kadar uzanan bir silsile bu. Lakin bir takım vardır ki bir spor dalında gerçek anlamda hegemonya kurmasına rağmen hafızalardan silinmiştir.
Uzun yıllar Britanya'nın bir sömürgesi olan Hindistan, bazı spor dallarını da onlardan öğrenmiştir. Çim hokeyi, o sporlardan biri. Hintliler, bu sporda daha imparatorluktan ayrılmadan uluslararası alanda kendilerini gösterdiler. 1928 Olimpiyat Oyunları'ndaki Hindistan takımı; İngiliz, Hindu ve Müslüman oyunculardan kuruluydu. Dört grup maçında 26 gol atıp hiç yemeden birinci olup finale kaldılar. Finalde ev sahibi Hollanda'yı 3-0 yenerek şampiyon oldular. 1932'de dünyadaki ekonomik buhran nedeniyle ev sahibi ABD ve Japonya ile mücadele ettiler. Rakiplerini güle oynaya geçip altına ulaştılar. 1936'da ise grupta üç maçta 20-0'lık bir averajın ardından 10- 0'lık Fransa yarı finali geldi. Ev sahibi Almanya, finalde 8-1 ile teslim oldu.

1948 çok farklıydı. Hindistan bağımsızlığını kazanmıştı, Pakistan ile yollar ayrılmıştı. Ama takım için sahada değişen bir şey yoktu. Gruptan kolayca çıktılar. Yarı finalde 2-1'lik Hollanda galibiyeti. Finalde rakip ev sahibi ve bu sporu onlara öğreten Büyük Britanya'ydı. 4-0'lık galibiyet art arda dördüncü altını getiriyordu Hindistan'a… 1956'da yarı finalde Almanya, finalde eski dost Pakistan engelleri aşıldı. Toplamda altı altın olmuştu. 1960'ta finalde bu kez kaybettiler Pakistan'a. Ama Hindistan 1964'te altın, 1968'de ve 1972'de bronz, 1980'de yeniden altın alarak bu spor dalının en büyüğü oldu.
Atlara Fısıldayan Kadın
Binicilik, en özel olimpik dallar arasında yer alıyor. Atların eğitimini ön plana çıkaran dresaj da öyle. Erkek ve kadınların birlikte yarıştıkları, atların da binicileri kadar dikkat çektiği bir dal. Alman Isabell Werth de gerçek anlamda bir dresaj efsanesi. 1992-2016 arasında altı olimpiyat şampiyonluğu kazandı, dört gümüş madalya elde etti. Bireysel ve takım dresajda tarihin en önemli isimlerinden biri haline geldi.

Werth'in başarıları öylesine etkileyiciydi ki binicilikle ilgili -Fransız ve Alman ortak yapımı- bir bilgisayar oyununa da onun adı verildi. Bunun yanında şampiyonlukların arasında hukuk okudu ve avukat oldu. Olimpiyatlar dışında dünya ve Avrupa şampiyonalarından 35 madalya çıkardı.
Günümüzde sıklıkla yapılan tarihin en büyük sporcuları listelerinde bir türlü Werth'in adını görmüyoruz. İlginç değil mi?
İlk Madalya
Kapanışta bizden bir sporcuyu anma zamanı... Sporla ilgilendiğini iddia eden yüz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına şu soruyu soralım: Olimpiyat oyunlarında madalya alan ilk kadın sporcumuz kimdir?
Büyük ihtimalle en fazla iki ya da üç doğru yanıt alırız. İlk altını alan Nurcan Taylan'ın ismini duyarız muhtemelen. Ama hayır değil. 1936 Olimpiyat Oyunları'nda Halet Çambel ve Suat Fetgeri Aşeni ile başlayan Türk kadınlarının olimpiyat macerası 1992'de ilk madalyasıyla tanıştı.

Düşünün, bu da öyle canlı yayında falan olmadı. Türkiye, günlük özetlerde Hülya Şenyurt'un bronzunu öğrendi. Sonra da unutuverdi.
Şenyurt, Barselona'ya giderken 19 yaşındaydı. Kısa süre içinde gençler Avrupa şampiyonluğu ve büyükler Avrupa ikinciliği kazanmıştı. Judoda 48 kiloda madalya adayı olduğunun farkında bile değildi ülkemiz. O bronz madalya çok ama çok değerliydi. Bugünden bakınca, hâlâ öyle.