
"Kız çocuklarına futbol oynatın"
18 dk
Kristine Lilly, dünyanın en çok milli olan oyuncusu. Üç olimpiyat, beş Dünya Kupası'nda oynadı ve hepsinden madalyayla ayrıldı. Tisha Venturini, 1996 Atlanta Olimpiyatı ve 1999 Dünya Kupası'nı kazanan takımın orta sahadaki beyniydi. Adları sadece ABD'de değil, tüm dünyada kadın futboluyla özdeşleşmiş ikili, Socrates'e konuştu.
Tisha Venturini, 1992-2000 arasında ABD Kadın Milli Futbol Takımı'nda oynadı. Ayağıyla değil, kafasıyla top oynar dediğimiz türden bir orta saha oyuncusuydu. Yanlış anlaşılmasın; topla inanılmaz becerikliydi. Üstün bir dripling yeteneği vardı, milimetrik paslar atardı, defansta geçilmezdi, uzaktan şut çekerdi, sayısız gol de attı. Ama bunlardan konuşmadık.
Kristine Lilly, 16 yaşında milli takımda oynamaya başladı. 354 kez milli formayı giydi. Bu onu gelmiş geçmiş en çok milli olan oyuncu rekoruna taşıdı. Evet. Tüm sporlarda. Evet. Tüm dünyada. Evet. Kadın-erkek karışık. Erkeklerde Ahmed Hassan en çok milli formayı giyen oyuncudur, bilirsiniz. 184 kez milli. Rekoru, Claudio Suarez'den devralmıştı, onun rekoru 177. Bizim en çok milli olan oyuncumuz Rüştü Reçber'in hanesinde 120 yazıyor. Basketbolda rekor, Fransız Herve Dubuisson'da. 15 sene milli takımda oynamış, 254 kez milli olmuş. Patrick Femerling 221 kez, neredeyse çocukluğundan beri İspanya Milli Takımı'nda oynayan Navarro 240 kez. O zaman bir kez daha tekrar etmekte fayda var: Kristine Lilly, 354 kez! Hanesinde üç olimpiyat, beş Dünya Kupası yazıyor, hepsinden madalyayla ayrıldı. Bu yüzden ABD'de kadın futbolu denince ismi Megan Rapinoe'dan bile önce gelir, insanlar saygı duruşuna geçer. Ama onunla da bunlardan konuşmadık.
İsimleri kadın futboluyla özdeşleşmiş bu iki kadınla ben-ben-ben odaklı bir sohbet yapabilirdik ama konu ne zaman kendilerine gelse ustalıkla çevirdiler, futbolun dönüştürücü gücünden ve saha dışında yapabileceklerinden bahsetmeyi tercih ettiler. Eh, ben de buna yatkın olunca, ortaya aşağıdaki röportaj çıktı.
En klasik soruyla başlayalım. Futbola nasıl başladınız?
Kristine: Çocukken futbol tutkunuydum. Sokakta erkek çocuklarla oynuyordum, beni cesaretlendirdiler. Sporcu bir abim vardı, beni kanatları altına aldı. Başarılı olmaya başladığımda ise bazı kapılar açılmaya başladı. Ben daha küçükken ABD Kadın Milli Takımı henüz yoktu, 1985'te kuruldu. 16 yaşındayken oraya çağrıldım ve hayatım değişti. Benimle aynı hisleri paylaşan bir grup insanla birlikteydim. Rekabet etmek, başarılı olmak, çok çalışmak isteyen; terinin son damlasına kadar savaşmaya ve kazanmaya uğraşan kadınlar. Dediğim gibi, hayatım değişmişti. Bu takımda kalmak için elimden geleni yapmam gerekiyordu. Aslına bakarsanız 23 yıllık milli takım kariyerimin özeti de buydu: Sıkı çalış ve ekibin bir parçası ol.
Önce milli takımda, arkasından North Carolina Üniversitesi'nde oynadığım dönemde pek çok güzel şey başıma geldi. Title IX sporda ve eğitimde kadınlar için yepyeni kapılar açtı.
Tisha: Kristine'e benzer bir hikâyem var. Etrafımda futbol oynayan çok sayıda kız yoktu ve ben de erkeklerle mücadele ettim. Aynı şekilde, bir abim vardı. Ayrıca ailem de bana çok destek olurdu. Her zaman, "Eğer istiyorsan erkek çocuklarla oyna, ne yapmak istersen yap" dediler. Beni hiçbir şekilde sınırlamadılar.
Title IX, 1972'de ortaya çıkan, kadınlar ve erkekler için eşit fırsatlar sunan bir dizi federal medeni hakları simgeliyor. Bu haklar sayesinde kadınlar için pek çok üniversiteye girebilme fırsatı doğdu. Erkek takımları olan okullar kadınlar için de benzer fırsatları yaratmak durumunda kaldı. Kristine ve ben üniversiteye gittiğimizde kadın takımları, bursları ve fırsatları olan birçok okul mevcuttu. Ve bundan çokça faydalandık. Ayrıca, eşit haklar için canını dişine takıp mücadele eden bir tenis oyuncusu olan Billie Jean King, 1973'te kadınların daha aşağıda olduğunu ve asla bir erkeği yenemeyeceklerini söyleyen Bobby Riggs'e meydan okudu ve onu yendi. İnsanlar "Bir dakika, bu kadınlar da oynayabilir" diye düşünmeye başladı. Yani, 1970'lerde ABD'de kadınlar için fırsatların artmasına yardımcı olan birkaç tarihi olay arka arkaya yaşandı.
Size ailelerinizin, abilerinizin destekleyici tavrının önemini sormak istiyorum ki bu ikiniz için ortak nokta. Böyle bir şansınız olmasa ne yapardınız? Çünkü bazılarının yok…
Kristine: Ailelerimizin futbol konusunda pek bilgisi yoktu. Bu, bir bakıma rahatlatıcıydı. Yaptıkları şey, bizi bir şeyler denemeye teşvik etmekti. Abimle sıkça dövüşür, güreşirdik. Bana karşı hep iyi huylu değildi. Ama onunla spor yapmak istediğimde bana destek oldu. Elbette evde böyle bir destek yoksa başka yere bakmanız lazım. Mesela benzer ilgi alanlarına sahip, sizi dışarı çıkaracak arkadaşlar…
Tisha: Bir öğleden sonra telefon çaldı. Ben eğlencesine bir takımda oynuyordum. Bir üst seviyede oynayan erkek takımının koçu babamı arayarak antrenmana çıkıp çıkamayacağımı sordu. Ne mutlu ki babam, "Bu çocuklarla oynamak ister misin?" diye sordu. Belki hayır diyeceğimi düşünüyordu. Hemen "Ne zaman?" dedim. Biraz şaşırdı ama telefona, "Onu getireceğim" dedi. Ve ertesi gün beni götürdü. Dün gibi hatırlıyorum, biraz korkmuştum ama bu oynamakla ilgili değildi, sadece çocukları tanımıyordum. Sonraki iki yıl onlarla mücadele ettim, 11-12 yaşındaydım. Ailem "Hayır, bu saçma, yapmanı istemiyoruz" diyebilirdi. Ama böyle yaklaşmadılar. Bugün, "Şükürler olsun" diyorum. Bunun beni daha iyi bir oyuncu, daha rekabetçi ve kendine güvenen bir birey yaptığını biliyorum. Durum benim için tuhaf değildi, çünkü mahallede de böyle oynuyorduk; erkekler, kızlar, büyük çocuklar… Oyun benim için hep aynıydı; istediğim her şeyi yapmama izin veren ve beni destekleyen ebeveynlerim olduğu için şanslı olduğumu düşünüyorum.
Peki hiç korktuğunuz ya da cesaretinizin kırıldığı anlar olmadı mı?
Kristine: Her zaman gergin zamanlar yaşanır ama bir kız çocuğu olarak futbol oynadığım için korkmadım hiç. Bir keresinde turnuvada bir maçı bekliyorduk. Hakem iki koçu konuşmak için çağırdı. Koçumuz geri döndüğünde "Takımda bir kız olduğu için bizimle oynamayacaklar" dedi. Ancak takım arkadaşlarım "Eğer o yoksa biz de oynamayacağız" dediler. Benim için savaştılar.
Peki bu mücadele bitti mi?
Kristine: Bu kadınlar için bitmeyen bir mücadele. Ancak genç kızları güçlendirirken erkeklere de ulaşmamız gerekiyor. Sürekli bir diyaloğumuz olmalı. Kadınlar için eşitliği teşvik etmek çok önemli ve bunu erkekler de talep etmeli. Düşünce yapısını değiştirmeliyiz.
Tisha: Bu fırsatları kızlara vermek kadar genç erkekleri eğitmek de önemli açıkçası. Zihniyetlerini kadınlara saygı duyacak şekilde değiştirmeliler.
ABD Milli Takımı'ndaki başarılarınızdan biraz bahsedelim mi? Siz o takımın öncüleriydiniz.
Kristine: Büyük başarılar elde ettik ama süreç her zaman kolay değildi. Takıma girdiğimde 16 yaşındaydım ve evden uzaklaşmak zorundaydım. Dünyanın en iyi takımlarından birinde oynuyordum ama evini özleyen küçük bir çocuktum. Zamanla takım ikinci ailem oldu.
Kadın futbolu yerini büyütmeye başlasa da hâlâ erkek futbolunun gölgesinde. Yine de oynamaya devam etmek ve genç kızlara fırsat vermek gerekiyor. Bir şeyleri değiştirmenin tek yolu bu: Fırsat vermek. ABD gibi bu konuda çok adım attığımız bir yerde bile mücadeleye devam.
Oraya da geleceğiz ama önce 1996 Atlanta Olimpiyat Oyunları'ndan konuşalım… Neler hatırlıyorsunuz? Orada bir grev yaptınız ve bu da bir ilkti!
Tisha: 1996, kadın futbolunun yer aldığı ilk olimpiyattı. ABD ev sahibiydi. Kristine ve ben takımdaydık. Hayalimiz gerçekleşmek üzereydi. Ancak futbol federasyonu bize çok fazla destek vermedi, anlaşmamız çok zayıftı, erkeklerinkine yakın bile değildi. Biz de mücadele etmeye karar verdik. Aslına bakarsanız, Billie Jean King bu konuda bize yol gösterenlerden biriydi. "Daha iyisini hak ediyorsunuz, yerinizi dolduramazlar. Bir arada kalırsanız kazanırsınız" demişti. Kenetlendik ve greve gittik. İçimden şöyle diyordum: "Aman tanrım, umarım işe yarar." En büyük hayalim olimpiyatta yer almaktı, onu riske atıyordum ama en nihayetinde birlikte başardık. 1996 Atlanta'da altın madalya kazandık. Tabii ki bazı riskler vardı ancak bu riskleri aldık. Belki greve gitmeseydik daha az ücret almaya devam edecektik. O nedenle 1996'yı dönüm noktası olarak konumlandırıyorum.
Ve 1999 Dünya Kupası…
Tisha: Onu da ABD'de oynadık. Evvela futbol federasyonu bizi on-yirmi bin kişilik küçük stadyumlarda oynatmak istedi ama bunu kabul etmedik. Mevcudu yetmiş hatta doksan binleri bulan NFL stadyumlarında mücadele etmek istedik, "Tribünleri dolduracağız" dedik. Fakat gergindik. Kafamızda birçok soru dolaşıyordu. Maça kimse gelecek mi? Ne olacak? Yani, başka bir risk almıştık. Ancak tüm biletleri satıp stadyumları doldurduk. Los Angeles'taki final maçına doksan bin kişi geldi ve kazandık. Tüm ülke arkamızdaydı, bizi televizyonda da izlediler ve şöyle düşündüler: "Vay canına, bu kadınlar cidden iyi, zeki, eğlenceli ve bizden biri gibiler."
Kristine: Final uzatmalara ve penaltı atışlarına gitti, inanılmaz bir dramaydı...
1994'te, aynı stadyumda, Rose Bowl'da atılan başka bir penaltıyı hatırlıyorum. Baggio için mutlu biten bir hikâye değildi…
Kristine: Bilmez miyim! 1994'te erkeklerde Dünya Kupası'na ev sahipliği yaptık. Aynı stadyumda maç penaltı vuruşlarına gitti ve Roberto Baggio son penaltıyı dışarı attı. Bizimkindeyse son penaltıyı Brandi (Chastain) attı ve çılgına döndük. İnsanlar artık kadın futbolunu biliyordu ve bu hepimizin hayatını değiştirdi. 1999'dan sonra kadınlar daha çok futbol oynamaya başladı. Sadece küçükler değil, otuzlu ve kırklı yaşlarındaki kadınlar oyuna meraklandı. Bugün Kadınlar Dünya Kupası dünyanın her yerinde oynanıyor. Bir şeyi görürseniz onu yapabilirsiniz. Kız çocuklarının bunu yapabileceklerini görmesi önemliydi. Görünce oynayabileceklerini düşündüler. Dışarı çıkıp oynamak istediler. Dolayısıyla onlara alan açmak, platform vermek zorundasınız. Tüm bunlar, sporun genel olarak büyümesine olanak sağlıyor. 1999, bu açıdan büyük bir hamleydi. FIFA bugünlerde daha fazla insanın rekabet etmesi için Kadınlar Dünya Kupası'na eskisinden daha fazla yatırım yapıyor. Geçen yaz kadınlarda tarihin en büyük Dünya Kupası'nı izledik. Oradaki takım sayısının fazlalığı mühimdi.
Siz başlarken ABD'de kadın futbolu diye bir şey yoktu ama başardınız! Peki, yeni başlayanlara tavsiyeniz var mı?
Tisha: Gençken futbol hakkında hiçbir şey bilmiyordum, antrenörüm de yoktu. ABD'de futbol yeniydi ve kimse ne olduğunu tam anlamamıştı. Babam ilk antrenörümdü, oldukça cesaret vericiydi. Bağırıp çağırmıyordu, çıkın eğlenin tadındaydı. Zaten bana kalırsa erkek ve kız çocuklarına biraz farklı şekilde koçluk yapmak lazım. Bazen bir kıza bağırmak ve ona kötü oynadığını söylemek ters sonuç verir. Erkekler böyle bir durumda kızıp hırslanabilirler ve daha iyi oynamaya çalışırlar. Ama kızlar her zaman böyle değil. Milli takım koçumuz Tony DiCicco düşünceli bir adamdı ve oyuncularını önemsiyordu. Maçı kazanmaktan çok oyuncuyu kazanmakla ilgileniyordu. Olumlu yorumlar, oyunu eğlenceli hale getirmek başlangıç aşamasında çok işe yarayacaktır.
Küçük kızları futbol oynamaya nasıl teşvik edebiliriz?
Tisha: Destek olmalı ve fırsat yaratmalıyız. Ama öğrenmeleri için biraz zaman gerekebilir. Oyunu bilmiyor olabilirler bu yüzden sabırlı olmak lazım. Çoğu zaman insanlar "Kızları yormayalım, bıktırmayalım, onları çok koşturmayalım" derler. Bu yanlış. Onları biraz da zorlamak gerekiyor. Kızların cesaretlendirilmeye ihtiyaçları var. Bunu yaparsanız düşündüğünüzden çok daha ileri gidebildiklerini görürsünüz.
Kristine: Onlara fırsat verin. Arka bahçemizde topu benden kapmaya çalışan köpeğimle futbol oynardım. Karşılaştığım en iyi savunmacılardan biriydi.
Hata yapma korkusu kız çocuklarında daha yaygın. Bu duygunun üstesinden gelmeyi nasıl öğretiyorsunuz?
Tisha: Mia Hamm'le birlikte antrenörlük yapıyoruz. O, çocuklara konuşma yaparken, "Siz de hepimiz gibi hata yapacaksınız" der. Hareketleri gösterirken de hepimiz düşeriz, yuvarlanırız, akabinde gülmeye başlarız. O zaman çocuklar da gülmeye başlıyorlar. Şöyle düşünüyorlar: "Eğer Mia Hamm hata yapabiliyorsa ben de yapabilirim." Zihinlerine şunu işlemeye çalışıyoruz: Yaptığınız herhangi bir şeyde mükemmeli yakalamak imkânsız ve bu normal. Birlikte gülmek en önemlisi. Hata durumunda destek olmak ve yukarı çıkarmak. Bir arkadaşınız hata yaptıysa, sırtına dokunun, onunla konuşun, "Olur öyle" deyin. Kamplarımızın büyük bölümü iyi takım arkadaşı olmak ve hatayla nasıl başa çıkacağımızı görmek üzerine kurulu. Cesaretli olun. "Çocuklar, her şeyi batırdım. Tekrar deneyeceğim" deyin. "Belki yüz kere daha tekrar deneyeceğim..."
ABD'de kadın futbolu popülerlik açısından erkek futbolundan daha fazla gelişti. Nasıl ve neden?
Kristine: ABD'liler kazanan takımları, hikâyeleri severler. Kazanmaya başladığımızda insanlar daha çok izlemeye başladı, bu da etkili oldu. 1991'de kimsenin bilmediği bir zamanda ilk kez Dünya Kupası'na katıldık. Sekiz yıl sonra 1999'da herkes harika olduğumuzu düşünüyordu. Kazanmak için yüksek bir standarda sahip olmaya devam ediyoruz. Ve bir turnuvaya girdiğimizde hedefimiz kazanmak oluyor. Zihniyetimiz şu: "Her zaman orada ol ve elinden gelenin en iyisini yap."
Sıfırdan başlayan birçok ülke var ama sizin bulunduğunuz yerde değiller… Herkes kazanmak ister. Fakat elinden gelenin en iyisi buna yetmez… Başka bir şey olmalı?
Tisha: Futbol, ABD'de genç kızlar için en büyük spor. Oysa erkekler için Amerikan futbolu, basketbol ve beyzbol var. Bu yüzden orada yetenekli sporcular çeşitli sporlara dağılmış durumda. Erkek futbolunda Avrupa, Asya veya futbolun birinci spor olduğu başka coğrafyalar gibi değiliz. Ama kadınlarda durum tam tersi...
Kadın futbolunu küresel olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kristine: Büyük bir değişim var. Fransa'daki son turnuva, takım sayısı açısından gelmiş geçmiş en büyük Dünya Kupası'ydı. FIFA'nın büyük bir ilgisi var, 2023'e kadar kadın tarafında 500 milyon dolara yakın bir taahhüt olacak. Şimdi soru şu: Ülkeler bu paralarla neler yapıyorlar? Açıkçası bunun doğru yerlere gittiğinden emin olmak, şeffaflık şart. Kaliteli koçlara yatırım yapmak, kız çocuklarına fırsat vermek gerekiyor. Daha fazla kadının antrenörlük lisansı alabilmesi ve bu anlamda bir bağlılık yaratmak da mühim.
Bahsettiğiniz gibi Avrupa son Dünya Kupası'nda büyük bir adım attı, bunu nasıl daha büyük bir başarıya dönüştürebiliriz?
Kristine: İngiltere'ye, İsveç'e bakın. Artık her ülkede kadın takımları var, ligler büyüyor. Dünyanın her yerinden oyuncular buralarda oynuyorlar, bugünlerde birçok ABD'li oyuncunun İngiltere'ye transfer olduğunu görüyorsunuz. Dünyayı birbirine yaklaştıran bir durum.
Tisha: Eskiden ABD, Norveç, Çin ve Almanya iyiydi. Harika birkaç takım var gibiydi. Şimdi bu sayı arttı. Brezilya, büyük sıçrama yaptı, federasyonları onları destekliyor. İngiltere, aynı şekilde. Dünyanın her yerinde yetenekler fırsat bulmaya başlıyorlar. Federasyonlar, onlara oyuna dahil etmeye ve sponsor bulmaya başladı. Yavaş ama iyiye doğru bir gidiş var ve bu harika.
Kadına yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti nasıl değerlendiriyorsunuz? Spor, burada önemli bir rol oynayabilir mi?
Kristine: Bütün bunlar, birbirimizi eğitmek ve doğru mesajları vermekle ilgili. Erkeklerden kadınlara gelen şiddet çok fazla ve bu değişmeli. Biz de mücadele etmeye devam ediyoruz. Mücadelenin ve mesajın sürekli olması gerekiyor. Bence spor burada işe yarayabilir. Kitlelere ulaşmak konusunda önemli bir güce sahip.
Tisha: İnsanların bir arada durması, destek alması ve birlikte savaşması gerekiyor. Tek yol bu. Kendini değerli hissetmek, önemli olduğunu düşünmek, sevildiğini bilmek… Bir takım size tüm bunları verebilir. Sizi kendinizden daha büyük bir şeyin parçası gibi hissettirir ve bu önemlidir. Eğer genç kızlara bunu hissettiriyorsanız doğru istikamettesiniz.
Yani takım sporlarıyla birçok meseleyi çözebileceğimizi düşünüyorsunuz...
Kristine: Büyürken farklı süreçlerden geçiyorsunuz. Vücudunuzda ve hayatınızda pek çok şey değişiyor. Ne yapacağınızı, kim olduğunuzu bilmiyorsunuz. Spor onları güçlendiriyor, özellikle de zor zamanlardan geçiyorlarsa ve hayatta nerede durduklarını anlamaya çalışıyorlarsa... Spor, insanlara bir şeyin parçası olma ve saygı görme fırsatı verir.
Tisha: Futbol sahasında olmayı severdim. Orası kendimi güvende hissettiğim yerdi. Sanki oraya çıkıp oynadığımızda hiçbir şey için endişelenmiyor gibiydik. O an her şey silinir ve geriye sadece oynamak, eğlenmek, koşmak ve fiziksel olarak mücadele vermek kalırdı. Ülkenin her yerinden farklı geçmişlere ve inanışlara sahip kadınlarla bir aradaydık. Ama o saha, ortak noktamızdı. Oradayken dışarıyla ilgili her şeyi unuturduk. Hayatta düşünecek ve üzerinde durulacak çok şey var. Sahada ise sadece oynarsınız. Başka hiçbir şey düşünmezsiniz. Olması gereken de budur: Oraya çıkın ve sadece oynayın. Birkaç dakika ya da saat…
Kristine: Elbette ki başarılı olmak ve kazanıyor olmak önemli. Fakat en önemlisi büyüme süreci. Öncelikle küçük çocuklar için oluşturulan programlara odaklanılması gerekiyor. Bu çocuklar henüz topa nasıl vurulması gerektiğini bilmiyorlar. Dolayısıyla, başarılı olamadıklarında onlardan vazgeçmemelisiniz. Gelecek yıl hem onların hem de bulundukları takımın daha iyi olacağından emin olmalısınız. Yani gelişimin bir süreç olduğu unutulmamalı. Bu süreç de yatırımlarla desteklenmeli. Başarının sadece kazanmak anlamına geldiği düşünülmemeli. Türkiye'de oyunu büyütmeye çalışıyorsanız insanlara daha fazla fırsat vermelisiniz, verdiğiniz bu fırsat başarının kendisidir.