Kontrollü Gerilim
10 dk
Ahmet Ümit, polisiye roman denince Türkiye’de akla düşen isimlerin başında geliyor. Ancak kendisinin sporla dolu bir geçmişi de var.
Twitter/Wannartcom
Son kitabınız Elveda Güzel Vatanım ile ilk baskı satışı rekoru kırdınız ve bu rekoru geliştirmeye devam ediyorsunuz. Karakter olarak da böyle rekabetçi misiniz?
Asla değilim. Rekabetten hoşlanmam. Rekabeti değil de birlikte yapmayı seven insanlardan biriyim. Bu da Gazianteplilik ile alakalı herhalde. Bizim kültürümüzde imece usulü hayat yaygındır. Hayat bir takım oyunu ise benim de bu takım oyununa alıştığım ve oradaki rolümü kabul ettiğim ilk yer Gaziantep’ti.
Oyun ile nasıl bir ilişkiniz vardı çocukken?
Biz sokakta bilyeye ‛gülle’, topaç oyununa ‛değirmi’ derdik. Bunları oynamayı severdim. Hayat ve dışarıdaki özgürlük çağırırdı beni. Medeniyetle doğa arasında gidip geldim hep. Kaçıp bostanlara, yüzmeye giderdim. İyi ki kaçmışım. Belki de beni yazar yapan buydu. Aşırı futbol meraklısı bir insan değilim. Ama futbol oynanıyorsa bir tane de ben vururum topa. Boş arsalara taşları koyardık. Maç yapardık. Kaleci de oldum, forvet de oynadım. Serttim biraz. Bir de çok bağırıp çağırıyordum. Millet tırsıyordu benden. Bakmayın şimdi yumuşak mizaçlı olduğuma. O zaman serttim. Gençlik yıllarımda Gaziantepspor’un birkaç maçına gitmiştim. Gaziantepspor taraftarıyım. Gaziantepspor’dan sonra da Beşiktaş’ı tutarım.
Neden?
Protest oldukları için.
Beşiktaş’ın maçına gittiniz mi?
Gitmedim. Ama giderim. Beşiktaş’ı desteklemek için giderim. Yeni stadı gözlüyoruz.
En çok hangi spor etkiledi sizi?
Boks. Ağabeyim boks yapardı. Sert bir dönemdi. 12 Eylül dönemi kavga, dövüş çoktu. Biz de iyi dövüşmek zorundaydık. Bu yüzden futbol terimlerinden önce boks terimlerini öğrendim. Aparkat, sağ kroşe, sol kroşe, nakavt... Boksu salonda değil sokakta yapmak zorunda kaldım. Spor salonuna da giderdik ama idman için.
Boks ilgisi sporculuğa dönüştü mü sonra?
Hayır. Bir gün kavga çıktı ve birine çok fena vurdum. “Ne yapıyorum?” dedim kendi kendime. Kendimi savunmak dışında bir daha boksu kullanmadım. Birine vurmak kadar korkunç bir şey yok. Sevdiğim bir spor değil. Gençlikte savruluyorsunuz. Artık sevmiyorum.
Spor alanlarını, statlarını bir yazar olarak nasıl gözlemliyorsunuz?
Müthiş bir etkiye sahip. Bütün bir stadyum, tek bir ruh haline geliyor. Herkesin aynı amaç için biraz çılgınca, biraz öfkeyle dizginsiz bir şekilde bağırdığını gördüm. O bağırmanın onlarda bir rahatlamaya, bir boşalmaya, öfkenin dağılmasına yol açtığını gözlemledim. İnanılmaz bir şey. Çok sonraları bu konu üstünde düşündüm. Nedenlerini anlamaya çalıştığımda da çok eskilere, Roma dönemindeki arenalara kadar uzanan etkisini düşündüm. Sultanahmet Meydanı’nda eskiden Maviler-Yeşiller rekabeti varmış. Fenerbahçe-Galatasaray gibi, aralarında büyük mücadeleler yaşanırmış. Bunun, insanlarda toplu biçimde var olma duygusu yarattığını ve kimliklerde bir parçaya dönüştüğünü fark ettim. Futbolun sadece futbol olmaktan ziyade, aynı zamanda sosyolojik, psikolojik taraflarının bulunduğunu, ortak değerleri savunmak için de kullanıldığını ilk kez o zaman anladım. Gençlik yıllarımda biraz küçümserdim futbolu. Oysa şimdi, anlamlı ve değerli buluyorum. Burun kıvrılacak bir iş olmadığını hatta dünyanın bu spora ihtiyaç duyduğunu düşünüyorum. Ama sadece izleyici olarak kalmamak lazım. İnsanların spora ve harekete ihtiyacı var.
Siz ne yapıyorsunuz?
Yürüyorum. Evde sabahları kültür-fizik yapıyorum. Lobutlarla çalışıyorum. Niye biliyor musun? Çünkü biz çalışma masamızda saatlerce oturuyoruz, yazı yazıyoruz. Bir yazar olarak kollarımın güçlü olması lazım. Kol kaslarım güçlü olmazsa, yazamam. Kaslarımı da zihnimi de korumam gerekiyor. Ayrıca günde aşağı yukarı 10 bin adım atıyorum. Evim Şişli’de, ofisim Beyoğlu’nda. Ev ile ofis arası 3.2 kilometre, günde en az 6.4 kilometre gidip geliyorum. 56 yaşındayım. Vücut dik olmazsa zihin de verimli ve dinç olmaz.
Hiç spor kitabı okudunuz mu?
Tabii ki... Eduardo Galeano’dan Gölgede ve Güneşte Futbol. Ondan çok şey öğrendim. Futbol bir hayat biçimidir, hayatın ta kendisidir. Hayatın sıkıştırılmış bir halidir. Sadece erkekler için değil, kadınlar için de artık böyle. İleride uzaylılar dünyalıları araştırmak için geldiklerinde bizi anlamak adına futboldan çok faydalanacaklar. “Dünyadaki insanlar futbol diye bir spor dalı bulmuşlar” diyecekler. Bu oyunda, insanların varoluşsal özelliklerinin gizli olduğunu düşüneceklerdir. Bu kadar insan böyle bir sporun peşinden koşuyorsa burada insana dair çok önemli şeyler var.
Galeano, futbola karşı klasik entelektüel bakışta büyük değişikliklere mi neden oldu?
Yeni entelektüeller fiziki güç gerektiren şeyleri dışlarlar. Yanlışlardan biri de entelektüel bakışın, popüler olanı küçümsemesi. “Halk ilgi gösteriyorsa biz uzak durmalıyız” gibi bir yaklaşım var. İşte benim bütün bu elitist algılarımı altüst eden Galeano oldu. Bugün artık farkına vardım ki iyi edebiyat, iyi sanat için popüler olandan uzaklaşmak gerekmiyor. Galeano’nun, bana bunu futbol üzerinden öğretmesi çok değerlidir.
Elveda Güzel Vatanım kitabınızın merkezinde yer alan İttihat ve Terakki Partisi’nin toplumun her alanında söz sahibi olmak istediğini biliyoruz. Bu hedefle futbol alanında da Altınordu Kulübü’nü kurmuşlar. Araştırmanızda bu kulübe dair izlere, anılara rastladınız mı?
Maalesef ilk kez duyuyorum. Müthiş bir bilgi paylaştın benimle. Bilseydim kesin kullanırdım. Ama hiç şaşırmadım. İttihat ve Terakki öyle bir yapı ki bir toplumsal mühendislik projesi. İttihatçılar, toplumun çok geri kaldığını düşünüyorlar. Monarşi döneminde Batı’yı model alıyorlar. Futbol kulübü kurmaları da bu açıdan değerlendirilebilir. Bu cemiyet, sadece politik bir iktidarı elde etme arzusuyla hareket etmiyordu. Amaçları, bir ulusal burjuvazi yaratmaktı. Altınordu da bu bakışa çok uyan, son derece mantıklı bir adım olmuş.
Fırsat olsa denemekten mutlu olacağınız bir spor var mı?
Fırsat olsa denemekten mutlu olacağınız bir spor var mı?
Jimnastik yapmayı isterdim. Özellikle aletli jimnastik. Nadia Comaneci’ye hayrandım. Tekrar hayata gelsem kesinlikle bu sporu yapardım.
Hangi sporu izlemek daha keyifli?
Basketbol. Denk düştüğünde finalleri ve önemli organizasyonları mutlaka izlerim. Hatta futboldan daha fazla takip ediyorum diyebilirim. Niye seviyorum biliyor musun? Bu biraz polisiye romancı olmamla ilgili sanırım. Basketbolda son 30 saniyede bile her şey değişebilir. Akmakta olan bir şey var. Umutlar sürüyor. Koçlar sürekli taktik değiştiriyor. Oyun değişiyor, akış değişiyor. Bu da beni çok etkiliyor. Yazar olarak heyecanlandırıyor, insan olarak da asla umudunu yitirmemen gerektiğine ikna oluyorsun.
Spor alanlarındaki kalabalık olma gücünü taraftarlar olumlu veya olumsuz nasıl kullanıyorlar sizce?
Büyük spor alanlarında, ölen insanlar için saygı duruşunda bulunmaları büyük bir şey. Irkçılık hezeyanı ve linç tavrı ise korkunç. İnsanların biraraya gelerek, zor durumda olan diğer insanlara dayanışma göstermeleri beni çok mutlu ediyor. İnsanın içindeki o büyük iyilik, merhamet ve vicdan o da buradan çıkabilir. Futbolu suçlamak yerine vicdan ve merhameti geliştirirseniz sahalara da bu yansıyacaktır. İnsanlar birbirlerine günaydın demiyorsa, trafikte saygı yoksa bu sahaya da yansır. Futbol veya popüler sporların ülkedeki genel kültürden ayrı değil. Biz bu kültürü toplum hayatına katarsak futbol sahalarında da bu gelişmeyi görürüz.
Sporu çok sevdiğimizi iddia ediyoruz ama en çok orada üzülüp stres yaşıyoruz. Gevşemek ve keyif almak için gittiğimiz yerlerde, neden stresimize stres katıyoruz?
Bunun adı ‘kontrollü gerilim.’ İnsanlar polisiye romanı neden seviyorlarsa spor alanlarında da bu gerilimi onun için seviyorlar. Çünkü polisiye romanda zararı gören asla biz olmuyoruz. Okuyoruz ve yüzlerce cinayet olsa da sadece tanıklık ediyoruz. Futbolda da aynı şey. İzliyoruz; oyuncular sahaya çıkıyor, mücadele ediyor, biz de tanıklık ediyoruz. Bir tarafı destekliyoruz. Sonuca göre kazanca ya da kayba ortak oluyoruz. Bu müthiş bir şey. Bizi rahatlatan bir şey. Ne olursa olsun, üzülsek bile, takımımız yenilse bile, akşam evimize gideceğiz, kuru fasulyemizi yiyeceğiz, yatağımıza uzanıp uyuyacağız ve sabah kalkıp işe gideceğiz. Oradaki futbolcu belki sakatlanacak, teknik direktör belki istifa edecek.
Bir şey daha eklemek istiyorum, ülkemize özgü bir durum bu. Bizim tarih anlayışımızla futbol anlayışımız birbirine çok benziyor. Çok fazla sahiplenmeden, çok fazla detayına girmeden, bir retorik, yani söylem düzeyinde katılım gösteriyoruz. Tarihin başarılarla dolu tarafını sürekli dile getiriyoruz. Ya başarısızlıklar? İşte onları pek görmüyoruz. Tarih, geçmişten ders alıp bugün aynısını tekrar etmeyelim diye var. Futbolla ilişkimiz de böyle. Futbol, takımım kazanınca kimliğime artı ekliyor. İşe gittiğimde, dükkânı açtığımda beni adam yapıyor. Tarihe de böyle bakıyoruz genel olarak. Yüzeysel, kaba ve çok ucuz bir kimlik edinme süreci. Spora böyle bakmamalıyız. İzleyici olabiliriz, takım tutabiliriz ama asıl spor, hayatta kaç adım attığındır. Spor, hayatınıza dahil mi? Asıl mesele burada.
Milli takımlara ilginiz ne düzeyde?
Bu ülkede yaşayan bir vatandaş olarak, milli takımlar benim için çok değerlidir. Eserleri yurt dışında yayımlanan bir yazarım. Spordaki başarılar, benim Fransa’da, Amerika’da, İngiltere’de, İspanya’da, Mısır’da okunmamı etkiliyor. Sporun hangi alanında o dönem başarılıysak, gittiğim ülkelerde konu bununla açılıyor. Geçen gün Arda Turan, Elveda Güzel Vatanım kitabımı almış ve Instagram hesabından paylaşımda bulunmuş. Güzel geri dönüşler oldu.
Tribünlerde çokça polisiye durumlar, sorunlar yaşanıyor. Bunların romanlarınıza yansıma ihtimali var mı?
Daha önce Altın Ayaklar diye bir hikâye yazdım. 1998 yılında Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlandı. Yabancı bir futbolcunun öldürülmesini konu alan bir hikâyeydi. Şeytan Ayrıntıda Gizli kitabımda da yer alıyor bu hikâye. Konusu başlı başına futbol olan bir roman yazmayı da çok isterim ama biraz zamana ihtiyacım var.
Popüler sporlar hayatımızın çok büyük bir kısmında yer alırken bu izler neden edebi üretime yansımıyor?
Çünkü küçümsüyoruz. Futbola dair bir şey yazmanın edebi kaliteyi, sanatsal kaliteyi düşüreceğini zannediyoruz. Bu çok büyük bir yanılgı. ABD’de Amerikan futboluna dair çok film yapılmış, çok kitap yazılmıştır. Bizim de en çok konuştuğumuz oyun futbol ama futbola dair eserler yok denecek kadar az. Maalesef böyle bir sıkıntımız var. Bu entelektüel bir hata, kibir.