
Kozmik Uçurtma
17 dk
Diego Armando Maradona, Arjantin'de kitlelerin afyonu olurken onlarca zıt duyguyu bir araya toplamıştı. Gazeteci Marcela Mora y Araujo'dan hem izlediği hem de tanıştığı Maradona'yı dinledik. Ve Diego'yu...
Maradona'yla birçok defa buluşan Arjantinli gazeteci Marcela Mora y Araujo'yu aradığımızda Arjantinli efsane hâlâ hayattaydı. Ama bu, El Diego adlı otobiyografinin İngilizce çevirisini yapan The Guardian yazarı Araujo'nun konuşurken kâh heyecanlanmasına kâh hüzünlenmesine engel değildi. Önce kişisel birkaç hikâyesinden bahsetti, arkasından söz Arjantin'in Maradona'yla kurduğu tutkulu ilişkiye geldi. Her ilişki gibi yıllar içinde bunda da yıpranmalar olmuştu ama aşk bakiydi.
Maradona ile ilk kez Ağustos 1995'te görüştüm. Eric Cantona ile birlikte bir futbolcular birliği kurmaya çalışıyordu ve Paris'te basın toplantısı vardı. O gün menajeri Guillermo Coppola'nın da eşliğinde Diego beni yemeğe davet etti ve gün boyu takıldık. Paris'te herkes onun için deli oluyordu. Sonra o söyleşi ile beraber hazırladığım büyük dosya FourFourTwo'nun kapağına çıkmıştı. O rüya gibi gün bittikten sonra bir yardım maçı için Türkiye'ye gidecekti. O gün çok çekici, karizmatik, nazik ve eğlenceliydi. Kasım'da Boca Juniors ile maçlara çıkmak için Arjantin'e geri dönmüştü, ben de yeni bir röportaj yapmak için Buenos Aires'e gitmiştim. Ama bu kez daha farklı bir tavırdaydı, hatta söyleşi için para istemişti. Yıllar yılı verdiği bedava röportajlardan bıkmıştı ve bunun kariyerinin sonunda da gerçekleşmesini istemiyordu. Sonra da altı-yedi defa görüştük. Her seferinde aynı duyguyu hissettim: Maradona bir enerji gibidir, kozmik bir yoğunluk hissedersiniz.
Onu izleyerek büyüdüm, Boca Juniors taraftarıyım. 1994'te kupadan öyle gönderilmesine çok üzülmüştüm. Zaten o bir kahramandan ziyade kötü alışkanlıklarıyla tanınan, farklı çekim gücüne sahip bir antikahramandı. Alışılagelmişin dışında, eşi benzeri olmayan bir karaktere sahipti. Bazı davranışları -tüm ahlak kodlarını yok saysanız bile- kabul edilebilir cinsten değildi. Epey bir süre onu savunmaya çalıştım. Asif Kapadia'nın belgeselinde görmüşsünüzdür; bir İtalyan gazeteci, Maradona'nın mütevazı bir yerden gelip tüm kurulu düzene karşı olmasından mütevellit sosyolojik açıdan asla affedilemeyecek bir figür olduğundan bahsediyordu. Sonuçta o FIFA'ya, yönetimlere ve müesseselere karşı çıkardı. Çok fakir bir ortamda büyümüş, gücü ve parayı bulduktan sonra hayatını farklı şekilde kurmuştu. Genelde insanlar, zorlu şartlardan gelip hayatını daimi bir çizgide devam ettiren insanlardan hoşlanırlar. Onun dışına çıkan insanlardan hoşlanmazlar. Onlara göre buna hakları yoktur. Maradona'nın hemen her davranışı da bu çizginin dışında ilerlemişti. Ama öyle eşsiz bir yeteneğe sahipti ki milyonlarca insanı çok mutlu etti.
Asif Kapadia'nın belgeselinde özel antrenörü Fernando Signorini onun Diego ve Maradona diye iki ayrı kişiden oluştuğundan bahsetmişti. Signorini'nin anlatmaya çalıştığı şey, 'Maradona' karakterinin ün, şöhret, para tarafından yönlendirilen diva tarafı ile 'Diego'nun o sokaktaki futbol oynamayı seven çocuksu halinin arasındaki farktı. Ama bu aslında yalnızca onun adına kullanılan bir tabir değil. Messi için de benzer şeyler söylendiği oluyor. Bir saha içinde çok güçlü, dediğim dedik ve popüler Messi var, bir de saha dışında çok mütevazı, mazbut ve utangaç Lionel.
Dahi seviyesinde yeteneklere sahip insanların hayatta denge bulabilmesi çok zordur. Az sayıda insan 'Diego' ile kişisel bağ kurabiliyordu ve Signorini de onlardan biriydi. Biliyorsunuz, Maradona bile zaman zaman kendinden üçüncü bir kişi gibi söz ediyordu, "Maradona böyle yaptı, Maradona şunu yaptı" şeklinde konuşuyordu. Signorini'nin demek istediği noktalardan biri de buydu. Diego'nun kendisi bile Maradona karakterini yönetemiyordu. Şöhret ve parıltı ile beslenen bu karakteri, Diego bile bazen başkası zannediyordu. Yabancılaşıyordu. İçinde hem şeytan hem melek var diyenler olabilir, o oldukça karmaşık, büyük bir karakterdi.
Jorge Valdano'nun "Diego'nun gücü, futbolun gücünün sesi" şeklinde bir açıklaması vardı. Maradona'nın dünyadaki en büyük 'şovmen futbolcu' olduğuna inanılır. Hem şov hem de futbol dünyası için bulunmaz nimetti. Hatta o dönem ikisini bir arada yöneten tek insandı. Cesar Luis Menotti onun için "Tarihte eğlence dünyası tarafından transfer edilen ilk oyuncu" demişti. Ayrıca sadece oynayış şekli değil, oyun aklı ve yorumculuk kabiliyetleri de olağanüstüydü. Yorumcu olduğunda her ne kadar kafasından geçenleri malum sebeplerden dolayı aktaramasa da oyun hakkında yaptığı yorumlar her zaman isabetliydi. Bazı noktalarda çok düz birisiydi, aklına geleni söyler, istediğini yapardı. Valdano da bunu demek istemişti muhtemelen. Zaten Valdano, futbolun gücüne inanırdı ve medya/eğlence sektörü ile futbolu birbirinden ayırmıştı. Doğru ve ahlaklı şekilde oynandığında futbolun sosyal adaletsizlikleri değiştirebilecek bir manifestoya sahip olabileceğini düşünürdü. Yalnızca zengini daha zengin yapan bir sistemden ziyade futbolun toplumun sosyolojik ve kültürel bakış açılarını değiştirebileceğine inanırdı. Bu cümleyle de Diego'nun karmaşık ve güçlü yapısını tek bir vücutta basitleştirmesinin büyüklüğünden bahsediyordu.
Uruguaylı spiker Victor Hugo Morales, Maradona'nın her zaman sahadaki en iyi ve en verimli oyuncu olduğundan bahsetmişti. "Artistik futbolcuların en verimlisi ve verimli futbolcuların en artistiği" şeklinde tasvir etmişti onu. İnsanlar, yeteneğin her zaman yeteceğini sanıyor. Ama tembel bir insanın bu seviyelere gelebileceğini düşünmek mantıksız. Sadece Hugo değil, stadyumdan Diego'yu seyreden birçok kişi Maradona'nın saha içindeki yoğun eforundan bahseder. Onu mükemmel yapan noktalardan biri de saha içinde yapamadığını hissettiği bir şey olduğunda onu mükemmelleştirene kadar çalışmasıydı. Çocukluğunda bile topla çalışmalar yaptığı ve her detayda kusursuzlaşana kadar kendini adadığı bilinir. Hayatta başka hiçbir şeye kendini sonuna kadar adamadı, her zaman gelip geçen zevkleri oldu ama futbol farklıydı. Gerçekten nefes aldığı tek yer sahaydı.
Maradona'nın 1988 Dünya Kupası'nı kazanmasıyla beraber 1980'lerde yarattığı etki devasa boyuttaydı. Victor Hugo Morales, Maradona'nın İngiltere'ye karşı golünü anlatırken "Bir başka gezegenden gelen kozmik uçurtma" gibi bir tabir kullanmıştı. Kozmik uçurtma tabiri herkesi çok rahat geçmesinden, herkesten hızlı şekilde düşünebilmesinden kaynaklanıyordu. O dış dünyadan geldiği için eğer fizik eğitimi alsaydı çok büyük bir nükleer fizikçi de olabilirdi. Yıllardır insanlar onun bir dâhi olduğundan söz ediyor ama bu yalnızca konu başlığı olarak kalıyor, kimse neden dâhi olduğuna dair düşünmek istemiyor. Dâhiydi çünkü her şeyi yapabilecek zekâya sahipti. Onun sanatçı olduğunu söylenir, futbol sanatçısı. Ama ben onun gerçek bir sanatçı da olabileceğini düşünüyorum, Beethoven ya da Van Gogh gibi. Maradona çok büyük bir şovmen, güç odağıydı. Kurumsal bir şirketin başında yönetici olabilirdi veya siyasete atılabilirdi çünkü varlığıyla bile fark yaratıyordu. Karizması, cazibesi onu odanın odak noktası yapardı aniden. Sahada dolanması yalnızca takım arkadaşlarının kendini güvende hissetmesine değil, aynı zamanda rakiplerinin gözünü korkutmaya da yarıyordu. İnsanlar ona hem hayranlık duyuyor hem de onu hayal kırıklığına uğratmamaya uğraşıyordu.
Maradona'nın Napoli antrenmanlarına sık katılmadığı ve Fernando Signorini ile özel olarak çalışarak maçlara hazırlandığı bilinir. O dönemki takım arkadaşı Careca'nın "Eğer aynı haftada iki antrenmana gelirse o hafta oynayacağımız maçı kazanacağımızı bilirdik" şeklinde bir açıklaması vardı. Elit takımlarda muhabirlik yapmış çoğu kişi bilir ki zaman zaman bazı oyuncular ayrı yerlerde çalışır. Takım arkadaşları da onun farklı kalibrede bir yıldız olduğunun farkındalardı. Özel uçaklarla maçlara gelirdi, her zaman Signorini gibi özel kişiler yanındaydı. Kendini eşsiz biri olarak gördüğü için sıradan muamele istemiyordu. Mesela 1990 ve 1994 Dünya Kupası'na özel diyet ve antrenman metotlarıyla katılmıştı.
Birkaç kez röportaj yapma şansına eriştiğim Valdano'dan bir alıntı daha yapacağım: "Diego takımın sosyal değil, teknik lideriydi. Takım üzerindeki bütün baskıyı emebilecek bir güce sahipti. Tüm mucizelerden o sorumluydu ve bu durum takıma özgüven aşılardı. Diego'nun takım üzerinde kendine özgü devasa bir etkisi vardı. Örneğin zorlu bir maçtan önce soyunma odasına gelir ve şakacı bir ses tonuyla 'Aman anneciğim, çok korkuyorum, bu maç canımızı çok yakacak' şeklinde konuşurdu." Valdano, Diego'nun bunu takım arkadaşlarını rahatlatmak için yaptığını biliyordu. Maradona herkesin korkularını yenmelerini sağlardı. Korkuyu, sorumluluğu, endişeyi tüm takımın üzerinden alırdı. Zaten 1986 Dünya Kupası'nda meşhur bir an vardır Arjantin soyunma odasında, tüm takım deliler gibi eğlenirken Maradona'nın oradaki eğlenceyi dahi yönettiği görülür. Burada da aslında Messi ile enteresan bir zıtlığa sahipler.
Diego'nun mutsuz olduğu Barcelona'dan Napoli'ye gidişinin ne kadar akıllı bir iş olduğu Kapadia belgeselinde de anlatılıyor. Geri dönüp baktığınızda herkesin hayatında olduğu gibi aldığı kararların bazen olumlu bazen de olumsuz sonuçlara vesile olduğu gerçek. Sonuçta hiçbirimiz hayatımızı tamamen saf, organik şekilde yaşamıyoruz ki aldığımız her karar beraberinde sadece tek bir sonuç doğursun. Evet, Napoli'ye gitmeseydi her şey çok daha farklı olabilirdi. Ama gitti, işler de yolunda gitti ve doğru bir karar olarak tarihe yazıldı. Hatta favori olmayan ve kültürel zorluklar yaşayan bir takımla şampiyonluk kazanması onu çok daha büyük yerlere taşıdı. Sonuçta 1980'lerdeki İtalya futbolunun ne kadar yukarıda olduğunu hatırlıyoruz. Küçük bir ülkede, küçük bir takımla yapmadı bunu. Futbolun kalbinde, İtalya'nın kuzeyine ve kurulu düzene başkaldırarak başardı.
Arjantin-İngiltere arasındaki Falkland gerginliği, İtalya'da kuzey-güney tansiyonu... Maradona yalnızca maç içerisindeki kritik anlarda değil, tarihin yazımında ve toplumsal dönüm noktalarının ortasında da kalan bir figürdü. Takımı üzerindeki bütün yükü, endişeyi, sorumluluğu aldığı için ister istemez çatışmalı anlatımların da başrolü haline gelirdi. Bir ülkenin kahramanı, favori olmayan takımın lideri ve tartışmaların göbeğindeki yıldız olmayı aynı anda başarabilen ender isimlerdendir. İtalya'da geçirdiği kariyeri kitaplara, filmlere konu olabilecek cinsten. Kuzey'i yenmesi, skandal hayatı, mafyayla ilişkileri… Aynıları Arjantin'deki hayatı için de geçerli. Fakat tüm bunlar, aynı anlatının ürünleri olduğu için çok büyüleyici. Öylesine yetenekli biri ki saha içinde herkesi yenebilir. Tek başına karşısına herkesi alabilir. Ve unutulmasın, bu yaptıklarını çok güçlü iklimlerde yaptı. Silvio Berlusconi'nin Serie A'nın zirvede olduğu bir dönemde… Ama yine de sosyal bir devrim yaratmadı, o gittikten sonra onunla birlikte yaptıkları da gitti. Her golün ve maçın kendine göre bir hikâyesi vardır ama sonrasında devrim gelmez, bu anılar parçalanır. Sonuçta oyun devrim yaratabilmek için aslında sınırlı bir alana sahip.
Diego artık 60 yaşında, o harikalar yaratan vücudunu bağımlılıklar tüketmiş durumda. Ailesindeki her birey çocukluğundan itibaren ondan maddi yardım aldı. Eski eşi Claudia ve kızları daha sağlıklı ve Maradona'ya çok bağımlı değiller. Sonradan kabullendiği, İtalya'daki Diego Sinagra hikâyesi dışında birçok kadından birçok çocuğu ortaya çıktı ama nihayetinde tam anlamıyla ona bakan, sahip çıkan biri var mı? Bence yok. Sosyal medyada, televizyonda, hastanede ya da mahkemede onun için endişeleniyormuş gibi gözükebilirler ama gerçekten onu düşündüklerini sanmıyorum. Parazitler yakasını bırakmadı. Çevresindeki ilişkileri iyi yönetemedi. Jorge Cyterszpiler ve Guillermo Coppola gibi menajerlerle arası para meseleleriyle bozuldu hep. Ayrıca bir anda bir kadın çıkagelir, ondan çocuğu olduğunu söyler ve işler bir anda karışırdı. Tonla para ödenir ve bir anda kadın kaybolurdu. Mafya bile ondan faydalandı. Etrafındaki insanların da zaman zaman parası için onunla birlikte olduğunu düşünüyorum. Ama Diego'ya da ne yapması gerektiğini söylemek çetrefilli bir olay. Emin olun bağımlı birine "Bağımlı olmayı bırak" demek çok zor bir şey. Zaten o, hayatı uçlarda yaşayan biri. Hem sıradışı derecede yetenekli hem de aynı ölçüde sorunlu. Emir Kusturica'nın belgeselini izlediyseniz Maradona'nın çocukluğu ve yoksullukla ilgili önemli bir detay vardır. Otoyolun kenarında yenilmiş bir yemek bulur ve onu mahallesine götürür. O dönemdeki fakirliğin getirdiği korkuyu ve psikolojiyi çok güzel işleyen bir andır. Kısacası, hayatta ona kimsenin bir şey verdiğini düşünmüyorum, o hayatının tamamında çevresini besleyen bir görüntüde oldu.

""Dergi kursam, muhtemelen sosyal etkisi olan birini arardım, sizin gibi. Maradona'nın saha dışında yaptıklarıyla böyle bir etkisi yoktu."
Mesela derginize Socrates ismini vererek iyi bir karar vermişsiniz. Socrates dediğiniz gibi çok daha tutarlı, ne yapacağı daha belirgin ve doğru noktalarda sesini yükselten bir insandı. Sosyal açıdan da topluma büyük katkısı oldu. Ben de dergi kursam, muhtemelen sosyal etkisi olan birini arardım, sizin gibi. Maradona'nın saha dışında yaptıklarıyla böyle bir etkisi yoktu. Evet zaman zaman sesini çıkardı ama Marcus Rashford'ın yaptığının yarısını bile yapmadı. Didier Drogba gibi Afrikalı oyuncuların icraatlarından da uzaktı. Ona bencil demek istemiyorum ama bir büyük sanatçının benmerkezciliği vardı. Tıpkı Pablo Picasso gibi.
Arjantinli bir spor psikoloğu yıllar önce bana, "Halkın afyonu futboldan ziyade Diego gibi görünüyor. Onun hakkında tartışmaya bağımlı bir ülkeyiz. O bu ülkenin uyuşturucusu. Hasta olan o değil, biziz" demişti. Ama artık Arjantin, Maradona'nın hastası değil gibi. Çünkü insanlar büyüdü ve Maradona'yı televizyonlarda daha farklı görmeye başladı. Elbette hâlâ çoğunun kahramanı. Fakat River ve Boca taraftarları arasındaki ayrım dışında artık toplum genelinde de bir ayrım var. Çocuklarıyla yaşadıkları, diğer skandallar derken çok göz önünde kaldı ve bu zihinlerde bir etki yarattı. Sonuçta "Ülkenin en ikonik spor yıldızı kimdir?" anketinde uzun süre açık ara birinci olan birinden bahsediyoruz. Juan Manuel Fangio yanına bile yaklaşamazdı. Elbette öldüğünde yaşadıkları ve yaşattıkları çok farklı anılacak. Ona hep çok büyük saygı ve minnet duyulacak. Fakat son yıllarda Maradona'yı sevememe duygusunun varlığını da tanıdı insanlar. En son Rusya'daki 2018 Dünya Kupası'nda, tribünde verdiği görüntüler de ona yardımcı olmadı. Maradona, o bildiğimiz Tanrı değil artık Arjantin'de.
Argentinos Juniors seçmelerine gittiğinde teknik direktör Francisco Cornejo'nun Maradona'nın sekiz yaşında bu yeteneklere sahip olamayacağını düşündüğü için ondan kimliğini göstermesini istediği söylenir. O zamanlardaki doktoru, Maradona'yı çok iyi beslemişti. Onun sayesinde çok iyi bir vücut yapısına sahip olmuştu ki Maradona bu iyiliği asla unutmaz. O kesinlikle güçlü bir insan ama bu gücü nasıl tanımladığımıza da bağlı. Çok karizmatik, cazibeliydi evet. Örneğin İngiltere'de, Tony Blair döneminden hatırlanacak siyasetçilerden Alastair Campbell ile birlikte bir hayır maçında forma giymişlerdi. Campbell da gördüğüm en kibirli insanlardandır. Maç sonu kendi kendime "Maradona, Alastair Campbell'ı bile mütevazı gösterebilir" demiştim. Campbell, Maradona'nın etrafında pervane olmuştu. Diego; Michael Jordan, Bill Clinton, Fidel Castro ve Muhammed Ali gibi odaya girdiği andan itibaren başka birine bakma ihtimalinizin olmadığı insanlardan.
Tartışmalı ve çelişkili doğası onu Messi ve Ronaldo gibi figürlerden farklı bir noktaya taşıyor. Tezatlık, gerçek hayatta bir tercih meselesidir ve mantıken aynı zaman dilimi içerisinde hem iyi hem kötü, hem çirkin hem güzel, hem akıllı hem de aptal olamazsınız. Fakat dünyada bunu ete kemiğe büründürebilecek bir tezatlık fenomeni varsa o da Maradona'dır. İşte bu derin çelişkileri bu kadar doğal biçimde tek vücutta toplayabilmesi herkese çok çekici geliyor. Sonuçta tek bir insanı aynı anda hem sevip hem de o insandan nefret edemezsiniz. Fakat Maradona size bu imkânı sunar.
Maradona 1986 civarında tartışılmaz kral olduğunda o dönemdeki prensler de çok ama çok iyi futbolculardı. Platini, Zico… Bu oyunculara karşı kral olabilmek onun yükselişinin durdurulamaz bir parçasıydı. Eğer Diego bugün oynasaydı çok daha fazla gol atardı. Alan yaratmak, asist yapmak, oyunun temposunu belirlemek ve boş alanları değerlendirmek... Her şeyi yapardı. Burruchaga, Caniggia, Valdano ve Careca gibi sayısız forvet onunla başka bir faza geçtiler. 1990'larda ondan iş geçmeye başladığında bile sadece oyun zekâsı ve okuması ile fark yaratıyordu. Maradona sahada olduğu zaman yapılması gereken her şeyi yaptı. Sahada eksik bıraktığı hiçbir şey olmadı. Nokta.