Kurgudan Öte

21 dk

Larry Bird ve Magic Johnson rekabeti, en mahir kalemden çıkacak senaryonun vadedebileceği her şeyi içinde barındırıyordu. Hatta biraz fazlasını...

Greta Gerwig, yakın dönem sinemasının öne çıkan figürlerinden biri. İyi bir giriş bölümünün, yazdığı senaryoların kalitesini ölçmek için uygun bir gösterge olduğuna inanıyor: "Açılışı doğru yapabilmek çok önemli. Başarabilirsem, buradan bir film çıkacağına inanırım." Gerwig'in, Magic Johnson ve Larry Bird'ün hikâyesinden bir film çıkacağına inanması için muhtemelen kolej kariyerlerine bakması yeterli olurdu.

Indiana'nın en fakir kasabalarından French Lick'te, kendi tabiriyle milyon dolarlar kazanan insanlar olduğunu bilmeden büyüyen Bird, üniversite zamanı geldiğinde kozasından çıkmaya hazırdı. Ya da öyle sanıyordu. Evinden yaklaşık 80 kilometre kuzeydeki Indiana Üniversitesi'ne vardığında, karşısında farklı bir dünya buldu. Jackie MacMullan'ın Magic ve Bird'le beraber kaleme aldığı When the Game Was Ours kitabında itiraf ettiği üzere, oda arkadaşı eşyalarını yerleştirmeye başladığında, meteliksiz olduğunu fark etmişti. French Lick'in yaklaşık iki katı büyüklüğünde bir araziye konuşlanmış, memleketinin nüfusundan katbekat fazla mevcuda sahip bu koskoca dünyaya hazır değildi. Belki bir iş bulup, biraz para kazandıktan sonra şansını yeniden deneyebilirdi. 24 gün sonra koçu -ve aynı zamanda kolej basketbolunun en büyük figürlerinden- Bobby Knight'a haber dahi vermeden evine döndü.

Oğlunun, ailede üniversite bitiren ilk kişi olacağına inanan annesinin bir buçuk ay boyunca konuşmadığı Larry, belediye işlerinde çalışmaya başladı. Sokak çizgilerini boyadı, ağaç kesti, tıkanan kanalizasyonları açtı. Bir yandan da yaz liglerinde, AAU turnuvalarında kolej gözlemcilerini etkilemeye çalışan oyuncularla basketbol oynamaya devam etti. 1,300 balya saman taşıdığı bir hafta, çıktığı böylesi bir maçta 43 sayı ve 25 ribaund üretti. Çıkışta, uzun süredir onu takip eden Indiana State Üniversitesi koçu Bob King'in daveti hazırdı.

Magic Johnson da uzaklara gitmek istemiyordu. UCLA'in ilgisi Los Angeles'la ilk flörtü olsa da onu oyalamaları hoşuna gitmedi. Triple-double yaptığı birkaç maç ve 22-1'le eyalet şampiyonu olduğu lisedeki son senesinin ardından bolca okul onun kapısını çaldı. Evine yakın seçeneği, Michigan State'i tercih etti. Kampüsteki ilk aylarında, abonelik ücretine parası yetmediği için koçların ofisinden alıp okuduğu Sports Illustrated'ın yeni sezon önbakış sayısının kapağında Bird vardı. Takvimler 28 Kasım 1977'yi gösteriyordu ve önceki sezonu 32.8 sayı, 13.3 ribaundla tamamlayan sarışın genç, Indiana State zayıf bir konferansta oynadığı için 'Kolej Basketbolunun Gizli Silahı' başlığıyla tanıtılıyordu. Fakat içeride, kapak yıldızıyla röportaj yoktu. Zira tam da içe dönük, ilgiyi pek sevmeyen karakterini yansıtacağı üzere Bird, röportaj vermeyi reddetmişti. Magic, kendi kapağı için fazla beklemeyecekti. 364 gün sonra, bu kez sıra ondaydı.

Kolej yıldızlarından kurulu milli takımın Küba, Yugoslavya ve Sovyetler'le oynadığı dostluk maçlarının kadrosunda beraber bulunan ikili, daha çok ikinci beşlerde parkeye çıkıyordu. Antrenmanda ilk beşi perişan etseler de koç Joe B. Hall, dakikaların çoğunu Kentucky'li kendi oyuncularına rezerve etmişti. Yine de ikilinin orada yaptıkları bazı çıkarımlar olmuştu. Magic, SI kapağından beri merak ettiği Larry Bird'ü kampta yakından tanıyabileceğini düşünüyordu, Bird ise pek muhabbete yatkın görünmüyordu. Neticede, lisede tek yapması gereken sınıfın önünde mini bir konuşma olan İngilizce dersinde bunu reddettiği için F almış biriydi. Gözlemlerini paylaşmak için evine dönmeyi bekleyecek ve abisi Mark'a "Kolej basketbolunun en iyi oyuncusunu gördüm. Adı, Magic Johnson" diyecekti. Ülke çapında meşhur olmak için, takip eden ayları bekleyeceklerdi.

Johnson'ın smokiniyle poz verdiği o SI kapağıyla başlayan sezonda ikili tozu dumana kattı. Skype üzerinden ulaştığım, 1980'leri Boston Globe gazetesinde geçirirken dönemin en büyük rekabetini yakından takip eden gazeteci Ian Thomsen, "Larry Bird, tarihte hiçbir şey başarmamış bir okulla harika bir sezon çıkardı. Herkes onu 'underdog' olarak görmeye başladı, bir anda Amerika'nın sevgilisi olmuştu" diye başlıyor söze. Hemen ardından, o malum konuya geliyor: "Bunun ırkla da bağlantısı olduğunu düşünüyorum, beyaz izleyiciler onunla daha çok bağ kurabildi." Bird'ün 28.6 sayı, 14.9 ribaund 5.5 asistle oynadığı sezon çıktığı 33 maçı da kazanarak NCAA turnuvasında finale gelen Indiana State'in karşısında, neşe saçan Earvin Johnson liderliğindeki Michigan State vardı: "Basketbol tarihinin en sevilesi oyuncusuydu. Irkçılar bile Magic'e sempati duyuyor olmalı. İyi bir takımla, daha büyük bir kültüre sahip okuluyla o maça geldi ama yüzündeki o kocaman gülümseme, onu bir Golyat olarak görmenizi engelliyordu." Rekabette ilk gülen, 78- 64'lük skorla Johnson'dı. Ülke çapında merakla beklenen buluşma 24.1 reytinge ulaştı ve bugüne dek tarihin en fazla izlenen kolej basketbolu finali olarak kaldı. "O maç o kadar popülerdi ki iki oyuncu herkes tarafından bilinir şekilde lige adım attı. Bu, NBA için de bir fırsattı; 'Şu ana kadarki tüm düşüncelerinizi bir kenara bırakın, bu iki genç adamla beraber başka bir dönem başlıyor' mesajı verdiler."

Ligin, sporseverlerin unutmasını istediği yönleri az değildi. Çoğu oyuncunun uyuşturucu problemi yaşadığı 1970'lerin ardından birçok takım kapanmanın eşiğine geliyor, iflasların ardı arkası kesilmiyordu. Yolun sonu, meşhur banttan yayımlanan finallere kadar uzanacaktı. Thomsen'e göre sahadaki oyun da problemliydi: "Bencil, savunma yapmayan, takımı ya da kazanmayı değil kendi rakamlarını önemseyen oyuncular çoğunluktaydı. Magic ve Larry ise sayı atmaktansa pas verip maç kazanmayı tercih ediyorlardı. Bird ne kadar özel bir skorer olsa da Boston'da hâlâ paslarıyla hatırlanıyor. Magic zaten özellikle açık alanda harika bir pasördü. Eğer bu kadar iyi pasörler olmasalardı kimse onları böyle umursamazdı. İnsanların lige bakışını değiştirdiler; büyük oyuncular artık bencil değildi, takımı ön plana koyuyorlardı ve bu açıdan ilham vericiydiler."

Rekabeti büyüten noktaların başında ten renkleri geliyordu. Johnson'ın "Ülke, Larry ve benim aramda bölünmüştü. Birkaç sene sonra ikimize de hayran olmalarında bir sorun olmadığını anlayacaklardı ama başlarda siyahlar Magic ve Lakers'ı, beyazlarsa Larry ve Celtics'i tutuyordu" diye özetlediği ırk boyutunu özümsemek için detaylara inmeye ihtiyacımız var. Söz yeniden Thomsen'de: "Bu topraklarda ten rengi tartışmaları tuhaf bir mevzudur. Beyazlar, hayatın tüm alanlarında ayrıcalıklıyken basketbolda galip gelmesi beklenmeyen taraftır. Amerikalıların bir kısmı, bu kadar fazla siyah yıldızın bulunduğu bir ligi desteklemiyordu." Bir anda kapıdan giren Bird, beyaz basketbol takipçilerinin büyük umuduna dönüşmüştü. Bird, Kevin McHale ve Danny Ainge gibi oyuncularla beraber Celtics, artık beyazların takımıydı. "Celtics, siyah bir oyuncu draft eden, sahaya beş siyahla çıkan, bir siyah başantrenörü takımın başına getiren ilk NBA takımıydı. Ama 1980'lerde bunlar unutulmuş gibiydi. Boston'ın ırkçı bir kent şöhreti de vardı. Zira Red Sox, beyzbol dünyasının en ırkçı organizasyonuydu." O dönem kimi oyuncuların, sözleşmelerine Red Sox'a takas ihtimali doğarsa veto edebilme maddesi ekletmesine şaşırmamalı. Ama daha fenası da var: "Boston, kötü şöhreti hak edecek hatalar yapmıştı. En acısı şuydu: 1963'te birileri Bill Russell'ın evine gizlice girip yatağına sıçmış, duvarına ırkçı şeyler yazmıştı. Berbattı."

Bu hatıraları taze tutan Boston'daki siyah nüfusun ciddi bir kısmı da Magic'i destekliyordu. Beyaz üstünlüğünü savunan, ayrımcı Ku Klux Klan'ın kalelerinden biri olan Indiana'da büyüse de Bird'ün Afro-Amerikalılarla bir sorunu yoktu. Hatta French Lick'te en iyi basketbol oynayanlar Valley Springs Oteli'nde çalışan Afro-Amerikalılar olduğu için sıkça onlarla takılırdı. NBA'de ona atfedilen 'Great White Hope' (Beyazların Büyük Umudu) lakabından memnun değildi. Yine de karşıt karakterlerinin basit bir tezahürü olarak ortalama spor izleyicisini NBA'e çekmek için etkenlerden biri olmuştu. Thomsen'e dönüyorum: "İzlediğinizde, duyduğunuzda kolayca anlayabileceğiniz bir hikâyeydi: Siyah ve beyaz adam, Amerikan fikrinin doğduğu Boston'a karşı o fikri alıp bir rüyaya çeviren Los Angeles ve Hollywood, şovun merkezi Los Angeles'a karşı mavi yakalı Boston. Bir tarafta günlük güneşlik bir hava, benim de yaşadığım Boston'daysa yılın altı ayı kaçıp gitmek istediğiniz bir soğuk." Seksenlere dek basketbolun büyüsüne kapılmamış insanlar, tüm bu başlıkların yardımıyla rekabetin girdabına kendini kaptırdı. Basketbol konuşmaya saatler ayırmaya hazır olamayabilirdiniz fakat Larry ve Magic'ten bahsederken basketbolla sınırlı kalmayıp diğer alt katmanlardan biriyle muhabbeti uzatabilirdiniz. Thomsen'e göre bu zenginlik, onları spor dışı dünyanın da ilgi odaklarından biri haline getirdi: "Sağlam bir karşıtlık hali. Ten rengi ve kültür penceresinden ülkenin iki zıt bölgesinden geliyorlardı, buna paralel olarak Magic daha dışa dönük, Larry ise içe kapanıktı. Rekabet, çeşitli cephelerden besleniyordu ve böylece toplumun farklı kesimleri bu ikiliğin içinde kendilerine yer bulabildi. Irk, kültür, stil, coğrafya, tarih ya da eğlence... Her birinin bu rekabette payı vardı. Bu yüzden de lig için çok önemliydi: Artık insanların ligi izlemek için bir sebebi vardı çünkü bu rekabet, basketboldan fazlasıydı. Larry ve Magic tüm bu dallanıp budaklanan ara başlıklarla sadece spor dünyasının değil, 1980'ler Amerikan pop kültürünün de en önemli figürleri arasındaydılar."

Yeterli izleyiciyi çektikten sonra sahada başardıkları, gelenleri orada tutmaya yetti. 1980'den 1991'e 12 sezonda dokuz kez final yapan Magic'li Lakers'a karşı belinin onu yarı yolda bıraktığı 1987'ye dek son yedi sezonun beşinde finale çıkan Bird'lü Celtics. Üçer en değerli oyuncu ödülü, üç final buluşması, Magic'in beş, Bird'ün üç yüzüğü ve geriye kalan sayısız paha biçilemez an... Tezatlıklarıyla başlayan yolculuklarında beni her zaman etkileyen kısım, aslında birbirlerine bir yandan ne kadar benzedikleriydi. Ortak yönlerinin başında da iş etikleri geliyordu. Stephen King'in "İnsanları inanılmaz olana inandırmak sihir değildir, çok çalışmaktır" sözünü haklı çıkarırcasına hayatlarını basketbol zanaatlarını daha iyi kılmaya odaklanmışlardı. Magic'in üçü üvey toplam dokuz kardeşi vardı ve babası iki işte çalışırken annesi de bir yandan işini, diğer yandan evdeki hengâmeyi yönetiyordu. Magic de onların çalışma etiğinden payını almıştı ve her sabah 05.30 sularında kalkıp okul servisi gelmeden önce evinin yakınlarındaki potalarda şut atmaya özen gösteriyordu.

Bird için de durum benzerdi. Çalışmanın bir tercih değil, mecburiyet olduğu evde, haftalık alışveriş çoğu zaman perşembeye dek dayanırdı. "Cuma günü evde ekmek kalmışsa şanslı sayılırdınız" diye özetliyor MacMullan'a çocukluğunu Bird. Annesi iki farklı işte çalışırken, Kore Savaşı gazisi babası Joe'nun defalarca bileği davul gibiyken işe gidişine tanıklık etmişti. Savaşın mental yükünün de etkisiyle Larry 19 yaşındayken intihar eden babasının "Eğer işe gitmen için sana para ödeniyorsa o işe gidersin" sözünün sağlamasını, sakat sakat oynadığı sayısız maçta yaptı.

Gazetelerden birbirlerinin haberlerini, istatistiklerini takip ettikleri, diğerinin elde ettiği her başarının berikini kamçıladığı yılların ardından, 1985 güzünde ilişkileri farklı bir noktaya evrildi. Converse, ikisinin de oynadığı bir reklam çekmek istiyordu. Son iki sene finallerde çarpışan ikili, başta bu fikre sıcak bakmadı. Bird, "Basketboluna hayrandım ama Magic ana düşmanımdı ve düşmanla vakit geçirmeye niyetim yoktu" dese de reklam senaryosunun onları arkadaş gibi göstermeyeceğini, aksine aykırılıkları üzerine kurulacağını öğrenince yumuşadı. Tek bir şartı kalmıştı: Çekimler Indiana'da, evinin yakınlarında yapılmalıydı. Onca yolu gitmeye niyetli olmasa da bu kampanyanın ikisi için de harika olacağını düşünen Magic, Larry'nin şartına boyun eğdi.

Magic'i taşıyan limuzin, Bird'lerin sokağına girdiğinde iki oyuncu da bunun bir hata olabileceğini düşünüyordu. Lakers koçu Pat Riley'nin sıkıyönetim idaresinde rakiplerle dost olmak iyi bir fikir değildi. Bird de defalarca Lakers'lılarla yakın gördüğü takım arkadaşlarını kendilerine çekidüzen vermeleri için uyarmıştı. Kısa süre içinde, şüpheler rafa kalkacaktı. Bird sabah antrenmanından döndüğünde, annesi Georgia Bird çoktan Johnson'a meşhur kızarmış tavuğunu servis etmeye başlamıştı. Larry duşunu aldı, yemekler yendi, anneannesinin o güne özel pişirdiği vişneli turtalar mideye indi ve çekim ekibi hazır olduklarını söylediğinde, Larry onlara beklemelerini söyledi. Ezeli rakibiyle ebedi dost olmaya hazırdı. Baş başa bodruma indiler ve Lakers'ın son şampiyonluğuyla başlayan sohbet artan çaylak kontratlarına, küçükken ne kadar fakir olduklarına ve bireysel antrenman rutinlerine dek çokça konuya uzandı. Gerisini Thomsen'den dinliyorum: "Dostluklarının başladıkları nokta o Converse reklamıydı. Yıllar sonra Bird, bana oyun stili ve bel sorunlarından ötürü kısa bir kariyeri olacağını tahmin ettiğini söylemişti. Böyle bir bakış açısına sahipseniz ölümsüz olmadığınızı anlayıp daha geniş resme bakabiliyorsunuz. Neticede arkadaş oldular ve bugüne dek öyle kalmayı başardılar."

Bugün, Eylül 1985'i dostluklarının başladığı nokta olarak seçebilsek de Thomsen'e göre içinde yaşarken bu tespiti yapmak güçtü: "O dönem hiç kimse böyle düşünmüyordu. Son kez finalde karşılaştıkları 1987'de bile. O sezon son maçın ardından Larry, mikrofonlara 'Magic, hayatımda gördüğüm en iyi oyuncu' demişti. Boston yaşlanmıştı, kurtarıcıları olması beklenen Len Bias draft'tan birkaç gün sonra hayatını kaybetmişti ve artık Lakers'la aşık atamayacaklarını anlamıştı. Yine de o dönem arkadaş olmalarına izin yoktu. Hey, Lakers'ın koçu Pat Riley'ydi; Magic nasıl Larry'yle arkadaş olabilirdi ki? Sahadaki sertlik seviyesini de hesaba katınca, o basın toplantısına dek böylesi bir arkadaşlığın izini sürmek imkânsızdı."

Aralarındaki benzerliğin trajik tarafı, basketbol ömürlerini kısa kesen sağlık sorunlarıydı. Bird, kariyeri boyunca bel ve sırt sakatlıklarıyla boğuştu. 1992'ye dek oynamayı sürdürse de Magic & Bird: A Courtship of Rivals belgeselinde "1988-89 sezonundan sonra bırakmalıydım" itirafında bulunuyordu. Magic'in sonuysa daha dramatikti. 7 Kasım 1991'deki basın toplantısında HIV pozitif çıktığı için emekli olacağını açıkladı. Thomsen, o günü "Haberi nerede aldığınızı asla unutamayacağınız anlardan biriydi" diye hatırlıyor ve devam ediyor: "Tam bir şoktu. O dönem HIV, ölüm cezası gibi algılanıyordu. Genç yaşta, trajik şekilde öleceğini düşünüyorduk." Bird, haberi alır almaz Magic'i arayıp duygusal bir telefon görüşmesi yaptı. O günü anarken "Babam öldüğündeki gibi hissettim" diyecekti. Neyse ki korkulan olmadı, hatta birkaç ay sonraki All-Star maçında sahaya çıkan Johnson, en değerli oyuncu payesine layık görüldü.

Yazar Joyce Carol Oates, "Son cümle yazılmadan ilk cümle yazılamaz" der. Dark usulü döngüsel bir zaman algısına inanıyorsanız, Magic ve Bird'ün, bugün romandan fırlamış gibi görünen hikâyesinin de kusursuz bir sonla başladığını iddia edebilirsiniz. 1992 Barselona Olimpiyatı'nda ilk kez profesyonel oyuncularla boy gösterecek ABD, Rüya Takım'a Magic Johnson'ı da ekliyor, yakın dostunun ısrarlarıyla belindeki sorunlara rağmen Barselona'ya gitmeyi kabul eden Bird de emeklilik kararını duyurmadan hemen önce tarihi bir gösteriye katılıyordu. Magic'in 1996'daki 32 maçlık dönüşünü saymazsak, iki efsane parkelere en yüksek mertebede veda ederken tüm dünyada basketbolun tanınırlığına büyük katkısı olan o takımda tarih boyu unutulmayacak bir yolculuğun parçası oluyorlardı.

Peki geriye ne kaldı? Söz Thomsen'de: "Larry'nin emeklilik töreninde Magic de oradaydı. Yaşlandıkça, başardıklarının, aralarındaki rekabetin kendilerinden daha büyük bir şey olduğunu ve kutlanması gereken, birbirlerinden nefret ederek başlayıp buralara gelen harika bir ilişki olduğunu fark ettiler. Onlarınki, NBA tarihinin en büyük, en önemli rekabetiydi. Agassi ve Sampras dışında diğer sporlardan da böylesi bir rekabet seçemiyorum. NBA ters bir yöne gidebilirdi ama bu rekabet, ligi başka bir seviyeye çıkardı. İstatistiklerin değil şampiyonlukların kıymetli olduğunu gösterdiler. Birini seçmelisiniz: Kendinizi ya da takımınızı. Larry ve Magic'in lige gösterdiği buydu: Her zaman takımın iyiliğini önceliklendirmelisiniz."

Tarih yazarken, birbirleriyle iç içe geçen hikâyelerini en güzel özetleyen belki de Bird'ün ta kendisi: "Ne zaman yabancı bir ülkeye gitsem 'Magic, Magic! Magic'ten ne haber?' diyorlar. Aramızdaki bağ asla kopmayacak. Mezarımıza dek... İnsanlar, yüz sene sonra da bunu konuşacak." Larry Bird ve Magic Johnson hakkında filmler çekilmeye, kitaplar yazılmaya devam edecek. Ama en hünerli ellerden çıkan senaryolar bile gerçekte yaşadıklarını anlatmakta hep biraz eksik kalacak.

Yastık Kılıfları ve Bira Kutuları

Johnson ve Bird'ün eğlence anlayışları epey farklıydı. Lakers'ın Magic'i seçtiği 1979 yazında takımı satın alan Dr. Jerry Buss, yeni gözbebeğini şehre alıştırabilmek için onu Malibu'daki seçkin partilere, hatta meşhur Playboy malikanesine götürdü. Her gittiği yerde büyülense de Magic, ağzına neredeyse hiç alkol sürmedi. Merhum Buss, "Onca yıl boyunca yalnızca bir-iki kez içki içtiğini gördüm, varsa yoksa portakal suyu" diyecekti. Magic, eğlence kartını kadınlardan yana kullanıyordu. Bird ise ilk evliliğini kolejde sonlandırmış, NBA'e adım attığında Dinah Mattingly ile tek eşli bir hayat sürüyordu. Sadık dostlarından biri de biraydı. Deplasman takımlarının soyunma odasına maç sonu bir kasa soğuk bira hazır etmenin mecburi olduğu 1980'ler başı NBA'inde çoğu takım biraları bitiremezdi. Celtics ise farklıydı. Zira Bird ve takım arkadaşı Rick Robey, otelden getirdikleri yastık kılıflarına kalan biraları doldurur, salonu yolluklarıyla beraber terk ederlerdi.

Yedinci Maç

Magic ve Bird'ün karşı karşıya geldiği üç final serisini de salonda takip eden Ian Thomsen, yedinci maça giden tek seri olan 1984 Finali'nin son maçını anlatıyor...

"Eski Boston Garden'da oynanan o maçta benim koltuğum ana kameranın yanıbaşındaydı. Parkeye yakındım ama birkaç sıra yukarıdaydım. Yedinci maçtaki hava şuydu: İnsanlar, oturdukları yerde sanki kendileri sahadaymış gibi mücadele ediyorlardı. Play-off'ta taraftarlarıyla rakibi korkutan sadece birkaç şehir var. Çoğu salonda çocuk sesleri duyarsınız ama Boston, Philadelphia ya da New York'a gittiğinizde... Boston'daki bir play-off maçında taraftarlara baktığınızda, gün boyu bilenip kavga çıkarmaya geldiklerini düşünürsünüz.

Son saniyelerde Celtics'in kazanacağı kesinleşince etrafımdaki bir duvar yıkılmış ve Mississippi Nehri üzerime akıyormuş gibiydi. O anları tekrar izlediğimde en çok hoşuma giden şey Larry'nin olacakları önceden fark edip canı tehlikedeymişçesine kaçarak sahayı terk etmesiydi."

Skyhook

Düellonun son final ziyareti olan 1987 Finali'nin kilidi dördüncü maçta çözülmüştü. Magic Johnson'ın, Celtics'in büyük üçlüsünün üzerinden kaydettiği basketten hemen sonrası, Bird'ün son şutu kaçıracağı 2.7 saniyenin hemen öncesi, Thomsen'in hafızasında hâlâ çok taze.

"Magic'in Bird, McHale ve Parish'in üzerinden attığı skyhook basketi saha kenarından izledim. Kortun tam ortasından... Orada olduğum için şanslı hissettiğim anlardan biriydi. Bugün oturmak için herhalde 15 bin dolar ödemeniz gereken bir koltukta, tarihi bir âna tanıklık ediyordum. 24 yaşındaydım. Larry ve Magic art arda basketler atmışlardı ve son sözü söyleyen Magic oldu. İki saniye kala Celtics mola aldı. Maçı kazandırması için topu Larry'ye aktarmayı hedefleyeceklerdi. Saha kenarında olan biteni ağzım açık izliyordum, ne kadar şanslıydım! Kafamı kaldırdığımda, hakem Earl Strom gözlerini dikmiş bana bakıyordu. Hemen önümde, top dirseğiyle beli arasında, molanın bitmesini bekliyordu. Bana takılmaya başladı, 'Ne harika değil mi?' dedi. Gülmeye başladım, o da kendisini tutamadı. Sonrasında düşündüm, böyle bir maçta hakem olsaydım 'İki saniye kala ya bir hata yaparsam ve bu insanlar hayatları boyunca benden nefret ederse?' diye korkudan altıma ederdim. Bırakın korkmayı, bana bulaşıp ânın tadını çıkarıyordu. En ufak bir baskı hissetmiyordu."

Socrates Dergi