Prensip

12 dk

Jose Mourinho, ait olduğu ligin zirvesine yeniden çıkmak istiyor. Kariyeri boyunca sadık kaldığı prensipleriyle birlikte.

11 Kasım 2018. Manchester United, deplasmanda Manchester City'ye karşı 3-1 mağlup. Oyuna olan inancını yitirmiş kırmızı formalı birkaç oyuncu için maçın bitmesi, daha tercih edilebilir bir durum. Aslında bu süreç, deplasman tribününde maçı takip eden United taraftarlarının da alıştığı bir görüntü. Fakat Etihad Stadyumu'nda yalnızca alışılmış görüntüler yok. City taraftarları, galibiyetle çok ilgili değil. Daha doğrusu ilgi başka bir yere yöneltilmiş durumda. United'ın yedek kulübesine.

Jose Mourinho, kariyerinin her safhasında eleştirilerin öznesi oldu. Oldu çünkü kendisi de sözünü hiçbir zaman esirgemedi. Kendini her zaman büyük, rakiplerini de kimi zaman küçük gördü. Özel biri gibi yaşadı ve bunu söylemekten çekinmedi. Ancak 11 Kasım'da City taraftarları futbol kamuoyunun dahi üzerine düşündüğü bir cümleyi sesli şekilde dile getiriyordu: "Artık özel biri değilsin."

Peki gerçekten Portekizlinin büyüsü bitmiş miydi? Bu sorunun cevabını verecek kişi şu anda Tottenham antrenmanında. Bu yüzden yapabileceğimiz en iyi şey, tahminde bulunmak. Ama öncesinde, United kariyerinin gerisine uzanmalıyız. Yani gerçekten özel olduğu yere.

Tanrı'dan Sonra

"Porto'daki insanlar sizden fedakârlık talep eder. Ve aynı zamanda maç sonunda ıslak bir forma. Porto'da eksik olan ilk şeylerden biri buydu. İnsanların kulüplerine âşık olduğu prensipleri, insanlara en kısa sürede geri vermeliydik."

Doğru işlemeyen bir futbol kulübüne gittiğinizde yapmanız gereken ilk şey durum tespitidir. Mourinho, kariyerinde o an için doğru işlemeyen yapılara gitti ve bu tespiti hiçbir zaman yanlış yapmadı. 2002'de Porto'nun ihtiyacı, isyan eden ve forma için oynayan oyunculardan kurulu bir kadroydu ve bu da daha genç, düşük profilde oyuncular anlamına geliyordu. Efor ve yoğunluğun ana faktör olduğu bu gibi takımlarda savunma, sıklıkla hücumdan önce kurgulanır. Çünkü hücum planlarının aksine, savunmada üretim bir zorunluluk değildir. Zaruriliğin ortadan kalkması ile birlikte bireysellik, yerini kolektif bir çabaya bırakır. Ve iyi savunmalar, iyi hücumları doğurur.

2003 model Porto da bu maddeleri kusursuz uygulayan takımlardan biriydi. Hatta ilerleyen yıllarda en azılı rakibi olacak Liverpool'un 2016'daki kadrosu için "Porto takımıma çok benziyor" diyen Mourinho, haksız sayılmazdı. Kaptırılan her topa kontra pres uygulayan Porto kadrosu, kazandığı topları en kısa şekilde üçüncü bölgede Deco ile buluşturmaya çalışıyor ve hücum hattının artırdığı baskı ile savunma hattını adım adım öne çekiyordu.

Bu baskı çoğu zaman merkezde gerçekleşse de Portekizli teknik adamın kullandığı baklava 4-4-2 formasyonu, kanatlarda boşluk vermeye yatkındı. Haliyle rakibiniz, antitez olarak sahaya genişlik katabilir ve sizi konfor alanınız olan merkezlerden kanatlara yönlendirebilirdi. Bu yüzden kenar baskılarına dikkat etmeli ve yönlendirmeyi kanattan merkeze yapmalıydınız. Rakibiniz aynı zamanda savunma arkasına uzun toplar atarak geniş alanları da kullanabilirdi. Bu yüzden ofsayt çizginize de dikkat etmeliydiniz.

Jose Mourinho, 124 maça çıktığı Porto kariyerinde hemen hemen her maçta bu savunma disiplinini gösterdi. Fakat hücumda oyuncularına istedikleri özgürlükleri de verdi. Deco, Derlei ve McCarthy'nin etrafındaki boş alanlarda gezindi, Maniche ve Alenichev ikinci toplara koşarak ceza sahası içinden gol sayılarını yükseltti.

Portekizli teknik adam, Tanrı'dan sonraki en popüler figür olduğu Porto'daki mavi koltuğunu terk ederken iyi bir savunma takımı yaratmış ve o savunma takımı iyi bir hücum takımını doğurmuştu.

O takım da özel bir antrenörün kariyerini.

Özel Biri

"Makelele'yi savunma önünde tercih ettim çünkü ona kimse basmazsa, yeteneği ve hızı ile boş alanı kat edip ikinci bölgeye topu taşıyabilirdi. Eğer baskı yerse, orta sahalarımdan biri boşta kalmış olacaktı. Eğer rakip, orta sahaları ve kanat oyuncuları ile baskıya gelirse, o zaman da kenarlarda oyunu açabilecek boşluğum olurdu. Kısacası, orta saha oyuncularının yan yana durduğu klasik bir 4-4-2'nin bu yapıyı durdurmak için yapabileceği hiçbir şey yoktu."

Marcelo Bielsa, kariyerinin her evresinde çift forvet oynayan takımlara karşı üçlü, tek forvet oynayan takımlara karşı dörtlü savunma ile oynadı. Sebebi basitti. Arjantinli, çift forvetin oyun kurulumunda savunma tandemine yaptığı baskıyı rahatlatmak için iki stoperinin arasına bir üçüncü stoper koyarak oyunu genişletiyor ve rakip santrforların baskısını etkisizleştiriyordu.

Futbolun temel prensiplerinden biri, sahanın herhangi bölgesinde sayısal üstünlük yaratmaktır. İkiye birler, üçe ikiler ve dahası. Guardiola'nın kalecisini dahil ederek oyun kurulumunu rahatlatmasının ya da Bielsa'nın savunmasındaki personel sayısını artırarak baskıyı pasifize etmesinin sebebi tam da bu. Veya Mourinho'nun 4-4-2'den şaşmayan Premier Lig'de Makelele'yi üçüncü orta saha olarak kullanmasının…

2004'te Portekiz'den devasa bir ego olarak İngiltere'ye iniş yapan Mou, üstte açıkladığı nedenler sayesinde Premier Lig tarihinin en etkileyici şampiyonluklarından birini elde etmişti. Ligdeki 19 rakibine karşı yarattığı sayısal üstünlük, onu önce birinci bölgeden ikinci bölgeye, sonrasında da ikinci bölgeden üçüncü bölgeye sorunsuz şekilde taşıyordu.

Oyun kurulumundan ve savunma prensiplerinden bir kez daha ödün vermeyen Jose, hücumdaki akışkanlığını Chelsea'ye de aynen taşımıştı. Kimi zaman üçlü orta sahasını Gudjohnsen ile bozup onu gezgin forvet yapıyor, Robben veya Duff'ı ceza sahası içinde konumlandırarak Ashley Cole'a dev bir koridoru emanet ediyordu.

Yıllar sonra giyeceği yorumcu ceketi ile söylediği bir cümle, aslında kariyerinin en iyi özetiydi: "Taktikleriniz her zaman değişebilir, bu sorun değil. Ama prensipleriniz asla değişemez. Çünkü taktikler, prensiplerinizin maçtan maça değişen uygulamalarıdır. Prensiplerinizi asla maçtan maça değiştiremezsiniz."

Mourinho, Porto savunmasındaki katı prensiplerle birlikte, akışkanlığı merkeze aldığı hücum prensiplerinden Chelsea'de de vazgeçmedi. Portekiz'deki baklava 4-4-2'sini İngiltere'de 4-3-3'e çevirdi, prensiplerini farklı taktiklerle sahaya yansıttı. Ve yine başarılı oldu.

O kare, onu sadece kırmızı bir otobüsle anımsamamızın nedeni...

O kare, onu sadece kırmızı bir otobüsle anımsamamızın nedeni...

Daha Derine

Bazı görüntüler, insanların zihninde daha derinde bir yer kaplar. Ve bu görüntüler, o karedeki özne hakkında gereğinden çok şey söyler. Roberto Baggio'nun onlarca marifetini kenara koyar ve onu yalnızca Taffarel ile anımsarsınız artık.

Jose Mourinho'nun Camp Nou'da attığı depar da zihnimizde sıradan bir fotoğraf karesinden fazla anlatıya sahip. Kazandığı kupaları kenara koymamıza ve onu yalnızca kırmızı bir otobüsle anımsamamıza neden olan bir görüntü. Ve aynı zamanda ona haksızlık eden.

2009-10 sezonunda Serie A ile Şampiyonlar Ligi'nde iki farklı yapı ve sistemle mücadele eden Milano ekibi, Mourinho'nun en rafine takımlarından biriydi. Şampiyonlar Ligi'nde daha çok tercih ettiği 4-2-3-1, günümüzdeki elit takımların kullandığı elementleri kullanan ve o takımların aksine bunu topsuz şekilde dahi başarabilen bir takımdı.

Eto'o'nun Diego Milito'ya yanaşarak ikilediği hücum hattı, sağ kanatta bek Maicon'un, solda ise kanat Goran Pandev'in oyuna kattığı genişlik ile önce dörtlü, Wesley Sneijder'in Pandev'e yakınlaşması ile bir nevi beşli hücum hattına dönüşüyordu. Yaratıcılığı kısıtlı Pandev'in sol kanatta kullanılması, Makedon oyuncunun hem ceza sahası içi koşularını kenardan getirmek hem de topsuz oyundaki savunma becerilerini kullanmak için ideal senaryoydu.

Ancak geriye koşması gereken tek isim Pandev değildi. Şampiyonlar Ligi'nde Serie A'ya nazaran yüzde 10 daha az topla oynayarak, yüzde 44'lük bir oran ile mücadele eden Inter'de Eto'o da bekini kovalıyor veya Sneijder orta sahanın üretemediği anlarda derine inerek pas alışverişini sağlıyordu. Porto'daki o kolektif yoğunluk, Milano'ya da sirayet etmişti.

Jose, İtalya'nın kuzeyinde iki farklı futbolu en üst seviyede oynayabilen iki takım kurgulamıştı. Ligde baklava 4-4-2'ye dönüyor ve topu daha çok kullanarak sol iç Mancini veya Muntari'den bir kanat devşiriyor, Avrupa'da ise forvet Eto'o'yu sağ kanada atarak topsuz oyunun en ince detaylarına dikkat ediyordu. Ancak onu bu farklı kurgulara, dizilişlere ve oyuncu profillerine rağmen yalnızca derin blokta bekleyen, savunmacı bir antrenör olarak hatırlıyoruz. Çünkü 2010'daki İspanya seyahati, zihnimizde diğer her Inter anısından daha çok yer kaplıyor.

Tecrübeli Biri

"Artık özel biri değil."

"O, artık çağ dışı kalmış biri."

Mourinho'nun iki buçuk senelik Manchester United kariyerini tek cümlede özetleyebilmek mümkün değil. Bu yüzden, üstteki cümleler doğru olduğu kadar da yanlış. Evet, United iki sezonda çok para harcayıp yeteri kadar başarılı olamadı. Ve evet, sahada özel şeyler yoktu.

Ama hayır, Mourinho çağ dışı kalmış biri değildi. Prensiplerini bu takımla bağdaştıramamıştı yalnızca. Porto'da sıkınca sular akan formalar, Manchester'da görülemiyordu. Inter'deki WhatsApp grubu, United'da kurulmamıştı. Ve daha önceki takımlarında birbiri için oynayan yoğun yapı, İngiltere'nin kuzeyine yabancıydı. Her zaman onu zirveye taşıyan bütünlük, bu sefer parçalara mağlup olmuştu.

Yine de bu süreç tecrübelenmesini sağladı. Tottenham ile imzaladığı sözleşme herkesi şaşırtsa da birkaç adım geriden bakınca öze dönüşü için uygun bir zemindi. Kulüp için oynayan altyapı oyuncuları, rakiplerine nazaran daha düşük bir bütçe ve kolektifliği öne koyarak oynanmış bir Şampiyonlar Ligi finali. Bu takım, Manchester'da aktarmak istediği çoğu şeyi benimseyebilecek oyunculardan oluşuyordu.

Son Heung-min, Eto'o gibi rakip savunmacıyı kovalayabilir; Ben Davies, Maicon bindirdiğinde geride bekleyen Zanetti gibi Serge Aurier'yi bekleyebilirdi. Kane, Derlei'nin derine indiği ve Deco'ya alanlar açtığı gibi derine inebilir, Son ve Bergwijn'a alanlar açabilirdi. Öyle de oldu. Son rakip bekleri kovaladı; Davies, Aurier'yi bekledi. Ve Kane, kariyerinin belki de en çok katkı verdiği sezonunda her maç biraz daha derine indi, arkadaşlarına alan açtı.

Tottenham için şu an her şey yolunda. Ama 38 haftalık periyotta işlerin kusursuz gitmesi mümkün değil. Kuzey Londra ekibi, ilerleyen haftalarda mağlup olacak ve puan kaybedecek. Şu anda övülen oyunları, belki de eleştiri noktası dahi olacak ve Mourinho yeniden derinde bekleyen, kontra ataktan başka bir şey sunmayan biri gibi anılacak. Ama sorun değil. Çünkü yedek kulübesinde oturan kişi, kendi deyimiyle, artık özelden çok tecrübeli biri. 38 koca haftada yalnızca derin blokta bekleyerek şampiyon olamayacağının farkında. Ve bu farkındalık, Liverpool mağlubiyetinden sonra edindiği bir öğreti değil. Sene başından bu yana bazı maçlarda gösterdiği yapılar, bu oyuna hazırlandığının kanıtı.

Jose Mourinho, kimilerine göre artık özel bir taktik zekâ olmayabilir. Hatta kariyerinin bundan sonraki evrelerinde herhangi bir şampiyonluk dahi kazanamayabilir. Ama onu başarıya götüren prensipler, onu yine zirvede tutmaya devam edecek. Ne de olsa, taktikleriniz yıllar içerisinde değişebilir ve yetersiz kalabilir. Ama sizi başarıya götüren prensipleriniz, asla değişmez.

Socrates Dergi