
Mutlu Harry
17 dk
Harry Haslam belki büyük kupalar kazanmadı ama potansiyeli fark etmek adına Britanya futbolunda izler bıraktı. Diego Armando Maradona'yı Avrupa kıtasına getirmek için ilk adımı atan da yine 'Mutlu' Harry'ydi.
Güney Amerika'daki birçok ülke gibi Arjantin'in de futbolla tanışmasında Ada'nın parmağı vardı. Britanya futbol kültürünü ortadan kaldırmak için ilk adımı atanların başında ise El Grafico dergisinin genel yayın yönetmeni, 'Borocoto' lakaplı Ricardo Lorenzo Rodriguez geliyordu… Onun 'yerelleşmeye' dair ortaya attığı fikirler, İngiliz tarzı sert futbolu savunanlar, 'La Maquina' olarak nam salan River Plate ve La Nuestra adını alacak Arjantin stili, Britanya-Arjantin mücadelesinin satırbaşlarıydı. Bu iki zıt futbol karakteri arasındaki mesele Arjantin sınırlarındaki Britanya kökenlilerle yaşanan gerginlikleri aşacak ve iki ülke arasında uluslararası bir futbol rekabetinin temellerini atacaktı…
İlk büyük mevzu, 1966 Dünya Kupası'nda yaşandı. Alf Ramsey'in çalıştırdığı İngiltere, izleyenleri tatmin etmeden grubundan çıktı ve karşısında Arjantin'i buldu. O maçta da zorlanmaya devam etseler de 1-0'la turu geçtiler. Maça damga vuran an, Geoff Hurst'ün galibiyet golü değildi. Henüz ilk yarıda maçın hakemi ile kimsenin anlamadığı bir münakaşa yaşayan ve -dönemin kurallarında kırmızı kart yoktu- sahadan ihraç edilen Arjantin kaptanı Antonio Rattin'in sahayı terk etmeme inadı, Wembley'deki on binleri germek için yetmişti. Sinirlerine hâkim olamayanlardan biri de Alf Ramsey'di. Forma değişimine sertçe karşı çıktı, sonra da tarihe geçecek "Hayvanlar!" demecini verdi. Rattin, rekabetin gerginliğini tüm dünyanın görmesini sağlayan ilk isimdi. Rattin'in İngilizlerle işi bitmemişti…
Harry’nin Çocukları
Harry Haslam, pek de dikkate alınacak bir futbolcu olmadı. İlk kayda değer menajerlik tecrübesini ise 1956'da Galler takımı Barry Town'da yaşadı. Kulübün başkanı John Cecil Bailey ile yaptığı mesai, kariyerinin ilerleyen yıllarına ışık tutacaktı. Nitekim Bailey, yurtdışı ile temas halinde bir iş adamıydı ve özellikle de İskandinavya'dan önemli oyuncular transfer etmişlerdi. 1958 Dünya Kupası'nda İsveç formasını giyen Bengt Berndtsson ve Finlandiya'nın mühim isimlerinden Hannu Kankkonen, akımın en büyük yıldızlarıydı.
Yine 'amatör semalarda' gezinmeye devam edip Tonbridge menajeri olduğunda ise yerel bir cevheri işleyerek kendini kanıtlayacaktı: Malcolm Macdonald. "Ona Mutlu Harry derlerdi çünkü hep gülen bir yüzü vardı ve sürekli espriler yapardı" diyordu Macdonald, ilerleyen yıllarda verdiği röportajda. Sağ ayağının gelişmesi için Haslam'in onu sağ bek oynatması gibi saha içi hamleler dışında ona verdiği manevi desteğin de altını çiziyordu. İkilinin bağları kolay kopmayacaktı. Tonbridge'den ayrılıp Fulham'ın baş gözlemcisi olduğunda menajer Bobby Robson'ı ikna ettiği konulardan biri de Macdonald transferiydi. Fakat Macdonald, Haslam ve Robson'ın Fulham mesaisi uzun sürmedi. Robson kovuldu, Haslam'ın bir sonraki durağı Division 3 takımı Luton Town oldu. Macdonald'a da bir mesajı vardı: "Fulham'da kalmak istemiyorsan, buraya gelebilirsin."
Özel dersler Luton'da da sürecekti. Haslam, Macdonald'ın şut attığı anda vücudunun fazla geriye yattığını ve bu sebeple topların gereğinden fazla yükseldiğini düşünüyordu. Haslam, duvarında Johnny Giles fotoğrafı asılı olan boş bir depo buldu, Macdonald'ı her yere sekebilen bir plastik topla o odaya soktu ve karşılıklı iki duvarı da kale olarak görmesini söyledi. Şut, şut, şut, seken küçük bir topu kontrol etme çabası… Macdonald'ın 28 gol attığı 1969-1970 sezonunda Division 2'ya çıktılar. 1970-1971'de altıncı olsalar da Macdonald'ın 30 golle çıkışı sürdü ve o yaz büyük sahneye Newcastle United forması ile adımını attı…
Haslam ise bir sene sonra Luton'da tam yetkiyle başa geçti ve 1973-1974 sezonunu ikinci sırada bitirerek 1960'da terk ettikleri Division 1'a çıkmayı başardılar. Haslam, menajerlik kariyerinin ilk büyük işine imza atmıştı. Ortada belki kaldırılan bir kupa yoktu ama Luton'lıların keyfi yerindeydi: "Avrupa Kupanız var, FA Cup'ınız var ama biz Harry Haslam'ın çocuklarıyız ve yukarı çıkıyoruz. La la la la la!" Tırmanış uzun sürmedi. 1974-1975 sezonunda küme düşen üç takımdan biri de Luton Town'dı… Derby County şampiyon olmuştu. Ligin gol kralı ise 21 golle Malcolm Macdonald'dı…
12 Ay
Belki Luton Town'daki kadar şiddetli olmasa da Leeds United'da da çanlar çalıyordu. 1960'ların sonunda uçuşa geçen takım, 1970'lerin ortasına kadar ligin antikahramanı olmuştu. 1974'te menajer Don Revie, İngiltere Milli Takımı'nın başına geçse bile bıraktığı miras, 1975 baharında Leeds United'ı Şampiyon Kulüpler Kupası Finali'ne taşımıştı. Ama sınırlar dahilinde işler, Don Revie'nin bıraktıklarıyla yürümemişti. Division 1'daki ilk sezonları 1964-1965'ten bu yana ilk kez ilk dördün dışında kalmış ve dokuzuncu sıraya yerleşmişlerdi. Üstelik takım yaşlanıyordu. Takımın beyni Johnny Giles, West Bromwich ile antrenör-menajer olarak anlaşmıştı. Bir sonraki sezon da işler onlar için iyi gitmedi. Ligi beşinci bitirdiler ve bir başka simge Billy Bremner'a veda ettiler. Takımı tekrar ayağa kaldıracak ve taraftara tekrar ümit verecek bir orta saha şefine ihtiyaçları vardı…

Haslam'in Luton Town günlerinden...
O dönemi yaşayan bir Sheffield taraftarı şok dalgasını nasıl atlattı, bilinmez… Nisan 1975'te Division 1'ın son maçı oynandığında en çok puan toplayan altıncı takım Sheffield United'dı. Bir yıl sonra Nisan ayını noktaladıklarında ise 22. sırada lige veda etmeyi garantilemişlerdi. Son darbe ise jönden gelmişti. Dönemin saf yeteneğe aç İngiliz topraklarının rock yıldızlarından biri olan 'İngiliz Netzer' Tony Currie, ezeli rakiplerden Leeds United'ın radarına takılmıştı ve o yaz takımdan ayrıldı. Sallantılı 12 ay, Sheffield için sonun başlangıcı olacaktı…
1975'te çok bekleme yapmadan alt ligi boylayan Luton Town, suyun üstüne çıkmaya çalışıyordu. Harry Haslam, Ron Futcher gibi 1. Lig'e transfer yapacak gençleri bulsa da senaryoda mutlu sona yer yok gibiydi. Önce altıncı sonra da 13. oldular. Yolların ayrılma zamanı gelmişti… 1977-1978 sezonunda Luton'dan iki puan fazla toplayan Sheffield United'da da işler hiç iyi gitmiyordu. 'Mutlu' Harry'nin Sheffield United'la yolları da o sene kesişti…
Arjantin ‘78
Antonio Rattin, 14 yıl boyunca Boca Juniors'ta sürdürdüğü futbolculuk kariyerini noktaladıktan sonra sektörün içinde kalmaya gayret gösterdi. 1970'lerin sonuna yaklaşılırken kendine yeni bir alan açma niyetindeydi. Yetenekli genç futbolcuların, yurtdışı transferleri için bir nevi simsarlık yapıyordu. Fakat işi bu kadar basit değildi. Arjantin'de cunta yönetimi vardı ve milli takımın demirbaşı olan futbolcuların yurtdışı yasağı bulunuyordu. Bu nedenle ekseriyetle milli takımda yerini sağlamlaştıramamış gençleri listesine almaya özen gösterdi.
Arjantin'de yapılacak 1978 Dünya Kupası öncesinde Rattin ile iletişime geçen Avrupalıların başında Harry Haslam vardı. Asistanlarının Uruguaylı Danny Bergara ve Arjantinli Oscar Acre olduğu düşünülürse Rattin bağlantısının nasıl sağlandığına çok da kafa yormaya gerek yok. "Arjantin'deki Dünya Kupası'nın ilk maçını takip ettik. Ardiles'i izledim ve o tarzda bir oyuncunun transfer olasılığı hakkında konuştuk" diyordu Haslam, Arjantin seyahati sırasında İngiliz gazetelerine.
— Merhaba Harry, senin için ne yapabilirim?
— Keith, Osvaldo Ardiles'i transfer etmek ister mi?
Dünya Kupası Finali'nden birkaç gün sonra Tottenham efsanelerinden Bill Nicholson ile Haslam arasındaki konuşma böyle başlamıştı. 'Bay Tottenham' olarak nam salan Nicholson, antrenör Keith Burkinshaw'a döndü ve sordu: "Telefondaki Harry Haslam, 'Ardiles ile ilgilenir misin?' diye soruyor." Burkinshaw afallamıştı: "Dalga falan mı geçiyor?"
Burkinshaw, Haslam'ın yakın arkadaşlarından biriydi ve daha önce de seyahatler yapmışlardı. Haslam'ın Ardiles transferinden vazgeçmesi için yeterli bir neden miydi bu dostluk? Harry'nin oğlu Keith Haslam, babasının Ricky Villa ve Ossie Ardiles'i transfer etmek istediğini ama Sheffield'ın iki oyuncunun ücretini karşılayamadığını ve Harry'nin bu yüzden transferden vazgeçerek dostuna kıyak geçtiğini anlatıyordu. Soru işareti ise şu noktadaydı: Ricky Villa transferini Keith Burkinshaw bile son dakikada öğrenmişti, zaten telefon görüşmesinde de adı geçen sadece Ardiles'ti. Hikâyenin akla yatkın hale gelmesi için Haslam-Rattin'in futbol turunda yaşananlara göz atmak gerekiyor…
Diego
Mutlu' Harry'nin ilk Arjantin seferinde takip ettiği isim sadece Ardiles olmamıştı. Rattin, onu Argentinos Juniors'un sahasına götürdüğünde her şey alışılmış başladı fakat sahada diğerlerinden biraz daha kısa olan bir çocuk Haslam'ın aklını başından aldı: "Bu bodur ufaklığın milyarlar edeceğinin farkındayım" diyordu Haslam, henüz çocuk yaştaki Diego Armando Maradona için. Maçın bitmesini beklemedi bile: "Onu alacağım, ne kadar?"
Argentinos Juniors'un ülke çapında konuşulmaya başlayan büyük yeteneğini artık elinde tutması imkânsız gibiydi. Başkan yardımcısı Settimo Aloiso, bu fikrin en ısrarlı savunucusuydu. Diego Armando Maradona'ya kontratını uzatmak için yüksek meblağ öneremeyecek durumdaydılar. En mantıklısı, yıldız adaylarını başka bir takıma satmaktı. Maradona belki henüz dünya çapında tanınmıyordu ama ülke içinde adı duyulmuş hatta Dünya Kupası kadrosunda yer almaması uzun süre tartışılmıştı. Üstelik cuntanın üzerine planlar yaptığı potansiyel bir propaganda figürüydü. Velhasıl Rattin'in listesine girmesi zordu. Tanrı'nın Eli kitabının yazarı Jimmy Burns, Aloiso'nun araya girerek, cuntayı devre dışı bırakıp Maradona'yı Rattin'in oyuncuları arasına dahil ettiğini yazıyordu. Haslam'ın İngiltere'deki asıl hedefi belli olmuştu…
"Haslam'ın Arjantinli arkadaşları, Maradona'yı istediği ortaya çıktığı anda, onun sınır dışı edileceğini, olaya karışan diğer insanlarınsa başka bedeller ödemek zorunda kalacaklarını bize açıkça anlatmışlardı." Sheffield United Başkanı John Hassal, Keith Burkinshaw ve Haslam ile ikinci Arjantin seferinde uçaktakilerden biri olan gazeteci Tony Pritchett, cuntanın Maradona hususundaki 'hassasiyetini' bu sözlerle anlatıyordu.
Haslam, Maradona'nın o dönemki menajeri Jorge Cyterszpiler ile Mar de Plata'da buluştu ve ilk görüşmelerini yaptılar. Argentinos Juniors'la masaya oturduklarında ise işler sanıldığı gibi basit ilerlemedi. Jimmy Burns, Haslam'ın altın ticareti yapan yönetici Albert Bramall'ın desteğine güvenip 900 bin dolarlık bir teklif sunduğunu, Aloiso'nun kabul ettiğini ama diğer yöneticilerin bir buçuk milyon dolarda direttiğini yazıyordu. Colin Murray de A Random History of Football kitabında görüşmeyi bu meblağlarla anlatmıştı. Bir de pound'lu hikâyeler vardı. Keith Haslam, 400 bin pound'da anlaşmaya varıldığını ama başkan Hassal'ın bu parayı genç bir oyuncuya vermek istemediğini belirtiyordu. Keith Haslam, babasının o durumda da espri yaptığını hatırlıyor: "Babam, başkana 'Taraftara ihtiyacımız yok, Sheffield United'ı izlemeye gelecek yeterince gözlemcimiz olacak zaten' demiş." Bir de ilk anlaşmanın 200 bin pound üzerinden yapıldığı ama kulübün ek olarak 200 bin pound istemesi ile işlerin bozulduğunu anlatanlar vardı… Ortak noktada buluşulan gerçek şuydu: Maradona'nın Sheffield United'a transferi hiçbir zaman gerçekleşmemişti. Bunun sebebi de kulübün ve menajerinin son anda fiyat artışına gitmesiydi. Hikâye, uzun yıllar bu haliyle kabul gördü…

Ricky Villa, Keith Burkinshaw, Ossie Ardiles
Cunta
Birkaç ay önce Maradona'nın vefatından sonra YorkshireLive'a konuşan Sheffield United tarihçisi John Garrett, senaryoya 'ufak' dokunuşlar kondurdu: "Kulübü ilk olarak Maradona için 150 bin pound istedi. Bu dünyanın sonu değildi. Baktığınızda Nottingham Forest'ın Trevor Francis'e 1 milyon pound vermesine bir yıl kalmıştı" diyor ve devam ediyordu: "Haslam o gece otelinde rahatlamış bir şekilde harika yeteneğini cebe attığını düşünürken bir anda kapı çaldı. Gelen, CHiPs'teki Eric Estrada kılıklı bir inzibattı. Şunu söyledi: 'Bu oyuncu için 150 bin pound verdiğinizi duyduk. Eğer United, cuntanın Diego'ya çıkış izni vermesini istiyorsa bir 150 bin pound daha ödemesi gerekiyor.' Yani sorun sadece 300 bin pound'luk meblağ değildi. Esas sorun, durumun ufaktan politik bir hal almasıydı. United o parayı karşılayabilirdi ama inzibata rüşvet vermek United'ın gönül rahatlığıyla yapacağı bir şey değildi."
Garrett'ın anlattıkları, 1978 Dünya Kupası'nda ya da o dönemde ülkede yaşananları birazcık bilenler için çok da 'uydurma' sayılmayabilir. Ama biraz takım sevgisinin ağır bastığını da kabul etmek lazım sanki? Nitekim 300 bin pound dönemin Ada futbolu aleminde çok da küçümsenecek bir miktar değil. 1977'de Liverpool'dan Hamburg'a geçen Kevin Keegan için ödenen 500 bin pound, o dönem Britanya transfer rekoru. O sezonun flaş imzası, Leeds United'dan Manchester United'da 500 bin pound karşılığında transfer olan Gordon McQueen'e ait. Sheffield United'ın bulunduğu Division 2 ortamından değil; ligin hatta Hamburg gibi Avrupa'nın başa oynayan takımlarından bahsediyoruz. Sheffield'ın İngiliz topraklarında kendini kanıtlamış yıldızı Tony Currie'nin Leeds'e transferinin 250 bin pound'a patladığını da unutmamak lazım. Elbette Maradona, Keegan dahil adı geçen bütün oyunculardan büyük bir yetenekti ama dönemin şartlarına baktığımızda 300 bin pound da kolayca ödenebilecek bir miktar değil gibi sanki? Cuntanın yolu kesmesi durumuna gelirsek…
Mutlu Harry, Maradona'dan istediği sonucu alamayınca Rattin'in listesinde, henüz milli takımda oynayamasa da River Plate'in gelecek vadeden orta saha oyuncusu Alejandro Sabella'yı 160 bin pound karşılığında İngiltere'ye götürmeyi başarmıştı. Haslam, onun yeteneğinden etkilendiğini anlatıyor ve şöyle devam ediyordu: "River Plate, onu bırakmaya sıcak bakmıyordu. Anlaşma yapıldıktan sonra havaalanına gittiğimizde pasaportları kontrol eden bir adam vardı, gitmemize izin vermiyordu çünkü Sabella bizimleydi. Yaptığım en kolay anlaşma değildi. Bir bürokrasi dağının ardından Sabella'ya yaşamak için bir yer sağlamanın da bir maliyeti vardı ki bu o kadar da ucuz değildi…" Bürokrasi dağını oluşturan herhalde Sabella'nın pasaportunda yaşanan sorun değildi sadece...
Falkland
Ardiles ve Villa, Division 1'da ses getirirken Haslam'ın Sabella hamlesi tutmadı. Dahası ondan ikinci bir 'Luton Destanı' bekleyenler büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaktı. 1978- 1979 sezonunda Division 2'dan da düştüler. Fakat Harry'nin Arjantin sevdası geçmedi. Juan Sebastian Veron'un eniştesi Pedro Verde de 1978'de kulübe ayak basacaktı. Ama üç yılda sadece 10 maç oynadı ve bugün sadece ortadan kaybolan bir kupanın sorumlusu olarak anılıyor…
Haslam, 1980'de Division 4'a düşmeden birkaç ay önce Sheffield'dan ayrıldı. Ama ona minnet duyanlar da vardı. Dönemin topçularından Mike Speight, şunları söylemiş: "Harry'nin işleri yapmak için kendine özgü bir yolu vardı, harika bir adamdı. Zamanının ötesindeydi, kim Arjantin'in eski kaptanıyla iletişime geçip onu Güney Amerika'nın en iyi genç oyuncularını Sheffield'a getirmek için kullanır ki? Ona teşekkür etmemiz gereken çok şey var." Haslam'ın Maradona tutkusu ise geçmemiş. Yıllar önce tıpkı Burkinshaw gibi Buenos Aires uçağına davet ettiği ama son anda gitmekten vazgeçen Arsenal menajeri Terry Neill, sıradaki şanslı dost olmuş. Oğlu Keith anlatıyor: "Babam Sheffield United'dan ayrılmıştı. Arsenal menajeri Terry Neill'dan bir telefon aldı. Diego için bir anlaşma yapıp yapamayacağını öğrenmek istiyordu. Yine Buenos Aires'e gidildi ve anlaşma yapıldı. Babam eve geldiğinde her şey yolunda görünüyordu. Ama dört gün sonra Maggie Thatcher filoyu Falkland'a gönderdi ve her şey mahvoldu…"
Harry Haslam, 1982'de eski dostu Bobby Robson ile bu sefer milli takımda birlikte mesai yaptı ve Maradona'nın Arjantin-İngiltere rekabetine Rattin'i solda sıfır bırakan koca bir imza atmasından birkaç ay sonra hayata gözlerini yumdu. "Sabella yerine Maradona gelseydi?" sorusu bugün bile Sheffield United'lılar için gizemini koruyor. Ama Maradona'nın ilk Avrupa deneyiminde Barcelona'da yaşadıkları düşünülürse başarılı olacağının bir garantisi yok gibi. Oysa Haslam'ın girişimciliğinin tarihte onlara bir yer edindirdiği kesin: Maradona'yı keşfeden ilk Avrupa kulübü. Üstelik hiç oralı olmayanlar varken…
Simon Kuper'in Ajax: Hollandalılar ve Savaş kitabı, çoğunluğu Hollandalı Yahudi futbolcuların 2. Dünya Savaşı sırasında yaşadıklarını konu ediyordu. Kuper'in söyleşi yaptığı isimlerden biri de Meijer Stad'dı. Stad dönemi uzun uzun anlatıyor ve Kuper'i de şaşırtan bir manevra ile başka bir hikâyeye geçiyordu. 1974 Dünya Kupası'ndan sonra Kopenhag'daki bir kongrede, aynı zamanda bir kulüp yöneticisi olan Arjantinli bir şarap tüccarı ile tanıştığından ve Arjantinlinin teklifinden bahsediyordu Stad: "Bakın, bizde bir çocuk var, çok genç bir oğlan, ama harikulade bir futbolcu. Bu çocuğu bir Hollanda kulübüne aldıramaz mısınız acaba?" O dönem FC Den Haag'ın sahasında bir kadın atletizm takımı çalıştıran Stad, Den Haag'a bu öneriyi sunduğunu ama ilgilenilmediğini söylüyordu. Sparta Rotterdam, Feyenoord, Ajax… Ulaştığı kulüp yetkililerinin hiçbirisinin ona dönmediğinden bahsediyor, Kuper'e Maradona'dan gelen Noel kartını gösteriyordu. Sohbetin sonunda Kuper, Maradona'yla ilgilenmeyen Sparta yöneticisinin Hans Sonneveld olduğunu öğreniyor ve Sonneveld'i ziyarete gidiyordu.
"… Sonunda konuşma fırsatını bulunca, Maradona'yı nasıl kaçırdığını anlattım. Bir sessizlik oldu. Sonra Sonneveld bağırdı: 'Doğru olamaz! Aman Tanrım, Maradona ha!' Başını salladı. 'Ama şey, o Arjantinliydi, sanmıyorum ki Sparta yönetim kurulu… Ama ben gerçekten bütün Hollanda'yı taradım. Maradona mı! Gerçekten doğru mu bu? Ah keşke görmüş olsaydım. O adam Maradona'nın Belçika'da ya da Norveç'te oynayacağını söyleseydi gidip bir bakardım."