
Özkan Hocam Diyebilmek
12 dk
80 yaşında hayatını kaybeden Özkan Sümer sadece bir Trabzonspor efsanesi değildi, aynı zamanda onuru için yaşayan, inandığı doğrulardan taviz vermeyen, dürüst ve ilkeli karakteriyle akıllara kazınan eski zaman insanlarındandı.
Hitap, konuşmaların başlama vuruşu. Sözü, muhatabına yönelten ilk pas... Eskiden nasıl hitap ettiğiniz ne söyleyeceğinize dair bir fikir verebilirdi. Şimdi sevdiğimiz de öfkelendiğimiz de başkan, kaptan, ağa, reis olabiliyor. Sözün sahibi ile adresi arasındaki ilişkiden bağımsız bir hiyerarşik kodlama, bir ast-üst imleci… Kültürel yapı, iletişim zemini ve değerler değiştikçe hitap biçimleri de dönüşüyor tabii! Yani 'zatıaliniz'den 'kralll'a giden yolda yalnızca zamanın değil; başkalaşan bir toplumsal zihniyetin de izi var.
Hele futbol aleminin gücü, başarıyı, karizma ve liderliği fütursuzca yücelten kültürel iklimi buna o denli müsait ki… Herkes birbirinin abisi, başkanı, reisi, imparatoru, kralı… Üstelik bazıları, iş düzeninin dikte ettiği dikey silsilenin önüne geçecek kadar kurumsallaşmış durumda. Özkan Sümer bu hitaplardan hoşlanan biri değildi. Trabzonspor'un her şeyi oldu; futbolcusu, teknik direktörü, başkanı… Ama o tek bir unvanı yürekten benimsedi: Hoca. Özkan Hocam…
Özkan Hoca'nın büyüklüğü ne kupalara sığar ne de yücelik sıfatlarıyla ölçülebilir. Benim gözümde onun mertebesine ulaşan bir kişi daha yok… Dikkat edin, bu iddiayı ben taşıyorum; Özkan Sümer değil. Yaklaşık üç sene önce Özkan Hoca'nın hayatını anlatan bir kitap yayımlandı. Önce size Türkiye'deki başarılı teknik direktörlerin yaşam öykülerini konu alan birkaç kitabın ismini hatırlatayım: Kocaman Bir Adam (Aykut Kocaman), O Bir İmparator (Fatih Terim), Kupaların Efendisi (Ahmet Suat Özyazıcı), Güneş Doğudan Yükselir (Şenol Güneş), Mustafa Denizli Fırtınası… Özkan Hoca'nın kitabı için uygun gördüğü başlık ise Kendini Arayan Adam. Editör seçimi değildi bu; bizzat hocanın kendisi bu ismi tercih etmişti.
Bu, Özkan Sümer'in hayata karşı aldığı tavrı göstermesi açısından da dikkate değer. Onu yakından tanıyanlar, Özkan Hoca'nın iyi bir düşünür olduğu görüşünde birleşirler. Çünkü kendini aramak hali, insanın doğumundan ölümüne dek süren varoluş serüveni boyunca bitmeyen bir tefekkürde olmasını zorunlu kılıyor. Kendin olmak, kendi varlığını anlamlandıracak bilgiye erişmek ve eriştiğin bilgiyi eyleme dönüştürmek için düşünmek... Özkan Sümer'i futbolun filozofu yapan da işte buydu.
Kafalar ve Kollar
Özkan Sümer futbolculuk yıllarında kavgacı bir karaktere sahipti. Mahalle maçlarında, ilk lisansını çıkarttığı Trabzon İdman Ocağı'nda, transfer olup gittiği Zonguldak Kömürspor'da… Onun futbolculuğunu bilen herkes ne denli hırçın bir oyuncu olduğunu da yüksek sesle söyler. Ahmet Suat Özyazıcı, Sümer'i överken "Kafası gibi kolları da müthiş çalışır" demişti. Çünkü kafasıyla çözemediği sorunları kollarıyla çözer!
1967'de kurulan Trabzonspor'un ilk yöneticileri, Özkan Sümer'i bu haklı şöhretini bilerek profesyonel yaptılar ve takımlarına kattılar. Özkan, Bordo-Mavi formayla sahaya çıkan ilk "ilk 11"de defansın belkemiği olarak yer aldı. Öte yandan profesyonellikle bağdaşmayan her türlü aksiyonun içinde yine o vardı. Trabzon'un ünlü Şehir Kulübü'nde içki içip ertesi gün para cezasını yöneticilere elden ödüyor, bir şeylere kızıp idmanları ve maçları boykot ediyor, bazı futbolcularla çok yakın arkadaşlıklar kurup takım içinde homojen bir yapı oluşmasını engelliyordu. Özkan Hoca, yıllar sonra bir futbolcuda görüp de nelere kızacaksa gençliğinde hepsini yapmıştı!
1970 yılında Trabzonspor'dan ayrılıp Akçaabat Sebat Gençlik'in formasını sırtını geçirdiğinde o artık antrenör futbolcuydu. Yani hem takımın bir parçası olarak sahaya çıkıyor hem de antrenör Zekeriya Bali (Serdar Bali'nin babası) ile birlikte takımın teknik sorumluluğunu üstleniyordu. Sebat Gençlik'te futbolcularla yaşadığı bazı olaylar kendi ifadesiyle onu "uyandıracak", futbol hayatında "isyankâr ve disiplinsiz biri" olmasına rağmen bu işin disiplinsiz asla yapılamayacağını o zaman kavrayacaktı.* Özkan Sümer, Sebat macerasının ardından antrenörlük kurslarına gitmeye başladı. Öyle ki o yıllarda amatör antrenörlere kapalı olan bazı eğitimleri alabilmek için bakanlığa defalarca müracaat etti, federasyonla kavga etti ve amatör futbolun ilerlemesi için gösterdiği mücadeleyle de saygınlık uyandırmasını bildi.
Özkan Sümer tüm hayatı boyunca yurtiçinde ve yurtdışında antrenörlük kurs ve seminerlerini yakından takip etti. Tüm benliğiyle bilgiye, bilimsel düşünceye ve metodolojiye inanıyordu. Belki de kendini aramanın, ararken buldum/oldum dememenin en güzel ifadesi de buydu: Sümer'in bilgiye duyduğu açlık hiç bitmiyordu.
Sümer, genç futbolcular yetiştirmeye Trabzon bölgesinin fahri antrenörlüğünü ve sonrasında Trabzonspor Kulübü'nün altyapı sorumluluğunu üstlendiği 1970'li yıllarda başladı. Şehirdeki amatör kulüplerin genç takımlar kurmasını destekledi; Yolspor Kulübü Başkanı Osman Saka ile Trabzon Gençler Ligi'ni başlattı. Bu Türkiye'de bir ilkti. Trabzon'da çok güçlü bir altyapı kültürü yarattı. Yaşamı boyunca hep değişime ve gelişime açık bir karakter sergiledi. Çünkü yetiştirmek için önce yetmek gerekiyordu ve o da bunun bilincindeydi.
Genç takımlarda ortaya koyduğu başarı, kısa süre içinde tüm yurtta bilinen bir 'hoca' olmasını sağladı. Rizespor ve Bursaspor gibi profesyonel kulüpler Özkan Hoca'ya, A takımlarının başına geçmesini teklif ettiler. Hocanın Birinci Lig'in iddialı ekiplerinden Bursaspor'un teklifini reddetmesi şaşkınlık yarattı. Vaktinden önce gelen şanslara kapısını kapatan Sümer bu kararı neden aldığını şöyle açıklayacaktı: "Tam donanımlı, deneyimli, düşünce olarak hazır olmadığım bir yerde bu büyük sorumluluğun altına giremem."
1977 yılında Özkan Hoca'nın yönetimindeki Trabzonspor genç takımı Türkiye'yi temsilen gittiği Federal Almanya'daki 7. Uluslararası Genç Takımlar Futbol Turnuvası'nda şampiyon oldu. Sümer, Almanya dönüşü Cumhuriyet gazetesine yaptığı açıklamada başarılarını sürekli çalışma ve sabra borçlu olduklarını söyleyecekti. Trabzon Lisesi ve Trabzonspor amatör takımının da aynı yıl şampiyon olduğunu anımsatan Sümer'e göre, bu kentteki büyük futbolcu kaynağı ancak tesisleşme sağlandığı takdirde gerçek anlamıyla ortaya çıkabilirdi.** Tesisleşme, yazılarında ve konuşmalarında Trabzon kamuoyuna sürekli işlediği, hatta yöneticilerin kendisine verdiği 'tesis' sözünü tutmamasından dolayı görevinden istifa edecek kadar önem verdiği bir konuydu.***
Trabzonspor, Mehmet Ali Yılmaz'ın başkanlığı döneminde tesislerine kavuştu. Sümer'in 1990'da ortaya koyduğu bir diğer büyük düşü; İstanbul'da bir Trabzonspor Koleji ve Trabzonspor Üniversitesi kurma fikri ise hayata geçirilemedi.
Aslında Trabzon ve Trabzonspor, Özkan Hoca'nın futbola dair yapıcı düşüncelerini sınadığı ve kısmen de olsa gerçekleştirebildiği bir mikro platformdu. Onun Trabzon'da kurmaya çalıştığı sistem, bütüne dair de çok şey söylüyordu. Yıllar sonra Anadolu Ajansı'na verdiği bir röportajda "Türk futbolunun Arşimed noktası üretimdir" diyerek kurtuluş reçetesinin ilk sütununa 'gençlere yatırım'ı yerleştirecekti. Çünkü "değer vermediğin bir şeyin değer üretmesi" beklenemezdi. Ancak yine Özkan Hoca'nın tabiriyle "Türk toplumu sportif açlığını kendi çocuklarını yiyerek gidermeyi" tercih edecekti.
Büyük düşlerin, büyük ideallerin insanıydı Özkan Sümer. Kimileri için boşa kürek çeken biriydi, beyhude fikirlerin peşindeydi. Kendisine Don Kişot diyenlere "Don Kişot'un bir felsefesi var!" şeklinde verdiği yanıtı ise çok az insan anlayabildi…

Özkan Hoca'nın profesyonel bir takım çalıştırmaya hazır hissettiği an gerçekten de en doğru zamandı. Trabzonspor A takımının başındaki ilk sezonunda şampiyonluk kupasını kaldırdı. Memleket futbolunda Birinci Lig'e ayak basar basmaz şampiyon olmuş başka bir teknik direktör var mı, bilemiyorum… Hocalık kariyeri boyunca Trabzonspor ile iki Birinci Lig şampiyonluğu (1978-79, 1980-81) ve bir Cumhurbaşkanlığı Kupası (1978-79), Galatasaray teknik direktörü olarak bir Türkiye Kupası (1981-82) ve bir Cumhurbaşkanlığı Kupası (1981-82) ve Konyaspor ile bir İkinci Lig şampiyonluğu (1987-88) kazandı. Seksenlerin başında Türk futboluna şok pres anlayışını getirdi. Bu yenilikçi teknik adamın milli takım kariyeri ise oldukça kısa sürdü. Trabzonsporlu futbolculara iltimas gösterdiğine yönelik eleştiriler, Galler yenilgisinden sonra artınca görevinden ayrıldı. Oysa Mümtaz Soysal gibi futbolu 'dışarıdan' gözlemleyenler, Sümer'in uzun vadeli bir çaba içinde olduğunu kavramıştı:
"Geçen günkü milli maç (Galler maçı) Türk takımının çıkardığı en kötü maçlardan değildi. Futbol tarihimizde çok daha beceriksizce, çok daha şaşkın oynanmış maçlar var. (…) Bir adam (Özkan Sümer) sorumluluk yüklenmiş ve olanaksızlıklar içinde bir milli takım politikası uygulamak iddiasıyla ortaya çıkmış… Yaptıklarında ve uyguladıklarında da bilimle, teknik ciddilikle ve sağduyu ile çatışır hiçbir şey yok. Arada da Karadenizli kesinliği ile ilkeler koyup bunlardan şaşmamak gibi bir tutkusu var. Gerçi Turgay'ın (Şeren) dediği gibi futbolda kazandığın zaman haklısın arkadaş… "****
Değerler Manzumesi Sümer
Özkan Hoca, onuru için yaşayan, inandığı doğrulardan asla taviz vermeyen, dürüst ve ilkeli karakteriyle akıllara kazınan eski zaman insanlarındandı. Öğrencilerinden Tolga Zengin, "Her sözü bir öğüt, her sözü ilkeler bütünüydü" diye yazmış Özkan Hoca'nın ardından... Öte yandan Özkan Hoca'yı incitmek için de tek bir kötü söz yeterdi. Leb demeden istifa etmiş bulabilirdiniz onu. Ancak bu bir kibir alameti değildi… Öyle olsaydı, Trabzonspor teknik direktörlüğünden ve hatta başkanlığından sonra altyapıya geri döner miydi? Camia zor zamanlarında Özkan Hoca'dan başkanlığa gelmesini istemiş; camiayı toparlayacak tek adam olarak görülen Sümer, kendini bir anda başkanlık koltuğunda buluvermişti. Üstelik mesleğini feda ederek: "2001'de kulüp başkanı oldum. Başkan ve yönetici olan herkesin kendi işi vardır. Ayrıldığı zaman kendi işini yine devam ettirebilirdi. Ama mesleği sadece teknik adamlık olan bir kişinin başkanlık yaptıktan sonra eski işine dönme şansı olur mu? Ben kendi işimi feda ettim."
Özkan Hoca, başkanlık görevinden sonra bir daha profesyonel takımlara geri dönmedi. Ama altyapı ile kurduğu duygusal bağ, Trabzonspor'un eski futbolcusu, teknik direktörü ve başkanı olan bu futbol insanını, yine gençlerin Özkan Hocası olmaya yöneltti. 70'li yaşlarının sonuna kadar kesintilerle de olsa sürdürdü bu görevini… Onun yetiştirdiği futbolcuları burada tek tek saymak mümkün değil. Ancak son elli yıldır sahalarda gördüğünüz neredeyse tüm Trabzonlu futbolcularda Özkan Hoca'nın emeği var.
Özkan Sümer büyük düşlerin, düşüncelerin olduğu gibi büyük cümlelerin de ustasıydı. O konuştu mu dinlemeye doyum olmazdı. Üstelik nüktedandı, hazırcevaptı. Tıpkı Beşiktaş'ın Baba Hakkı'sı, Fenerbahçe'nin Sait Çelebi'si yahut Beykoz'un Kelle İbrahim'i gibi Özkan Hoca da tedrisatından geçmiş tüm futbolcuların hafızalarında bugün dilden dile dolaşan fıkra tadında anılar bıraktı.
Özkan Hoca çok kitap okur, okutur, notlar alır, okudukları üzerine uzun fikir nöbetleri tutardı. Diksiyona bilhassa önem veriyordu. Bu konuda Trabzonspor'un ilk teknik direktörü Halil Özyazıcı'dan etkilenmişti. Fenerbahçe'nin eski oyuncularından Halil Özyazıcı mükemmel bir Türkçeye sahip bir İstanbul beyefendisiydi. Özkan Hoca Türkçenin kullanımı konusunda da kendini geliştirecek, üstelik bir inci kolye dizer gibi özenle sıraladığı sözlerini, Karadeniz şivesine de hapsetmeyecekti.
Ekim 2017'de yapılan Trabzonspor Divan Genel Kurulu'nda Özkan Sümer kürsüdeyken onu dinleyenler arasındaydım. Trabzonspor'un bir kulüpten fazlası olduğunu anlatıyordu Hocam: "Trabzonspor dalgaların sesidir. Yaylaların sisidir. Ormanların gizidir. Kemençenin sözüdür. Trabzonspor bebelerin ninnisi, ninelerin türküsü, yaşlılarımızın öyküsü, gençlerimizin tutkusudur."
Eğer bugün "Trabzonspor bir kulüpten fazlasıdır" diyebiliyorsam, Özkan Hocam için de "Benim Trabzonsporumun mimarıdır" diyebilirim.
Kaynakça
• İhsan Öksüz, Kendini Arayan Adam Özkan Sümer, Kıyı Yayınları, 2018, s.34.
• Cumhuriyet, 27.6.1977.
• Milliyet, 15.1.1982.
• Öksüz, 23.