Rol Modeli

7 dk

İpek Onaran, kendini hayatı boyunca hep yol ayrımlarında buldu. Belki hemen hepsinde spordan uzaklaşabilirdi ama yapmadı. Artık o hem Ironman’de yarışan bır triatlet, hem de bir matematik öğretmeni.

Spora çocukken triatlet olarak başlamak çok yaygın olmasa gerek... Siz de yüzmeyle başladınız fakat sonrasında triatlona geçtiniz. İlerleyen dönemde hiç bundan pişmanlık duydunuz mu?

Aslında çocukken yüzmeyi çok fazla sevmiyordum, sıkıcı buluyordum. Aynı havuzda hiç konuşamadan gidip gelmek çok benlik değildi, dolayısıyla triatlondan asla pişman olmadım. Hatta tekrar dünya gelsem yeniden triatlet olurum. Benim başlamam, yüzme antrenörüm Okan Ulaş sayesinde oldu. Abim ve ben ona büyük bir hayranlık duyuyorduk. O sıralarda 11 yaşındayım. Antrenörümün triatlon bisikletini görmüştüm. Şekilli, dikkat çekici bir şeydi. Sonra biz de triatlona başladık. İlk başta hafif koşular yapıyorduk. Bir de Pinokyo bisikletim vardı ona binerdim. 1998 yılında Çeşme’de ilk kez halk triatlonuna katıldım. Bu, çok kısa mesafelerle yapılan bir yarıştı. Orada küçük yaşıma rağmen benden büyük kadın sporcuları geçmeyi başarmıştım.

Çok erken yaşlarınızda spora başlamanızda ailenizin de teşviki olmuştur. Peki sonrasında; işin içine eğitim hayatı da girince, sizi bir seçim yapmak durumunda bırakmadılar mı?

Şanslıyım ki hayır. Özellikle babamın çok desteğini aldım. Bana sporu hep o aşıladı. Çevreden bazen bununla alakalı itirazlar oluyordu çünkü bir yandan eğitim vardı. Babam bana kimseyi dinlemememi ve istediğim şeyin peşinden gitmem gerektiğini söyleyip durdu. Beni istemediğim bir seçim yapmak zorunda bırakmadı. Bazen çok büyük yol ayrımlarına düştüğüm ve bir fikir beyan etmesi için ona yalvardığım zamanlar oldu ancak yapmadı. “Bu senin hayatın, sorumluluğunu ben alamam” dedi. Olduğum kişiye dönüşmemde ailemin emeği büyük.

Peki şu anda olduğunuz kişiyle aranız nasıl? Çünkü tam zamanlı çalışan bir matematik öğretmeni için, bu seviyede spor insanüstü gibi...

Aslında her şeyi planlı ve vaktinde yaparsanız ne kadar fazla zamanınızın kaldığına şaşırıyorsunuz. Tabii bahsettiğim planların içerisinde beş tane dizi izlemek yok. Bir gün öncesinden, hep ertesi günümü programlarım; “İşten sonra şunları hazırlamam lazım, sonrasında şu antrenmanı yapacağım” gibi. Bazı kaçırdığım şeyler de oluyor tabii. Beşinci sınıf öğrencilerinin derslerine giriyorum ve bazen popüler bir diziden replikler söyleyebiliyorlar. “O ne?” diye kalıyorum. Bilemeyince de sanki uzaylı görmüş gibi bana bakıyorlar. Bir o sıkıntım var, başka sorun yok.

Öğrenciler, veliler, iş arkadaşları… Okulda spor hayatınıza karşı nasıl bir algı var?

Bu seneye kadar çalıştığım kurumlarda çok destek gördüğümü söyleyemem hatta zaman zaman matematiği kötüye giden öğrencilerimin velileri, nasıl oluyorsa bunu spor yapmama bağlayabilmişti! Fakat bu yıl, Moda Fen Koleji’ne geçtim ve “Dünya varmış” dedim. Kurucumuz Fatih Bey büyük bir spor aşığı ve benim öğrenciler için bir rol modeli olduğumu düşünüyor. Beren adında, tenis oynayan bir öğrencim; “Tıpkı öğretmenim gibi hem spor yapar hem sınavlarıma hazırlanırım” demiş mesela annesine. Veli toplantısında öğrendim, çok duygulandım.

Fakat ne kadar plan program olursa olsun, yine de sosyal hayattan bir feragat var gibi gözüküyor...

Ben de herkes gibi dışarı çıkıyorum, sinemaya gidiyorum. Fakat ister istemez sosyal çevrem spor yapan insanlardan oluşuyor. Mesela dışarıda otururken saat 10 buçuk oldu mu, “Haydi arkadaşlar” diyerek dağılıyoruz çünkü sabah çoğumuzun antrenmanı var. Bu durumlarda herkes evine, yataklarına koşuyor.

Sanki bu fedakârlıklar sonuç veriyor gibi. Geçtiğimiz yaz Avusturya’da Ironman Dünya Şampiyonası’na katılım hakkı elde ettiniz. “Artık bir üst seviyeye çıktığım yarış olacak” demiştiniz. Sizce nasıl geçti?

Ona gidebilmek için Norveç’te düzenlenen yarı Ironman yarışında birincilik elde ettim. Daha önce bu yarışlarda Türkiye’den ikinciler, üçüncüler çıkmıştı fakat benimki ilk galibiyetti. Bu ayrı bir sevinç oldu. Devamında dünya şampiyonasına gitmek de benim ödülümdü. Düşünsenize, Instagram’dan takip ettiğim sporcular gelmiş ve onlarla aynı karedeyim. İnanılmaz bir deneyimdi, büyük tecrübe kazandım. En üst düzeydeki sporcuları gözlemleyebilmek bile başlı başına bir olaydı. Artık hedefim basamakları tek tek çıkarak, orada başarılar elde etmek olacak. Belki ilk on, belki ilk beş… Fakat her şey zamanla.

Zaten en üst düzeydeki sporcular için bile triatlon hiç kolay değil. Mesela son olimpiyat şampiyonu Alistair Brownlee’ye göre her disiplin zor ama en zorlayıcısı yüzme. Siz yüzmeden gelmenin avantajını gördünüz mü?

Yüzme çok teknik bir branş, ‘yüzerlilik’ diye bir şey var ve onu belli yaşta suya girerek edinebiliyorsunuz. İlerleyen yaşlarda kolay değil. Ben de bu durumun büyük avantajını yaşıyorum. Sıfırdan koşabilirsiniz, bisiklete binebilirsiniz ancak yüzmenin oturması biraz zaman alır. Zaten çok talepkâr, fazlaca antrenman isteyen nankör bir spor. Örneğin yüzme derecenizi bir dakika geliştirebilmek için belki iki sene boyunca sabah akşam havuza girmeniz lazım. Koşuda aynı bir dakikayı kazanmak, üç aylık bir çalışmayla mümkün olabiliyor.

Peki triatlonu seçim aşamasında, tek başına yapılan yüzme, bisiklet veya koşuda belli bir seviyenin üstüne çıkılamayacağını anlamak ve bu kombine disipline yönelmek yaygın mı?

Kesinlikle. Hatta biz öyle sporcuların gözünün içine bakarız. Mesela çok iyi bir yüzücü fakat kariyer anlamında gelebileceği noktaya gelmiş, zihinsel olarak doymuş. Yüzmesi zaten iyi, bisikleti ve koşusu gelişirse çok iyi noktalara gelebilir. Bu şekilde ikna etmeye çalışıyoruz. Gerçi bir yüzücünün, koşuyu da sevmesi nadir rastlanan bir şey… Yine de yarışlarımızda ne kadar katılımcı olursa benim o kadar hoşuma gidiyor. Özellikle de kadın katılımcıların artması için çabalıyoruz.

Üç spor arasında bir seçim yapsanız, herhalde bir favoriniz vardır...

En çok koşuyu seviyorum. Eskiden sporu bıraktığım bir dönem de olmuştu zaten, o sırada bile ne zaman canım sıkkın olsa koşmaya çıkardım. Bana her şeyi unutturuyor. Bisikleti de televizyondan izlemek çok daha keyifli.

Aileniz ve yakın çevrenizden destek aldığınızı belirtmiştiniz. Peki ya sizi takip edenlerden nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?

Çok güzel dönüşler oluyor. İnsanlar spora, “Ben yapamam, edemem, zamanım yok” şeklinde çekimser yaklaşıyorlar. Ben TED konuşmamda da bunu söyledim, aslında çok fazla zamanımız var. Belki bir alışveriş merkezi programından feragat etmek, spor yapmak anlamına gelebilir. İnsan zaten hep yapmadığı şeylerden korkar. Şöyle bir örnek vereyim; bundan bir ay önce ilk kez maraton koştum San Sebastian’da. Ölü sezonda ve hazırlıksız olmama rağmen oldukça iyi, 3 saat 8 dakikalık bir derece yaptım. Tam 42 kilometre. Zor görünüyor değil mi? Hayır. Yakın zamanda İstanbul trafiğinde araba kullanmaya başladım. Bence asıl o zor ama alışacağım. Spordan da korkmamak lazım. Mesela ben koşmaya başlayıp pişman olanı görmedim. Bu açıdan bir örnek olabiliyorsam mutlu olurum.

İpek Onaran'la Çılgın Pazartesi

06.00: Uykudan kalkış

07.00: Okulda yüzme antrenmanı

08.00: Giyinme ve kahvaltı

09.00-16:00: Aralıksız sekiz ders (Çoğunlukla ayakta)

17.00: Çekmeköy’de özel matematik dersi

19.00: Hepsinin üstüne bir de crossfit

21.00: Eve dönüş

21.30: İstiklal Marşı ve kapanış

Socrates Dergi