Obsesyon

12 dk

Tottenham Hotspur'la birlikte itibarını yeniden kazanmak isteyen Jose Mourinho, İngılizler için de büyük bir saplantı. Rory Smith, Portekizli teknik adamı anlattı.

İngiltere, televizyon yayınlarından çimlerinin yeşilliğine, büyük gazetelerinden Premier Lig'in pazarlanmasına kadar pek çok alanda dünya futbolu için merkez olma özelliğini koruyor. Ne ilginçtir, 21. yüzyılın başından beri o merkezde bir de Portekizli teknik adam var. Bu kültürde bir gazeteci olarak yetişip New York Times'ın futbol şefi olan Rory Smith'i Mourinho konuşmak için aradığımızda da heyecanlıydı. Bütün meslektaşları gibi o da neredeyse yirmi yıldır aynı filmi izliyordu.

Son yazınızda "Mourinho'nun bize Instagram'dan anlatmak istediği nedir?" diye sormuştunuz. Gerçekten ne anlatıyor?

Jose Mourinho kariyeri boyunca büyük ve kuvvetli imajını inşa etti. Pep Guardiola'nın sözünü ettiği 'El puto jefe' (Kahrolası Patron) imajı. Akıl oyunlarının ve güç savaşının patronu, her zaman detaylı plana sahip biri. Sanki bir filmin içindeki kötü adam gibi. Örneğin, en son Liverpool-Tottenham maçında söyledikleri klasik bir Mourinho süreciydi. Öncesinde Liverpool'un sakatlık sıkıntısı olmadığını ifade etti. Maçtan sonra da Jürgen Klopp'un yanına gidip "En iyi takım mağlup oldu" şeklinde konuştu. Tipik bir Mourinho hareketi zira gazetecilerin ona Klopp ile ne konuştuğunu soracağını biliyordu. Amacı tartışma yaratmaktı. Kutuplaşma ve gerilim. Böylece anlatıyı "Spurs, Liverpool'a yenildi" çerçevesinden başka bir yere taşıyacaktı.

Portekizli, sırf bu hareketleriyle bile sosyal medya veya Instagram için mükemmel bir isim. Hesabına göz attığınızda aslında onun ana kahraman olduğu fotoğrafları bekliyorsunuz. Yani Putin'in ata bindiği karelerin muadilleri. Soyunma odasına hükmettiği fotoğraflar. Ama hayır, orada bu yok. Tam tersine çok eğlenceli. Biraz daha insani tarafını göstermek için olabilir. Başka bir çağda başka bir bağlamda iletişim kuruyor gibi insanlarla. Instagram'da verdiği görüntü, normal hayattakine nazaran çok daha alışılmadık. Misal, otobüste tek başına oturduğu kareye yazdıkları: "Umarım otobüsteki herkes en az benim kadar üzgündür." Bu dediklerini bir basın toplantısında da söyleyebilirdi ve oyuncularına bir mesaj vermiş olurdu. İşe yarardı da. Ama gidip Instagram'da yapınca yarattığı gerilimin çok daha ilginç olduğunu hissediyorum. Belki de Mourinho'nun Instagram'ı, kamuoyuna söylemediği ama söylemek istediği şeyleri en iyi şekilde söylediği yer. 'Lost in Translation' misali...

Takım çalıştırmayıp yorumculuk yaptığı dönemden sonra oyunda yeniden bir cazibe buldu mu sizce?

Manchester United'da geçen senelerden sonra çok bıkmış gözüküyordu. Tüm o dönemi şehirde bir otel odasında geçirdi. O bir senelik aranın ona iyi geldiğini düşünüyorum. Mourinho bence hiçbir zaman değişmiyor. Yeni bir iş aldığında hep söylediği şeyler var. Chelsea'ye ikinci kez geldiğinde mutlu biriydi. United ve Spurs'e geldiğinde futbol felsefesinin değiştiğinden bahsediyordu. Ama değişmiyor, bunu kendi de biliyor. O her zaman Mourinho gibi davranıyor, prensiplerine sadık. Yalnızca "Değiştim" demek zorunda ama içten içe değişmediğini o da biliyor. Artık 57 yaşında zaten. Eğer illa bir şey değiştiyse, artık ona istediği şeyleri sunabilecek oyunculardan kurulu takımları seçiyor. Tottenham'ın aslında deneyimli ama başarıya aç bir kadrosu var. Onların tamamından daha çok kazanmış biri olarak da kadroyu yönetiyor. Yani "Bunları yapacağız ve işe yarayacak" diyebilir ve kanıt olarak kazandıklarını gösterebilir. Bu United veya son dönemde Chelsea'de sahip olduğu bir hitabet şekli değildi.

Real Madrid elbette kazanmayı arzuluyordu ama bunu belirli bir tarzla yapmak istiyordu. Mourinho'nun Madrid'de yaşadıkları onu kötü mü etkiledi?

Evet, Madrid ve United gibi takımlarda hem yenmeli hem de bunu bir tarzla yapmalısınız. Ve bence Mourinho buna saygı duymuyor. Ona göre kazandıysanız, kazanmışsınızdır. Madrid'de bunun sıkıntısını yaşadı. İlk defa gittiği bir yer ondan büyük kalmıştı. İlk defa oranın sunduğu fikirleri kabul etmek zorundaydı. Porto, Portekiz futbolunun doğası gereği Mourinho ile değişime hazırdı. Chelsea'nin o gelene kadar tek şampiyonluğu vardı. Para vardı ama kulübün nasıl hareket edeceğine dair fikri yoktu.

Böyle bir ortamda da imajını, fikirlerini harika yansıttı. Inter tarihi bir kulüp ama Şampiyonlar Ligi'ni kazanma isteği o kadar yoğundu ki Mourinho'nun bu kupayı getirebilecek kişi olarak düşünülmesi ona istediği alanın verilmesini sağladı. Madrid ve United'da ise bu olmadı çünkü o kulüplerde teknik direktörlerin kulübün geleneklerini benimsemeleri gerekir. Bu da Mourinho'ya uymuyor çünkü kazanmak için neden bir ön şarta sahip olmanız gerektiğini anlamıyor. 'Güzel futbol, göze hoş gelen futbol' konseptinin saçmalık olduğunu düşünüyor. Onun için güzel futbol, elindeki kadroyla en iyi sonucu alabildiğin futboldur.

All or Nothing: Tottenham belgeselinde dendiği gibi ne zaman bir kulüp kazanmayı düşünse Mourinho'nun kapısını çalıyor. Bu anlamda Mourinho mitini nasıl açıklarız?

Bütün büyük teknik direktörlerin büyük mitlere sahip olduğunu düşünüyorum. Mourinho da bu miti yaratıp sonrasında en üst düzeye çıkaran biri. İngiltere'de ona garanti başarı olarak bakılıyordu. Aslında ilginçtir, Real Madrid ile 2013'te yollarını ayırdığı günden bu yana tek lig şampiyonluğu kazandı. Lakin onun hakkında öylesine saplantılı düşüncelere sahibiz ki geçmişine göre daha az performans göstermesine rağmen aynı mitler devam ediyor. Nasıl küme düşme potasındaki takımlar oradan çıkmak için Sam Allardyce ile anlaşıyorsa...

Tottenham'da takım sahibi Daniel Levy, uzun süredir Mourinho hayranı. Bu açıdan da Levy için Mourinho ile anlaşmak kritikti. Levy ve Mauricio Pochettino orta sıralarda beklentinin altında performans gösteren bir kulübü Mourinho'nun çalıştırdığı bir takım seviyesine getirdiler. Belki stil olarak Pochettino'nun oyun yapısını devam ettirebilecek hocalar bulabilirlerdi. Fakat Mourinho'nun gelebilme ihtimali, yeni stadyumları gibiydi. O stadyum, yalnızca daha fazla gelir için yapılmamıştı. Diğer Avrupa kulüplerine, "Bizim de istediğimiz seviye orası" mesajını vermek için yapılmıştı. Mourinho transferi de öyle...

"İngiliz halkı, Clough'a 'Bir menajer böyle olmalı' diye bakardı. Mourinho da o ekolden..."

"İngiliz halkı, Clough'a 'Bir menajer böyle olmalı' diye bakardı. Mourinho da o ekolden..."

Aynı zamanda İngiliz futbolunun Mourinho'ya olan bağımlılığından bahsettiniz. Bu bağımlılığı ortaya çıkaran faktörler nelerdi?

İlki, basın toplantıları yani Mourinho'nun tiyatro sahnesi. Aforizmaları ve sataşmaları. Öyle ki o toplantılardan sonra koca İngiliz futbolunun tamamen Mourinho'dan ibaret olduğunu düşünüyorsunuz. Sanki futbol bir pembe dizi ve Mourinho da onun başaktörü. Medya mensuplarının başka hiçbir basın toplantısına öyle gittiğini düşünmüyorum. Öyle bir soru sorma hedefiyle gidiyorlar ki dökümü attıklarında editörleri "Eh, bu da sıkıcıymış" tepkisini vermesin. Başka hiçbir teknik adamın basın toplantısında bu kadar büyük açıklamalar alabilme ihtimaliniz yok zaten. Medyada kolay okunur ve ilginç başlıklar verebilecek isimlere karşı oluşmuş bir pozitif önyargı var. Mourinho yalnızca bunları yapan ama aslında vasat olan bir teknik direktör de değil ayrıca.

Bağımlılığın diğer nedeni ise menajer kültü. Matt Busby, Bill Shankly, Bob Paisley, Don Revie ve özellikle Brian Clough gibi isimlerin kült oluşlarının sebebi, İngiliz halkının onlara "Bir teknik direktör böyle olmalı" diye bakmalarıydı. Çok güçlü, her şeyi bilen, istediklerini takımına empoze eden, kontrol sahibi, medyaya malzeme veren isimler. Bu isimlerin böylesine sevilmelerinin biraz da Winston Churchill ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Ülkece onun yarattığı profile olan takıntının devamı. Mesela her iki senede bir Brian Clough kitabı çıkıyor ve İngiliz halkı sanki ona dair hiçbir şey bilmiyormuş gibi yeni kitaba da sarılıyor. Mourinho da bu profile çok uzak değil. Komik röportajlar veriyor, kibirli tarafı çekici geliyor, insanları eleştirmekten çekinmiyor. Sanki 'Uluslararası Brian Clough' gibi. Bir de Arsene Wenger'den sonra gelip yabancı bir teknik direktör olarak hayal gücümüzü çok ileri taşıması sıradışı. Hemen inanılmaz bir etki yaratmıştı. Daha ilk basın toplantısında "Ben özel biriyim" diyerek… Eğer 2004'te genç bir futbolsever olarak onu izleseydiniz Mourinho size tarihin en büyük spor figürü gibi gelebilirdi. Şimdi o seyirciler 25-35 yaş aralığındalar ve hatıralarında da hep Mourinho anıları var. Baktığınızda bu sene çok garip bir seneydi; basın toplantıları, argümanlar, hemen her şey değişti. Ama Mourinho, Mourinho olmaya devam etti.

İngiltere kariyerinin başında çok sık gündem olan 'özel biri' miti de hâlâ geçerliliğini koruyor mu?

Eğer size on kişi özel biri olduğunuzu söylerse özel olduğunuzu hissedersiniz. Yüz kişi özel olduğunuzu söylerse özel olduğunuzu bilirsiniz. Ona göre hareketleriniz değişir, kontrolden çıkabilirsiniz. Fakat Mourinho, hep kontrol halinde kaldı. Yaptığı her şeyi, bazı saçma hareketleri de, bir nedenden dolayı yaptı. Bu fikirle hayatını idare eden birinin her an ayağının kayma ihtimali varken o buna yaklaşmadı bile. Sanırım buna karizma deniyor. İnsanların inanmalarını istediği şeye insanları inandırdı.

Mesela Barcelona-Inter maçı… İlk maçta Inter 3-1 mağlup ediyor Barcelona'yı ve sonra devasa bir planla savunma yapıyor. Ancak Barcelona, Milano'ya gitmek için otobüs seyahati yapıyor volkan patlaması yüzünden. Fakat ona rağmen maçta pek çok fırsat bulup değerlendiremiyor. Hatta son dakikada Bojan'ın atamadığı bariz bir pozisyon da var. Ancak insanlar bunu bir defansif ustalık eseri olarak anımsıyor. Bana garip geliyor çünkü benim için ustalık eseri, gol yemeden tamamladığınız maçtan ziyade pozisyon vermeden tamamladığınız maçtır. Bojan o golü atsa, bugün farklı şeyler konuşuyorduk. Mourinho öyle olduğunu söyledi ve bizim de aklımızda böyle kaldı. İşte medyada yarattığı personanın gücü buralarda keskinleşiyor. Onun kendi kaderini yazabilme yeteneği var. Bizim de yazdığı kadere inanmaktan başka şansımız yok zira bize bunu sunuyor. Yanlış anlaşılmasın, o pek çok alanda dünyanın en iyi teknik direktörlerinden biri. Ama bir yandan tüm futbol dünyasını yöneten bir kukla sanatçısı gibi.

Son dönemde işler onun için iyi gitmiyor. Kaybettiğindeki tavırları hakkında ne düşünüyorsunuz?

Mourinho hep böyleydi. Barcelona onun yerine Guardiola'yı tercih ettiğinde de, Tito'ya yaptığı hareket sonrası United şansını kaybettiğinde de... Alex Ferguson sonrası hemen United'a seçilmemesine çok içerlediği anlatılır Diego Torres'in kitabında. Aynı kitapta denir ki işler kötüye gittiğinde kulübün yolunu değil, kendi yolunu çizdi. Mesela United'da işler kötü gitmeye başladığında şöhretini ve mirasını korumaya çalışmıştı. Genellikle "Kulüplerin itibarlarına daha ne ekleyebilirim?" diye düşünmekten ziyade "Kulüpler benim itibarıma ne ekleyebilir?" şeklinde düşünüyor. Sis bulutları kulübe çöktüğünde havanın açıp açmaması ile ilgilenmekten çok o bulutlardan nasıl yara almadan çıkacağını düşünüyor.

Şöyle bir teorim var: Başarılı teknik direktörlere sıkıntılı bir süreçlerinde şu soruyu yöneltsek: "Olabildiğince daha çok kazanmaya devam etmek mi yoksa yaptığın işlerin değerini, doğruluğunu kanıtlamaya çalışmak mı?" Wenger mesela kariyerinin çok uzun bir bölümünde ona kupa kazandırmayacağını bildiği şeyleri yapmaya devam etti. Eğer devam etmezse daha önce yaptıklarının yanlışlığını kabul etmiş olacaktı. Rafael Benitez de yaşadı benzerini. Değişim "Daha önce yaptıklarım yanlıştı ve haksızdım" demekle eşanlamlı olacaktı. Mourinho'nun son on senedeki özeti de bu. Tottenham ile şampiyon da olabilir. Fakat geçmişte gördüklerimiz, Mourinho'nun son on senedeki fikirlerinin eskiye nazaran daha zor işlediği yönünde. Fakat o da değişmeyecek, diğer taraftan Guardiola da…

Sonuçta Mourinho'nun her zaman egosu vardı ancak artık bu egoyu koruma altına aldığı bir döneme girdik. Şimdilerde kendini haklı çıkaracağı için kupa kazanmak istiyor. Bu motivasyonun Madrid'de değiştiğini düşünüyorum. Orada bir kırılma yaşadı. 100 puanla şampiyon olmak, ona kendini anlatma ve kanıtlama imkânı verdi. O gün Barcelona gibi bir rakiple bundan daha iyisini yapmanın mümkün olmayacağı anlatısını kurmuştu. Oradan ayrılırken artık amacı imajını korumaktı.

Madrid'de ilk defa kadrosu üzerinde mutlak bir hâkimiyet kuramadı...

Eğer İspanya o dönemlerde Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonası kazanmasaydı orada daha rahat hissedebilirdi. Ama sorun, Mourinho'nun Tottenham'da yapabileceği gibi "Ben size nasıl kupa kazanılır, bunu öğreteceğim" diyebileceği bir ortamın oluşmamasıydı. Çünkü zaten oyuncular ondan önce çok yerde, çok kupa kazanmışlardı. Casillas, Ramos ya da başka bir oyuncu "Jose, biz birkaç ay önce Dünya Kupası'nı anlattıklarından tamamen farklı şekilde kazandık" diyebilirdi. Böyle olunca da otorite kuramadı. Madrid'de yaşanan toksik gruplaşma bence onu biraz daha paranoyak, kontrolcü biri yaptı. Belki de Paul Pogba ile sorunlu ilişkisinin gerisinde bu yatıyor.

"İtibar, prestij ve övgü almayı seviyor. Onun yerine başkaları bu övgüleri alınca durumdan hiç hoşlanmıyor."

"İtibar, prestij ve övgü almayı seviyor. Onun yerine başkaları bu övgüleri alınca durumdan hiç hoşlanmıyor."

Mourinho bugünlerde futbola hâkim taktik anlayışın bir antitezi gibi. Pragmatizm, idealistliğe karşı. Ancak pandemi ortamının ona biraz daha uyduğunu söyleyebilir miyiz?

Kesinlikle. Bu nedenle bir şeyler kazanmasına daha uygun bir sene. Sezon öncesi kamplar olmadığı için yüksek baskı ile oyununu idame ettiren takımlar için yeni oyuncuların sistemlere eklemlenmesi zorlaştı. Bir de pandeminin fikstüre etkisi var. Bu yüzden takımın motorunun en sağlıklı şekilde ilerlemesini sağlayacak antrenman gücü hiçbir takımda yok. Ayrıca şu anda oynanan futbol oyunculardan olağanüstü bir fiziksel frekans bekliyor. Bayern Münih, Manchester City ve Liverpool gibi yüksek pres yapan takımlara bakınca geçtiğimiz yıla nazaran daha istikrarsız olduklarını görebiliyorsunuz. Takımlar yorgun ve çok sakatlık yaşadılar. Eskisi kadar iyi, akıcı ve baskın değiller. Puan baremi de aşağı indi. Böyle olunca da tüm bunlar Mourinho'nun ekmeğine yağ sürüyor çünkü onun oyunu daha yalın bir yapıya sahip.

Oyuncularından o da çok fazla şey talep ediyor ama bu kavraması zor ve zaman isteyen talepler değil. Kompakt kal, iyi savunma yap, kolektif ol. Topu kazandıktan sonra da Son Heung-Min ve Harry Kane'e yolla. Bir de onun takımlarında her şeyin mükemmel ilerlemesi gerekmez. Puan alabileceğiniz kadar işlerin iyi gitmesi yeterlidir.

Mourinho'nun sürekli kendini kanıtlamaya çalışan, her zaman cephedeki bir general gibi olduğunu söyleyebilir miyiz? Durmadan başkaları ile savaşta çünkü...

Onun her zaman biriyle kavga etmeye ihtiyacı var. Dünyayı böyle görüyor. İtalya'da tartışacağı kimse yoktu, Inter mutlak hâkimdi. Tüm güç, prestij elindeydi. O da tartışmak için Claudio Ranieri veya Catania'nın sportif direktörü Pietro Lo Monaco gibi medya önünde hiç olmayan mütevazı figürleri seçti. Bunu yapmasının nedeni onu rahatsız edecek birine ihtiyaç duymasıydı. Şimdi Klopp ile yarışa girmiş durumda. Yine en popüler olmak istiyor. Ancak aynı zamanda bunların onun total savaş stratejisi olduğunu düşünüyorum. Çünkü maç bittikten sonra sahanın dışında da bir maç oynanıyor. O da sahadaki anlatıyı dışarıda değiştirerek herkese sunabiliyor. O yüzden sadece kazandık ya da kaybettik diyerek bu anları kuru şekilde geçiştiremez. Medyanın nasıl işlediğini ondan daha iyi bilen biri olduğunu düşünmüyorum.

Guardiola'nın Bayern'de olduğu dönemde bile ondan bahsediyordu. Onunla bitmek bilmeyen rekabeti hakkında ne düşünüyorsunuz?

Mourinho, çağdışı kaldığına kesinlikle inanmıyor. Bir futbol maçını kazanmak için tek değil, birkaç farklı yol var zaten. Onun oynattığı oyun da kupalar kazanabilir ama şimdilerde Guardiola ve Klopp gibi acımasızlığı çekici kılan bir şekilde oyunlarını oynatan hocalar olduğu için işi daha zor. Fakat bugünlerde Guardiola ile rekabeti biraz uyku moduna geçti. Şu an için Klopp ve Pep'in ilişkisi daha canlı konumda. Takımları süper takımlar olarak lanse ediliyor ama Mourinho bunu kabullenmiyor. Ayrıca kendi yaptığında eleştirileceğini düşündüğü noktalarda başka hocaların övülmesine tepkili. Örneğin Klopp'un ilk dönemlerde oynattığı kontra atak futbolu herkes için çekiciyken Mourinho sözkonusu olduğunda otobüs kelimesi ortaya çıkıyor. İtibar, prestij ve övgü almayı seviyor. Onun yerine başkaları bu övgüleri alınca durumdan hiç hoşlanmıyor.

Kredi deyince aklıma Harry Winks'in elli metreden bilerek atmadığını söylediği gol geldi. Mourinho "Ben olsam isteyerek attım derdim, böylece Puskas Ödülü'nü kazanırdım" dedi.

İşte bu tarafı, Instagram'da gösterdiği tarafı. Söyleyeceğini tahmin ettiğimiz şeyleri çok daha anlaşılır, şakacı bir dilde sunuyor. Daha insancıl şekilde. Zaten bir şeyleri aktarmak ve yayımlamak için yanıp tutuşan biri o. Kendisinin nasıl biri olduğunu biliyor ve diğer insanların negatif yorumlarına kulak asmıyor. Bu tarzını bazen sevmeyebiliyoruz fakat ondan hiçbir zaman nefret etmiyoruz. Her zaman şakacı, her zaman farklı düşünen, her zaman kendini iyi anlatabilen biri. Sonuçta yaptığı şeyin tamamen farkında ve bunu açıklamaktan çekinmiyor. Yalnızca bu bile ona hayranlık duymamız için yeterli bence.

Socrates Dergi