Sanat

17 dk

Brezilya, 1970'te Dünya Kupası'nı kazandığında sadece skor almamış, aynı zamanda modern futbola yön veren hamleleri de sahaya koymuştu. Üstelik bunu, futbol sanatına sadık kalarak başarmıştı.

Alcides Ghiggia, ona uluslararası şöhreti getiren golü attığında tarihler 16 Temmuz 1950'yi gösteriyor, Brezilya'ya tarihinin en büyük hüsranlarından birini yaşatıyordu. O gün Maracana'daki tanıklardan biri de Lübnan asıllı Brezilyalı bir futbolcu adayıydı. Askerlik görevi devam eden ve finalin güvenliğinden sorumlu birlikte yer alan Mario Zagallo'nun Brezilya ile Dünya Kupası oynama hayali, bu tecrübeden sonra iyice pekişmişti…

Brezilya, nihayet 1958'de Dünya Kupası'nı kazandığında Zagallo da hayallerini gerçekleştirmişti. 10 numarada başladığı futbol hayatına sol açık olarak devam etmiş, Seleçao (Brezilya Milli Takımı) kadrosuna girmiş ve sakatlıklar sonrasında ilk 11'e yerleşmişti. Daha da önemlisi taktik bilgisi ve enerjisi, antrenör Vicente Feola'nın uyguladığı 4-2-4 sistemi için başka bir artıydı, top rakipteyken yaptığı yardımlar orta alanı üçleyerek rakiplerine üstünlük sağlayan bir Brezilya ortaya çıkarıyordu. Brezilya, sistem disiplinine rağmen özlerinden de kopmamıştı. Didi, Vava, Garrincha gibi Brezilya usulü top sanatçıları, Nilton ve Djalma Santos gibi hücuma katkı veren bekler ve henüz 17 yaşında, ileride sembole dönüşecek Pele'leri vardı. Bütün bunların sahaya yansıması ortaya yeni bir futbol akımını çıkarmıştı: Futebol Arte (Artistik Futbol), 1962'de Şili'de de devam edecekti...

"Brezilya'nın oynadığı 4-2-4 sistemi, bana çok ters gelen bir sistemdi. Orta sahada iki kişi ile o alanı çok boş bırakıyorlardı. Bu nedenle de yıkıldı zaten." 1966 Dünya Kupası'nı İngiltere'de takip eden rahmetli Bülent Eken'le yaptığımız kupa sohbetinde Bülent Abi, Brezilya devrinin sona erdiğini bu sözlerle anlatmıştı. Teşhisi elbette doğruydu. Ama noksanı ortaya çıkaran gelişmeler de vardı. Özellikle Avrupa futbolunda yeni dizilişler kullanılmaya başlamıştı. İtalyanlar, Inter ve Milan'la kıtanın zirvesine çıktığı Katenaçyo'da en azından üçlü bir orta saha kullanıyordu. İngiliz Alf Ramsey ise dört merkez orta saha oyuncusuyla takımını şampiyonluğa taşımıştı. Brezilya antrenörü Vicente Feola, 1958'deki gibi 4-2-4'üne güvenmişti ama elinde Zagallo gibi orta sahaya yardım eden bir isim yoktu. Formsuz Garrincha ve yan rollerde eksikler de cabası… O Brezilya'yı izlediğinizde "Topu Pele'ye atıp olacakları hep beraber görelim" düşüncesini anlamak çok da zor değil. Bütün bunlara bir de Pele'ye yapılan gaddarlık boyutundaki cezasız sertlikler de eklenince Brezilya'nın ilk turda vedası kaçınılmaz olmuştu. Yenilik gerekliydi…

Agresif

Vicente Feola, turnuva sonunda görevden ayrıldı. Dahası Pele, milli takımı bıraktığını açıkladı. Tekrar Moreira göreve geldi, 1968'de Yustrich bayrağı aldı. Pele, federasyon başkanı Havelange tarafından ikna edildi, milli takıma döndü… 1969'da Dünya Kupası elemeleri başlamadan beklenmeyen bir karar çıktı. Kısa süre antrenörlük yapan ama aslında bir gazeteci olan Joao Saldanha, Seleçao'nun antrenörü olarak görevlendirildi. Saldanha, Brezilya'nın artistik oyun stiline devam etmesi gerektiğini düşünüyordu. Elemelerde bunu kanıtladılar. Altı maçta altı galibiyet alan Brezilya, 23 gol atmış ve sadece 6-2'lik Kolombiya maçında gol yemişti. Fakat Ekim ayında ülke yönetimindeki değişiklik, birçoklarına göre antrenörün sonunu hazırlayacaktı…

Emilio Garrastazu Medici, 30 Ekim 1969'da Brezilya'daki cunta yönetiminin başına geçti. "Ya sev ya terk et" sloganı ile koltuğa oturan Medici'nin ondan önceki rütbelilerden farkı, futbola olan ilgisiydi. Durumu ilginç kılan ise Saldanha'nın bir komünist oluşuydu. Medici ile Saldanha'nın arasındaki potansiyel gerginlik ilk günden beri ilgi çekmeye başladı. Medici'nin antrenörü yemeğe çağırması, Saldanha'nın antrenmanları bahane ederek onu reddetmesi ilk kıvılcım olarak gösterildi. Fakat bugünlere kadar uzanan esas gerginlik Dario olarak bilinen Dada Maravilha üzerinden alevlendi…

Dario, birkaç yıldır ülkenin en dikkat çeken forvetlerinden biriydi. Kuvveti ve hızı en dikkat çekici özelliğiydi. Hikâyesini esas ilginç kılan ise geçmişiydi. 19 yaşına bastığında tam on kez cezaevi tecrübesi yaşamıştı. Hayatı da bundan sonra değişti. Askerlik görevi için orduya katıldı, orada futbolla tanıştı ve birkaç sene içinde tanınan bir santrfor oldu. Hayranlarından biri de Medici'ydi. Belki de orduda yeniden doğması, Medici'nin propagandasına uygun bir zemin hazırladığı içindi bu yakınlık ama başkan, Saldanha'nın milli takımın 9 numarası olarak Dario'yu değerlendirmesi gerektiğini dile getirmeye başladı. Saldanha, asabiyetiyle de tanınıyordu. Medici'nin hayalleri onun kulağına geldiğinde tarihe geçen cevabı verdi: "Ben nasıl onun bakanları seçmesine karışmıyorsam, o da benim forvet hattımı kimlerden seçeceğime karışamaz!" Birçoklarına göre Saldanha'nın ipi bundan sonra çekilmişti ama takım içinde de pek sevilmediği aşikârdı.

Carlos Alberto, yıllar sonra verdiği bir röportajda Saldanha'nın kendisini eleştiren Flamengo antrenörü Yustrich'i silahla kovaladığından bahsediyordu. Rivelino ise elemelerde sadece bir maçta şans bulduğunu anlatırken, "Bu, benim takımım dedi. 11'in bozulması için ya birinin sakatlanması ya da çok kötü oynaması gerekiyordu" diyordu. Üstelik Medici'yi solda sıfır bırakacak bir düşmanı daha vardı: Pele. Arjantin ile oynanacak hazırlık maçı öncesinde Arjantinli Rodolfo Fischer'in orta sahada oynadığını söyleyen Saldanha'ya "Santos'ta ona karşı oynadım, Fischer orta saha değil santrfordu" diye cevap veren ve haklı da olan Pele, o andan itibaren antrenörün hedef tahtasındaki yerini almıştı. Saldanha, kısa süre sonra Pele'nin ileride kör kalabilecek kadar görme sorunları yaşadığını basına sızdıracaktı.

Bir başka konuysa Saldanha'nın yetenekli oyuncuları bir arada oynatmama inadıydı. Ona göre Brezilya futbolu özlerini korumalı ama Avrupa'ya da uyum sağlamalıydı. Bu düşüncede Pele, Rivelino, Tostao gibi oyuncular aynı anda sahada bulunmamalıydı. Arjantin karşılaşmaları, onun sonunu da hazırlayacaktı. İki maç oynadılar ve 4 Mart'taki ilk maçı 2-0 kaybettiler. 1966'daki gibi kırılgan ve etkisiz bir oyun ortaya koymuşlardı. İkinci maçı kazansalar da Saldanha'nın sonu gelmişti. Federasyon Başkanı Joao Havelange, görevinden alındığını kendisine iletmişti…

Vizyoner

Takımı Botafogo'nun başında idmana çıkmaya hazırlanan Mario Zagallo, kondisyonerinden bir haber almıştı: "Seleçao'nun başına geçmen için seni aradılar. Şu arabayla gideceksin…" Zagallo, eve uğradı, birkaç parça kıyafet aldı ve kampa doğru hareket etti. Eski şampiyon, yeni antrenör olmuştu…

Askeri rejimin futbola etkilerinden biri de Concentraçao denen sıkı disiplin uygulanan kamplardı. Yıllar sonra Socrates ve arkadaşlarının Democracia Corinthiana hareketinde isyan ettikleri olguların başında bu uygulama geliyordu. Oyuncuların dış dünyayla bağlantısı kesilmiş hatta tiryaki topçuların sigara adetlerine bile sınırlama getirilmişti. Yeni teknik ekipte ordu köklerine sahip isimler de vardı. Bunların en dikkat çekeni kondisyon ekibinin başındaki Claudio Coutinho'ydu. 1968'de eğitim için ABD'ye giden Coutinho, ABD ordusunun dayanıklılık için uyguladığı Cooper Testi'nden çok etkilenmişti ve uzun süre verimliliği tartışılacak testi, futbol sahalarına adapte etmişti. Ekipte orduyla bağlantısı olmayanlar da vardı; Carlos Alberto Parreira gibi… Zagallo ise cuntayla arasındaki mesafeyi koruyup sahanın içiyle ilgilenmek istiyordu. Medici'nin 'prensi' Dario'yu kadroya almıştı ama daha büyük değişimler düşünüyordu. Üstelik zincirleri kırmak için birkaç günü kalmıştı…

Aslında Brezilya'nın 1966'dan beri sorunları da belliydi. Hızlı oynamayı deniyorlar ama topu kaptırdıkları anda rakibe karşılık veremeyip hazırlıksız yakalanıyorlardı. Batı Almanya ya da Arjantin maçlarında bu çok net görülüyordu. Bir başka sorun, Pele'ye bağlı olmaktı ve tabii ki sertliğe, dahası Avrupa futbolunda iyice yükselen mücadele oyununa karşılık vermek… Zagallo, ilk hamlelerinden birini topa sahip olmak üzerine yaptı, orta saha oyuncusu Piazza'yı stopere çekti ve Brito ile birlikte liberosuz bir savunma hattı oluşturdu. Saldanha'nın görev vermeye başladığı orta saha oyuncusu Clodoaldo'nun ilk 11'e monte edilmesi ise topa sahip olmak kadar direnci artırmayı hedefliyordu. Ayrıca Zagallo, göreve geldiği ilk günden itibaren Pele'nin 'Kral' olduğunu hissettirerek takımın en büyük egosunu da kontrol altına almıştı. Ama birçok kez görüldüğü üzere onu destekleyecek yıldızlara da ihtiyaç vardı…

1966'da sadece bir maçta şans bulan orta sahadaki 'beyin' Gerson, bu oyunculardan biriydi. Aslında merkezde oynayan ama Zagallo'nun sağ açık olarak sahaya sürdüğü Jairzinho da yeni göreviyle Pele'yi destekliyordu. Taşların oturmadığı pozisyonların ilki 9 numaraydı… Kupaya sekiz ay kala gözünden sakatlanan Tostao, iki ameliyat sonrasında sahalara döndü, doktorları ikna etti ve kadroya girdi. Ama Pele'yle aynı yerin topçusuydu ve Zagallo'nun 'Kral'ı yerinden etmeye niyeti yoktu. Miranda, Dirceu ya da Dario gibi klasik santrforlardan istediği uyumu göremeyen Zagallo, Tostao'ya Pele'nin önünde oynayıp oynamayacağını sorduğunda Tostao görevini kavramıştı bile. Ondan 9 numara olması istenmiyordu. Yine 10 numara özelliklerini sahaya koyacak, oyun zekâsı ve gezici özellikleriyle çevresindeki hücumculara ve Pele'ye boş alanlar bırakacaktı.

Zagallo'nun yan rolde sahneye sürmeyi düşündüğü bir başka jön de Rivelino'ydu. O da Pele gibi kaleye yakın oynayan bir 10 numaraydı ve birçoklarına göre aynı anda sahada olmaları imkânsızdı. Avusturya ile oynanan son hazırlık maçında orta sahada görev yapan Rivelino, harika bir golle galibiyeti getirmişti ama saha içinde Pele'yle alan paylaşımı sorunları yaşadığı görülüyordu. İmdada, formsuz talebe yetişti. Caju olarak bilinen ve Zagallo'nun "Gördüğüm en iyi sol açık" dediği Paulo Cesar, Avusturya maçında yuhalanınca Zagallo kararı verdi; Rivelino'yu sol kanada çekecek, hücumcu Antonio yerine savunmayı bırakmayan Everaldo'yu sol bekte kullanacaktı. Bu planda yeni bir olasılık daha ortaya çıkıyordu. 1958'de Feola'nın sol açık Zagallo'yu kullandığı gibi, antrenör Zagallo da sol açık Rivelino ile orta alana destek verecekti.

Tostao, 2020'de Diego Torres'e verdiği röportajda Zagallo'nun idmanlarda sürekli top kaybı sonrasında pozisyon alma üzerine çalışmalar yaptırdığını ve Clodoaldo, Gerson, Rivelino üçlüsünün merkez korumakla yükümlü olduklarını anlatıyordu. Organizasyonun başında ise oyun zekâsı, vizyonu ve düşmeyen çenesi ile 'Papağan' Gerson vardı. Zagallo onun için "Gördüğüm en büyük orta saha" diyordu. Teknik heyetin çaylak ismi Carlos Alberto Parreira ise Zagallo'nun hakkını veriyordu: "O takımdaki en büyük başarısı topsuz oyunu öğretmekti. Topsuz oyunu öğrenince Brezilya futbolu neredeyse yenilmezdir. Bu yüzden Zagallo bir vizyonerdir."

Gösteri Başlasın!

İki düşmanımız vardı: Güç oyunu ve Meksika'nın rakımı." Kaptan Carlos Alberto, turnuvadan önceki durumlarını böyle özetliyordu. Zagallo ve ekibinin bunlarla ilgili de çözümleri vardı. Her futbolcuya özel bir antrenman programı hazırlanmıştı. Dahası, iki bin küsur yükseklikte bulunan Guanajuato'da tam 21 gün kamp yapılmıştı. Takım, grup maçları için Guadalajara'ya gittiğinde yaklaşık 500 metre daha deniz seviyesine yaklaşacaktı… Bütün bu hazırlık süreci, Carlos Alberto'nun düşmanlarını yenmek için yeterliydi. Rivelino, turnuvadaki fizik durumunu şu sözlerle özetliyordu: "Kupa boyunca hiçbir maçta su içmek için kenara gitmedim…"

Brezilya, Dünya Kupası'ndaki ilk maçında Çekoslovakya karşısına çıktığında hatta yenik duruma düştüğünde bile apayrı bir seviyede olduğunu belli etmişti. Güç oyunu ile özdeşleşen Doğu Avrupa ekolünü 4-1'le geçmişlerdi. Bol 10 numaralı sistem, Futebol Arte'nin değişen dünyaya ayak uydurduğunu gösteriyordu. Maçtan akıllarda kalanlar sadece goller de değildi. Pele'nin orta sahadan yaptığı gol denemesi, Zagallo'ya göre bir mesajdı: "Bana göre bu, Saldanha'ya hiçbir görme bozukluğu olmadığını gösterme şekliydi."

"İngiltere'yi yenersek grup lideri olacak ve Guadalajara'da kalacaktık ama ikinci olursak daha yüksek rakıma çıkacak ve Almanya ile oynayacaktık." Sadece Carlos Alberto değil, iki takımda yer alan herkes bu fikirde sahaya çıkmış olacak ki Brezilya ile İngiltere arasında turnuvanın en iyi maçı oynandı. Gordon Banks'in yaptığı kurtarışla özdeşleşse de İngiliz savunmacı Bobby Moore, "İçinde bulunduğum en muazzam milli maç" olarak tanımlayacaktı 90 dakikayı. Brezilya, Jairzinho'nun golüyle kazanıp rakım avantajını korusa da İngiltere'nin de gol fırsatları ve oyunda üstünlük kurduğu anlar azımsanacak cinsten değildi. Bunun temel sebebi, sakatlığı nedeniyle Gerson'un sahada olmamasıydı. Rivelino merkezde oynuyordu, sol açıkta ise Caju vardı. Denklem biraz bozulmuştu…

Brezilya, Gerson'suz çıktığı grubun son maçında Romanya'yı 3-2 geçti ve çeyrek finalde, Peru'nun karşısına çıktı. Sahanın yıldızı Tostao'ydu. Kaleci Felix, birkaç ay önce 9 numarayı giyen arkadaşı için şunları söylüyordu: "Taktiksel olarak en iyi oyuncu Tostao'ydu. Rivelino ve Pele'yi markajdan kurtarıp onların serbest olmasını sağlamıştı." Yarı finaldeki rakipleri Uruguay'ın antrenörü Juan Hohberg ise pek Felix'le pek aynı fikirde değildi. Gerson'suz Brezilya'nın sahada zorluklar yaşadığını düşünüyordu ve Gerson'a ağır bir markajla maça çıkmıştı. Bir de 1950'nin hayaleti vardı tabii. Pele, taraftarların bile yirmi yıl önceyi konuştuğunu anlatıyordu. Bu şartlarda başladılar ve yenik duruma düştüler. Ama ilk yarının sonlarına doğru Zagallo'nun sisteminin kahramanları sahaya çıktı. Kanada açılan Tostao topu aldı, Uruguay savunmasının arkasına bıraktı ve markajda olmayan merkez orta saha Clodoaldo yaptığı koşu ile golü buldu. Brezilya ikinci yarıda iki gol daha bulup 3-1'le Mexico City biletini almıştı. Zagallo'nun devre arası konuşması, bugün dahi Brezilyalı futbolcuların aklında kalacaktı. Teknik, taktik ve fiziksel hususlarda titiz çalışan genç hoca, takımı ayakta tutacak psikolojik desteği de vererek futbol aklını ortaya koymuştu. Dünyanın hafızasında kalan ise kaçan bir goldü. Pele'nin Uruguay kalecisi Mazurkiewicz'e attığı vücut çalımı ve sonrasında kaçırdığı gol, atletizm ve estetiğin birleştiği bir Pele özetiydi.

Finaldeki İtalya maçı, turnuvadaki en rahat 90 dakikaydı. İtalya'nın Federal Almanya ile oynadığı 120 dakika sonrasında turnuvanın en iyi kondisyona sahip takımına üstünlük kurması zaten zordu. Ayrıca İtalyanların neredeyse rakipteki 11 oyuncuya da uyguladıkları adam adama savunma Brezilya'nın ekmeğine yağ sürecek cinstendi. İlk yarı 1-1 bitti ama Brezilya ikinci yarıda üstünlüğü aldı ve 4-1'le zafere ulaştı. Everaldo'nun müdahalesi ile başlayan ve Brito ile Felix dışında bütün Brezilyalı oyuncuların topa dokunması ile gelen Carlos Alberto'nun golü ise 1970 model artistik futbolun simgesiydi. Finali Azteca'da izleyen ve ertesi gün gazetedeki köşesine yazan Gündüz Kılıç, "Bu büyük temsilin perdesini şahane şekilde indirdi" diyordu. Bu set, Zagallo tarafından maçtan önce çizilmiş ve oyuncuların kafasına sokulmuştu. Sağ açık Jairzinho'nun başında bekçilik yapan sol bek Facchetti ters kanada taşınmış ve açılan boşluğa Carlos Alberto atak yaparak gol vuruşunu yapmıştı. Kademede olması gereken stoper Rosato ise Tostao engeline takılmıştı. Markajcısını şut noktalarından uzak tutan Tostao, yine görevini yapmıştı…

Brezilya, Jules Rimet'nin ebedi sahibi olmuş, 1966'da kaybettiği prestijini kazanmıştı. Dario bir dakika dahi oynamasa da Medici mutluydu. Hükümet binasını, 1964'teki darbeden sonra ilk kez halka açmış, kupayı kaldırmış ve şu konuşmayı yapmıştı: "Halkımızın vatanseverlik duygusu yoğun neşesini görmekten büyük mutluluk duyuyorum. İyi sporcuların dostluğu ile kazanılmış bu zaferi, ulusal kalkınma için yaptığımız mücadeleyle eşdeğer görüyorum." Milli takımın tezahüratı "Pra Frente Brasil!" (Brezilya ileri!) de cuntanın sloganı olacaktı…

Pele

O takımdan evvel hiçbir takım dünya çapında hayranlık ve ilhamın merkezinde olmamıştı." Wimbledon forveti John Fashanu, Brezilya 1970 için bunları söylerken doğru bir noktaya işaret ediyordu. O Brezilya, yıllar içinde Pele'nin egosu ve şöhretinin gölgesinde kalarak arkalara itilmişti. Liberosuz savunma hattı, alan savunması, bol 10 numaralı oyun ya da Tostao'nun görev tanımı yıllar içinde unutuldu ya da yeni nesillere doğru aktarılmadı. Oysa 1974 Hollanda'nın uyguladıklarının birçoğunun Brezilya tarafından dört sene önce sergilendiğini söyleyebiliriz.

Öte yandan Pele'nin de bundaki payını es geçemeyiz. İzleyenlerin unutması mümkün değildi ama o dönem kupayı televizyonda izleyemeyenler ve araştırmayanlar için Brezilya demek Pele demekti. Her zaman takım arkadaşlarının hakkını verse de 1970 hakkında konuştukları hep satır aralarında kaldı, daha çok egosu ve saçma tahminleri ile yeni kuşaklar tarafından tanındı. Modern futbola 'atlet' olarak neler kattığından çok attığı 1000 gole kafayı takmış bir ihtiyar gibiydi ve Uruguay maçında atamadığı golün, attığı birçok golden daha çok onu anlattığının farkına varamamıştı. Takım arkadaşı Tostao da Tim Vickery ile yaptığı söyleşide Pele'nin bu yönünü eleştiriyordu:

"Pele sürekli meşguldür. Bugün bile öyle. Onun seviyesine yaklaşan bir oyuncu çıktığında bundan hoşlanmaz, kimsenin onun yerini alamayacağı fikrini empoze etmek ister. Maradona, Pele'den daha duygusal. Oysa Pele, bir açıklama yaptığında etkisini planlar. Maradona, hiç ölçülü değildir ve bu yüzden kafa karışıklığı yaratır. Pele, 80 yaşına geldiğinde de imajı için endişelenecek ama Maradona bunu umursamıyor. Kendisi olmak istiyor. Gömleğini mi çıkarmak istedi, çıkarıyor. Bu açıdan daha insani ve kendine sadık. Pele daha hesaplayıcıdır. Makyavelist anlamda değil. İyi bir insan ama çok rasyonel."

Bütün bunlara rağmen o takım, miras olarak altı maçlık bir futbol gösterisi bıraktı ve eleme oynayıp hem orada hem finallerde tüm maçlarını kazanarak şampiyon olan tek takım olarak tarihe geçti. Brezilya, 1982 ve 1986'daki artistik seviyesi ile 1970'e yaklaştı ama kazanan taraf değildi. 1994'te Carlos Alberto Parreira ile şampiyon olduklarında da sanatsal eksikler vardı. 2002 dışında -ki orada da daha çok yenilmesi zor bir Avrupa takımı gibiydiler- yıllar içinde Futebol Arte'den uzaklaştılar. Rivelino, 1970 yazındaki Brezilya ile bugünkü Brezilya'yı mukayese ederken değişen milli takım yapılarını da özetliyordu: "Biz bir kişiye bağlı değildik. Gördüğüm en iyi futbolcu, yüzyılın sporcusu Pele bile o takımın bir parçasıydı. Pele ve diğer on kişi değildik. Bugün Neymar ve diğer on kişi, Messi ve diğer on kişi, Cristiano Ronaldo ve diğer on kişi var!"

Socrates Dergi