Sarı 11

17 dk

1990'ların başında Galatasaray yeni bir jenerasyonla yeni bir yolculuğa çıkarken, o sarı formanın en yakıştığı isim Kubilay Türkyılmaz'dı. Unutulmaz 11 numara ile İsviçre, İtalya, Türkiye üçgeninde geçen hayatını ve futbol kariyerini konuştuk.

Türkiye, Kubilay Türkyılmaz ismiyle spor sayfalarındaki küçük 'Avrupa'dan Futbol' köşelerinde tanışmıştı. Özellikle milli maç haftalarında "İsviçre, Türk asıllı yıldızıyla güldü" haberi bir ritüel gibiydi. Kariyerini İsviçre Milli Takımı'nın en golcü oyuncusu olarak noktalayan Kubilay Türkyılmaz'ın 'Kubi'ye dönüşmesi, Galatasaray'a transferiyle oldu. Bir zamanların popüler poster figürü ile o zamanlara dönüyoruz…

Ailenizin göç hikâyesi nedir?

Ailem 1966'da güvenli bir işe sahip olmak ve çocuklarına daha iyi bir yaşam sağlamak amacıyla İsviçre'ye gelmiş. Amcam ve halam da o sırada iki yıldır oradalarmış. Gittiklerinde annem 17, babam 25 yaşındalarmış ve korkuyorlarmış. Neyse ki kalmak için cesaretleri varmış.

İsviçre'de göçmen bir Türk olarak büyümek nasıldı? Orası sizin için ne kadar evdi, ne kadar gurbet?

Kolay değildi, küçük bir kasabadaki ilk yabancılar bizdik, bizi izliyor ve sürekli yargılıyorlardı. Bize farklı olduğumuzu hissettirdiler, bunu söyleyebilirim. Ben yüzde yüz Türk'üm fakat İsviçre hakkında kötü konuşmak istemem, konuşamam da. Belki başlarda zorlandık ama genel olarak bizi iyi karşıladılar, aileme çalışma ve rahat hissetme şansı tanıdılar... Yabancı bir ülkede olduğumu hissettiğimi söylemek benim için zor. Ben İsviçre'de doğdum, onların zihniyeti ve kültürüyle büyüdüm, orası benim evimdi. Ama damarlarımda Türk kanı var ve Türkiye'ye çok bağlı hissediyorum.

Yıllar boyu İsviçre adına mücadele ettikten sonra 2001 yılında ırkçı tezahüratlar nedeniyle milli takım kadrosundan çıkmıştınız. O süreçte yaşadığınız duyguları anlatabilir misiniz?

Evet, bir lig maçında ırkçı tezahüratlarla bana hakaret ettiler. İsviçre futbolu için yaptığım onca şeyden sonra bana hâlâ neden farklı davrandıklarını anlamadım ve milli takıma gitmedim.

Türkiye Milli Takımı adına oynamak gibi bir hasretiniz olduğunu söylediğinizi hatırlıyorum. Babamla birlikte Türk futbolunu takip ediyordum ve onu gururlandırmak için bir gün Türkiye adına oynamak istiyordum.

Ne yazık ki işler öyle gitmedi. Dahası, olimpik milli takımdaki ilk maçımda rakip kimdi dersiniz? Türkiye'ye karşı oynamış ve benim gollerimle 2-0 kazanmıştık. O maçtan sonra kendimi kötü hissettim. Sanki vatanıma ihanet ediyormuş duygusuna kapıldım ve bunu bir daha yapmayacağıma dair kendime söz verdim.

Galatasaray'da oynadığınız dönemde de bir İsviçre-Türkiye maçı vardı ve oynamayacağınızı açıklamıştınız. Bu durum çok konuşulmuştu ve gerçekten de maça çıkmamıştınız.

Evet, neticede kendime verdiğim o söz hâlâ geçerliydi.

Yalnız çok güçlü bir takımdınız. Sizin dışınızda Stephane Chapuisat ve Alain Sutter gibi yıldızlar vardı ve dünya futbolunda da izini bıraktı.

1990'lı yıllarda gerçekten çok güçlüydük. Bahsettiğiniz oyunculara ve yetenek çeşitliliğine sahiptik. Galatasaray'da olduğu gibi pozitif sonuçlara ve tecrübeye ihtiyacımız vardı. Sonra Roy Hodgson geldi ve bize hem motivasyon açısından hem de taktiksel açıdan çok büyük yardımı oldu. Böylece iyi sonuçlar almaya başladık. Onun dokunuşu bizi 1994 Dünya Kupası ve 1996 Avrupa Şampiyonası'na götürdü.

Bugün Balkan göçmenlerinin ağırlıkta olduğu başarılı bir milli takım var. Bu takım hakkında ne düşünüyorsunuz?

Evet, takımda güçlü bir Balkan kimliği var ve bu takımdan çok memnunum. Çok yetenekli ve çok aç bir oyuncu grubuna sahip olduğumuzu ve buradan dünya futbolunun yeni kahramanlarının çıkacağını düşünüyorum. İsviçre adına çok iyi sonuçlar alıyorlar, onlara teşekkür etmeliyiz.

En başa dönersek… Herkesin bir futbola başlangıç hikâyesi vardır, sizinki nasıl gelişti?

Futbol hikâyem ben altı yaşındayken başladı. Gece gündüz futbol oynuyordum. 15 yaşına kadar Bellinzona kulübü ile antrenmanlara çıktım. Sonrasında mahallemdeki takıma gittim. Tamamı yabancılardan oluşan bir takımdı ve iki yıl orada oynadım. Daha sonra Bellinzona'ya geri dönerek profesyonel oldum.

Bir çocukluk kahramanınız var mıydı?

Kahramanım Maradona'ydı. Onun gibi solaktım ve sokakta oynarken hep onu taklit etmeye çalışıyordum.

"En büyük çocukluk idolüme, tek başına maç alabilecek birine, tarihin en iyisine karşı sahadaydım. Daha ne isteyebilirdim ki?"

"En büyük çocukluk idolüme, tek başına maç alabilecek birine, tarihin en iyisine karşı sahadaydım. Daha ne isteyebilirdim ki?"

Daha sonra onunla tanıştınız da değil mi? Ne kaldı aklınızda?

Ona karşı iki kez oynadım. Biri İsviçre formasıyla Arjantin'e, biri ise Bologna formasıyla Napoli'ye karşıydı. Çocukluk rüyamı tamamıyla gerçekleştirdiğim anlardı. En büyük çocukluk idolüme, tek başına maç alabilecek birine, tarihin en iyisine karşı sahadaydım. Daha ne isteyebilirdim ki?

Peki İtalya'ya transferiniz nasıl gerçekleşmişti?

Aslında fazla detay bilmiyorum. 1990 senesiydi, Servette'te oynuyordum. Bir gün İtalyan menajerim Oscar Damiani beni aradı ve Bologna'ya gitmek için kulüpten ayrılmam gerektiğini söyledi. Çok heyecanlandım çünkü İtalya Ligi o dönem dünyanın tartışmasız en iyisiydi ve benim de hayalim orada oynamaktı.

Belki Bologna ile küme düşüyorsunuz ama Serie A'daki sezonunuzda yine de kendinizi göstermeyi başarıyorsunuz. Ligin en iyi zamanlarından biri ve sezonu on golle bitiriyorsunuz. İtalya hatıralarınız neler?

Güzel anılar. Birçok sakatlıkla birlikte takım büyük sorunlarla uğraştı ve ne yazık ki kendimizi kurtaramadık. Buna rağmen geriye bakıyorum da İtalya'daki ilk deneyimim harikaydı; sezon ortasında transfer olmama rağmen on gol atmıştım. Bu on golün biri de dönemin efsane Milan'ına karşıydı. Bir rüya gibiydi. Bütün maç boyunca, benimle gurur duyacak herkesi düşünmüştüm. Annem, akrabalarım, arkadaşlarım ve hatta beni takip eden Türk halkı…

Türkiye'ye transferiniz 1988'den itibaren konuşuluyordu ve sonunda Galatasaray formasını giydiniz. Transfer sürecinizi anlatır mısınız?

Galatasaray'a transferim, 1993 yılında Bologna'da tanıştığımız Adnan Polat sayesinde oldu. Beni futbol tutkusuyla ve aklındaki büyük projeyle hemen ikna etti. Bugün hâlâ Adnan Polat'la konuşuyorum ve bana Galatasaray'da oynama fırsatı verdiği için hep teşekkür ediyorum. Bu takımla Türk futbolunun tarihini inşa ettik.

Geldiğiniz gibi Türkiye'nin en popüler futbolcularından biri oldunuz. Hem yetenekleriniz hem de saha dışındaki tarzınızla büyük bir hayran kitleniz vardı. Galatasaray kariyerinizin daha uzun olmasını ister miydiniz?

Kariyerimin sonuna kadar Galatasaray'da kalmak isterdim. Galatasaray taraftarıyla daha fazla harika anıyı paylaşmak yaşamak istemiştim. Ayrıldığımda birkaç gün ağladım çünkü güzel bir şehri ve harika bir taraftarı terk ettim... Fatih Terim daha erken gelseydi eminim kalır ve onlarla birlikte kazanırdım.

Türkiye futbolu ilk Şampiyonlar Ligi deneyimini yaşarken oradaydınız… Biraz o günleri dinleyebilir miyiz? Özellikle Manchester maçları Galatasaray tarihi için büyük bir kırılmaydı. Hem Manchester United'ı elemek hem İstanbul'daki atmosfer unutulmazdı.

Manchester maçı olağanüstüydü, bugün hâlâ tarif edebileceğim birçok duyguyu hatırlıyorum, hâlâ tüylerim diken diken oluyor, her şey büyüleyiciydi. Kötü başladık, iki farkla geriye düştük, o anda "Bugün beş gol yiyip eve gideceğiz" diye düşünmüştüm. Fakat birdenbire kendimizi o korkudan kurtarıp sahip olduğumuz büyük yetenekle oynamaya başladık ve bundan çok zevk aldık. Tribünde beş bin Türk taraftar vardı, sadece onlar hissettiler. İstanbul'a döndüğümüzde, bize yaptıkları karşılama inanılmazdı. O an kalplerinde nasıl bir iz bıraktığımızı daha iyi anladık, bize çok fazla güç verdiler ve sevinçten ağladım. Hele ikinci maçtan sonra, Şampiyonlar Ligi gruplarına katılma hakkı kazandığımızda İstanbul yanıyor gibiydi. İnsanların mutluluğunun görüntüleri hâlâ gözümün önünde.

Gol sonrası kollarınızı açarak yaptığınız sevinç nereden çıktı? Spontane miydi, çalışılmış mıydı yoksa birinden mi örnek almıştınız?

O sevinç, statta ve evdeki tüm taraftarları kucaklamak ve takıma olan sevgileri için onlara teşekkür etmek içindi. Bizi desteklemek için yaptıkları fedakârlıklar için bir teşekkürdü.

Türkiye'de çok kritik ve güzel goller attınız. Favoriniz hangisi? Kornerden İstanbulspor ağlarına gönderdiğiniz olabilir mi?

Oynadığımız tüm maçlar benim için önemli ve özeldi. Kulübün projesi için de. Kornerden attığım golü ise hâlâ açıklayamıyorum. İçgüdüseldi, ayağım her şeyi kendi kendine yaptı. O gol, sonuçla daha da güçleniyor; 2-0 gerideydik ve bir kornerden gelen golle 3-2 öne geçmeyi başardık.

Korner demişken, aklıma Göteborg maçı geliyor. Galatasaray tam 22 korner atmıştı ve son dakikalarda Göteborg kazandığı tek köşe vuruşundan gelen golle maçı 1-0 kazanmıştı. Maçın uzatma dakikalarında dahi büyük bir Galatasaray baskısı vardı, korner üstüne korner kullanıyordunuz ama sonuç değişmedi. Sizin için de bir yıkım mıydı?

Böyle doğan maçlar vardır, ne yapsanız sonucu değiştiremezsiniz. Ama gerçekten inanılmazdı. Bütün maça hükmettik fakat top hiçbir şekilde kaleye girmek istemedi. Şanssızlıktı çünkü maçı ne olursa olsun kazanmak istiyorduk ve her şeyi yapmıştık. Maçın sonunda her zamankinden daha da yorgunduk ve hayal kırıklığı içindeydik ama yine de o karşılaşmanın takıma olumlu etkisinin olduğunu düşünüyorum. Belki de gelişmek için doğru yolda olduğumuzu anladığımız maç oydu çünkü çok iyiydik.

Yıllarca gurbette yaşadıktan sonra Türkiye'ye geldiğinizde ev hissiyatı yaşadınız mı yoksa 'ne oralı ne buralı' durumu mu oldu?

Türkiye'ye gidip kariyerime orada devam etmeye karar verdiğimde; nasıl yerleşeceğimle, alışıp alışamayacağımla ilgili çok endişelendim. Fakat uçaktan indiğimde çok rahat ve mutlu hissettim. İnsanlar, dil… Aldığım tüm kokular tanıdık geldi. Bu asla unutamayacağım ve tam olarak anlatamayacağım bir his. Ailemin damarlarındaki kan, evde olduğumu fark etmemi sağladı.

Alışılmışın dışında bir tarzınız vardı. Küpeniz, giyiminiz, cesur açıklamalarınız çok konuşuluyordu…

Tarzım özel değildi, her zaman normal insanlar gibi yaşamaya ve bizim kadar şanslı olmayan insanlara saygı duymaya çalıştım.

"Her zaman normal insanlar gibi yaşamaya ve bizim kadar şanslı olmayan insanlara saygı duymaya çalıştım."

"Her zaman normal insanlar gibi yaşamaya ve bizim kadar şanslı olmayan insanlara saygı duymaya çalıştım."

Galatasaray kariyerinize fırtına gibi bir giriş yapmıştınız. Sonrasında sakatlıklar biraz geriye götürdü. Başka bir sebep de var mıydı? Daha iyi bir senaryo olabilir miydi?

Doğru, Galatasaray maceram çok iyi başladı, mutluydum, sonra sağlık sorunları, sorunsuz bir şekilde çözülebilen küçük sakatlıklar başladı. Bunu söylediğim için üzgünüm ama bu süre zarfında ne yazık ki düzgün bir şekilde tedavi edilmedim ve küçük sakatlıklar büyüyüp uzadı. Bu da beni geriye götürdü.

O kadro iskeleti korunup takviyeler yapılarak Galatasaray sonraki yıllarda büyük başarılar kazandı. Galatasaray'ın 2000'deki macerasını hangi duygularla takip ettiniz?

Çok gurur duydum, takım arkadaşlarım Türk futboluna çok önemli bir kupa kazandırdı, çok özel yeteneklere sahip güçlü bir takımdı, Fatih Terim her oyuncudan yüzde yüzünü alarak yapbozu tamamladı. Kore'deki Dünya Kupası'nda kazanılan üçüncülüğü de unutmamalıyız.

Galatasaray'dan sonra İsviçre'ye döndünüz ve sonrasında ilerleyen yaşınıza rağmen bir Serie A macerası daha başladı. Tabii burada Roberto Baggio'yu da sizden dinlemek isteriz.

Galatasaray'ın ardından kariyerime dört yıl Grasshoppers'ta devam ettim, iki kez lig şampiyonu olduk ve iki kez de Şampiyonlar Ligi'nde mücadele ettik. O dört yıl boyunca İsviçre Ligi'nin en iyi oyuncusuydum. Böylece 35 yaşında Brescia formasıyla İtalya'ya geri dönme şansım oldu. Ve evet, takımda Roberto Baggio gibi bir oyuncu varken… Baggio için ne diyebilirim ki? İnanılmaz bir futbolcu, dünyanın en üst standardında bir yetenek ve aynı zamanda da sade, mütevazı bir insan. Tekniği bana bazen daha önce birlikte oynadığım Tugay Kerimoğlu'nu hatırlatırdı.

Sizin de üst düzey bir yeteneğiniz vardı ve arkanızda önemli bir kariyer bıraktınız. Daha iyisi de olabilir miydi?

Futbolda ve hayatta her zaman daha iyisini yapabilirsin. Çocukken nasıl oynadığımı ve büyük stadyumlarda sahaya çıkmayı hayal ettiğimi düşündüğümde, tüm bunların gerçekleştiğini görüyorum ve bu yüzden spor kariyerimden daha fazlasını isteyemem. İlk amacım ailemi gururlandırmaktı ve bunu başardım. Bana her gün verdikleri cesaret ve sevgi için onlara minnettarım.

Şu anda restoran işletiyorsunuz. Futboldan uzak olmanızın özel bir sebebi var mı?

Beş çocuğuma yakın olmak, onlarla daha çok vakit geçirebilmek için futboldan uzak durmaya karar verdim. Babam öldüğünde 46 yaşındaydı ve ben sevgisini her gün, her an özlüyorum. Bu, çocuklarıma yaşatmak istemediğim bir duygu.

Socrates Dergi