
Siyah Gölge
5 dk
Harlem Globetrotters, 2016 Mart’ında yeniden Türkiye’de sahne almış, izleyicilere unutulmaz bir eğlence sunmuşlardı. Biz de bu vesileyle geçmişe, Harlem’in tarihine döndük.
Abe Saperstein ismini daha önce duymamış olabilirsiniz ancak kendisi basketbol tarihinin en önemli vizyonerlerinden biri; üç sayılık atışın mucidi ve Harlem Globetrotters’ın kurucusu. Hangisi daha önemli bir katkı, karar vermek güç. Harlem Globetrotters’ı basketbolla akrobasiyi, sporla tiyatroyu, rekabetle eğlenceyi harmanlayan eşsiz bir formatın sahibi olarak biliriz.
İsimlerindeki gibi dünyayı gezerler, çoğu zaman Washington Generals’la (veya yerel takımlarla) oynarlar ve sonunda hep kazanırlar. Hoşça vakit geçirirsiniz ama ötesini pek de fazla ciddiye almayabilirsiniz. Oysa Harlem’in Amerikan kültürüne, sporuna ve basketbola katkıları ilk anda düşündüğünüzden çok daha fazla.
Hikâye 1920’lerin sonunda, Chicago’da başladı... Henüz 24 yaşındaki Saperstein, liseden beri bir arada oynayan bir grup basketbolcuyu toplayıp Savoy Big Five adındaki takımı kurdu. Bir sonraki hamle ise daha vurucuydu: Önce Afrikalı-Amerikalı kültürünü daha iyi vurgulamak için takımın adını Harlem’e çevirdi, ardından da oyuncuların hiçbiri Chicago dışına adım atmamış olmasına karşın Globetrotters (dünyayı gezen) lakabını ekledi. Formaları Amerikan bayrağının renkleri şeklinde tasarlayan da oydu. Bunlar, Harlem tarihindeki ilk pazarlama hamleleriydi.
Henüz profesyonel bir basketbol liginin olmadığı yıllarda şehir şehir gezdi Globetrotters. 1934’e gelindiğinde 1000. maçlarına çıkmışlardı bile. Üstelik bunu ırk ayrımının hâlâ canlı olduğu yıllarda yaptılar. Kafanızda canlandırmak için 1946-1960 yılları arasında takımın formasını giyen Frank Washington’ın şu sözlerine bir bakın: “Maça gittiğimiz pek çok şehirde dükkanlar bize satış yapmıyordu. ‘Süt istiyorum’ dediğinizde ‘Süt yok’ cevabını alıyordunuz. ‘E dolapta süt var işte, ben görüyorum’ derseniz, ‘Süt var ama size satmıyorum’ derlerdi.”
Saperstein, Harlem’in sadece şov yapan bir takım olduğu algısını değiştirmek için 1948 yılında Minneapolis Lakers’la bir maç ayarladı. Lakers, NBA’in öncülü olan NBL’de oynuyordu (ki o ligde siyah oyuncular yoktu) ve Amerikan basketbolunun ilk süper yıldızı George Mikan’a sahipti. Ama tam da ABD Başkanı Harry Truman’ın ırk ayrımını bitirmek için adımlar attığı döneme denk gelen maçın tarihi ağırlığı, sportif rekabetin önüne geçmişti: Dünyanın en iyi siyah takımı, dünyanın en iyi beyaz takımına karşı! 19 Şubat 1948’de Chicago’da oynanan maçı 18 bin kişi izledi. Son beş saniyesine 59-59 eşitlikle girilen maçı Ermer Robinson’ın uzak mesafeli şutuyla Harlem kazandı. Amerikalı yazar John Christgau’ya göre bir galibiyetten çok daha fazlasıydı bu: “O maç göstermişti ki beyazlar ve siyahlar aynı oyunu oynayabilirler, izin verilirse.”
Gerçekten de 1950’den itibaren, NBA’in kapıları Afrikalı-Amerikalı oyunculara açıldı: Sweetwater Clifton, Chuck Cooper ve Earl Lloyd NBA’e draft edilen ilk üç siyah oldular (ki ilk ikisi eski birer Globetrotter’dı). Beyzbolun 1947’de Jackie Robinson’la açtığı kapıdan basketbol da girmişti: Spor geriye dönülmez biçimde değişiyordu ve Harlem bunun itici gücü olmuştu.
Oyuncular için NBA’in de bir opsiyon haline gelmesi, Harlem için bir başka yol ayrımı demekti. Saperstein’in bulduğu çözüm, Globetrotters’ı gerçekten dünyayı gezen bir takıma çevirmek ve işin gösteri tarafını daha da parlatmaktı. Önce Güney Amerika ve Avrupa derken, Soğuk Savaş döneminde Moskova’ya bile gidip orada sahaya çıkabilen bir takım oldular. Gittikleri ülkelerde ABD’nin ‘iyi niyet elçisi’ olarak karşılanıyor, oyunların içerdiği eğlence dozuyla kasabalara karnaval gelmiş havası yaratıyorlardı. Harlem’in basketbolu küreselleştirmesi, o yıllarda emekleme dönemindeki NBA’in de işine gelecekti. David Stern, “Yıllarca basketbol için dünyayı gezdim. Nerede basketbol desem insanların ilk söylediği şey ‘Harlem Globetrotters’ oluyordu” diye açıklayacaktı bunu. Stern NBA’i 1980’lerde dünyaya açıp ligdeki smaçları, ‘no-look’ pasları ve alley-oop’ları ‘showtime’ etiketiyle pazarlarken, Globetrotters’tan da birkaç ipucu almıştı, hiç şüphesiz.
NBA artık devasa bir market, bambaşka bir canavar. Ancak Harlem de 90 yıl ve 20 bin maç sonunda hâlâ dünya çapında bilinen bir marka; filmleriyle, animasyonlarıyla, klasikleşmiş ‘Sweet Georgia Brown’ şarkısıyla, renkli formaları, sahadaki cambazlıkları, skeçleri ve kendi efsaneleriyle bir basketbol geleneği.
“Globetrotters’ın stili NBA’in stilini de etkiledi,” diyor Phil Jackson ve devam ediyor: “Tabii ki artık Harlem’deki atletizmi, top kontrolünü ve şutları NBA’de de görebiliyorsunuz ama sihir, eğlence ve şovmenlik hâlâ, sadece Harlem’de var. Bu da müthiş bir devamlılık.”