Sosisli Basketbol Tarihi
15 dk
Kadıköy’ün orta yeri onyıllardır basketbol… Okul takımında yedek oturandan kariyerini NBA’e taşıyana kadar bu ülkede basketbol oynamış her çocuğa kapılarını açmış Caferağa Spor Salonu’nun lezzetle iç içe geçen öyküsü...
Türkiye'de sporun temeline harç koymuş pek çok isim Kadıköy'den çıkmıştır. Hemen ilk ağızda Fenerbahçe diyeceğimi sanmayın; tamam, yaşı 110'u aşan bu köklü kulüp, İstanbul'un Anadolu yakasında farklı spor dallarının her zaman bayraktarlığını yapan güçlü bir organizasyona sahip ama Galatasaray'ın kurucusu Ali Sami Yen bile çocukluk yıllarını Caddebostan'da bir köşkte yaşamış bir 'Kadıköylü'ydü aslında… Osmanlı topraklarında kurallara uygun oynanan ilk futbol maçlarına ev sahipliği yapan Papazın Çayırı, Kadıköy'deydi. Sonraları Union Club Sahası olarak bilindi, zamanla Fenerbahçe Stadı adını aldı. Modaspor, özellikle cumhuriyetin ilk döneminde basketbol, yüzme ve sutopunda topladığı kupalarla İstanbul'un büyük kulüplerinden geri kalmayan bir müzeye sahipti. Kadıköyspor, bugüne Anadolu Efes adıyla gelen ve tüm Avrupa potalarında tanınan bir markanın temel taşıydı. Efes, basketbol sahasına ilk adımlarını bu kulübe sponsor olarak atmıştı.
Yüzyıllar boyu İstanbul'un bir parçası değil de daha çok karşı kıyıda bir sayfiye köyü gibi görünen bu kadim semt, özellikle İngiliz, Fransız ve İtalyan yerleşiminin arttığı 19. yüzyıl sonlarından itibaren şehirde sportif faaliyetlerin en yoğun yaşandığı bölge oldu. Kadıköy'ün çeşitli mahallelerindeki Türk gençleri, bir süre çevrelerinde olan biteni izlediler, sonra bir araya gelip kendi organizasyonlarını kurarak varlıklı gayrimüslim ailelerin çocuklarının çoğunlukta olduğu takımlarla yarışmaya başladılar, rekabete giriştiler.
Birkaç paragrafta anlatılamayacak kadar zengin, Kadıköy'de sporun tarihçesi… İşte bu semtin orta yerinde, yarım yüzyılı aşan bir zaman diliminde semtin çocuklarına, her yaştan gençlerine spor alanı olarak hizmet veren bir yer var: Caferağa Spor Salonu. Yolu Sakız Sokak'taki emektar mekândan geçenlerin sayısı arttıkça, yıllar içinde adı da suya atılan taşın yarattığı halkalar misali önce İstanbul'un, sonra Türkiye'nin diğer köşelerine ulaştı. Ve ortam ne olursa olsun, ne zaman Caferağa'dan söz açılsa o muhabbette mutlaka içinde sosisli geçen bir cümle kuruldu. Yazımız da başlığını buradan aldı haliyle…
Bugün spor salonunun bulunduğu adada 1930'lu yıllarda Kadıköy Adliyesi vardı. Bina, 1950'lerin ortasında büyük bir yangınla viraneye döndü. O metruk haliyle, bir müddet etraftaki berduşların yatağı oldu, suça yatkın tiplerin karanlık emellerine hizmet etti. Öykümüzün kahramanı tam burada sahne aldı. Mahallenin balıkçısıydı aslında; 'Balıkçı Yalçın' diye nam salmıştı. Gençlik yıllarında kısa süre Fenerbahçe'de top oynamış ama sonra medarımaişet motorunu çevirme kaygısıyla balık tezgâhlarının başında bulmuştu kendisini… Çocukları, gençleri toparladı, kolları sıvadı ve elbirliğiyle yıkıntıyı temizleyip dümdüz ettiler arsayı. Semt, bir top sahası kazanmış oldu. Kimi gün esnaf yardımcı oldu, kimi gün belediyedeki hatırşinas tanıdıklar... Böylece kenarlarına duvarlar örüldü, kalelerine fileler takıldı, zemini düzeltildi, taşları ayıklandı. Hatta direkler dikilerek ışıklandırmaya bile kavuşturuldu. Nizami futbol alanından küçüktü ama memlekette gece maçı oynanan statların parmakla sayıldığı 60'lı, 70'li yılların yaz akşamlarında Kadıköy'ün en cazip köşelerinden biriydi Adliye Sahası. Yalçın Abi'nin çevresi sayesinde çoğu Fenerbahçeli olan ünlü futbolcular zaman zaman bu sahada ter döker; Ogünleri, Cemilleri, Timuçinleri izleyerek hevesleri üçe beşe katlanan delikanlılar aralarında iddialı mahalle turnuvaları düzenlerdi.
1960'lı, 70'li yıllarda Adliye Sahası, Kadıköy'de mahalleler arası turnuvaların vazgeçilmez adresiydi.
Turgut Özal'ın Anavatan Partisi, 1983 yılında genel seçimlerden birinci çıktıktan sonra yerel seçimlerde de belirgin bir üstünlük sağlamıştı. Hem İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde hem de Kadıköy'de ANAP'lı başkanlar vardı. Siyasetin ülkeyi ürkek adımlarla da olsa 12 Eylül'ün boyunduruğundan kurtarmaya çalıştığı o günlerde, Özal'ın cesaretlendirdiği beş işadamı çıktı ve bir projeyle Kadıköy Belediyesi'ne omuz verdi. Proje, Adliye Sahası'na yaklaşık 1200 koltuklu bir spor salonu yapılmasını öngörüyordu. Mete Has, Ali Dinçkök, Abdullah Acar, Tanju Zarbun ve Mesut Dizdar'ın sağladığı finansmanla inşaatı 18 ayda tamamlanan Caferağa Spor Salonu, 1986'da hizmete açıldı.
Mahalle maçları, toz kalkmasın diye devre aralarında sulanan toprak saha, duvarların üzerine dizilip seyre duran futbol meraklıları tarih olmuştu ama Kadıköy'de onyıllardır ateşi düşmeyen spor tutkusu artık basketbol, voleybol maçlarında, güreş, judo ve boks turnuvalarında devam edecekti. Toplantılar, kongreler, halk konserleri de cabası… Caferağa çatısı altında hayranlarıyla buluşan, şarkılarını onlarla birlikte söyleyen pek çok sanatçı oldu yıllar içinde… Bu isimler arasında İbrahim Tatlıses bile var.
Arsadan sahaya geçişte başrolü oynayan Yalçın Abi ya da nüfus kâğıdındaki adıyla söylersek Yalçın Uçmak, sahadan salona geçişte yardımcı oyunculuğa layık görüldü. Dönemin Kadıköy Belediye Başkanı Osman Hızlan, salonun büfesini onun işletmesini istedi. 'Balıkçı Yalçın' böylece 'Büfeci Yalçın' oldu. Sonrasında dillere destan olacak, maç izlemek için kapıdan giren her meraklının ısırmadan edemeyeceği sosisli sandviç de böyle doğdu.
Kadıköy'ün göbeğinde olması, Fenerbahçe'ye yakınlığı Caferağa'nın sarı-lacivertli kulübün yuvası gibi görülmesine yol açtı. Ancak okul maçları programında, yoğun altyapı faaliyetleri takviminde de bu tesisin hatırı sayılır bir yeri vardı. Bir gün bile boş kalmıyordu. Özellikle Fenerbahçe Kadın Basketbol Takımı, Ataşehir'deki salona taşındığı 2012'ye kadar
Caferağa parkelerinde sayısız maç oynadı. Fenerbahçe'nin hemen her sezon Avrupa Kupaları'nda iddialı olması sayesinde kadın basketbol dünyasının akla gelebilecek tüm büyük oyuncuları Caferağa potaları altında yeteneklerini sergilediler. Bugün NBA'de asistan koç olan Becky Hammon… Kadın basketbolunun zirvelerinde her başarıyı tatmış Diana Taurasi, Clarissa Davis, Sue Bird, Katrina McClain, Maya Moore, Ticha Penicheiro, Sylvia Fowles, Penny Taylor, Sandrine Gruda, Angel McCoughtry akla ilk gelenler…
Arşivin tozlu sayfalarında bir gezintiye çıkınca Caferağa Spor Salonu'nda ilk önemli randevunun 31 Ekim 1987'deki Fenerbahçe-Tofaş karşılaşması olduğunu görüyoruz. Güvenlik gerekçesiyle ilk yıllarda buraya üst düzeyde maç vermekten çekinen Basketbol Federasyonu, sonunda Fenerbahçe'den gelen baskılara direnemeyip "Bir deneyelim bakalım" demiş. O gün yaşanan izdihamdan camlar, kapılar kırılmış, kalabalıkta fenalaşıp bayılanlar olmuş ve Tofaş, deplasmanda Fenerbahçe'yi 85-82 mağlup etmiş. Gazeteler, sahanın en iyisinin 31 sayı atan Fenerbahçeli Erman Kunter olduğunu fakat Bursa ekibinin Altan Kutucu ve Bobby Lee Hurt ile çember altından bulduğu basketlerle galibiyete ulaştığını yazıyor. Tabii bir de maç bitiminde soyunma odası koridorlarında tatsız olaylar yaşandığını… Hakemlerin üzerine yürüyen Fenerbahçeli yöneticilere engel olabilecek yeterli sayıda güvenlik görevlisi yokmuş. Sonuçta, ev sahibi takım ceza almış ve federasyon, Caferağa'ya uzun süre birinci lig maçı vermemiş.
Yalçın Uçmak: Bir büfeciden çok daha fazlası.
İstanbul'da yaşayıp son 35 senede eline basketbol topu almış, okul ya da kulüp herhangi bir takımın formasıyla maça çıkmış birinin Caferağa'nın daracık soyunma odalarından geçmemiş, onun misafirperver diyebileceğimiz yumuşak çemberlerine şut atmamış ve tabii ki lezzet şampiyonu sosisli sandviçinden tatmamış olma ihtimali yok. Bu genelleme, bir okul maçında beş dakikacık oyuna giren bir yedek için de geçerli, ilerleyen yıllarda kariyerini ta NBA'e kadar taşımış Mirsad Türkcanlar, Hidayet Türkoğlular, İbrahim Kutluaylar, Ersan İlyasovalar, Cedi Osmanlar, Furkan Korkmazlar, Ömer Aşıklar için de… Mehmet Okur altyapı yıllarını İstanbul dışında geçirdiğinden Caferağa parkelerine çıkmış mıdır, emin değiliz. Fakat Ömer Aşık için özel bir paragraf açabiliriz…
2006-07 sezonunda Ülker, basketbol faaliyetlerini sonlandırıp altyapısındaki oyuncuların çoğunu Fenerbahçe'ye devretti. Fenerbahçe A takımında yer alamayacak ama üst düzey rekabet ortamında pişmesi istenen bazı gençler de Alpella ismiyle Birinci Lig'e katılan takımda oynadı. Koç Alaeddin Yakan yönetimindeki kadroda Caner Öner, Birkan Batuk, Can Özcan, Ogün Sevinç gibi çiçeği burnunda isimlerin yanı sıra iki de Amerikalı vardı: Curtis Withers ve Marshall Strickland. Fakat hiç şüphe yok ki kadrodaki en önemli oyuncu, henüz yirmi yaşına bile girmemiş olan 2.10'luk Ömer Aşık'tı. Sezon başında küme düşmenin akla gelen ilk adayı olan Alpella, ev olarak kendine Caferağa'yı seçti ve çoğu burada olmak üzere sezonu 12 galibiyetle tamamladı.
Sosisliden aldıkları güçten mi bilinmez, gençler beklenenin üzerinde performanslara çıkmış, Ömer Aşık 9 sayı, 11 ribaund ve 2 blokluk ortalamalarıyla milli takıma göz kırpmıştı. Bu parlak çıkışa karşın, ertesi sezon hem Fenerbahçe'nin hem de milli takımın teknik sorumlusu olan Bogdan Tanjevic, Ömer Aşık'ı sarı-lacivertli kadroya almadı. Elinde zaten Mirsad Türkcan, Semih Erden, Oğuz Savaş vardı, bir de dışarıdan Gasper Vidmar'ı getirdi ve uzun rotasyonunu tamamladı. Sezon içinde Mirsad ve Semih peş peşe sakatlanmasa, Ömer'in Caferağa maceraları devam edecekti. Oradan Fenerbahçe kadrosuna sıçrayarak başlayan yolculuk, 2008 Draft'ıyla NBA'e kadar uzandı.
Caferağa'ya konuk olan takımlar içinde en şöhretlisi, o zamanlar Kinder sponsorluğunda oynayan Virtus Bologna'ydı. 1998'de Euroleague şampiyonluğuna ulaşan Bologna takımı, 1999-2000 sezonunda Saporta Kupası'nda mücadele ediyordu ve ilk turda Fenerbahçe ile aynı gruba düşmüştü. Ettore Messina yönetimindeki kadroda kimler yoktu ki? Predrag Danilovic, Antoine Rigaudeau, Saulius Stombergas, Hugo Sconochini, Nikos Ekonomou… Aslında Fenerbahçe, FIBA'ya Abdi İpekçi'de oynayacağını bildirmişti ama Kinder Bologna maçı yaklaşırken kulüpteki bazı kurnaz idareciler Caferağa'da oynamanın daha avantajlı olacağını öne sürdüler ve saha değiştirildi. Hiç unutmuyorum, o zamanlar takım menajeri olan Roberto Brunamonti kafile otele girer girmez beni telefonla aramış ve "Daha önce defalarca İstanbul'a geldim ama hiç Asya yakasında bir salonda maç oynamamıştım. Bu Kaferaga salonu nasıl bir yer?" diye sormuştu. Gülerek "Küçük ama sevimli" cevabını vermiştim. İtalyanlar mekânı ilk gördüklerinde şok yaşamışlar tabii ama maçta korktukları başlarına gelmedi, rahat kazandılar. Maç çıkışı Brunamonti ile konuştuğumuzda "Sen küçük dediğinde bu kadar küçük bir salonda oynayabileceğimizi tahmin etmemiştim" dedi. Evet, belki ülke tanıtımı açısından iyi bir hamle sayılmazdı ama 19 Ekim 1999 tarihi, Caferağa'nın künyesine koskoca Kinder Bologna'yı konuk ettiği gün olarak yazıldı.
1992'nin ilkbaharında Spor Sergi kapandığından beri basketbol ailesinden hep aynı hayıflanmayı duyarsınız: "Ah ne güzeldi o günler! O salonun bambaşka bir ruhu vardı…" Aradığımız, hasretini çektiğimiz ruh onyıllardır Kadıköy'de aslında… İskelede vapurdan inip çarşının şıngır mıngır sokaklarından yukarı vurduğunuzda, pul pul balıkçıların ışıltısı, yaşlı fırınların mis gibi kokusu avucuna alır sizi… Rengârenk manav tezgahlarına kapılır, binbir coğrafyanın esintisini taşıyan baharatçılarda kaybolmak istersiniz. Ama basketbol sevgisi çeker eteğinizden, adımlarınız bir şekilde Sakız Sokak'a yönelir. Belki de meşhur sosislinin çekim alanına girip nasıl olduğunu anlamadan varmışsınızdır Caferağa'nın kapısına… Orada sizi Yalçın Abi karşılar. Evet, hâlâ orada Yalçın Uçmak; seksenini devirmiş bir delikanlı… Pandemi döneminde büfesi kapatılmasına karşın her gün geliyor, antrenmanları, TB2L maçlarını izliyor. Bol malzemesiyle gözümüzü doyuran, tadı damağımızda kalan sandviçlerini yeniden elimize tutuşturacağı günleri iple çekiyor.