¡Vamos!

18 dk

Kariyerini bitirme ihtimali doğuran rahatsızlıklar, kaçırılan turnuvalar, soru işaretleri… Rafael Nadal tüm bu tartışmaların ardından 35 yaşında geri döndü ve 21'inci Grand Slam şampiyonluğunu kazandı. Bize de onun "Vamos!"unu konuşmak düştü…

"Her puanı bu şekilde mi oynayacak?"

Rafael Nadal'ın meşhur Nike reklam filmini bilirsiniz. Aynı reklamın sonunda bir ifade belirtilir: "Büyük hayaller, büyük çaba gerektirir." Nadal, bu çabayı göstermekten hiçbir zaman kaçınmadı. 19 yaşında ayak bastığı 2005 Roland Garros'ta da, bir süre öncesinde koltuk değnekleriyle poz verdiği 2022 Avustralya Açık'ta da…

Avustralya Açık finalinde Rafael Nadal'ın Daniil Medvedev karşısında 2-0'dan dönerek elde ettiği 21'inci Grand Slam zaferinin ardından bazı anıları tazeleme ve Rafa hakkında konuşma vakti gelmişti. Karşımızda tenis spikerleri Caner Eler, Emre Yazıcıol, Aras Yetiş ve antrenör Mert Ertunga var. Kayıt başlıyor…

Dilerseniz biraz geriye giderek başlayalım… Rafael Nadal'a dair ilk hatıranız nedir?

Aras Yetiş: 2004 Miami'de Roger Federer'i yendiği maçı izlememiştim. Zaten gümbür gümbür gelen bir tenisçi olduğundan hep bahsediliyordu. Ama Rafa denince ilk aklıma gelen, kolsuz tişörtü ve diz altı şortuyla oynadığı 2005 toprak kort sezonudur muhtemelen. Genç yaşında fiziken bu kadar güçlü görünmesi, bilhassa da kol kasları beni epey şaşırtmıştı. Arka arkaya turnuvalar kazanıp Fransa Açık başlamadan sıralamada ciddi bir sıçrama yaptı, ilk Roland Garros kupasını kaldırdı. Zaten o bir buçuk aylık periyottan sonra bambaşka bir profile büründü.

Caner Eler: Aklıma hemen net bir an gelmiyor ama 2004-2005 dönemindeki turnuvalarda izleyip etkilendiğimi hatırlıyorum. İyice hafızamı deşersem, bunlardan biri Federer'e beş sette kaybettiği 2005 Miami Masters Finali'ydi. Guillermo Coria'yı Monte Carlo ve Roma finallerinde yendiği 2005 toprak kort sezonu da çok etkileyiciydi. Kendi kendimize "Toprak kortta kim hükümdarlık kuracak?" sorusunu sorarken ortaya çıktı. Gencecik Nadal'ı daha dikkatle ve sindirerek izlediğim turnuva elbette 2005 Roland Garros. Mallorca sahilinden çıkmış şortu, kolsuz yeşil tişörtü, bandanadan salınan Mowgli tarzı saçları, yaşına göre gelişmiş kasları ve her topu son puanmış gibi karşılayan vahşi oyunuyla, tükenmeyen enerjisiyle hafızaya hemen kazınmıştı.

Mert Ertunga: Ben, Nadal'ı 16 yaşındayken İsviçre'de düzenlenen bir ATP turnuvasında izledim. Hatta turnuva devam ederken bir gün arkadaşlarımdan biriyle dışarı çıktık ve Carlos Moya'yla karşılaştık. Yanında da 16 yaşında bir çocuk var. Arkadaşım da o 16 yaşındaki çocuğun kim olduğunu sordu. Moya'nın yanında olunca dikkat çekiyor tabii... O zamanlar Nadal'ın ismi duyuluyordu ama sınırlı düzeyde. Ben de "16 yaşında genç bir çocuk işte…" diye anlattım. Sonra arkadaşım gitti, Carlos Moya'yla fotoğraf çekildi. Bilsek Nadal'la çekilirdik elbette.

Canlı anlatımı size denk geldiği için şanslı olduğunuzu hissettiğiniz bir Nadal maçı var mı?

Emre Yazıcıol: Çok fazla maç var ama bir tanesini söylemem gerekirse, kaybettiği bir maçı tercih ederim. Novak Djokovic'le karşı karşıya geldiği 2012 Avustralya Açık Finali tüm zamanların en efsanevi finaliydi. Tarihin en uzun Grand Slam finalinden bahsediyoruz. Zaten iki oyuncu da seremoniyi beklerken ayakta duramamış, sandalye istemek zorunda kalmıştı. Ben bugüne kadar öylesini görmedim. Bundan sonra da olur mu, pek emin değilim. Herhalde anlatırken en çok keyif aldığım maç odur.

CE: O 2012'deki final hakikaten çok özeldi. Dirayet ve azim titanları kozlarını paylaşmıştı âdeta. Yine Nadal-Djokovic 2010, 2011 ve 2013 Amerika Açık Finalleri unutamadığım maçlardandır. Nadal ve Federer rekabeti tarihin en büyüklerindendir ancak 2011'de Djokovic'in 'annus mirabilis'iyle beraber Nadal-Djokovic maçları uzun ralliler ve imkânsız vuruşlar resitallerine dönüşmüştü. Güç, dirayet ve zihinsel dayanıklılık konularında yeni birer sayfa açtılar.

"Turnuvaya katılması dahi şüpheliydi, o koltuk değnekleriyle olan fotoğrafı basına sızdığında çarpıcı bir etki yaratmıştı zaten." -Emre Yazıcıol

"Turnuvaya katılması dahi şüpheliydi, o koltuk değnekleriyle olan fotoğrafı basına sızdığında çarpıcı bir etki yaratmıştı zaten." -Emre Yazıcıol

AY: Eğer geçen sene konuşuyor olsak buna kafa patlatmam gerekirdi ama şu anda cevabım net şekilde 2022 Avustralya Açık Finali. Sadece Nadal maçları ya da tenis özelinde değil, spikerlik hayatımın en özel hatıralarından biri olacak. Rafa'nın turnuvadaki Denis Shapovalov maçında kilo verdiği söylenmişti ya hani... Girdisiyle çıktısıyla neredeyse yedi saat süren o yayında ben de bir miktar kilo kaybettim.

Socrates'in dördüncü sayısında Caner Eler, Şevket Furkan Erbay ve Emre Yazıcıol Büyük Üçlü'yü konuşmuştu. Orada Emre Yazıcıol'un Nadal için şöyle bir ifadesi vardı: "Artık giderek iflasa yaklaşıyor. 34'e kalacağını hiç sanmıyorum. 32-33 bizim için şans olur." An itibarıyla Nadal, tarihin en çok Grand Slam kazanan oyuncusu oldu. Bu konuya nasıl yaklaşmak gerekir?

EY: Kendisi de o dönem öyle söylüyordu. 25-26 yaşlarındayken "Otuzuma geldiğimde hâlâ tenis oynuyorsam, şaşırırım" diyordu. Erken yaşlarda çok ciddi sakatlık problemleri yaşamıştı. Hatta ilk Grand Slam'ini kazandıktan sonra kariyeri bitme noktasındaydı. Ayağında doğuştan gelen bir problem var. O ilk Grand Slam zaferinden sonra kendisine "Bir daha tenis oynayamazsın" yazılı raporlar veriliyor. O yaşta tenisi bırakıp golf oynamayı düşünen bir adamdan bahsediyoruz. Bununla da bitmiyor, dizlerinden de bir sürü sakatlık yaşıyor. Kariyeri boyunca bu sakatlıkların etkisini fazlasıyla hissetti Nadal. Ama Büyük Üçlü'nün kendi arasındaki rekabet, birbirleri için itici güçler olmaları, birbirlerine ilham vermeleri bizi bugün buraya getirdi. Bu sadece slam sayısıyla alakalı bir şey değil. O kadar güzel bir şey yarattılar ki… Hem sportif anlamda çok başarılı oldular hem de seyircinin ilgisine, desteğine mazhar oldular. Bunu bırakmak çok kolay bir şey değil.

CE: Sanırım Emre'nin bu mantıklı öngörüsünde olduğu gibi Nadal en imkân verilmeyen, "Artık buradan da olmaz" denilen derin dehlizlerden geri döndüğü için tarihin en büyük dirayet, azim ve sebat sembollerinden birine dönüştü. Kırılması hatta çatlaması en zor mental duvarlardan birine sahip oldu hep Nadal. Oyun stilini değiştirmek zorunda kaldığı diz tendiniti sakatlığından diğer sağlık problemlerine kadar oyununu geliştirerek o zorlukları aştı. Şu meşhur reklamda geçen "Her puanı böyle mi oynayacak?" sorusunun cevabı burada zaten. Evet, her puanı öyle oynadı. Bu konuda en güzel yorumlardan birini Murray ile Instragram'da yaptığı sohbette Djokovic söylemişti: "Kortta her puanda onu topu karşılamak için zıplayıp koşarken görürsünüz, işte Nadal'ın sırrı o yoğunlukta gizli. Sizi gerçekten onunla oynarken ürküten bir yoğunluk ve keskinlik bu. O zihinsel ve aynı zamanda fiziksel bir dev. Aramızda sanırım en çok sakatlık yaşayan odur. Her iki sezonda bir aylarca onu tenisten uzaklaştıran bir sorun yaşadı. Her seferinde de bir şekilde geri dönüp oyununu yeniden inşa etmeyi başardı. Ondaki dirayetin bir eşine rastlamadım." Başka söze gerek yok.

AY: Nadal da kimi zaman bu konuya benzer bakış açısıyla değinir. Emre'nin de dediği gibi kendisi bile 35 yaşında bu seviyede tenis oynayacağını kestiremezdi. Sürekli fedakârlıklar yapmış bir sporcudan bahsediyoruz. İlk büyük rahatsızlığında ayaktaki sorunu giderebilmek için tasarlanan özel ayakkabı uzun vadede dizlerindeki tendiniti ortaya çıkarıyor mesela. Sürekli uzun aralar, kaçan Grand Slam'ler, farklı farklı sakatlıklar derken gelinen nokta acayip. Ancak tabii Nadal da oyunundaki dönüşümle beraber fiziksel yükünü biraz azalttı. Kariyerinin ikinci bölümünde daha iyi servis atan, daha agresif oynayan bir oyuncuya dönüştü. Bilhassa yıpratıcı sert kortlarda bunun epey faydasını gördüğünü düşünüyorum.

ME: 2005-2006 gibi Roger Federer'in arkasında dünya 2 numarası olduğu dönemde Nadal, inanılmaz sağlam bir geri çizgi oyuncusuydu. Toprak zeminde kimsenin sahip olmadığı bir 'top spin'e sahipti. Toprakta herkesten fazla zıplıyordu onun vurduğu toplar. Zaten o sayede toprağın bir numarası olmuştu. Diğer kortlarda böyle değildi tabii. Federer'e karşı bir üstünlük sağlayamamıştı mesela. Ama zaman geçtikçe hem sert kortta hem de çim kortta neleri daha iyi yapması gerektiği üzerine çok eğildi. 2007-2010 arası birinci servisini çok iyi bir yere taşıdı. Voleye çıkmayı pek tercih etmezdi ama sonrasında topu daha erken alıp çizgiye gelmeye başladı. Bu da neyi sağlar? Puanları kısa kesmeyi. Oyunu geri çizgide kabul edip bir puan için yirmi kez topa vurmaktansa bunun üzerine eğildi.

Bundan yaklaşık altı ay önce Rafael Nadal'ın bir fotoğrafı sosyal medyada yayılmaya başladı. Ayağının üstüne dahi basamıyor, koltuk değnekleri kullanıyordu. Nadal'ın o durumunu düşündüğümüzde, kupayı kaldırma ihtimali neydi sizce?

AY: Nadal tenis yaşamı boyunca sık sık bu dezavantajları tersine çevirdi ama ne olursa olsun yaş faktörü mevcut. 35'inde bunu tekrar yapıp yapamayacağını ister istemez sorguluyorsunuz. Kazandığı hazırlık turnuvası, her ne kadar büyük isimlerle oynamasa da iyiye işaretti. Ben de uzun süreli bir sakatlıktan dönüp Avustralya Açık'ta birkaç maç kazanması, Roland Garros öncesi tekrar beş setlik maç temposuna girmesi hiç de fena olmaz diye düşünüyordum. Zaten Melbourne macerasına da "Dördüncü turdaki Sascha Zverev maçı…" denerek şerh düşülüyordu sürekli. Adrian Mannarino sayesinde o maç gerçekleşmedi ve ardından final yolu açıldı. Eğer Nadal son maçta kupayı kaldırmasaydı bile fotoğraftan bugüne uzanan süreçteki beklentilerimi aşmış olacaktı.

CE: Kazanmasına ihtimal vermek çok zordu gerçekten. Üstelik koronavirüse de yakalanmıştı turnuva öncesinde. Hatta o dönemde pandemiaşı denklemini işin içine katmazsak Djokovic için 21 cepte gibi düşünülüyordu. Ama Nadal, bize yine onun hakkında yargıya varırken veya gelecek tahmininde bulunurken temkinli olmamız gerektiğini hatırlattı. Bu konuda aklıma ilk tendinit olduğu dönem ve 2009'da Robin Söderling'e Roland Garros'ta kaybettiği o meşhur maç geliyor. O yıl annesiyle babası boşanmıştı. Nadal'ın özel yaşamında da çok sarsıldığı bir dönemdi. Wimbledon'a son şampiyon olarak katılamamıştı. Ama Nadal sanki önüne çıkan engellerden, duygusal, zihinsel ve fiziksel sorunlardan etkilendikçe bunlardan beslenip güçlenen bir mitolojik figüre dönüştü. O yüzden buna da şaşırmıyorum. Hayran kalıyorum ama yeterince şaşırmıyorum diyelim. Zira söz konusu Nadal. Yıllardır bizi yanıltmak için o korta çıkıyor.

2008 Wimbledon

2008 Wimbledon

EY: Turnuvaya katılması dahi şüpheliydi, o koltuk değnekleriyle olan fotoğrafı basına sızdığında çarpıcı bir etki yaratmıştı zaten. Peşine Caner'in de dediği gibi koronavirüs geçirdi, turnuvaya çok kısa bir süre kala hem de. Tüm bunların ardından "Nadal artık bu tempoyu kaldıramıyor, bundan sonra sert kortta Grand Slam kazanamaz" diyenlerin sayısı bir hayli fazlaydı. Ben, Büyük Üçlü'ye çok saygı duyanlardanım. Herhangi bir olumsuz gelişmeden sonra "Tamam, artık buradan dönmez, işi bitti" gibi yorumların onlar için kolaylıkla yapıldığını görüyorum. Ben bu konuya çok temkinli yaklaşmaya çalışanlardanım zira meslek hayatım boyunca onların inanılmaz yerlerden dönüp harikulade işlere imza attıklarını gördüm. "Nadal bitti, Federer bitti" diyenleri gördüm. Ama günün sonunda hep farklı bir gerçeklikle baş başa kaldık. Lafın özü, Büyük Üçlü hakkında konuşurken yoğurdu üfleyerek yemek gerekiyor. Çünkü onlara karşı bahse girmek kelimenin tam anlamıyla çılgınlık.

ME: Açıkçası ben her şeyden önce "Novak Djokovic favori. Nadal'ın Djokovic'e karşı çok az şansı olur" diyordum. Hatta Nadal'ın finale çıkma ihtimalini de çok az görüyordum. O altı ay evvel değneklerle poz verdiği fotoğraf bir kenara, koronavirüs sebebiyle uzun süre antrenman yapamadığını unutmamak gerekiyor. Tahmin ediyorum ki, Avustralya Açık'a kadarki dörtbeş aylık periyotta en fazla iki ay antrenman yapmıştır Nadal. Beş-altı haftadan daha fazla antrenman yapmış olamaz. O yüzden kondisyonunda da soru işaretleri vardı. Bazı maçlarda yorgunluğu ön plana çıktı zaten. Buna rağmen kazandı işte. Burada ortaya çıkan şey de Nadal'ın yüksek konsantrasyonu ve rekabetçi ruhu. Kimsede yok bu. 1970'lerden beri takip ediyorum tenisi. Björn Borg dışında her puan için bu kadar asılan, bu kadar yoğun performans gösteren başka bir tenisçi hatırlamıyorum. Son sette 5-0, son oyunda da 40-0 önde olsun, aynı yoğunluk. Tie-break'te 5-5 eşitlik olsun, yine öyle. Böyle oyuncu görmedim. Eski kovboy filmlerinde olur ya, kafana silahı dayarlar ve "Son bir şansın var. Ne istiyorsun?" diye sorarlar. Benim de kafama silahı dayasalar ve "Senin için bir oyuncu, bir set oynayacak. O oyuncu seti kazanırsa bu tetiği çekmeyeceğim. Kimi seçiyorsun?" deseler hiç düşünmeden "Rafael Nadal" derim.

Finalden önce biri çıkıp "Bir sporcu 2-0 geriye düşecek ama sonrasında beş sete giden epey uzun bir maçı 3-2 kazanacak" dese herhalde herkes maçı kazanan isim olarak Daniil Medvedev'i gösterirdi.

AY: Amcası ve eski antrenörü Toni Nadal'ın bile maç uzadığı denklemde Rafa'nın kazanabileceğine dair şüpheleri vardı. Sürekli olarak, "Eğer Nadal şampiyon olacaksa maça hızlı ve agresif girmeli" yorumları yapılıyordu ki şahsen ben de fikren bu noktadaydım. Daha önce onu beş setlik bir maçta geriden gelip neredeyse yenecek olan Medvedev bu kez fırtına gibi başlayıp 2-0 öne geçti. Bitti gibi görünüyordu. Dünyanın en iyimser insanı bile o noktadan, üçüncü set 3-2'yken karşılaştığı üç servis kırma puanından döneceğini düşünemezdi sanırım. Ama yapılmayanları yapan sporculardan bahsediyoruz. Bir kez daha şapka çıkardık…

Rafael Nadal'ın yarattığı etkiyi bir de profesyonel bir tenisçiden, 1999 doğumlu İpek Öz'den dinleyelim:

  • Dokuz yaşındaydım ama 2008 Wimbledon Finali'ni dün gibi hatırlıyorum. O acayip maçtan sonra Roger Federer ve Rafael Nadal'ın apayrı oyuncular olduğunu idrak etmiştim. Dokuz yaşında bir çocuk dahi fark edebiliyordu ne kadar özel olduklarını. Öncelikle Nadal'ın benim gibi solak olması çok ilgimi çekmişti. Bundan dolayı kanım hep daha fazla kaynadı ona. İnanılmaz bir savaşçı. Hiçbir puanı boş oynamıyor, yapılması gereken hiçbir şeyi pas geçmiyor. Sürekli olarak her topun arkasında, ayaklarını çalıştırmayı bir an bile bırakmıyor. Özellikle ayak çalışması konusundaki disiplinini örnek alıyorum. Gerçi Nadal hemen her şeyini örnek alabileceğiniz bir sporcu…

  • 2022 Avustralya Açık sırasında Manacor'daki Rafael Nadal Akademisi'nde turnuva oynuyordum. Açıkçası kimsenin ondan şampiyonluk beklentisi yok gibiydi ve ortalık gayet sakindi. Akademi antrenörleri dahi "Çok formsuz gitti" diyorlardı ama bir anda kendini son maçta buldu. Tesadüfen aynı gün benim de finalim vardı. Beş saatten fazla sürdüğü için kendi maçım bitince yetiştim. Ortam çok keyifliydi. Bir ara Toni Nadal sağdan sola koşuyordu…

  • Birçokları gibi ben de Nadal'ın böyle oynamasını beklemiyordum açıkçası. Maçta olduğum için o kısmı kaçırdım ama üçüncü sette skor 3-2 Medvedev lehineyken çevirdiği servis kırma puanlarını duydum. İnanılmaz olay... Son sette, tüm o yorgunluğa rağmen bir şekilde kazanmanın yolunu bulması da müthişti. Savaşçılığı sayesinde başardı. Beklemiyordum dedim ama Nadal bu, her an bir delilik yapabilirdi ve yaptı. Ben dahasını da yapacağına inanıyorum. Carlos Alcaraz beş sette oynamayı öğrenene kadar birkaç Fransa Açık daha sıkıştırmalı araya. O çocuk da toprakta fena geliyor… Şaka bir yana, ben üç-dört tane daha Grand Slam kazanabileceğini düşünüyorum.

EY: Kesinlikle öyle. En nihayetinde Nadal bu finali kazanacaksa, Nadal'ın maça çok güçlü başlaması gerekiyordu. Aras'ın da dediği gibi, tüm tenis çevrelerinin yorumları bu yöndeydi ama tam tersi oldu. Grand Slam'lerde beş setlik maçların büyüsü bambaşkadır, bilirsiniz. 2-0 olduğunda maç bitmiş gibi görünebilir ama tenis momentuma inanılmaz kuvvetli derecede bağlı olan bir spor. Hele ki filenin taraflarından biri Büyük Üçlü'ye mensupsa… Maç 2-0 olduğunda geçmişteki tecrübelerimden de yola çıkarak asla maçın bittiğini düşünmedim. Üçüncü sette 0-40'lık bir oyun vardı, Nadal'ın o oyunu kazanması bir tür kırılma ânıydı aslında. Nadal'ın bu maçı en azından beşinci sete taşıyabileceğini gösteren bir detaydı.

CE: Herhalde tenis tarihinde uzun zamandır "2-0 gibi zor bir durumun içinde kalıp buradan geri dönebilir mi?" sorusunda akıllara o ihtimali düşüren iki isim var: Nadal ve Djokovic. Medvedev de bu tanımın yakın gelecekteki karşılığı olabilir ama henüz o seviyede değil. Nadal kariyerinin başından bu yana fiziksel durumu elverdiği ölçüde her topu son puan gibi oynamayı şiar edinmiş bir zihne ve tavra sahip. Onu herkesten farklı kılan da zaten uzun yıllardır kortta sergilediği bu tavır ve tutum istikrarı. Bu kenarda titizlikle dizdiği şişelerden tutun, her servis öncesinde hareketlerine uzanan sayısız ritüelini de içeren bir davranış ve oyun karakteri istikrarı. Hatta büyüdüğü yerden hiç ayrılmayan, uzun süreli ilişkisini evlilikle taçlandıran, sahip olduğu ya da temas ettiği her şeyi sonsuza dek bırakmayacakmış gibi davranan ve buna göre hareket eden biri. Asıl mühim olan bunu kortta ne kadar ihtişamlı ve gösterişli bir şekilde sürdürdüyse kort dışında o kadar gösterişten uzak biçimde spot ışıklarından uzak biçimde yaşadı. Bu son Grand Slam şampiyonluğundaki efsanevi ve epik geri dönüşündeki süreç de zaten bir film şeridi misali önümüze serildi. Bir Nadal özeti gibiydi bu geri dönüş. Ona da çok yakıştı.

Daniil Medvedev ve Rafael Nadal, 2022 Avustralya Açık Finali'nin ardından kupa seremonisinde...

Daniil Medvedev ve Rafael Nadal, 2022 Avustralya Açık Finali'nin ardından kupa seremonisinde...

ME: Bir oyuncu 2-0 geri düşüp kazanabilir. Bununla ilk defa karşılaşmıyoruz ama şaşırtıcı olan şey başka. Nadal ilk sette basbayağı ezilmişti. İkinci sette durumu kurtardı, oyunlarda 5-3 öne geçti. Normalde ikinci sette oyunu dengeleyip öne geçtiğinde "Nadal buradan alır yürür" deriz ama Nadal 5-3 öne geçmesine, set puanı görmesine rağmen ikinci seti de kaybetti. 6-2'lik iki setle geriye düşmek gibi bir şey değil bu. Trajik bir kayıpla 2-0 geriye düşüyorsun. Ama napıyor üçüncü setin ilk puanında? "Vamos!" çekiyor. İkinci seti trajik şekilde kaybetmişsin, finalde 2-0 geridesin, neredeyse kimse sana şans vermiyor. Adam o hayal kırıklığından birkaç dakika sonra yumruğunu sıkıp "Vamos!" diye bağırıyor.

Sizce Nadal, Grand Slam sayısında bu noktadan sonra nasıl bir avantaja sahip? Tarihin en iyisi yarışında Grand Slam sayıları ne kadar belirleyici olacak?

AY: Novak Djokovic'in içinde bulunduğu durumu ve aşı olmadığı denklemde Grand Slam'ler kaçırabileceğini göz önüne alırsak eğer, Rafa'nın sayısal olarak avantajlı durumu daha da pekişiyor. Dürüst olmak gerekirse, en tutkulu hayranları dahi Nadal'a bir sert kort slam'i daha yazmıyordu ama söz konusu bu sporcularken kesin konuşmamak gerektiğini gördük. Avustralya'da gelen 21'e ve mevcut oyun seviyesine de bakarak, önümüzdeki iki Fransa Açık'a daha favori olarak çıkacağını düşünüyorum. Şartlar böyleyken, yarışın pole pozisyonunda Nadal var. Slam sayıları şüphesiz ki bir numaralı sayısal veri ama ben "Tarihin en iyisi" kavramının subjektif yorumlanabileceğini düşünüyorum. Neticede herkes kendi fikirleriyle üçlüden birinin yanında saf tutacak ve biri diğerlerine üç-dört slam fark yapmadığı takdirde algıdaki makas fazla açılmayacaktır.

CE: İşte burada da o öngörülemezliğe tekrar geliyoruz. Hem de sadece Nadal'a dair değil, Federer ve Djokovic'e dair de... Ama Djokovic'in aşı kördüğümünü ve Federer'in yaşını düşününce Nadal'ın avantajlı olduğunu söylemek mümkün. Burada en kritik konu mayıs sonunda 35 yaşına basacak Djokovic'in kaç slam daha oynayabileceği. Ama her ne olursa olsun tarihin en iyisi yarışının sadece Grand Slam sayılarından ibaret olmadığını düşünüyorum. Ayrıca tarihin en iyisini belirleme kavramının da çok sağlıklı olmadığını inanıyorum. İlla bunun üzerine konuşmak gerekirse, bir sporcunun başarılarının yanında size bu sporu icra ederken hissettirdikleri de önemli. Hatta dönemin şartları, ruhu, arka planda neler olduğu da bu değerlendirme kümesine dahil. Bu nedenle sadece istatistiklere bağlı bir değerlendirme çok doğru olmayabilir. Bir nesli, bir dönemi tanımlamak, oyun stiliyle dimağlarda bıraktığı iz...

EY: Nadal'ın şu anda çok büyük bir avantaja sahip olduğu kesin. 13 yıl sonra gelen Avustralya Açık şampiyonluğu, Aras'ın da dediği gibi Nadal için sert kortta kazanılan ekstra bir slam demek. Rafael Nadal bu yaşta hâlâ slam kazanabileceğini gösterdi. Birkaç ay sonra Roland Garros'ta 22 yapma olasılığı çok yüksek ama bundan sonra olay biraz da Djokovic'in durumuyla alakalı. Ama aşı konusunu kenarda tutarak da konuşabiliriz bu konuyu. Djokovic'in fiziksel durumu ne olursa olsun bir yaş problemi mevcut. Herkesin beklediği kadar kolay olmayabilir bu iş çünkü slam kazanmak bu sporcuların bize gösterdiği kadar kolay bir şey değil. Geçmişte her ne kadar Djokovic'e iki kez yenilmiş olsa da iki-üç ay sonra Roland Garros'ta bir numaralı favori zaten yine Nadal. O yüzden Djokovic'in arayı kapatması çok kolay olmayabilir. Eğer Nadal, Roland Garros'ta 22 yaparsa bu çok büyük bir avantaj. Bu sene büyük bir sakatlık yaşamazsa "Nadal bundan sonra sert kortlarda bir şey yapamaz" ya da "Toprak kortta eskisi gibi iddialı olamaz" demek pek fazla kişinin dile getirebileceği bir şey değil.

ME: Novak Djokovic, her ne kadar geçen yıl kazanmış olsa da şu anda Nadal, elbette Fransa'ya favori gidiyor. Orada 13 kez kazanmış bir oyuncudan bahsediyoruz. Sırf geçen yıl kaybetti diye favoriler arasında anmamak olmaz. Roland Garros'ta kazanma ihtimali yine yüzde ellinin üstünde bence. 22'ye çok yakın. Ama tabii slam sayılarına fazla takılıp oyuncuların diğer başarılarını göz ardı etmek doğru değil. Slam sayıları zaten son yirmi yıldır konuşulan bir konu. "Tüm zamanların en iyi oyuncusu kim?" sorusunun yanıtını sadece burada aramamak lazım. Diğer turnuvalar da çok değerli. Nadal bu konuda da epey ileri... Senelerdir kazanıyor, senelerdir ilk beşteki yerini koruyor. İlk üçten çıktı mı, ondan da emin değilim.

Bir de şöyle bir husus var: Nadal hem Federer'in hem de Djokovic'in en iyi döneminde oynadı. Federer ile Djokovic için bunu diyemeyiz. Djokovic, 2004-2007 arasında çok gençti. Doğru düzgün oynamıyordu bile. Federer'in en iyi dönemi o yıllara tekabül ediyor. Djokovic için en iyi dönem diye bir şeyden bahsedeceksek başlangıç noktasına 2011 diyebiliriz. Djokovic'in özel seneleri var: 2011, 2014, 2016, 2018 ve 2021. Nadal, Federer ile Djokovic'in en iyi dönemlerinin kesiştiği noktada performans göstermeye devam etti. O yüzden Nadal'ın 21 slam'e ilk ulaşan tenisçi olması, yıllar sonra tekrar 1 numaraya çıkması falan… Bunlar büyük başarılar.

Socrates Dergi