Yeni Gelenek

9 dk

Liverpool, bir kez daha Avrupa'nın zirvesine çıktı. Şampiyonlar Ligi şampiyonu takımın tepeye dönüşünde uzun ve sancılı bir yol vardı.

Getty Images

The Guardian yazarı Barney Ronay, Alex Ferguson'ın ayrılışının ardından zirveye dönüş yapmakta zorlanan, üst üste hatalar yapan Manchester United ile ilgili kaleme aldığı yazıda 'United felsefesi' adıyla sürekli tekrarlanan sloganın aslında gerçeği hiç yansıtmadığını belirtmişti. United'ın sanıldığı gibi bir mirası olmadığını, modern zamanların ilk endüstriyel futbol kulübünün zirveye çıktığı dönemlerde efsaneleşen Matt Busby, Alex Ferguson gibi isimlerin kulübün yapısını baştan aşağı değiştirerek bu başarılara ulaştığını ifade etmişti.

Ferguson döneminde rakibinin gölgesinde kalan Liverpool ise iletişim devriminin hızlandığı, evlere televizyonun girmeye başladığı 1960'ların sonundan bu yana dünyanın en popüler futbol kulüplerinden biri. Tıpkı United gibi, özel bir ismin, Bill Shankly'nin yönetiminde yeniden inşa edilen kulüp, şehrin demografisi ve işçi hareketleriyle birlikte dönemin simgelerinden biri hâline geldi. Daha sonra 1980'lerde yükselen futboldaki şiddet ortamında da en öndelerdi, maalesef Heysel'de kıta futbolunun en büyük trajedilerinden birinin başrolü oldular. 2005'te İstanbul'daki finalde yaptıkları efsane geri dönüşle tüm dünyada olduğu gibi bu topraklarla da güçlü bir bağ daha kurmayı başardılar. En iyi olurken en iyi değillerdi; başından itibaren de hikâyeleri biraz buydu. İnternetin yaygınlaştığı dönemde bir kez daha kendilerini hatırlatmışlardı.

Mayıs 2019'da ezeli rakipleri Avrupa Ligi takvimini kontrol ederken, bir kez daha zirveye çıkmayı başardılar. Son 60 yıla bakıldığında, Liverpool'un her on yılda bir kendisini hatırlatan bir şeyler yaptığını görmek mümkün. Futbolun merkezileştiği, güçlü sermayelerin ve yüksek nüfusun bulunduğu şehirlerde toplanmaya başladığı bir dönemde ülkenin en kalabalık beşinci, haneye düşen gelirde 11. sıradaki şehri bir kez daha kıtanın en büyüğü oldu.

Plan

2010 yazında Rafael Benitez, çok sevdiği Anfield'dan ayrılırken tünelin ucunda ışık yoktu. Vasat bir kadro, artan borçlar, Şampiyonlar Ligi dışında kalmış bir takım. Kulübün ABD'li sahipleri Tom Hicks ve George Gillett'in üst üste hatalarla uçuruma sürüklediği Liverpool'u sıradanlıktan ayıran tek ayrıntı eski, güzel günlerdi. Tıpkı, yine bir Fenway Sports Group (FSG) takımı olan Boston Red Sox gibi... FSG'nin başında bulunan John Henry belli ki bir şeyleri yeniden inşa etmeyi seven, süreçlere inanan birisi; aynı zamanda doğru markayı seçmek, plan yapmak ve yanlıştan geri dönebilmek gibi konularda usta.

Yeni Liverpool planının ilk aşamaları sancılıydı. Simon Kuper ve Stefan Szymanski'nin Futbolun Şifreleri kitabında 'Dünyanın En Kötü İşi' bölümünde detaylı şekilde anlattığı üzere, kendine has dinamiklere sahip olan futbol, yanlış yollara saptığınızda pek çok zengin kulüp sahibinin servetini nasıl elde ettiğini sorgulatacak felaketlere götürebilir. Bu yoldan kaçınmak adına Damien Comolli gibi Ada futbolunda tecrübeli bir isimle yola çıkan FSG'nin kulübe kısa vadede sağladığı kasa kolaylığının ilk bir buçuk yılda geri dönüşü olmadığını ve 'Moneyball Stratejisi'nin futbola pek uymadığını pahalı bir yoldan öğrendiler. Henry, nisan ayında yaptığı açıklamada yukarıdaki cümleleri doğrular bir şekilde konuşmuştu: "Uzun ve yorucu bir yol olduğunu söylemem gerek. Sporu bildiğimizi sanıyorduk ve her şey yolunda gidecekti ancak bu zaman aldı. Doğru isimler bir araya geldi ve işte, buradayız."

Sir Kenny Dalglish'le geçen bir buçuk yılın ardından işlerin sandıklarından daha uzun sürebileceğini görebilmeleri ve yolu değiştirmeleri FSG için sürecin kilit noktası oldu. Her şeye en baştan başlamaları gerekiyordu. Yeniden, var olan sağlam temeller üzerinden. Kötü başlangıçtan geriye kalanlarla ve Brendan Rodgers ile yeni bir yola çıktılar. Kulüp artık elit seviyenin uzağında olduğunu kabul etmişti. Hem şehir hem de kulübün ekonomisi yıldızlara cazip gelebilecek teklifler üretmekten uzaktı. Bu da kulübün stratejisini ortaya çıkardı. Zirveye giden yoldaki basamak olmak. Tamamlanmış planda Liverpool artık farklı bir takım ancak bunda, planı oluşturan parçaların etkisi yadsınamaz.

Parçalar

Liverpool'un tarihine bakıldığında pek çok efsane oyuncu saymak mümkün: Kenny Dalglish, Ian Rush, Graeme Souness, Phil Thompson, Alan Hansen, John Barnes, Kevin Keegan... Hepsi de önemli oyuncular elbette ancak çoğunun geçmişten taşınan, döneme ait akla gelen ilk isimler olmadığını söylemek yanlış olmaz. Bir Maradona, Cruyff, Platini ya da Brezilyalı Ronaldo değiller. Buna rağmen kulübün farklı dönemlerde Avrupa'nın en başarılı takımlarından biri olmasının altında yatan, belki de sahip olduğu gerçek mirastır. Liverpool'un bir araya gelen doğru parçaların takımı olmasıdır.

İlk dönem transferleri arasında pek çok kişinin aklına gelen en önemli isim Luis Suarez. Uruguaylı yıldız, kariyerinin en sıkıntılı dönemlerinden birinde Liverpool'dan başka bir takımın almayacağı bir riskti. Öte yandan Ferguson tarafından koşu tekniği sıkıntılı hatta komik bulunan Jordan Henderson, bugün takım kaptanı olsa da o günlerde en çok eleştirilen transferlerden biriydi. Rodgers yönetimindeki ilk sezon hem transferler açısından hem de saha içinde beklentilerle karşılaştırıldığında bir felaketten öteye geçmemişti. Kulübün ekonomik olarak toparlanmaya çalıştığı bu dönemden geriye altyapıdan çıkan Raheem Sterling, her yaz gidip gitmeyeceği tartışılan Suarez, Chelsea'nin bir şeyler beklemekten vazgeçtiği Daniel Sturridge ve Inter'in hayalini kurduğu oyuncu olmadığını düşündüğü Philippe Coutinho kalmıştı. Bugün geriye bakıldığında, 61 puanla yedinci sırada bitirilen 2012-2013 sezonunun Liverpool'un zirveye dönüşünde ne kadar büyük önem taşıdığı daha iyi anlaşılıyor.

Rüya gibi geçen ve Steven Gerrard'ın kâbusuyla sona eren 2013-14 sezonunun ardından Suarez'in açtığı isyan bayrağı, kulübü yeni bir yola soktu. 2014 yazında yapılan transfer operasyonunun başarısızlığı saha içine de yansıyınca kulüp 2015 yazında transfer krizi yaşamıştı. Mevcut yapının kilit isimlerinden sportif direktör Michael Edwards ile teknik direktör Rodgers arasında yaşanan fikir ayrılıkları, Sterling'in takımdan ayrılması ve transfer hedeflerindeki anlaşmazlıklar, ihtiyaç duyulan son büyük değişikliğin önünü açmıştı. Ekim 2015'te Rodgers ile yollarını ayıran Kırmızılar, Jürgen Klopp'u takımın başına geçmeye ikna etti.

Geleceğe Dönüş

İlk basın toplantısında kendisini 'Normal Biri' olarak tanıtan Alman teknik adam, bir dâhi olmadığını ve tüm sorunları idman sahasında çalışarak çözebileceklerini vurgulamıştı. İşlerin kötü gittiği dönemlerde tribünden yükselen homurtulara vurgu yaparak Anfield Road'un evleri olduğunu ifade etmiş ve taraftarların koşulsuz desteğini talep etmişti. Göreve geldikten altı ay sonra eski takımı Dortmund'u 3-1'den dönerek mağlup ederken soyunma odasında oyuncularına 2005 Finali'ni hatırlattığını söylemesi ve Anfield'ın tepkisi yeniden yazılacak hikâyenin habercisiydi.

Klopp döneminde kaybedilen ilk Avrupa finalinde Sevilla'ya karşı esame listesinde yer alan 18 oyuncudan dokuzu 2019'da podyumda madalya alanlar arasındaydı. O maçta yedek kulübesinde oturan Henderson, küme düşen takımlardan gelen Georginio Wijnaldum ve Andrew Robertson, altyapıdan çıkan Trent AlexanderArnold, görev verilen her pozisyonda gösterdiği performansla beğeni toplayan James Milner, sık sık eleştirilen Joel Matip, Dejan Lovren ve elbette Klopp, Liverpool'un zirvede olduğu eski günleri hatırlatıyor. Her biri, Sir Kenny Dalglish'in bir sözünde vurguladığı gibi, Liverpool'u hayatlarının bir parçası yapanların düşlediği, sahip oldukları her şeyi takımları için veren isimler.

Liverpool'dan yarım saatlik bir yolculuk yaparak Manchester şehrine ulaşabilir, bankada ne kadar paranız olduğunun önemsizliğinden bahsederek ezeli rakibin taraftarlarını kızdırabilirsiniz. Öte yandan yenilenen stadyum, artan sponsorluk gelirleri, daha iyi bir gelecek için satılan Suarez, Sterling, Coutinho gibi isimler Liverpool'u yeniden zirveye ulaştıran planın kritik aşamaları.

Liverpool, belki taraftarlar nezdinde hâlâ 'İşçi Sınıfı' takımı ancak futbol dünyasının gerçeklerinden uzak davranarak, romantik bir tavır takınarak bulunduğu noktaya gelmedi. All or Nothing belgeselinde Manchester City'nin beyin takımının Liverpool'un Virgil van Dijk için ödeyeceği ücrete verdikleri tepki ve gülümsemeler, belki de sezonu çalım yemeden tamamlayan Hollandalı savunma oyuncusunu en iyiler sınıfında görmediklerini anlatıyordu. Chelsea'de bekleneni veremeyen, Roma'dan 37 milyon euro ödenerek alındığında şüphe çeken Salah da Southampton'dan transfer edilen Mane de ilk başta Alexis Sanchez, Eden Hazard ya da Paul Pogba muamelesi görmemişti. Ancak her biri, tıpkı yönettiği takım gibi kendisini yeniden üreten, değiştiren, geliştiren ve adapte olan Klopp'un ekibinin en özel isimleri arasına girdi.

Hikâyeler yazıldıkları zamanın ötesine geçmeyi başarır, zamanın ruhuyla kendini yeniler ve insanlığın belleğini dinç tutar. 1962'de Ada'nın en üst ligine geri dönüş yapan Liverpool, insanlık tarihinin en hızlı değişen döneminde kendini yeniden üreterek, bir kez daha zirveye çıktı. Zamanın ruhuna uygun olarak ürettikleri 'yeni gelenek'leriyle bir kez daha herkesin peşine düştüğü bir takım hâline geldiler.

Socrates Dergi