
Zamanda Yolculuk
9 dk
İkinci sezonu yayınlanan Dark dizisinden yola çıktık, zaman makinesine atlayıp spor tarihinde bazı değişiklikler yaptık.
Hayatımın şu ana kadarki bölümünü bir dizi tutkunu olarak geçirmedim. Özellikle yeni dizilerle ilişkim, arkadaş sohbetlerinde duyduğum hikâyeleri "Aa güzelmiş, izlerim ben bunu" diye not edip, sonrasında genellikle izlememek şeklinde ilerliyor. Birkaç ay öncesine kadar Dark da bu notlardan biriydi. Sonrasında, Netflix Türkiye'den dergimize gelen sürpriz davetle işler değişti. Dark'ın çekimlerine davetliydim ve her şeye hâkim olmalıydım. Ekran karşısına geçtim ve aile draması ile bilimkurguyu, geçmişle bugünü bir araya getiren dizinin ilk sezonunu iki oturuşta bitirdim.
Bir gün sonra, Berlin'deydim. Dünyanın farklı yerlerinden gazetecilerle birlikte seti gezdik, ikinci sezon çekimlerini izledik ve ekiple konuşma fırsatı bulduk. Hikâyenin geleceğe de uzanacağını görmemizle birlikte, sorularımızın temelini zaman yolculuğu kavramı oluşturmaya başladı. Geçmişi yeniden şekillendirmek mi daha zordu yoksa geleceği tahayyül etmek mi? Dizinin senaristi Jantje Friese'nin cevabı belli: "Geçmişe gittiğinizde elinizde renklerle dolu bir palet var ve sonunda nasıl bir resmin ortaya çıkacağını zaten biliyorsunuz. Geleceği ise kendiniz üretmek zorundasınız. Bu çok keyifli bir iş çünkü son derece kişisel ve benzersiz bir dünya yaratabiliyorsunuz. Ama geçmişten daha zor."
Daha zoru, kimi anlarda karmaşıklaşıp izleyicinin aklında soru işaretleri yaratan dizinin bu sorulara tutarlı cevaplar verebilmesi. Ancak yönetmen Baran Bo Odar da bu konuda rahat: "Lost'u hepimiz izledik, çok iyiydi ama sonu sıkıcıydı. Biz hikâyenin sonunu biliyoruz." Başrol oyuncularından Louis Hofmann da aynı fikirde. Jonas karakterine hayat veren Hofmann, "Dizide zaman yolculuğu teorisi çok iyi açıklanıyor ve bu da çok eğlenceli bir sonuç veriyor. İnsanlar, 'Evet, işler gerçekten de böyle yürüyor olabilir' diyor ve bunun hakkında beyin fırtınası yapıyor."
Dergimiz çıktığında ikinci sezonu yayımlanmış olacak diziden yola çıkarak biz de bir beyin fırtınası yaptık ve geçmişe gitme imkânımız olsa spor tarihindeki hangi olayı değiştirmek isteyeceğimizi seçtik. Ben, ülkemizde ifade özgürlüğü konusundaki endişelerim nedeniyle bir başka alanda var olan birinin yarım kalan futbol kariyerine dair düşüncelerimi kendime saklamayı tercih ettim. Ekip arkadaşlarımın düşünceleri ise hemen aşağıda…
10 Haziran 1984
Tenisin asi yıldızı John McEnroe, altıncı Grand Slam zaferi için korta çıktığı 1984 Fransa Açık final mücadelesinde hızlıca 2-0'ı buldu. Kortun karşı tarafındaki Ivan Lendl, arka arkaya oynadığı beşinci slam finalinden de yenilgiyle ayrılmak üzereydi. Müthiş zafere ve yıkıcı mağlubiyete sadece bir set kalmışken tenis tarihinin seyri birden değişti. Duygularını katiyen dışa vurmayan Lendl, arka arkaya aldığı üç setle ilk majör şampiyonluğuna ulaştı. Eğer 2-0 öndeyken kaybettiği üç setin herhangi birinde kazansa, McEnroe bugün bambaşka bir mertebede hatırlanabilirdi. Bunun yerine Roland Garros kupası hep en büyük ukdesi olarak kaldı. Lendl ise kaybedeceği bir finalin daha hüznüyle yokuş aşağı gidebilecekken, tarihin en istikrarlı şampiyonlarından birisine dönüştü. / Aras Yetiş

19 Haziran 1984
1984 NBA Draft günü, Portland Trail Blazers para atışıyla ilk sıra hakkını Houston'a kaybettiğinde önce Hakeem Olajuwon roket olur uçar gider. Akabinde Clyde Drexler takımda olduğu için Michael Jordan yerine 2. sıradan pivot Sam Bowie'yi seçerler, sonrası malum... 1977 şampiyon takımının yıldızı Bill Walton'ın sakatlığıyla başlayan sarmalın içinde Portland şanssız sakatlıklar ve hatalı draft'lar takımı hâline gelir. 1992 NBA Finali'nde de Jordan'lı Bulls'a kaybederler. Çocukluğumdan beri sempati duyduğum bu takıma bir yardım eli uzatmak istiyorum. Hatta mütevazı davranıp, Jordan yerine 1984 Draft'ında 5. sıradan seçilen Charles Barkley'i alırdım. Drexler, Barkley, Kersey, Duckworth, Porter... Belki Sir Charles en az bir yüzük kazanırken Blazers da şu uğursuzluk sarmalından çıkardı. / Caner Eler
20 Nisan 1987
Greg LeMond, 1986 Fransa Turu'nu kazandığında bisiklet yeni yıldızını bulmuştu. 1987 sezonu başında sakatlanan ABD'li bisikletçi yine de Le Tour'un favorilerindendi. Ancak amcası ve kayınbiraderiyle gittiği bir av gezisi her şeyi değiştirdi. Av sırasında vurulan ve kan kaybından ölmek üzere olan LeMond, bir polis helikopteriyle hastaneye götürüldü ve acil müdahaleyle kurtarıldı. Bir hakkım olsa LeMond'un o av davetini geri çevirmesini isterdim. Böylece 1987 ve 1988'de Le Tour'a katılabilir, üç sene üst üste sarı mayo kazanabilirdi. Bir yandan bu isteğimin temelinde Laurent Fignon var. Zira LeMond, iki seneyi boş geçirdikten sonra 1989'da tam gücüne kavuşmuş ve Fransa Turu tarihinin en dramatik yarışını Fignon'un dokuz saniye önünde kazanmıştı. Yani bir kurşun iki büyük bisikletçinin hayatını değiştirdi. / İnan Özdemir
27 Eylül 2000
Büyük Rus güreşçi Aleksandr Karelin'in son maçında Rulond Gardner'a yenilmesi, spor tarihihin en büyük sürprizlerden biri olabilir... Bana göre, tarihin en 'anlamsız' mağlubiyeti. Karelin, üç olimpiyat, dokuz dünya, 12 Avrupa şampiyonluğu listelediği eşsiz kariyerini Sidney'de noktalamaya karar verdiğinde, herkes onu rutin bir zaferle yolcu etmeye hazırdı. Rus güreş tarihçilerinin verilerine göre, "Novosibirsk Ayısı" hayatı boyunca 887-1'lik bir maç kaydına sahipti. Tek yenilgisini 1987'de Igor Rostorotsky'den alması bir yana; son altı yıldır rakiplerine tek bir puan dahi vermemişti. Ne var ki bu eşsiz kariyer pisi pisine bir saltoyla sona erdi. ABD şampiyonluğu dışında hiçbir başarısı olmayan Gardner, ikinci devrenin başında bağlanan saltoda kollarını kilitlemiş ve Rus efsanenin bir anlık sarsıntıyla açılmasını sağlayarak puanı kapmıştı. Maç sonundaki seremonide başı önde görüntüsüyle Karelin, doğal afet sonucu yıkılan asırlık bir çınardan farksızdı. / Şevket Furkan Erbay
25 Mayıs 2005
İtalya Milli Takımı'na sempatiniz varsa üzücü anılarınız çoğunlukta olabilir. Milan'a sempatiniz varsa -özellikle de 1990'lar ve 2000'lerin başında- senaryo tam tersi işler. Hatıralarda genellikle zaferler vardır. Ama Mayıs 2005'te İstanbul'da oynanan Milan-Liverpool finali, futbol tarihinin en büyük dramlarından birini barındırıyordu. İlk yarıdaki 3-0'lık üstünlük, Milan'ın kupaya ulaşmasına kesin gözle bakmamız ve sonrasındaki şok… Üstelik o finalin kazanıldığını düşünürsek Ancelotti döneminde kazanılmış olacak üç Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu… Maçı, 3-0'a bağlayan ve futbol tarihine beş yılda üç Kupa 1 ile damga vuran bir Milan hanedanlığının olmasını isterdim... / İlhan Özgen

25 Haziran 2008
Felix Magath'ın abartılı konuştuğuna, söylemlerine espri ve duygu kattığına hiç şahit olmamıştım. Bunu, belki de ilk kez, Türk Milli Takımı hakkında konuşurken yapıyordu. "Ben sonuna kadar mücadeleyi seven biriyim ama Türkler otobüse binene kadar mücadele ediyor" diyordu. Euro 2008'de belki şahane bir futbol oynamıyorduk ama Fatih Terim'in o dönemki reklamlarda söylediği "Amansız ol" sözcükleri sahaya yansıyordu. Bir kimliğimiz vardı ve güzel bir takımdık. Aşırı eksik çıktığımız Almanya maçındaysa iyi futbol da vardı; doğduğum ülkenin takımını yenmek için umutluydum. Ama Alman bu ya, bizi kendi silahlarımızla vurdular. Philipp Lahm hayatında 2-3 kez öyle topa vurmuştur, o da bize denk geldi. Tek teselli ise beni arayıp tebrik eden Alman arkadaşlarımdı. / Fatih Demireli
9 Eylül 2014
Bazen spor sahnesindeki bir yol ayrımı, koca bir ülkenin -hatta dünya siyasetinin- gidişatını kökünden değiştirebilir. NFL takımlarından Buffalo Bills'in yeni sahibini beklediği 2014'teki satış süreci gibi... Ciddi adaylar arasında rock yıldızı Jon Bon Jovi ve bugünün ABD başkanı Donald Trump da vardı. Teklif savaşını kazanan, 1,4 milyar dolarlık çekiyle şehrin buz hokeyi takımının da sahibi Terry Pegula oldu. O dönem kendisine yeni bir meşgale arayan Trump ise kısa bir süre sonra dümeni Beyaz Saray'a kırdı. Peki Bills'in yeni sahibi Pegula değil de Trump olsaydı, bugün başkent yerine New York'ta mı ikamet ederdi? Eylül 2015'te, Sports Illustrated'daki sözlerine bakacak olursak öyle: "Bills'i satın alsaydım, takımla iyi bir iş çıkarırdım ve bugün yaptığım şeyle uğraşmazdım (...) Ama bugün, anketlerde bir numarayım." / Buğra Balaban