socratesXreflect_alt

Açık Hava Müzesi

10 dk

Her yaz bir süreliğine hatırlanan ve sonra tekrar vedalaşılan yemyeşil çimler… Tenisin modern çağa sıkışmış nostaljik dünyasına hoş geldiniz.

Diğer birçok branştaki sporcuların aksine, tenisçilerin farklı saha türlerine adapte olmak gibi bir yükümlülükleri var. Sezonun her bölümünü başka zemin üzerinde geçirmenin de kendine has zorlukları… 2022 ATP takvimi için 38 sert, 23 toprak ve sekiz çim kort turnuvası planlandı. Açık ve kapalı çatı gibi varyasyonların da oyuna doğrudan etki ettiği kort tipleri, sürekli aynı stilin başarıya ulaşmasını engelliyor. Zaten tenis tarihindeki her büyük şampiyonun güçlü ya da nispeten zayıf oldukları zeminler bulunmakta. Bu da sene boyunca her hafta bir yerde devam eden müsabakalara ciddi miktarda dinamizm ve merak unsuru katmakta.

Turnuvaların büyük bölümüne ev sahipliği yapan sert kort; en nötr, dengeleyici ve tahmin edilebilir zemin olarak öne çıkıyor. Beton, asfalt veya poliüretan kaplamalarla üretilen yüzeyin kendi içinde türleri mevcut. Topun yere çarptıktan sonra çok sekmeden ve ivmesini fazla yitirmeden yoluna devam etmesi bir kortu hızlı, yerden daha çok yükselip bir miktar tempo kaybetmesi ise yavaş kılmakta. Yapımında kullanılan DecoTurf, Rebound Ace ve Plexicushion tarzı spesifik malzemelerle sert kortun hızı değişebiliyor. Toprak, partikülleri sayesinde topu ağırlaştıran ve yerden yükselmesini sağlayan bir yapıda. Çim hem yumuşak hem kaygan olduğu için tersi işlemekte ve yerden seken topun süratini korumasını sağlamakta. Yani bu iki yüzey birbirinin tam zıttı. Çeşitli sert kort türlerini de arada konumlamak mümkün.

Peki zeminler ve oyun stilleri arasında nasıl bir korelasyon var? Fizikli, dolayısıyla büyük servise ve vuruşlara sahip oyuncular, çoğunlukla hızlı koşullarda oynayarak vuruş güçlerinden avantaj devşirmeyi seviyorlar. Zira karşı kort dilimindeki rakiplerinin reaksiyon süresi azaldığı için puanları kısa tutma şansına sahipler. Atletik ve iyi koşan oyuncular ise kortun yavaşlattığı topu iyi takip ederek, uzun ralliler oynayıp sonuca gitme temayülünde oluyorlar. Bu da kondisyonu yüksek, fiziksel olarak daha kompakt tenisçileri öne çıkarıyor. Şüphesiz ki istisnalardan bahsedilebilir ama kort hızı ve oyun stilleri arasındaki ilişkiyi ana hatlarıyla böyle özetleyebiliriz. Her departmanda asgari beceri sahibi, hem ayak çabukluğuna hem vuruş gücüne hem de çeşitliliğine sahip oyuncuların zeminler arası geçişleri kolay yaptığı aşikâr. Büyük Üçlü üyelerinin, Björn Borg veya Andre Agassi ekolü 'komple' tenisçilerin her yerde iyi oynamaları da bununla ilintili. Tabii zeminlerin ehemmiyetleri dönemsel olarak değişim göstermekte.

Björn Borg

Björn Borg

Tenis, 20'nci yüzyılın büyük bölümünde çim kort ağırlıklı bir spordu. Hatta 1928 senesinde toprakta düzenlenmeye başlayan Roland Garros, uzun süre majörler arasında çimde oynanmayan tek turnuva olarak yer aldı. 1975'te önce toprağa ve üç yıl sonra sert zemine geçen Amerika Açık, ciddi bir devrime imza atıyordu. Köklü bir çim tenisi ekolüne sahip Avustralya'nın Grand Slam'i de 1988 senesinde Kooyong'tan Melbourne Park'a taşındı ve sert zemine geçiş yaptı. Nitekim dönüşüm sadece en büyük turnuvalardan ibaret değildi. Mazinin dominant oyun yüzeyi yavaş yavaş etkisini kaybetmeye başlamıştı. Seksenli yıllarda tahta ve çelik raketlerin yerini grafit muadillerine bırakması, doğası gereği hızlı olan çim tenisini daha da hızlandırdı. Yeni raketlerle güç üretmek kolaylaştığı için vuruş tesiri artmış, ardından topu yere bırakmayıp fileye giden iyi volecilerin hükmü karşı konulmaz hale gelmişti. Geleneklerine körü körüne bağlı kalmasıyla ünlü Wimbledon bile bir noktada önlem alacak, meşhur çim kortlarını yavaşlatma hamlesinde bulunacaktı.

2001'de Goran Ivanisevic ve Patrick Rafter'ı karşı karşıya getiren, hikâyesi bol bir Wimbledon finali oynandı. Karakter bakımından çim tenisine yatkın iki isim, epeyce file önü tenisi tatbik edilen beş setlik bir mücadeleye tutuştular. Kort hızı ve vuruş gücünün birleşimi şipşak puanların ortaya çıkmasına sebebiyet veriyor, maçın gidişatında geri çizgi rallilerine pek az ihtiyaç duyuluyordu. 9-7'lik final seti ardından mutlu sona ulaşan Ivanisevic, tüm taktiğini servis vole üzerine kuran son Wimbledon şampiyonu oldu. Devam eden bir yıllık süreçte 2002 turnuvasına özel hazırlık yapıldı. Maksat çim kortun top tutuşunu artırmak yani üstünde oynanan tenisin hızını yavaşlatmaktı. Geçmişin klas çim kort oyuncularından Tim Henman ile Socrates için yaptığımız söyleşide, dönüşümü şu sözlerle anlatmıştı:

2002, Wimbledon için tuhaf bir seneydi çünkü çimin tipi değişmiş ve kort fazlaca yavaşlamıştı. Kortun tamamı geniş ve yukarı doğru büyüyen 'Ryegrass' ile kaplanmıştı. Top yere çarpınca kayıp hızlanmak yerine yavaşlayıp yükseliyordu. Bu da bolca geri çizgi rallisi görmek anlamına geldi. Sevdiğim servis vole oyununu zorlaştıran, rakiplere fazlaca reaksiyon zamanı tanıyan bir değişimdi bu. Eski Wimbledon çiminde en ufak fırsatta fileye gidilebilirken artık seçici olmak durumundaydık. İleri turlarda geri çizgi ağırlıklı oynayan oyuncular ve Wimbledon için normalde sürpriz sayılabilecek isimler vardı. Ben yarı finalde Lleyton Hewitt'in istikrarlı geri çizgi oyununa mağlup oldum. Dürüst olmak gerekirse eski hızlı şartlarda oynamayı hep özledim."

Roger Federer

Roger Federer

Henman'ın vedası sonrası, 1978'deki Björn Borg-Jimmy Connors eşleşmesinden bu yana ilk kez iki geri çizgi tenisçisi Wimbledon'da finale çıktı. Maçta tek servis vole puanı dahi olmayacak, Hewitt ve rakibi David Nalbandian'ın file önü ziyaretleri minimal düzeyde kalacaktı. Çim tenisini çağa adapte etmek isteyen turnuva yönetimi istediğini almıştı. En büyük şansları, 2003'te Roger Federer hegemonyasının başlaması oldu. Zira İsviçreli raket, modern oyunu nostaljik öğelerle harmanlayan zarif bir seçkiye sahipti. Bu dönem âdeta yumuşak geçiş görevi yapacak; Rafael Nadal, Novak Djokovic ve Andy Murray tarzı 'yeni tip' şampiyonlara kapı aralayacaktı. Aynı yıllarda kadınlar tenisinin -aşağı yukarı her zeminde- trendi olan güç oyunu; Serena Williams, Venus Williams, Lindsay Davenport ve Maria Sharapova gibi usta ellerle Wimbledon çimine de hükmedecekti.

Çim tenisi, bahsi geçen kahramanlar kadar büyük hayal kırıklıkları da yaratmış bir dünyadır. Rod Laver, John McEnroe, Martina Navratilova, Steffi Graf ve Pete Sampras'lar yeşil zeminde aradıkları başarıyı fazlasıyla bulurken; Ivan Lendl, Monica Seles, Justine Henin ve diğer birçokları için mutlu son hep ukde kalmıştı. Örneğin gelmiş geçmiş en iyi tenisçilerden Lendl, Wimbledon'ı kazanamadığından kariyer Grand Slam'ini tamamlayamadı. Aynı kader Seles ve Henin cephesinde de tecelli etti. Şimdilerde Rafael Nadal'ın koçluğunu yapan eski dünya 1 numarası Carlos Moya, "Çim inekler içindir" diyecek kadar bu zeminden yaka silkiyordu.

Ayakları çabuk olsa da topa vurmak için daha fazla tepki süresine ihtiyaç duyan sporcular, bilhassa da toprakçılar için kâbustu. Tabii stil zıtlığına rağmen çimde büyük başarılara uzanan bazı isimler gördük. Onların başında, beş Wimbledon zaferiyle bir ara Açık Dönem rekorunu elinde tutan Björn Borg ve kadın tenisinin en büyük toprakçısı Chris Evert geliyordu. Geçtiğimiz sene Socrates'e konuşan Evert, o ve Borg'un çim kortta neden başarılı olduğunu şöyle anlatmıştı:

"Ne yazık ki tarihin en büyük çim kort oyuncusu Martina Navratilova'yla aynı dönemde oynadım ve çim kortta sayılarımın daha etkileyici olmasını engelledi. İyi bir return oyuncusuydum, etkili bir passing shot'ım vardı. Eğer etkili servis atarlarsa karşıya yollayabiliyordum, eğer fileye gelirlerse onları geçiyordum. Yetmişli ve seksenli yılların kadın tenisinde 190-200 km'lik servisler görmezdik. 125-130 km civarı vuruşlar karşılıyorduk ki bu beni fazla zorlamıyordu. Kendi servisim orta karar olsa da beni idare ediyordu. Çim kort tenisinin gereği olan kurnazlığa ve çevikliğe sahiptim. Toprakta ihtiyaç duymadığım bazı nüansları katıp doğaçlama oynama işinde fena değildim. Mesela Björn için de durum benzerdi. İkimiz de safkan çim kort oyuncuları değildik fakat nasıl oynayacağımızı kendi kendimize öğrenmiştik."

Chris Evert

Chris Evert

Her ne kadar inanılmaz bir şampiyon olsa da Evert'ın çimde kendini geliştirme hususunda şimdiki meslektaşlarına nazaran önemli bir şansı, yani zamanı vardı. İçinde bulunduğumuz ATP ve WTA sezonlarının sadece altışar haftası çim tenisine ayrılmış durumda. Sık sık "Artık çim uzmanı çıkmıyor!" cümlelerinin yankılandığı, kırkını geçmiş Federer'in iki yıllık sakatlıktan dönüp hâlâ Wimbledon favorisi olabileceğini öngören, 2022 turnuvası için Djokovic hariç sürdirek şampiyon adayı bulmakta zorlanan tenis kamuoyunun bakması gereken nokta tam da bu. Erkek tenisinde Matteo Berrettini dışında tek bir genç oyuncu bile çim kortun yeni yıldızı olma yönünde ışık vermedi. Serena'nın ilerleyen yaşı, Ash Barty'nin şok emekliliği sonrası kadınlarda da benzer belirsizlik bulutu mevcut. Altı turnuva zaferi ve 35 maçlık galibiyet serisiyle Wimbledon'a çıkacak Iga Swiatek, gümbür gümbür gelmesine rağmen bu zeminde bir soru işareti konumunda.

Mevzubahis soru işaretlerinin farkında olan tenisin yönetim kademeleri de sporun modern döneminde çim kortun yeri üzerine tartışmalar yapıyor. Hatta ATP; üç tanesi toprakta, altı tanesi sert kortta düzenlenen 1000'lik Masters serisine bir tane de çim durağı ekleme noktasında gerçekçi bir çaba içerisinde. Başkan Andrea Gaudenzi'nin söylediğine göre, Almanya'nın medarı iftiharı Halle Turnuvası ya da tarihin en eski organizasyonlarından Queen's Club'ın yepyeni bir statüye kavuşma ihtimali var. Bu hamle, çim kort tenisini 1,5 aylık açık hava müzesi tadında bir izlenceden çıkarıp eski şaşaalı günlere döndürür mü? Cevap muhtemelen hayır. Zaten bakımı zorlu, üstünde oynamak gayet çetrefilli, artık tenis eskisine nazaran çok daha hızlıyken çim kortun tekrar en popüler zemin olması söz konusu değil. Sadece hak ettiği saygıyı görse yeter…

Socrates Dergi