Asalet

20 dk

Kuleleri, atmosferi, anlatılanlar, tarihi maçlar… Eski Wembley'i 'futbolun evi' farz edenlerin sayısı hiç de az değildi. Peki, bu mertebeye ulaşırken nelere sahne olmuştu?

Röportajlara bakıyorum… "Solda Barnes vardı, İsmail'in içinden geçti. Vallahi acıdım. Herifi orada öldürüyorlar, hiçbirimiz yardıma gidemiyoruz, saha o kadar büyük ki!" Semih Yuvakuran, bunları anlatmış Atahan'a ve bana. Devam ediyorum göz gezdirmeye… Sedat Özden, Wembley'e milli takım kaptanı olarak çıkmanın ne kadar büyük bir gurur olduğunu belirtmiş. Orhan Çıkırıkçı ve Hami Mandıralı'yla da Wembley'in kulaklarını çınlatmışız. Öztürk Pekin maç anlattığı onlarca stadyum içinde Wembley'i ayrı bir yere koymuş.

2013'e gidiyorum… Toprak Saha ekibinden Sezgin ve Batu'yla Karagümrük'te misafiri olduğumuz, üç saatlik çay ve kahkaha dozunun aşıldığı sohbette 'Wembley'e ayak basan ilk Türk' Abdülkerim Durmaz'ın anısı çıkıyor karşıma: "İnönü'de Beşiktaş'la oynardık, maç biterdi, duşa gireceğiz ama su akmıyor. İnönü'de sular kesikti. Toz toprak içinde Dereağzı'na gidiyoruz, anca orada duş alıyoruz. Wembley'e bir gittik; jakuziler, küvetler… Köşede fraklı bir adam var, çay-nescafe yapıyor. 'Ulan nereye geldik böyle?' dedik. 'Baba, bir kahve yap' falan diyorum. Maça çıktık, doksan yaşında mumya gibi kadınlar geldi. Bilmem ne kontesi, bilmem ne düşesi… Biz 'N'oluyo!' falan derken üç oldu zaten. Maç bitti geldik odaya, herkes üzüntülü. 'Kalkın ayağa, bakın dalganıza. Türkiye'de su bulamıyoruz, burada jakuzi var. Bakın keyfinize' dedim. Yani unutmadığım maçlardan ziyade unutamadığım stadyumlar var."

Belki Durmaz'ın anıları daha içten ama Wembley denince akla gelen sözler ona ait değil tabii. Henüz mikrofonlarımıza konuşmayan Pele, bugün statla ilgili okuduğunuz birçok yazıda geçen o meşhur kelamı etmiş: "Futbolun katedrali, futbolun başkenti, futbolun kalbi." İşin ilginç tarafı, Pele kariyeri boyunca Wembley'de tek maça bile çıkmamış: "Futbolcu olarak çok fazla pişmanlığım olmadı. Ama Wembley'de bir kere de olsa oynamak isterdim. Dostluk maçında dahi olsa…" Ama yine başrolde…

Kule’den Sergiye

Wembley muhiti ile ilgili üretilen ilk proje bir stadyum değildi. İmzası olan demiryolları ile şanını duyuran Sir Edward Watkin adlı bir girişimci, Eyfel Kulesi'ne öykünerek bu bölgeye bir kule yaptırmak için 1890'da kolları sıvadı. 1894'te henüz tamamlanmamış haliyle, 'kulemsi' demir yığınının açılışı yapıldı. Fakat Sir Edward, Watkin'in Kulesi'ni tamamlamak için gerekli parayı bulamadı. 1901'de vefat ettiğinde kule hâlâ tamamlanmamıştı. Daha sonra adı halk arasında 'Watkin'in Deliliği' olarak değiştirildi ve 1907'de de yıkıldı…

Muhitin canlanması zaman aldı. 1920'de güç gösterisi mahiyetindeki Britanya İmparatorluk Sergisi için bir fuar alanı olarak Wembley'deki boş arazinin kullanılması kararı çıktı. 1924'te başlayacak etkinlik için düşünülen projenin parçalarından biri de güneş batmayan imparatorluğu temsil edecek kadar görkemli bir stadyumdu. 1922'de inşaatına başlanan stadyum, dönemine göre müthiş bir hızla tam 300 günde tamamlanmıştı. Stadyumun bugün dahi övülen demir ve beton karışımı, FB Ellison'ın emrindeki 1280 inşaat işçisi tarafından bizzat denendi. İşçiler stadyumda yürüdüler, sallandılar, zıpladılar, sevindiler ve Wembley son testi geçti. 28 Nisan 1923'te Kral 5. George'un yaptığı konuşma ile açıldı.

Günün farklı bir anlamı daha vardı aslında. Ülke futbolunun en prestijli turnuvası olan FA Cup'ın 1922-1923 sezonundaki finalinin Wembley'de oynanması, henüz stadyumun inşaatı bitmeden karara bağlanmıştı. Açılış, Bolton ile West Ham'ın oynayacağı finalle kesişecek ve gerçek bir festival olacaktı. Düşünülen kısmen gerçekleşti de… Trenlerle Londra'ya akın edenler sadece finali oynayacak takımların taraftarları değildi. Ülkenin dört bir yanından yeni stadı görmek için gelenlerle birlikte kimilerine göre 300 bini aşan bir kalabalık Wembley civarında bir insan seli oluşturdu. Bu arbede saha dışında bitmedi ve 1923'teki final o insan seliyle akıllarda kaldı. Yüzbinlerce insanın sahaya girdiği finalde polis memuru George Scorey ile atı Billy'nin kalabalığı kontrol etmeye çalışırken çekilen fotoğrafları gazeteleri süsledi. Final, kupa tarihine 'White Horse Final' (Beyaz At Finali) olarak geçti…

1924'te İngilizler futbol ritüellerini bir kez daha Wembley'de gerçekleştirdi. Fakat o finali önemli kılan başka bir durum daha vardı. Kraliyet Sergisi'nin sürdüğü dönemde oynanan karşılaşma, bir nevi fuarın aktivitesi halini almıştı. Fakat 1925'e kadar devam eden organizasyonun son bulmasıyla cevaplanması gereken bir soru ortaya çıktı: 300 günde inşa edilen Wembley Stadı ne zaman yıkılacaktı?

İskoç Baron James Stevenson, organizasyonun yöneticisiydi ve kariyerinde Winston Churchill'in danışmanlığı da olan önemli bir devlet adamıydı. Stadyumun iyi bir yatırım olacağını ve ülke futbolu için simgeye dönüşebileceğini ilk dillendiren isim olmuştu. Bu dönemde sahneye bir kumarbaz ve bir tütün tüccarı çıktı. James White, sergi için kullanılan diğer binaları satın almış, büyük kısmını da tütün tüccarı Arthur Elvin'e satmıştı. Elvin, birçok yapıyı taşıdı ya da ortadan kaldırdı. Fakat Wembley'le ilgili başka planları vardı. 1927'de satın aldığı stadyumu bir kâr kapısı haline getirebilirdi. Bu esnada iflas ettiğini açıklayan White kısa süre sonra intihar etti. Stadyum için White'a ödediği parayı iki hafta içinde ilgili kuruma ödemesi gereken Elvin, uzun yıllar stadyumla özdeşleşmesini sağlayacak işletme zekâsını konuşturdu ve İngiltere'de popüler olan tazı yarışmalarından birini Wembley'de düzenleme kararı alarak borcunu ödedi. Daha sonra da stadyumu 19 yıllığına İngiltere Futbol Federasyonu'na kiraladı. Fakat kendi organizasyonları da devam ediyordu. Yüzme havuzu yapıldı, boks müsabakaları, ragbi maçları oynandı ve Wembley, bir spor mabedi halini almaya başladı.

Simge

Wembley, yirmilerden itibaren futbolun önemli anlarına sahne olmuştu. 1928'de İskoçya'nın İngiltere'yi 5-1 yendiği maçta Alex Jackson'ın hat-trick'i ya da 9 Nisan 1938'de yine bir İngiltere-İskoçya maçında BBC'nin tarihteki ilk canlı futbol maçı yayınını yaptığı gün bunların birkaçıydı. Ama stadyum, ilk beynelmilel 'simge' olma adımını 1948'de attı.

Savaş sonrasında düzenlenecek ilk olimpiyat oyunları için bombalardan etkilenmeyen Wembley'in şık bir yuva olacağı konusunda İngilizleri ve olimpiyat komitesini ikna eden Elvin, hem kendi şöhreti hem de İngiltere'nin üç gösterisi için afili bir imza kondurmuştu tarihe. Fanny Blankers-Koen, Emil Zatopek gibi tarihi figürler o yaz Wembley'de zafere ulaştı. Güreş dışındaki ilk madalyayı ülkeye getiren Ruhi Sarıalp'in üç adımdaki bronz madalya mutluluğunda da sahne yine Wembley'di…

İngiltere Milli Takımı, Wembley'i zaman zaman özellikle de Ada sakinleri ile oynadıkları dostluk maçlarında kullansa da işi ancak 1945'te resmiyete döktü ve 26 Mayıs 1945'te stadyumdaki ilk resmi milli maçı Fransa ile oynadı.

Televizyon yayınlarının artması, futbolun yavaş yavaş küreselleşme adına emeklemeye başlaması, Wembley'in şanını uluslararası boyuta taşımıştı. Tabii başrolde yine milli maçlar, özellikle de FA Cup finalleri vardı. 1953'te Stanley Mortensen'in FA Cup finalinde hat-trick yapan ilk futbolcu olması ve üç gol pasıyla yıldızlaşarak doksan dakikanın tarihe 'Matthews Finali' olarak geçmesine neden olan Sir Stanley Matthews'un performansı, stadyumun masallarından biri olmuştu ki altı ay sonra Avrupa apayrı bir masala sürüklenecekti. Bir nevi futbol devriminin ayak sesleri duyulacaktı.

Maçtan önce rakiplerini küçümsediklerini kabul eden 'İlk Beckham' diyebileceğimiz popstar savunmacı Billy Wright, şunları söylüyordu:

"Wembley koridorlarında konuk takımla yan yana yürürken aşağıya doğru baktım ve o ilginç, terlik gibi ayak bileklerine kadar kesik hafif ayakkabıları giydiklerini gördüm. Mortensen'e döndüm ve şunu dedim: 'Doğru düzgün ekipmanları bile yok!"

Wright'ın acıdığı konuk takım Macaristan'dı… Ellilerde kabul gören WM sistemine farklı bir anlayış getiren Gusztav Sebes'in ekibi, ilerleyen yıllarda Brezilya ile özdeşleşecek 4-2-4 dizilişi ile Wembley'e çıktı ve 6-3'lük galibiyet ile kendilerini dünyanın bir numaralı futbol ülkesi sanan İngilizlere bir ders verdi. Dünya futbolu ise bir sene sonra 1954 Dünya Kupası'nda bir kez daha onlara hayran kalacaktı…

Yerel kahramanlık masalları devam ediyordu. 1956'daki ise tam olarak 'yerli ve milli' bir kahramana ait değildi. İkinci Dünya Savaşı'nda İngiliz ordusuna esir düşen ve tesadüf eseri kalecilik yetenekleri keşfedilen Alman asker Bert Trautmann, savaş sonrasında zor da olsa kendini İngiliz halkına kabul ettirmiş ve ülkenin önemli futbol figürlerinden biri olmuştu. 1956'da Manchester City ile Birmingham arasındaki finali City 3-1'le kazandı. Maçı unutulmaz kılan ise City kalecisi Trautmann'ın aldığı darbe sonucu kırılan boynuna rağmen maçı bitirmesiydi.

Avrupa futbolu, ellilerin ortasından itibaren ritmini bulmaya başladı. Oynanan oyun kısa süreli aralıklarla yeni fikirler doğrultusunda değişiyor, daha önce amatörce yapılan uluslararası organizasyonlar yavaş yavaş daha derli toplu bir hal almaya başlıyordu. Altmışlar bu açıdan Wembley'i kıta futbolunda bir mabet haline getirmişti. Artık sadece İngiliz takımlarının zaferlerine eşlik eden bir sahne olmaktan çıkıyordu…

Bunu ilk yaşayan İtalyanlar oldu. Wembley'deki ilk Kupa 1 finalinde Benfica'yı yenen Milan, Şampiyon Kulüpler Kupası'nı (O zamanki adı Avrupa Kupası) kazanan ilk İtalyan takımıydı. On yıl önce Macarlar ile futbolun değişimine sahne olan Wembley, bu sefer de Katenaçyo'nun zaferini ilan ettiği yerdi. 1968'de sıra Manchester United'daydı. Matt Busby'nin ekibi, ellilerdeki trajediden sonra yeni bir kuşakla toparlanıp kulüp tarihinin ilk Avrupa zaferini kazandı. Kaybeden yine Benfica'ydı…

Fakat stadyumun İngiliz futbolundaki yerini daha da simgeleştiren yıl, 1966'ydı. Savaş öncesinde Jules Rimet'ye çok da sıcak bakmayan, savaş sonrasında da Dünya Kupası seferlerinden şok mağlubiyetlerle elenen İngiltere, 1966'da Wembley'den kupayla ayrıldı. Bobby Moore'un ellerinde yükselen Jules Rimes Kupası, ülkede hâlâ erişilmeyen bir zirve.

İşgaller

Altmışlar, stadın ilk açıldığı günde yaşanan işgallerin benzerlerine sahne oldu. 1966 FA Cup Finali'nden sonraki taraftar işgali en unutulmazlardan biriydi. Fakat en büyük gürültüyü koparanlar İngiliz taraftarlar olmadı. 1883'te başlayan ve 1984'e kadar ufak aksaklıklara rağmen devam eden British Home Championship, imparatorluk mensubu ülkeleri bir araya getirirdi. 4 Haziran 1977'deki İngiltere-İskoçya mücadelesi, aynı zamanda şampiyonu da belirleyecekti. İskoçya 2-1 kazandı ve turnuvayı birincilikle noktaladı. Maçın bitiminde Tartan Army olarak nam salan İskoç taraftarlar Wembley'in zeminine yayıldı ve kale direklerinin kırılmasına kadar uzanacak olaylar başladı.

İskoç stoper Gordon McQueen, İngiliz bek Mick Mills'in tepkisini unutmamış: "Zemin, Tartan Denizi'ne dönüşmüştü. Mick'le yürüyordum, 'Viski kokusunu buradan alabiliyorum!' dedi." O gün orada olanlardan biri de ilerleyen yıllarda İskoçların yıldızlarından biri olacak Gordon Strachan'dı. Balayında olmasına rağmen eşi ve sağdıcıyla Wembley'e giden Strachan, başta kalabalığa karışmadığını söylüyor ve devam ediyor: "Sonra bir polis memuru geldi ve 'Bana bir iyilik yapın ve orada öyle aptalca duracağınıza sahaya girin' dedi. Direklerde sallandım mı? O kadar uzanamazdım…"

İngilizler, Wembley'de yetmişler boyunca daha büyük rakiplere de maçlar verdiler. 1972 Avrupa Şampiyonası Elemeleri'nde Federal Almanya ile oynadıkları ve 3-1 kaybettikleri maç, bugün hâlâ Ada topraklarında Günter Netzer ile özdeşleşmiş durumda. 14 Aralık 1973'te tek kale oynamalarına rağmen Dino Zoff'u geçemedikleri ve Fabio Capello'nun golüyle 1-0 mağlup oldukları maç, İtalyan futbol tarihine Wembley'deki ilk milli zafer olarak geçti. En acı verici olanı ise 1974 Dünya Kupası Elemeleri'nde Polonya karşısındaki hayal kırıklığıydı. Polonya kalecisi Jan Tomaszewski'nin tarih yazdığı ve 1-1 sonuçlanan mücadele, İngiltere'nin 1974 Dünya Kupası için bilet alamadığı anlamına geliyordu. Alf Ramsey istifa etti ve İngiliz futbolunda seksenlere kadar sürecek 'milli çöküş' başladı…

Milli takım için mutluluk bahçesi olmasa da yerel destanlar yaşanmaya devam etti. 1974'teki Charity Shield maçında Billy Bremner ve Kevin Keegan kavgası, yumruksever İngiliz seyircisi için ikonik anlardan biri olmaya devam ediyor. Avrupa'da ise televizyon yayıncılığının ve gazetelerin spor sayfalarının yaygınlaşması, FA Cup finallerini daha hatırlanır ve daha çok insana ulaşır kılmıştı. 1973'te ikinci lig ekibi Sunderland'in ülkenin en güçlü takımı Leeds United'ı yenerek kazandığı kupa, Liverpool'un Wembley ziyaretleri, Arsenal'in ikonik zaferleri ve Bobby Robson efsanesinin ilk büyük adımı olan Ipswich Town masalının yaşandığı 1978 baharı, Türkiye'de dahi izlenebilen Wembley aktiviteleri olmuştu.

'Wembley'e gitmek' olgusunun en nadide örneklerinden biri de Ipswich hikâyesinde karşımıza çıkıyordu. Kulübün emektar çalışanlarından Pat Godbold, final öncesinde Robson'dan şu teklifi aldığını hatırlıyor:

"Hepimiz yeni kıyafetler giydik, Pat. Sen de git kendine güzel bir bluz, kazak ya da giyecek bir şeyler al işte. Merak etme, bizdensin!" Godbold, bugün dahi sakladığı o mavi elbisesini Wembley için alacaktı. Ipswich taraftarları ise 'Wembley'e gidiyoruz' temalı şarkıları ile sabah 10.00'da istasyondaki yerlerini almıştı...

'Wembley'e gitmek' mefhumu, ne kadar güçlü olduğunu 1981'de bir kez daha gösterdi. Tottenham, FA Cup Finali'ne çıktığında kulübün FA Cup şarkısı Ossie's Dream, Arjantinli orta saha oyuncusu Osvaldo Ardiles'e adanmıştı ve sözlerinde Ossie'nin bir gün Wembley'de oynama hayalinden bahsediliyordu. Fakat o final bir diğer Arjantinli Ricky Villa'nın rüyasına dönüşecek ve kupa tarihinin en unutulmaz slalom gollerinden birini atacaktı.

Seksenlerde FA Cup masalları devam etti. Coventry'nin 1987'deki Dave Bennett'li geri dönüşü, 'Çete' olarak bilinen Wimbledon'ın anti kahramanlık zaferi ya da Liverpool-Everton rekabetinin büyük maçlara sahne olması… Seksenler aynı zamanda dünya müzik tarihine geçecek büyük konserleri de Wembley'e taşımıştı. Bob Geldof'un kariyerindeki en büyük başarı olan 1985 tarihli Live Aid en simgesel olanıydı belki de. Queen, Rolling Stones ve Michael Jackson, Wembley'in müzik kahramanları arasındaydı. Rock yıldızları kadar büyük bir kalabalığı tek başına Wembley'e toplayan bir isim de vardı. Papa II. Jean Paul, 1982'deki İngiltere ziyaretinde halka Wembley'de seslenmişti… Türkiye'nin Wembley macerası da o dönemde başlamıştı. Önce 5-0'lık sonra da 8-0'lık iki maçla…

Eskiye Veda

1971'de Avrupa'nın zirvesine Ajax formasıyla Wembley'de çıkan Johan Cruyff, 1992'de Barcelona tarihinin ilk Kupa 1'ini bu sefer antrenör olarak Wembley'de kazanıyordu. Koeman'ın frikiği, aynı zamanda bir devrin sonuydu. Şampiyon Kulüpler Kupası, 1992-1993 sezonundan itibaren Şampiyonlar Ligi adıyla oynanacaktı.

Doksanların başında iki kez daha Wembley'e çıkan Türkiye Milli Takımı yine gol atamadan ülkeye dönmüş, 'Deli' kaleci Rene Higuita, 1995'te Kolombiya ile yaptığı Wembley ziyaretinde ofsayt bayrağı kalkmış olsa da 'imza' kurtarışını yapmıştı… Fakat doksanlarda Wembley'in sahne olduğu en büyük olay, 1996 yazında gerçekleşti. 'Futbol Evine Dönüyor' sloganıyla, gerçekten de keyif veren bir takıma sahip İngilizler, Gascoigne'in harika golüyle İskoçya'yı geçti, Hollanda'yı dörtledi ve çeyrek finalde ülke tarihinin pek de alışık olmadığı kaleci destanlarından birine imza atan David Seaman sayesinde İspanya'yı eleyip yarı finalde Almanya'nın karşısına dikildi. 1966'daki finalden sonra Almanlara karşı hiç şansı tutmayan İngilizler, tıpkı 1990'da olduğu gibi yine seri penaltı atışlarıyla elenmişti. Wembley'de kutlamayı yapan, Andreas Möller'in karizmatik sevinciyle Almanlar olmuştu. Panzerler, finalde de tarihin ilk altın golünü Çek Cumuriyeti ağlarına göndererek Wembley'de otuz yıl sonra kupaya uzanan taraf olmuştu.

"Eski stadyumda atmosfer çok özeldi. Eğer yenisinde daha iyisini yapmışlarsa çok şaşıracağım." 7 Ekim 2000'de Wembley'de oynanan son maç olan İngiltere-Almanya karşılaşmasında Almanya'nın tek, stadın ise son golünü atan Dietmar Hamann, 2007'deki 'Yeni Wembley'in açılışından sonra bunları söylüyordu. 2000'de başlanan çalışmalar esnasında Watkin'in Kulesi'nin temellerine rastlanmış, meşhur Wembley'in kulelerinin akıbeti tartışılmış ve dört bir yanı "Eski atmosfer yaşanacak mı?" merakı sarmıştı…

"Eski Wembley yemek yemek, maç izlemek ve işemek için en kötü yerdi" diyen Giles Smith ya da "Wembley dünyanın en abartılan stadyumu" diyen İskoç spor yazarı Hugh McIlvanney gibiler için Yeni Wembley belki daha kusursuz bir deneyim sunuyor. Ayrıca 'Wembley'de oynamak' kavramında da hiçbir değişiklik olmadığını hissedebiliyorsunuz. Chelsea taraftarı yazar Robert Beasley, eski Wembley'de FA Cup'ı kazanan son, yeni Wembley'de kazanan ilk takım olmalarını kulübün tarihindeki önemli noktalardan biri olarak belirtiyor. Son iki yıldır trajikomik senaryosuyla gündeme gelen Sunderland 'Til I Die belgeselinde de EFL Trophy gibi düşük kalibreli bir organizasyon dahi olsa asıl meselenin 'Wembley'e gitmek' olduğu vurgulanıyor. Bir taraftarın dediği üzere: "Checkatrade Kupası falan fark etmez, Wembley Wembley'dir!"

Röportajları karıştırmaya devam ediyorum… Adnan Dinçer, 1987 FA Cup Finali öncesinde kuleleri arkasına alarak poz vermiş… Bülent Eken'in "Çok asil stadyumdu be!" cümlesi ve 1966 Dünya Kupası Finali bileti karşımda…

Kuleler, sahadaki o İngiliz soğukluğunu hissettiğiniz atmosfer, maçtan önce yapılan resmi törenler, anlatılanlar… İki Wembley'de de maç izleyememiş, 'televizyon ziyaretçisi' bendenize sorarsanız… Eski Wembley'in gözümde hiçbir stadyumla kıyaslayamayacağım bir karizması var. Evet, acı ama Pele'yle aynı fikirdeyim...

Socrates Dergi