Pişman Mıyım? Değilim!
25 dk
Türk futbolu, 1980'lerin başında fırtınalı Avrupa maceraları yaşamıştı. Dönemin ortasından itibaren yavaş yavaş adını büyük sahnede duyurmaya başladığında ise başrollerde Galatasaray ve Tanju Çolak vardı…
Kenan Evren, Turgut Özal, Süleyman Demirel, Kemal Sunal, Türkan Şoray, Kadir İnanır, Tarık Akan, Cüneyt Arkın, Sezen Aksu, İbrahim Tatlıses, Hülya Avşar... Politikadan sanata, Türkiye'de 1980'li yılların en ünlü simalarından bazıları bu şekilde. Söz futboldan açıldığında ise en şöhretli isim tartışmasız Tanju Çolak'tı. Dönemin Yeşilçam klasiklerine taş çıkartacak bir hayat yaşadı. Bir penaltı yarışmasıyla ismini ilk kez duyurduğunda henüz 14'ündeydi, bir sezonda 39 gol atıp Avrupa'nın zirvesine çıktığında 24'ünde. Yıllar boyu kontrolsüzce yükseldi. Öylesi yüksekliğin rüzgârı boldu, o da kendini hiç sakınmadı. Ve bir noktada, düştü. Bu film gibi hayat öyküsünü baştan sona dinlemek için Tanju Çolak'la buluştuk. Biz soracaktık, o anlatacaktı. Tam olarak öyle olmadı. Biz sorduk, o daha çok farklı şeyler anlattı. Elimizde, zaman sıçramalarıyla dolu ve soru yerine cevapla başlayan bu röportaj kaldı.
Ben aslında yeminliydim ama sizi kıramadım.
1980'ler özel sayısı yapıyoruz, sizle konuşmasak olmaz dedik.
Konuşmayanlar var beni. Televizyonlara çıkarmıyorlar. Dünyanın 48 efsanesinden biriyim, IFFHS açıkladı. Benle ne alıp veremedikleri var bilmiyorum. Biz öldükten sonra bakalım ne kadar kıymet verecekler.
Ölmeye gerek yok, futbolculuğunuzun kıymetini bilen çok kişi var…
O halk var ya o halk, her şeyin üzerinde. Beni televizyona çıkartmamalarına rağmen halktan gördüğüm teveccüh, saygı, sevgi, o güzellik bana yetiyor. Ama diğerleri de "Bu adam neler yapmış" diye açacak tarihin sayfalarını. Atılan golleri, saha şartlarını, ayakkabının olmayışını, topun su yediği zaman 450 gramdan iki kiloya çıktığını görecekler, bunların hepsini biz yaşadık.
O şartlardan, Bafra'da geçen çocukluğunuzdan başlayalım…
Keşke o günlere dönebilsem. Karpuz çapalasam, tütün dizsem, ırmakta çimsem. Allah rahmet eylesin, dedemin önünde akide şekeri için sıraya girerdik. Bir tane beyaz akide şekeri için. Şimdi ne şekerler oldu, elmalı şeker, her türlü şeker var. Bu bir ticari anlayış, bu bir hayatın değişmesi. Hepsi bence kimyasal şekerler, çitlemeler. Ben ne Çeşme'den ne Bodrum'dan ev aldım. Niye? Çocuklarım geçmişini unutmasın. Biz çocuklarımızı da güzel büyüttük. Bayrağına, ülkesine, milletine sahip çıkan evlatlar yarattık.
Ve son üç-dört senedir televizyonlara çıkamamama rağmen, kendime ait YouTube sitemiz var, "Kralla Gündem" diye, ona çıkıyorum. Söylediklerim çok özel, çok değişik şeyler. Mesela Arda'ya dedim ki "Top oynamasın, zaten iki sene ara vermiş, gelsin Fatih Terim'in yardımcısı olsun, Fatih Terim de en azından bir tane teknik direktör çıkardım desin." Biz kaç defa Fatih Hoca'ya ricada bulunduk "Hocam, senden örnek alalım. Sen gerçekten Türkiye'nin en iyi hocasısın, Milan'ı, Fiorentina'yı çalıştırdın." Yerine koyacağın veya yanında çalışıp bir yere gelen hoca niye yok? Ne Şenol Güneş'te ne onda. Mustafa Denizli'de de yok. Nerede? Benim gollerim olmasa Mustafa Denizli kimdi Allah'ını seversen ya… Hagi olmasa Fatih Terim kimdi? O takım çok önemli. Özel sporculardır teknik direktörleri bir yerlere getiren. Tamam teknik hocanın da bir yüzde 20-25-30 katkısı vardır da şampiyonluk kaliteli futbolcuyla olur.
Mustafa Denizli çok değer verdiğim bir kişilikti, çok şeyler kazandırdım ona. Şimdi hâlâ Neuchatel maçı oluyor, bakıyorum televizyonlara onu çıkartıyorlar. Ulan oğlum üç tane golü ben attım la! O atmadı. O telin arkasında cezalıydı, yani benim ilk golde ön direğe gideceğimi kulağıma mı fısıldadı? Yazıklar olsun! Bunları lütfen yazın, hiç korkum yok. Utanmıyor musunuz Tanju Çolak gibi Avrupa Gol Kralı'nı çıkarmamaya. Bende üç tane ayakkabı var; altın, gümüş, bronz. Sizde kaç tane var? Hanginizde var oğlum bu apoletler, bana söyleyin. Hepsine gider yapıyorum. Hiç önemli değil, hiç çekinmiyorum. Halk bana diyor ki "Sen niye televizyonda yoksun?" Ne bileyim soruyorum, niye yokum? Ha çok düz konuşuyormuşum. Yalamıyormuşum, taraf olmuyormuşum. Ne olacağım abi?
Bu kadar önemli mi sizin için bugün televizyona çıkamamak?
Bundan sonraki hayatımda gençlere vereceğim bir şeyler var diye düşünüyorum: Dürüstlük, adamlık... Artık böyle şeyler kalmadı.
Samsun'a dönersek… Futbolu sevdiğiniz ilk âna dair özel bir anınız var mı?
Oturduğumuz semtte bir tek bizim apartman vardı, diğer taraflar hep boş araziydi. İki tane taş, top bulabilirsek top, patlamışsa içine gazete kâğıdı koyar maç yapardık. Okuldan gel, kitapları eve bırak, sokağa çık, maç üzerine maç... Mekap vardı o zaman, Raf ve Mekap. Çok kaliteli ayakkabılardı ama pahalıydı, alamazdık. Çiftlik Mahallesi diye bir yerde bir takımın mavibeyaz Arjantin formaları var; şortları, konçları, başkanları var, hep duyup imreniyorduk. Terzi Ramazan ve Mehmet Abi'ydi başkanları, bir gün baktık geldiler, 11 yaşındayım. Dedi ki Ramazan Abi, "Tanju, bizim takımda oynamak ister misin? Samsunspor'la maç aldık." "Sizin takım kim?" diye sordum, Çiftlik'miş. "Oo," dedim, "formaları olan mı Çiftlik?" Bir hafta sonra minibüse atladık… Hayatımda ilk defa stadyumda maç yapacağım, Samsunspor'un alt yapısıyla. Saha kocaman. Çim yok ama ilk defa stadyumda oynuyorsun. 6-1 yenildik, o bir taneyi de ben attım. Soyunma odasına geldik hepimiz ağlıyoruz. İçeri Samsunspor'un hocası girdi, Cumhur Dilek, "Üzülmeyin, kaldırın kafanızı," dedi, "biz iki senedir takımız, siz toplama takımsınız." Sonra "Tanju Çolak" dedi, kalktım ayağa, "Seni beğendik, bizim takıma istiyoruz." Böylece Samsunsporlu oldum.
80'li yıllarda Samsunspor'un üst sıraları zorlayan jenerasyonunun bir parçasısınız.
Bazıları için çok yıldırıcı, çok zor bir takım. Kaptandım ben, takımın kurgusunu tamamen ben yapmıştım. Zonguldak'tan Muzaffer'i, Savaş'ı, Yaşar Abi'yi ben aldırmıştım. Ben o kadar yetkiliydim ki, Hasbi Menteşoğlu'na saygı duyuyorum Allah rahmet eylesin, çok farklı çok özel bir ilişkimiz vardı, ben kurdum takımı. Hocasız, ben planladım, inandığım oyuncuları getirdim, üçüncü olduk.
Fethi Demircan'la röportaj yapmıştım. O dönem daha hareketli bir oyun yapınız olduğunu anlatmış ve sizdeki çalışma disiplinini hep takdir ettiğini söylemişti.
Mustafa Denizli'yi Mustafa Denizli yapan benim, işte var olan çalıştığım tüm hocaları attığım gollerle bir yere getiren benim, bak teşekkür ederim hocama da. Hocama da karşı geldim, neydi ismi?
Fethi Demircan.
He, Fethi Hoca'ya niye karşı geldim? Bugünkü antrenman neyse önümüzdeki hafta antrenman aynı. Dedim "Hocam her gün kuru fasulye pilav yiyoruz, bir değiştir. Çarşambayı salıya al, bir değişiklik görelim." Ama çok severim. Çok iyi bir insandı. Valla işte Fethi Demircan bugün varsa bunu ukalalık olarak görmeyin ama attığımız gollerin neticesinde alınan skorlardan dolayıdır. Ya hocam asker adam sana ne verebilir? Yemin ederim hiçbir şeyi yok. Ama ben varım orada, sağdan kafayla gol, yarım vole gol, röveşata gol, o gol, bu gol. Fethi Demircan yukarı çıkıyor ve benim sayemde ne oluyor? Başarılı görünüyor. Başarılı olunca ne oluyor? İş buluyor. Ya Galatasaray'da oynarken 39 gol atmışım ey Mustafa Denizli. Ben bu kadar hizmet etmişim, onu bir yerlere taşımışım… Ha, kornerden güzel goller attı, bizim kadar olmasa da kaliteli futbolcuydu. Ama vefasızlığı beni delirtiyor.
Galiba futbolculuk döneminizde başlamıştı sorunlar…
Yok la, nereden biliyorsun? Ne başlamıştı, neye göre söylüyorsun bilmiyorum. Ya bir insan bir yere getirmişse bir adamı, bir vefası olmalı ya. Ya anlatayım arkadaşlar. A Milli Takım'da hoca o, ben genç milli takımların birinde Serpil Hamdi Tüzün'ün yardımcılığını yapıyorum. Mustafa Denizli'nin yardımcısı gitti, dedim ki "Hoca beni al. Neyim eksik?" Almadı. Niye almıyorsun? Neden korkuyorsun? Bana olan ilgiden, sevgiden mi? Arkasına bir Hıncal Uluç'u almış, yürüdü gidiyor. Ben o golleri atamasam sen Milli Takım'a gidebilecek misin? Fenerbahçe'den bu kadar para alabilecek misin? Bana anlat. Daha ilk yılların. Derwall'le geldin, attığım gollerle Türkiye'nin en iyi hocası oldun. O takımın hepsine teşekkür etmesi lazım.
Ben Fatih Terim'e de iki defa mektup yazdım, "Hocam 15-20 gün İtalya'ya geleyim, bana bir şeyler öğret. Öğrenmek istiyorum" dedim. İkisinde de ret verdi. Sonra milli takıma da aldırmadı. Ankaragücü Başkanı Cemal Aydın ağırlığını koydu, B2 Milli Takım'a aldı baba beni. Bir hafta sonra Fatih Terim çağırdı, ekip onun ekibi ama haberi yok, "Tanju çok ayıp ettin, bu olmadı" dedi. "Hocam ne yapacaktım, mektup da yazdım" dedim. "Olmaz Tanju, bu böyle olmaz" karşılığını verdi. Çıktık, "İstifamı mı istiyorsun?" diye sordum, "Sen bilirsin" dedi, etmedim istifa.
Fatih Terim'in Beylerbeyi'ne gelişini hiç gördünüz mü? Palto üstünde, elinde çanta, çalışanların hepsi sağlı sollu sıralı, asker gibi duruyorlar o içeriye girerken. Ben ne yapıyorum biliyor musun? Tam şu karşıdan geliyor bak Fatih Terim, (ıslık çalıyor, ayaklarını masaya atıyor) ben böyleyim. Dalsın bana diye, dalmıyor bana. Onunla etle tırnak gibi olan Gündüz Tekin Onay söylemişti bana, "Senin işin çok zor Tanju, oğlum halkın sana olan sevgisini gördüm ben, Fatih Terim bunu kıskanır, seni burada tutmaz" demişti. Gündüz Tekin Onay'a da çok kızgınım, istediği yere adam yolluyordu, beni önermedi ama yine de Allah rahmet eylesin.
Size bir şey kattığını düşündüğünüz bir antrenör var mı peki?
Var. Adnan Dinçer. Genç Milli Takım'da hocamdı. Beni sol bek, orta saha, santrfor, santrfor arkası oynattı. Çok özel adamdır. O da bana kırılabilir, isyan edebilir, haklı. Bazen insanlar unutabiliyorlar ama yani hiçbir zaman yolumuz kesişmedi. Samsunspor'a da getirdim onu ben. Severim, başarılıdır, bana çok şey katmıştır, şükranlarımı sunuyorum. Adnan Dinçer, Mitroviç, bunlar benim sevdiğim hocalar. Fethi Hoca da...
Sizi kabullenmediklerini belirtiyorsunuz. Kendinizi eleştirdiğiniz bir nokta var mı?
Hiç. Söylesinler bana. Benim hayatımdan onlara ne abi. Ben çıkıp sahada gol atıyor muyum? Atıyorum. Benim özel hayatımdan onlara ne? Onlar olsa çapkınlık yapmayacaklar mı? Onlar olsa harcamayacaklar mı? Kime ne anlatıyorlar? Onlara sorun abi. Baba hayata tek geliyorsun tek gidiyorsun ya. Var mı alternatifi? Pardon o zaman. Bir gazeteci olarak "Senin hatan buydu" deyin hadi, söyleyin bana ben de bunu kabul edeyim veya etmeyeyim. "Evet, burada hatam vardı" diyebilecek kadar da açık bir adamım.
80'li yıllarda Avrupa'nın en iyi golcülerinden birisiniz, bu yetenekte bir adam gazetelerde yüzde doksan Hülya Avşar mevzusuyla konuşuluyor. Sonra o bitiyor, hâlâ formdasınız, bu sefer de Mercedes olayı 90'larda.
Hayatın içinde her şey var. Cezamı çektim abi.
Bunlar olmasaydı başka bir yerde olur muydunuz?
Olmazdım, yok, vallahi billahi yapmazlardı beni. Kıskanıyorlar abi. Hülya Avşar'la herkes birlikte olmak istiyordu, ben oldum.
İşte olmasaydı...
Abi, ben sevdim. Asla pişman olmadım. Yaşadıklarımın hiçbirinden pişman olmadım abi. Hiç. Sen olsan aynısını yapmaz mıydın?
Evli olsam yapmazdım.
O senin bakışın. Peki senin gibi örnek kaç tane var?
Ben sizi yargılamıyorum. Söylemek istediğim şey; insanlar acaba sizi o yüzd…
Tam tersi. Yanlış yolda yürüyorsun. Benim prestijimi hiç etkilemedi. Halkın sevgisini gör, beni görmek, öpmek, konuşmak, fotoğraf için sıraya giriyorlar ya. Niye? Bende kapris yok, ben halk çocuğuyum. Ama niye futbolun dışına itiliyorum? Senin söyleyemediğini ben söyleyeyim. Basındakilerin hiçbirine biat etmiyorum. Niye edeceğim abi? Benimle beraber mi gol attılar? Benimle beraber mi buz gibi kar yağarken antrenman yaptılar? Ben düştüğüm zaman şuralarım ızgara gibi iz oluyordu kumda, kan çıbanı oluyordu, kabukları elimle söküyordum. Onlar mı vardı yanımda?
Peki basın artık o kadar güçlü mü? Bugün basın sizi sevmiyor diye bir yere gelememekten ziyade siyasi bağlantılar daha önemli…
Tebrik ederim, çok doğru ama ben AK Parti'ye üyeyim, milletvekili adayı, belediye başkanı adayı oldum, oldum da oldum… Ama yine hiçbir yerde yokum. Hainlik mi yaptım?
Oradan da destek görmediniz mi?
Hiç görmedim.
Birçok insana küskünsünüz, kırgınsınız. Sizin için yeri ayrı insanlar var mı futbol âleminden?
Benim için yeri ayrı olan iki insan vardır: Biri Ergun Gürsoy. Galatasaray'dan Fenerbahçe'ye gitmeme sebep olmuştu ama bana Makedonya'dan getirilirken kelepçe taktırtmayan adamdır. Diğeri de Ali Şen. Üstelik Ali Şen'le de kavga ettim. Niye ettim? Bak anlatayım: Zico'nun jübilesine gittim, İtalya'ya… Formam, eşofmanım, her şeyim hazır. Ertesi gün özel uçakla Rıdvan geldi, Ali Şen de yanında. Kadroda yok, forması bile yok. İlk 11'de Rıdvan oynadı. Has… Böyle bir dünya var mı ya! Rıdvan çok kaliteli futbolcu, çok severim, gerçi artık sevmiyorum. Ali Şen forsunu kullandı orada. Ben maça ikinci yarı girdim ama bana haksızlık yapıldı. Maç bitti, akşam yemek var, herkes orada. Ergun Gürsoy da geldi, Ali Şen ve Rıdvan da… Yemek başladı, tak diye tabağı yere attım. "Ben bu masada oturmak istemiyorum. Hakkımı yediler" dedim, kalktım gittim. Ali Şen beni bir ay sonra çağırdı, "Haklıydın ama ne gerek vardı oğlum?" dedi, "Ben Karadenizliyim, haksızlığa gelemiyorum" dedim. "Seni çok seviyorum, dürüst bir adamsın" dedi. Cezaevinde yatıyorum, yılbaşı gecesi 12'yi 1 geçiyor… Kim arasa beğenirsin? Ali Şen! Hüngür hüngür ağladım, onun için yapmayacağım bir şey yok. Dört sene evvel kavga etmişiz, adamın yaptığına bak. Bugün bile görüşürüm onunla, "Ali Baba" derim.
Madem 80'lere döndük… Altın Ayakkabı törenindeki yabancı dil mevzusu da çok konuşulmuştu…
Orada bana adilik yapıldı. Ben okulda Almanca gördüm ama okul takımını Türkiye şampiyonu yaptığım için her dersten geçiriyorlardı. Bir de sıra arkadaşım Ali Osman Engiz diye bir arkadaş, Almanya'da doğmuş büyümüş… Hoca, sınavlarda onu masasına alırdı. Ali Osman, hoca gezinirken oradan beş sorunun cevabını yazar, kâğıdı top haline getirir, en arkada oturduğum yere atardı. Tam isabet hem de. Orta sona kadar böyle geçtim. Liseye başlarken "Ne yapacağız, Ali Osman?" dedim, "Annelerimizi buluşturalım, aynı anda yazılırız. Öyle olunca da aynı sınıfa düşürüyorlar" dedi. Lisede de aynı sınıfa düştük. Üniversiteye de gidemedim zaten, imtihan günü maç vardı, milli takım antrenörü Erkan Kural, "Üniversite imtihanı mı, maç mı?" dedi, ben de futbolu seçtim.
Neyse, oraya üç dil bilen bir arkadaşı da tercüman diye götürdük. Ama "Senin konuşmana gerek yok, Gerd Müller gelecek, ödülü verecek, alıp gideceksin" dediler. Bir çıktım, kadın pat diye soru sormaya başladı. Bize gol attı. Sonra "İngilizce konuşmadı" oldu. Vardı da mı konuşamadık!
Bir ay sonra Monako'ya gittiniz ve bildiğiniz dilden konuştunuz.
Onların anladığı dilden konuştum. Ama orada spiker de öyle diyormuş: "Nefes aldırmayın, aldırırsanız gol atar." Aldırmasınlar abi, n'apayım!
Neuchatel maçı mı Monaco maçı mı?
Neuchatel. Orada 3-0 yenildik ama olmaması gereken skordu. PKK sempatizanları sahaya girdi, oyun durdu, soğuduk… Maç bir başladı, iki gol daha yedik, 3-0 oldu. Hesabı İsviçrelilere kestik, "Niye adamları sahaya sokuyorsunuz?" Adamlar bizden güçsüz ama 3-0 zor skor.
Kızıyorsunuz ama Denizli orada cidden inandı mı? O inanç takımı etkiledi mi?
Neye inanacak, topu o mu oynuyor? Biz inanıyoruz biz! Güzel kelimeler bulmayı bilir o.
Galatasaray'da en yakın dostlarınız Prekazi ve Simovic'miş. Genel olarak ilişkileriniz nasıldı?
Türkler kıskanıyor ya! Gol atıyorsun, skoru değiştiriyorsun, prim yazıyorlar, fiyatın yükseliyor. Ama sonraları Prekazi'ye kırıldım. Bir değişmiş, havalara girmiş. "Hakan Şükür'le oynasaydım" falan demiş. Hagi neydi orada? Ona soruyorum: Hagi mi Prekazi mi? Prekazi'nin Hagi'nin yanında lafı geçmez. Ben de bunu söylüyorum. Bana zamanında güzel işler yaptı ama o söylemi beni çok kırdı ve düşüncelerimi yüzde yüz değiştirdi.
Onu benimle yaptığı röportajda söyledi. "Tanju on metrede oynuyordu, Hakan yüz metrede" dedi.
Neuchatel'e attığımız beşinci golü hatırlasın. Sağ bekten aldım, orta sahaya verdim, koşumu sağ bekten İsmail'in önünden yaptım. Kendi n'apıyormuş? 3-0 önde olduğumuz Fenerbahçe maçında kırmızı kart gördü, 4-3 mağlup olduk. Onu da söylesin o zaman. Bunlar etik mi? Hatırlamıyor mu beyefendi? Bir de Tugay'ı falan da söylüyor, "Onlarla oynasaydım" diye, Tugay zaten oynuyordu. Hem bana hem arkadaşlarına çok haksızlık ediyor.
Prekazi de savaş döneminde hiçbir arkadaşının onu aramamasına kırılmış.
Kırılmanın karşılığı bu mu şimdi? Tamam, hatamızdır, özür dileriz. Ama sen o zaman oynadığı futbolcuları yerin dibine batırıyorsun. Kimleri yendik biz? Madem öyle, Steaua maçında bir şey yapsaydın Hagi'ye karşı!
Siz o dönem hiç Avrupa'yı düşünmediniz mi?
Baba İngilizce yok, Almanca yok, uçak muçak 1990'larda yok! Bu kadar teknoloji mi var?
Ondan da mı pişman değilsiniz?
Hiç değilim. Gitsem başarılı olur muydum? Olurdum ama bizi götürecek menajer mi vardı? Marsilya istedi, Hertha istedi, Udinese istedi…
Mercedes mevzusunda da suçsuz olduğunuzu söylüyorsunuz hatta kendinizi ihbar ediyorsunuz. Peki bu kadar bağlantınız varken o tuzağa nasıl düştünüz?
Mahkemelerde elli ayrı davası olan adam "Tanju'yla beraber yaptık hepsini" diyor. Mahkeme de buna inanıyor. Allah belalarını versin, ne diyeyim?
Cem Uzan'la da o dönemde yakınsınız. Ceza almamanız için o da girişimlerde bulunuyor sanırım?
Yok o zaman Cem Uzan yoktu…
İstanbulspor'a gittiğinizde Cem Uzan yeni yeni takımı kuruyordu…
Doğru doğru, ben oraya onun için gittim hakikaten, destek olur diye. Ama yapabileceğini yaptı adam. Orada yapılan çirkindi. Bir gün evvel konsolosluktayım… Otele gittim akşam, sabaha karşı beşte kapıyı bir açtım, iki metrelik iki adam, "Interpol" dedi. Mahkemeye çıktık saat onda. Hâkim Türkçe konuşuyor: "Burada cezaevleri çok kötüdür, en az 20-25 gün burada kalacaksın… Konsolosluğu ara, en azından polise seni teslim edelim, onlar seni götürsün." Dün beraber oturduğum konsolos, 3'e kadar telefonlara çıkmadı lan, 3'e kadar!
Çok mu kötüydü ortam?
Anlatılmaz, üzülürüm, ağlarım, gerek yok. Bunların hepsini inşallah bir gün film yapmayı planlıyorum.
Neticede burada da hapishane hayatı yaşadınız ama Makedonya'yı anlatmak istemiyorsunuz. Nedir bu kadar ağlatacak kadar sizi üzen şey?
20 metrekarede, tuvalet açıkta, yemek yok, hiçbir şey yok. Bir tane hücredesin! 21 gün.
Orada bir hesaplaşma oldu mu peki?
Vallahi hesaplaşacak ne var ki? Üzülüyorsun sadece.
Orada bile kendinize hiç kızmadınız mı?
"Keşke bu arabayı aldığımız insanlarla tanışmasaydım" dedim.
Türkiye'deki hapishaneden çıkarken sizin için ağlayan çocuklar vardı, onlardan bir takım kurmuştunuz hatta.
Sağmalcılar Cezaevi'nde biz üst koğuştaydık, altta da sübyan koğuşu vardı, 200 çocuk oradaydı. O çocukları kucakladım, turnuva yaptırdım… Formalar, toplar, ayakkabılar getirttim. Sonra Sağmalcılar'dan ayrılırken ben Saray Cezaevi'ne kimseye görünmeden kaçarım diye düşünüyorum. Ama bir baktım o çocukların hepsi dizilmiş, hepsi ağlıyor "Bizi bırakma!" diye. Cezaevinin en zor yeridir sübyan koğuşu, istediğini öldürtürsün, istediğine isyan çıkarttırırsın ama ben o çocuklara sevgimi verdim, çatır çatır tek başıma o yolda yürüdüm. Hepsi ağlıyordu ben giderken, biz de böyle bir adamız işte. Nokta!
Bence o Mercedes davası ve hapishane yılları, futbol izleyicilerinin gözünden sizi biraz düşürdü. Katılır mısınız?
Hayır, halk hak etmediğimi düşünüyor. Eskiden neydim hocam, ne değişti hapse girince?
En azından birçok insan için kahraman, ikon bir sporcuydunuz.
Evet, sonra da Türkiye'nin en güzel kadınıyla aşk yaşadım. Kötü bir şey değil ki bu. Bir araba almışım, kaçak çıkmış. Benden sonra adalet bakanının arabası da kaçak çıktı, içeri girmedi! Ülkenin her yerinde kapısını çalıp giremeyeceğim ev yok babişko, anladın mı? Girerim, kahvesini içerim, yemeğimi yerim, gerekirse kalırım da. Türkiye'de yüz kişi varsa böyle, biri benim.
"Bu bana yeter" mi diyorsunuz?
Yeter ama ben Türk futboluna da hizmet vermek istiyorum. Ne kötülüğüm var, neden uzaktayım? Bilelim de ölmeden gidip özür dileyelim la hacı!
Futbol oynarken de basınla biraz fazla iç içeydiniz. Bunlar olmasaydı performansınız artar mıydı?
Senelerdir soruyorum, "Niye beni futboldan uzak tutuyorsunuz?" Cevap veren yok. Sen ver hacı, futbolun içindesin?
Ben söyleyeceklerimi söyledim.
Hangisi?
Özel hayatınızın çok göz önünde olması, hapishane olayı…
Herkes yapıyor. Bugünkü futbolcular neler yapıyor, bırakın bunları.
Ama sizin olayınızda anneniz bile basına konuştu. Bugünkü futbolcuların ilişkileri varsa bile bu kadar basına yansımıyor ki, bu kadar iç içe bir durum yok… Dünya tarihinin en büyük oyuncusu Maradona da futboldan men yediğinde, yeraltı bağlantıları ya da yasak aşkı ortaya çıktığında zorluk yaşadı. O kadar zaferler kazandığı İtalya'da hayatı boyunca çalışamadı.
Ben kokainman değilim ki. Halkın sevgisi diyorum, istediğim yere giderim diyorum. Herkes cezaevine girer, cezasını çeker çıkar. Hakikaten bırakın bunları.
Bunlar hayatta olan şeyler. Ben yaşadıklarımdan pişman değilim. Medyanın da işi bu, uğraşacaklar. Keşke doğru yazsalardı. İlişki biteli otuz yıl olmuş, hâlâ konuşuluyor… Ne diyeyim?